Osman Tiftikçi – Türkiye’de Kadınların Seçim Hakkı (2023)

Türkiye’de kadınlar 1934 yılı sonunda seçme ve seçilme hakkını kazandılar.

Bu hak Cumhuriyet döneminde, eğitim, din, hukuk ve yaşamın diğer alanlarında yapılan reformların bir parçasıydı.

Bu reformlar sayesinde kadınlar eğitimin her düzeyine katılabilme, iş yaşamının her alanında yer alabilme, sanat ve kültür hayatına katılabilme, giyim kuşamda, aile yaşamında, kişi ve miras hukukunda dini gericiliğin zincirlerini kırabilme imkanlarına kavuştular.

Bu doğrulara karşın kadın haklarının iktidarın bir lütfu olduğu, Fransa’nın bile önüne geçildiği, Türkiye’nin kadınların siyasi haklarını tanıyan ilk ve tek İslam ülkesi olduğu gibi abartılar yanlıştır.

Osmanlı ve Türkiye kadınları, İttihat ve Terakki’nin kuruluşundan itibaren kadınların siyasi haklarına yabancı değildi.

Partiye ilk kadın üye 1902 yılında yapılmıştı. Kadınların seçim hakkı 1920 yılında bir partinin (TKP), 1921 yılında da bir kadın derneğinin (Ulviye Mevlanların Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti) programında yer almıştı.

1923 Haziran’ında kadınlar İstanbul’da Kadınlar Halk Fırkası’nı kurmuşlardı.

CHP ise genel kanının aksine kadın hakları konusunda çok istekli davranmadı.

1930 yılına kadar kadınların CHF’ye üyelik başvuruları bile reddedildi.

Seçme ve seçilme hakkının gerçek anlamda kullanılabilmesi ise 1951 seçimlerini bulmuştur.

Kadınlara seçme ve seçilme hakkının “verilmesi”, Osmanlı’dan gelen Türk, Kürt, Ermeni, Çerkes feminist hareketlerinin sonu oldu.

Türkiye’de feminist hareket bu tarihten sonra 40-50 yıl ortada görünemedi.

Kitap, kimileri ilk kez gün ışığına çıkarılan Osmanlıca belgeleri de içeren geniş bir arşiv taraması sonucunda elde edilen nesnel bilgiler ışığında titizlikle hazırlanmış bir çalışma.

Çeşitli boyutlarıyla kadın çalışmalarına önemli katkılar içeren bu kitap, resmi tarih açısından da eleştirel yaklaşımlarıyla katkılar sunuyor.

  • Künye: Osman Tiftikçi – Türkiye’de Kadınların Seçim Hakkı: (Hakk-ı İntihâb) Mücadelesi 1908-1935, Nota Bene Yayınları, tarih, 208 sayfa, 2023

Sarah Knott – Anneliğin Sıra Dışı Tarihi (2023)

 

Yaşamı yeniden üreten, fakat çoğu zaman göz ardı edilen faaliyetler bütünü: Annelik

Yüzyıllar boyunca sadece savaşlarla, siyasetle ve devrimlerle ilgilenen tarihçiler, hamilelik ve annelik deneyimine dair ayrıntıları “kaydetmeye değer” bulmadılar.

Geçmişte ve günümüzde yazılmayanlar yüzünden nice detay unutuldu.

Ünlü tarihçi Sarah Knott ise bu yaklaşımı değiştiriyor ve bugünden yola çıkarak başka çağlarda ve başka coğrafyalarda nasıl annelik yapıldığını araştırıyor.

Günlükler, mektuplar, raporlar, mahkeme kayıtları, davranış kılavuzları, giysiler ve nesnelerin yanı sıra kişisel deneyimleri de aktararak alternatif bir annelik anlatısı ören Knott, çocuk sahibi olmama fikir ve tercihini de bu anlatıya dahil ediyor.

Anneliğe dair son derece özgün bir yorum olan ‘Anneliğin Sıra Dışı Tarihi’nde yer alan bu olağanüstü annelik hikâyeleri, sonsuz çeşitlilikte insan deneyiminin dokunaklı bir tasvirini gözler önüne seriyor.

  • Künye: Sarah Knott – Anneliğin Sıra Dışı Tarihi, çeviren: Merve Öztürk, Mundi Kitap, kadın, 320 sayfa, 2023

Kolektif – Yeraltı Kliniği (2023)

Tekil olanı çokluktan koparmamak, hakikati üretmek, özgürleşme pratiklerine odaklanmak ve direniş hatlarını büyütmekle birlikte edebiyattan beklenen bir başka şey de eril tahakkümce kabul edilemezi/görülmek istenmeyi anlatmaktır.

Tutarlı bir stratejiyle edebiyat sosyolojisi bunlardan yola çıkarak toplumsal dünya üzerine çıkarımda bulunur.

Bunu destekleyecek olan malzemeler elbette ki değişiklik gösterir.

Bu noktada yeraltı edebiyatının ana özelliklerini temel alarak çözümlemeler yapmak ve toplumsal cinsiyet kurulumunun arka planındaki sosyolojik ögeleri sergilemek, söz konusu kaynakların yeterli olmasa dahi gerekli bir kısmını oluşturur.

Bunun bir başka yolu da toplumsal iktidardan menfaatleri olmayan öznelliklerin gündelik hâllerine, psiko-sosyal yaşamlarına, kültürel ögelerine tanıklık eden edebi metinlere eğilmekten geçer.

Giderek tartışılabilen, kolayca bilimsel söylemlere dökülebilen ve toplumsal analizden geçirilebilen yeraltı edebiyatı olgusuyla ilgili sosyolojinin dikkat çektiği en belirgin husus, bu edebiyatın hakikati üretirken toplumsal cinsiyetle kurduğu ilişkiyi eril arzular açısından irdeleyebilmektir.

Bu derlemede bir araya gelen yazarlar da, yeraltı edebiyatını çok yönlü sosyolojik incelemeye tabi tutuyor.

  • Künye: Kolektif – Yeraltı Kliniği: Türkiye’ de Yeraltı Edebiyatı ve Toplumsal Cinsiyet, editör: Emre Özcan ve Aziz Şeker, Nika Yayınevi, inceleme, 331 sayfa, 2023

Angela Saini – Alttakiler (2022)

  • Toplumsal cinsiyetimiz aslında ister istemez biyolojimizin belirlediği bir şey midir?
  • Kadınların en önemli kariyeri çocuk doğurmak mıdır örneğin?
  • Ya da tekeşlilik kadının doğası gereğiyken, çokeşlilik erkeğin elinin kiri midir?

Yüzlerce hatta binlerce yıl boyunca toplum ve kültür bize kadınların ikinci cinsiyet olduğunu, erkekten aşağıda yer aldığını söyledi.

Kadınların bedenleri güçsüz, zihinsel kapasiteleri yetersizdi, toplumda oynayacakları roller de hizmetkârlık ve itaatkârlıkla sınırlıydı.

Hatta Charles Darwin gibi bir bilim insanı bile kadınların, evrim sürecinin alt seviyelerinde olduğunu iddia edecekti.

Bilim bize öteden beri erkeklerle kadınların temel olarak birbirlerinden farklı olduğunu söylemeye devam ediyor.

Biyologlar kadınların çocuk büyütme, evi çekip çevirme gibi aile içi görevlere daha uygun olduğunu veya daha kibar bir dille, daha “empatik” olduğunu iddia ediyorlar.

Erkeklerinse mantık, uzamsal akıl yürütme ve motor beceri gerektiren işlerde üstün yeteneklere sahip oldukları söyleniyor hâlâ.

Bilim gazeteciliğinin önemli isimlerinden Saini, biyoloji, psikoloji ve antropolojideki toplumsal cinsiyet savaşlarını inceleyerek, hem toplumsal stereotipleri destekleyen eski çalışmaları hem de kadınların beyinlerine, bedenlerine ve insan evrimindeki rollerine dair büyüleyici bir portre çizen yakın tarihli bilimsel araştırmaları gözler önüne seriyor.

En son bilimsel verilerden, diğer herkes kadar güçlü, stratejik ve akıllı bir kadın ortaya çıkıyor.

  • Künye: Angela Saini – Alttakiler: Bilim, Kadınları Nasıl Yanlış Anladı?, çeviren: Seza Özdemir, Minotor Kitap, bilim, 320 sayfa, 2022

Michael W. Apple – Öğretmenler ve Metinler (2022)

Kitlesel eğitimin temel özellikleri yıllardır tartışılıyor.

Bu tartışmalar kimi zaman eğitimin devletle ilişkisi kimi zaman da ideoloji ile ilişkisine odaklanıyor.

Göz ardı edilenler arasında ise öğretmenler ve eğitimin ekonomi politiği geliyor.

Michael W. Apple ‘Öğretmenler ve Metinler’ kitabında, öğretmenlerin geçmişten bugüne nasıl kontrol altına alındığına, cinsiyete dayalı iş bölümündeki değişimlerle odaklanıyor.

Kontrolün aktörü olan egemen söylem, artık sadece ekonomik değil aynı zamanda toplumsal cinsiyet kavramlarıyla çevrelenmiştir.

Öğretmenlik bir “kadın işi” hâline gelmiştir.

Bu durum kadınların açık bir şekilde eşit olmayan muameleye maruz kaldığı diğer kadın emeği biçimleriyle de bağlantılıdır.

Apple’ın muhafazakâr restorasyon olarak tanımladığı egemen söylem aynı zamanda öğretmenlerin “metinlerle” kurduğu ilişkinin de belirleyicisidir.

Ders kitapları, öğretim programı ve raporlar gibi metinler özerk değildir. Metinlerden hem öğretmenlerin öğretim yöntemlerini hem de program için meşru kabul edilen bilgileri yeniden tanımlamak amacıyla çoğu muhafazakâr olan çeşitli gruplardan gelen baskılar ve ekonomik beklentiler mevcuttur.

Eğitim raporları ise teknik olarak baştan sorunlu olan verilerini, genellikle kötüye kullanmaktadırlar.

Rapor hazırlayıcıları, iş gücü piyasasına ve yüksek teknolojili işlerin geleceğine ilişkin yanlış bir görüşteler ve okullarda kalıcı değişiklikler yapmak için gerekli olabilecek şeyleri, büyük ölçüde basitleştirerek toplumsal eşitsizliğin artmasına katkı sunuyorlar.

Apple ise bu kitabında kitlesel eğitimin açmazlarını tarihsel olarak ortaya çıkartıyor ve bu sorunların çözümüne dair öneriler sunuyor.

  • Künye: Michael W. Apple – Öğretmenler ve Metinler: Eğitimde Toplumsal Cinsiyet, Sınıf ve İktidar İlişkileri, çeviren: Mediha Sarı ve Ece Yolcu, Yeni İnsan Yayınevi, eğitim, 264 sayfa, 2022

Lucie Drechselová – Türkiye’de Yerel Siyasette Kadınlar (2022)

‘Türkiye’de Yerel Siyasette Kadınlar’da Lucie Drechselová, farklı sosyo-politik özelliklere sahip illerde yaptığı saha çalışmasının ve görüşmelerin zengin malzemesine dayanarak, Türkiye’de kadınların yerel siyasette var olma mücadelesini enine boyuna inceliyor.

Türkiye’nin modern siyasi tarihi boyunca -bir tür “devlet feminizmine” rağmen veya onun da katkısıyla- kadınlara dönük bir dışlanma döngüsünün işlediğini görüyoruz.

Kadın düşmanı parti yapıları ve kadın kollarının “dayanılmaz zayıflığının” yanı sıra, yerel siyasetin yapısal sınırlılıklarının da bunda payı var.

Buna karşılık 2000’lerde kadınların yerelde tutunma ve siyasi partiler içinde kendilerine yer açma mücadelesinin somut kazanımlar doğurduğunu da görüyoruz.

‘Türkiye’de Yerel Siyasette Kadınlar’, kadın hareketinin toplam etkisi yanında; hem milliyetçi-muhafazakâr partilerde, hem Kemalist mirasın devamında ve CHP’de, hem de pro-Kürt siyasette kadınların özgül yerel siyaset deneyimlerine bakıyor.

Pro-Kürt siyasetin “kadınlaşmasının” yereldeki etkilerine eğiliyor.

Fakat yerel siyaset kadınlar için hâlâ engellerle dolu.

Lucie Drechselová, “Demokrasi kadınlara ‘yaramıyor’ mu?” gibi tahrik edici bir soru da sormaktan geri kalmazken, kadınların “değişim tahayyül etme kapasitesinin” de kıymetini biliyor.

Kitaptan bir alıntı:

“Dışlayıcı mevcut mekanizmalara rağmen, kadınların siyasi patikaları, hırsları, kararlılıkları ve şimdiye dek Türkiye bağlamında nispeten az bilinen, bireysel ve kolektif faillikleri ile çizilmiştir. Kadın yerel siyasetçilerin çok çeşitli siyasi kariyer yolları, yalnızca ilerlerken önlerine çıkan zorlukları değil, aynı zamanda kadınların başvurdukları eylem stratejilerini ve siyasi kariyerlerini kendi elleriyle çizme kapasitelerini de ortaya koymaktadır.”

  • Künye: Lucie Drechselová – Türkiye’de Yerel Siyasette Kadınlar: Dışlanma Döngüleri, çeviren: Ece Köse, İletişim Yayınları, siyaset, 336 sayfa, 2022

Kolektif – Patriyarka ve Kapitalizm (2022)

Kadınların aile yapısının neredeyse evrensel bir parçası olan annelikleri, bütün toplumlarda bildiğimiz şekliyle toplumsal cinsiyetin örgütlenmesine ve değer biçilmesine belirli özellikler kazandırdı, ebeveynlik düzenlemeleri kadar toplumsal cinsiyet sistemimiz de bize kapitalizm öncesi geçmişimizden miras kaldı.

Aynı zamanda toplumsal cinsiyetin örgütlenmesinin ve değerlendirilmesinin belli özellikleri kendi toplumumuzda da önem kazanmış durumda.

Yaşadığımız şekliyle toplumsal cinsiyetin düzenlenmesi ve erkek egemenliği tarihin ürünleridir ve bunların tarihsel olarak anlaşılması gerekir.

Kadınların annelikleri kadınların hayatlarının ve aile örgütlenmesinin temelini oluşturmaya devam ediyor ve kadınlara dair ideoloji bu temelden doğdu.

Ancak endüstriyel kapitalizmin gelişimi bunu değiştirdi, kadınların anneliğine ve erkek egemenliğine özel anlamlar yükledi, bunların önemlerini kendilerine özgü yollarla arttırdı.

Aynı baskılar, duygulanımların ve bağlanmanın inkârı, kadınların ve dişil şeylerin dünyasının reddi, erkeklerin dünyasının sahiplenilmesi, idealize edilmiş evde olmayan babayla özdeşleşme -hepsi de kadınların anneliğinin ürünü- toplumsal cinsiyet sistemi içinde erilliği ve erkek egemenliğini yaratır ve aynı zamanda erkekleri kapitalist iş dünyasının katılımcıları olarak var eder. Dolayısıyla, aile yapısının ve erkek egemenliğinin temelini oluşturan kadınların anneliğiyle kapitalizmin yeniden üretimi arasında içsel bir bağlantı gelişmiştir.

İşte bu usta işi derleme, patriyarka ile kapitalizm arasındaki sıkı ilişkiyi ayrıntılı bir şekilde ortaya koyması ve buna karşı çözüm önerileri sunmasıyla dikkat çekiyor.

Kitaba katkıda bulunan isimler ise şöyle. Ellen DuBois, Heidi Hartmann, Linda Gordon, Margery Davies, Nancy Chodorow, Nancy Hartstock ve Zillah Eisenstein.

  • Künye: Kolektif – Patriyarka ve Kapitalizm, Kalkedon Yayınları, siyaset, 216 sayfa, 2022

Bonnie G. Smith – Kadın Çalışmaları: Temeller (2022)

‘Kadın Çalışmaları: Temeller’, geçmişte ve günümüzde toplumsal cinsiyet konusunda yapılan disiplinlerarası çalışmalara bir giriş niteliğinde.

Bonnie G. Smith, Kadın Çalışmaları’nın doğuşunu ve gelişimini, eleştirmenlerin yaklaşımlarını da hesaba katarak ele alıyor, alanın temel meselelerini anlaşılır bir dille aktarıyor, günümüzdeki durumunu inceleyerek yeni tartışmalara genişçe yer veriyor.

Kadın Çalışmaları’nın disiplinlerarası doğasını, temel feminist teorileri, toplumsal cinsiyet konusuna eleştiri ve yaklaşımları; ırk, sınıf, toplumsal cinsiyet, etnik köken ve dinin Kadın Çalışmaları’na etkilerini kesişimsellik bakış açısıyla yorumluyor.

Smith, farklı cinsel kimlikler, askerileşme, şiddet, neoliberalizm, göç ve emek gibi günümüzün can alıcı sorunlarının Kadın Çalışmaları’yla ilgisini araştırıyor.

Kitap, konuya yeni başlayanlar için mükemmel bir temel sağlarken özellikle Kadın Çalışmaları ve toplumsal cinsiyet konusuna odaklanan lisans ve yüksek lisans öğrencilerine rehberlik etmeyi amaçlıyor.

Kitapta ayrıca, daha ileri çalışmalarda, sunumlarda ve araştırmalarda yardımcı olabilecek okuma önerileri de sunuluyor.

  • Künye: Bonnie G. Smith – Kadın Çalışmaları: Temeller, çeviren: Özde Çakmak, İletişim Yayınları, kadın çalışmaları, 224 sayfa, 2022

Zafer Toprak – Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (2022)

Türkiye’de feminizmin yüz yılı aşkın görkemli bir geçmişi var.

Zafer Toprak’ın bu kapsamlı incelemesi ise, kadınların 1908-1935 arasındaki özgürlük mücadelesini aydınlatıyor.

Kadın özgürlüğü 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye’de toplumsal dönüşümün ana eksenini oluşturdu.

1908 Jön Türk Devrimi’yle birlikte gündeme gelen uluslaşmadan laikliğe, temel dönüşümlerin çoğu kadını doğrudan ilgilendiriyordu.

“Hürriyetin İlânı” kadına özgürlük mücadelesinin yolunu açmıştı.

Böylece Cihan Harbi ertesi, feminizm sözcüğü kadın-erkek eşitliği özleminin simgesine dönüştü.

Kamusal alanda görünür hale gelen kadın “özneleşiyor”, kendine özgü bir kimlik kazanıyordu.

Ancak geleneksel hiyerarşiler ve dünün kültür kodları sorgulanırken, on yılı aşkın savaş ortamında yoksullaşan kadın özel yaşamında köklü sarsıntılar geçirdi.

Fuhuş ve intihar baş edilmesi gereken temel sorunlardı.

Cumhuriyet’in laik düzeni ve Medeni Kanun kadına özlemini duyduğu eşit statüyü sağladı.

Türk kadınının birçok Batı ülkesinden önce seçme ve seçilme hakkını elde etmesi dış dünyada da yankı buldu.

Nitekim 1935 Uluslararası Kadınlar Kongresi’nin İstanbul’da toplanması bunun kanıtıydı.

Prof. Dr. Zafer Toprak, ‘Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm’de özgün kaynaklara dayanarak kadının 1908-1935 arasındaki ilk dönem özgürlük mücadelesini ve kazanımlarını anlatırken, “Sonuç” bölümünde de 1965 sonrası ülkede etkinleşen ikinci dalga feminizmi ele alıyor.

  • Künye: Zafer Toprak – Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908-1935), İş Kültür Yayınları, tarih, 592 sayfa, 2022

Rebecca Solnit – Yokluğumdan Aklımda Kalanlar (2021)

Kadınların yok sayıldığı bir toplumda adeta dişiyle tırnağıyla kazıyarak hayallerini gerçekleştirmiş Rebecca Solnit’ten muazzam bir tanıklık.

Solnit, 1980’lerin San Francisco’sunda genç bir kadın yazar olarak ortaya çıkışını anlatıyor.

‘Yokluğumda Aklımda Kalanlar’, kadınların sessiz kalmasını tercih eden bir toplumda kadın bir yazarın kendi sesini bulma öyküsü, sanatçının genç bir kadın olarak portresi.

Solnit 1980’lerin San Francisco’sunda, kadına yönelik şiddetin hem sokakta hem de toplumun tüm tabakalarında yaygın olduğu, kadınların kültürel arenadan kolayca dışlandığı bir ortamda yazar olarak ortaya çıkışını anlatıyor.

En büyük öğretmenim dediği kentteki savruluşlarını, fakirliği ve ümidi; on dokuz yaşındayken kişisel dönüşümüne ev sahipliği yapmaya başlayan küçük apartman dairesini; punk rock’ın hem öfkesine hem de içindeki patlayıcı enerjiye nasıl biçim ve ses kazandırdığını tarif ediyor.

Kadınları küçümseyen, onların sözüne inanmayan otorite figürlerinden bahseden Solnit, geriye dönüp baktığında tüm bunları hem geçmişte hem de bugün hâlâ kadınların olağan durumu olan sessizleştirilmişliğin sonuçları olarak görüyor ve bizlere de yazarlığa, kadın hakları savunucusu olmaya giden yolda bununla nasıl mücadele ettiğinin öyküsünü anlatıyor.

Kendisini hem insan hem de yazar olarak özgürleştiren güçleri; yani kitapları, cinsiyet, aile ve sevincin ne gibi farklı görünümlere bürünebileceği konusunda kendisine başka başka bakış açıları kazandıran etrafındaki gey erkekleri ve sonunda Amerikan Batısı’nın o uçsuz bucaksız topraklarına varışını, o toprakların öteden beri göz ardı edilen çatışmalarına dahil oluşunu irdelerken bir yandan da bütün bu etkilerin kendisine özgün bir yazar olmayı nasıl öğrettiğine ve pek çok başka insana hitap eden, onlara güç kazandıran bir sese nasıl kavuşturduğuna değiniyor.

  • Künye: Rebecca Solnit – Yokluğumdan Aklımda Kalanlar, çeviren: Seda Çıngay Mellor, Minotor Kitap, inceleme, 264 sayfa, 2021