Julian Huxley – Transhümanizm (2025)

Julian Huxley’nin bu kitabı, ilk olarak 1957 yılında yayımlandı ve modern çağın bilim, ahlak, din ve insanlık anlayışına dair yeni bir zihinsel çerçeve önermesiyle 20. yüzyıl düşünce tarihinin önemli eserlerinden biri sayılıyor. Huxley, kitabında insanlığın artık “eski şişelere konmuş eski şaraplarla” yaşayamayacağını, yani geçmişe ait dini ve metafizik inançların modern dünyanın karmaşık gerçeklerini açıklamakta yetersiz kaldığını söylüyor. Bu nedenle yeni bilimsel keşiflerin ışığında, insanın kendisini ve evreni anlamlandırma biçimini kökten dönüştürmesi gerektiğini ileri sürüyor.

Eserin merkezinde Huxley’nin “bilimsel hümanizm” adını verdiği düşünce yer alıyor. Ona göre insanlık, evrim sürecinde artık bilinçli bir aşamaya ulaşmıştır; bundan sonra “insan türü, kendi evrimini yönlendirebilecek” bir varlık haline gelmelidir. Bu görüş, sonradan transhümanizmin entelektüel temellerinden biri haline gelmiştir. Huxley, biyolojik ve kültürel evrimin insanın kendi potansiyelini aşma yönündeki kaçınılmaz süreci olduğunu söyler. İnsan, doğanın pasif ürünü olmaktan çıkarak, evrimin aktif öznesine dönüşmelidir.

Julian Huxley bu bakışında, kardeşi Aldous Huxley’nin distopik uyarılarından belirgin biçimde ayrılır. Aldous, ‘Cesur Yeni Dünya’da bilimin ve teknolojinin insanı özgürlüğünden mahrum bırakabileceği karanlık bir gelecek resmederken, Julian daha iyimser ve ilerlemeci bir vizyon ortaya koyar. Ona göre insanlık, akıl, etik ve bilimsel sorumlulukla birleştiğinde, kendi evrimsel kaderini özgürce biçimlendirebilir.

‘Transhümanizm: Yeni Şarap İçin Yeni Şişeler’ (‘New Bottles for New Wine’), transhümanist düşüncenin erken bir manifestosu olarak, modern insanın hem bilimin hem ahlakın rehberliğinde daha bilinçli, dayanışmacı ve umutlu bir gelecek kurabileceğine inanan bir çağrıdır.

  • Künye: Julian Huxley – Transhümanizm: Yeni Şarap İçin Yeni Şişeler, çeviren: Ömer Alkan, Fihrist Kitap, siyaset, 328 sayfa, 2025

Thomas Paine – Toprak Adaleti (2025)

Thomas Paine’in ilk olarak 1797’de yayımlanan bu eseri, modern anlamda sosyal adalet, gelir dağılımı ve mülkiyet hakkı üzerine yazılmış en erken metinlerden biri kabul ediliyor. Paine, kitabında doğanın herkese ait olduğunu, toprağın mülkiyet haline getirilmesinin ise insanlık tarihinde eşitsizliğin başlangıcı olduğunu söylüyor. Ona göre özel mülkiyet, emeğin ürünü olarak meşrudur; fakat toprak, doğanın armağanı olduğu için kimsenin tekelinde olamaz. Bu nedenle, toprağın özelleştirilmesiyle kaybedilen ortak hakkın bir tür “doğal borç” olarak toplumun tüm üyelerine iade edilmesi gerektiğini öne sürüyor.

Paine, bu borcun ödenebilmesi için dönemin koşullarına göre oldukça radikal bir öneri getiriyor: Toprak sahiplerinin, mülklerinin bir kısmını kamusal bir fona aktarması gerektiğini savunuyor. Bu fon, her gence 21 yaşına geldiğinde başlangıç sermayesi olarak bir miktar para verilmesi ve yaşlılara düzenli gelir sağlanması için kullanılmalıdır. Böylece hem toplumsal dayanışma güçlenecek hem de ekonomik eşitsizlikler doğal bir dengeye kavuşacaktır. Paine’in bu fikri, günümüzde “evrensel temel gelir” tartışmalarının da öncülü sayılıyor.

‘Toprak Adaleti’ (‘Agrarian Justice’) aynı zamanda ahlaki bir çağrıdır. Paine, yoksulluğu bireysel başarısızlık değil, adaletsiz ekonomik sistemin sonucu olarak görüyor. Eşitliğin yalnızca yasalarla değil, maddi koşulların yeniden düzenlenmesiyle sağlanabileceğini vurguluyor. Ona göre gerçek özgürlük, yalnızca mülkiyetin değil, refahın da adil biçimde paylaşılmasıyla mümkündür.

‘Toprak Adaleti’, Paine’in politik düşüncesinin insancıl yönünü sergileyen bir manifesto niteliğinde. Eser, mülkiyetin sınırlarını sorgularken, sosyal adaletin ekonomik temellerini tartışmaya açıyor ve modern refah devletinin düşünsel öncüllerini kuruyor.

  • Künye: Thomas Paine – Toprak Adaleti, çeviren: Ömer Alkan, Fihrist Kitap, siyaset, 50 sayfa, 2025

Charles Murray – İnsan Çeşitliliği (2025)

Charles Murray’ın bu eseri, modern biyoloji ve genetik bulguların ışığında cinsiyet, ırk ve sınıf farklılıklarını tartışıyor. Murray, bu farklılıkların yalnızca kültürel ve toplumsal koşullarla açıklanamayacağını, biyolojik temellerin de önemli bir rol oynadığını savunuyor.

‘İnsan Çeşitliliği: Cinsiyet, Irk ve Sınıfın Biyolojisi’ (‘Human Diversity: The Biology of Gender, Race, and Class’), üç ana eksen üzerine kuruluyor. İlk olarak cinsiyet farklılıkları ele alınıyor; Murray, kadın ve erkeklerin ortalama düzeyde bilişsel eğilimlerde, ilgi alanlarında ve davranış biçimlerinde biyolojik farklar taşıdığını öne sürüyor. Bu farkların bireysel düzeyde kesin belirleyiciler olmadığını, fakat toplumsal ölçekte eğilimler yarattığını vurguluyor.

İkinci eksen ırk meselesi. Murray, farklı insan toplulukları arasında genetik çeşitliliğin bulunduğunu ve bunun bilişsel yetenekler, sağlık ve davranış kalıpları üzerinde belirli etkiler yaratabileceğini ileri sürüyor. Ancak bu görüş, özellikle ırk ve zekâ ilişkisi konusunda yoğun tartışma ve eleştirilere yol açıyor. Murray, verilerin yanlış politik sonuçlara alet edilmemesi gerektiğini söylese de bu bölüm, kitabın en tartışmalı yanı olarak öne çıkıyor.

Üçüncü eksen ise sosyal sınıf. Murray, genetik mirasın toplumsal eşitsizliklerle birleşerek fırsatları ve başarıyı şekillendirdiğini savunuyor. Eğitim, gelir ve meslek seçimlerinde kalıtımın kültürel faktörlerle etkileşim hâlinde olduğunu, böylece sosyal tabakalaşmanın yalnızca dışsal koşullarla değil, aynı zamanda biyolojik altyapıyla da ilişkili olduğunu öne sürüyor.

Sonuçta kitap, biyoloji ve toplum arasındaki karmaşık ilişkiyi yeniden düşünmeye çağırıyor. Murray, farklılıkların inkâr edilmesinin yerine, bu gerçeklerle yüzleşilerek daha sağlıklı bir eşitlik ve özgürlük anlayışı geliştirilebileceğini iddia ediyor.

  • Künye: Charles Murray – İnsan Çeşitliliği: Cinsiyet, Irk ve Sınıfın Biyolojisi, çeviren: Ömer Alkan, Fihrist Kitap, bilim, 646 sayfa, 2025