Ergun Kocabıyık – Dolaylı Hayvan (2024)

Bu kitapta insana ve hayvana dair anlatılanlar, insanın kendine ve içinde yaşadığı dünyaya yönelik olarak kurguladığı bir külliyata; tarihöncesi taş, kemik, kaya üzerindeki çizimler, oymalar ve heykelciklerden mitlere, folklora, dinsel anlatılara, edebiyata ve çeşitli sanat eserlerine kadar geniş bir malzeme yığınına dayanıyor.

Bu külliyat insan zihninin, kendine ve dışındaki dünyaya ilişkin duygu ve düşüncelerinin bir kaydıdır.

İnsan dolaylı hayvandır çünkü doğayla doğrudanlığını büyük ölçüde yitirmiştir; hatta varlığını buna borçludur.

Hayvan hedefine doğrudan giderken insan kültürel dünyasının dolambaçlarında gözden kaybolmuştur.

‘Dolaylı Hayvan’, metaforlarla, simgelerle örülü bu dilsel dünyayı, insanın kendi iç dünyasına nasıl kattığını araştırıyor.

  • Künye: Ergun Kocabıyık – Dolaylı Hayvan: İnsanın Metaforları, Akademim Yayıncılık, antropoloji, 260 sayfa, 2024

Marcel Mauss – Antropoloji ve Sosyoloji 1: Büyü Üzerine Genel Bir Kuram Tasarısı (2024)

 

Büyü, tanımı gereği, bir inanç konusudur.

Kendi ögelerinden daha gerçek olduğu gibi, genellikle büyüye olan inanç da onun ögelerine olan inançtan daha köklüdür.

Genellikle bu inanç, tüm toplumda mekanik biçimde yayılmış durumdadır; doğumdan başlayarak paylaşılır.

Burada büyüye olan inanç, bilimsel inançlardan farklı değil.

Bu alanda araştırma yapan çoğu kuramcı yazarlar, özel konulardaki görüş ayrımları bir yana, büyünün bir tür “bilim öncesi bilim” olduğunda görüş birliği içindedirler.

Büyünün önce arı bir durumda var olduğu, insanın başlangıçta yalnız büyüsel terimlerle düşünebilmekte olduğu varsayılır.

İlkellerin tapınmalarında ve halk kültüründe büyüsel törenlerin başat yer tutması, bu varsayımı doğrulayıcı önemli bir kanıt sayılıyor.

Ayrıca totem törenlerinin tümden büyüsel nitelik taşıdığı söylenen kimi Orta Avusturalya oymaklarından büyünün hâlâ bu durumunu sürdürmekte olduğu belirtiliyor.

Büyü, böylece ilkel insanın hem tüm gizemsel yaşamını hem de tüm bilimsel yaşamını oluşturuyor.

Örneğin; kimi halkbilimciler, Malezyalıların eski tarımsal törenlerini büyü olarak görür.

Dinin, düşünsel ögeleri aracılığıyla, doğa öteselliğe yönelmesine karşın, somut gerçekliğe daha düşkün olarak betimlenen büyü, doğayı tanımaya önem verir.

Bilimlerin bir bölümünün, özellikle ilkel toplumlarda büyücüler tarafından geliştirildiği kesindir.

Eski Yunan’da simyacı büyücüler, yıldız falcısı büyücüler, Hindistan ve başka yerlerde de olduğu gibi, gökbilimin, fiziğin, kimyanın, doğa tarihinin kurucuları ve çalışanları olmuşlardır.

İşte Marcel Mauss bu ufuk açıcı kitabında, büyünün toplumsal ve bilimsel işlevini çok yönlü bir bakışla tartışmaya açıyor.

  • Künye: Marcel Mauss – Antropoloji ve Sosyoloji 1: Büyü Üzerine Genel Bir Kuram Tasarısı, çeviren: Özer Ozankaya, Cem Yayınevi, antropoloji, 188 sayfa, 2024

Maurice Godelier – İmgelenen, İmgesel ve Simgesel (2024)

Hiç kuşku yok ki mitlerde ve dinlerde imgelenen şey, buna inananlar tarafından asla salt bir imgelem olarak düşünülmez.

Tersine, gündelik yaşamda deneyimlenen gerçeklikten bazen daha gerçek olarak algılanır.

  • Eğer böyleyse, gerçek olandan daha gerçek olan bu imgesel nedir?
  • Ve elbette bu durumda, gerçek nedir?

Lévi-Strauss “gerçek”, “simgesel” ve “imgesel” olanın “üç ayrı düzen” olduğunu ileri sürse de Maurice Godelier bu çalışmasında, gerçek olanın simgesel ve imgesel düzlemlerden ayrılamayacağını maharetle gösteriyor.

Kutsal törenler, nesneler ve mekânlar, insanlığın bir kısmı için Tanrı’nın, tanrıların ya da ruhların varlığının gerçekliğine ve dolayısıyla da hakikatine tanıklık etmiyor mu?

Simgesel; düşüncenin ötesine geçerek tüm bedeni, bakışları, jestleri ve bir o kadar da tapınakları, sarayları, araç-gereci, yiyecekleri, dağları, denizi, gökyüzünü, yeryüzünü istila eder ve harekete geçirir: Simgesel, gerçektir.

Bu çalışma hiç şüphesiz bizi sosyal bilimlerin kalbine götürüyor.

Çünkü imgeselin ve simgeselin doğası ve rolünü sorgulamak, toplumsal yaşamın başlıca bileşenlerini ve insani varoluşun temel veçhelerini de sorgulamaktır.

  • İnsanlar gerçeği nasıl üretir?
  • İmgesel olan hangi yollarla gerçek statüsü kazanır?
  • Gerçeği simgeselden ya da imgeseli simgeselden ayırt etmek mümkün müdür?
  • Simgeler simgeledikleri şeylerden daha mı gerçektir?

Son dönem Fransız antropolojisinin en üretken ve en tanınmış isimlerinden Maurice Godelier, sadece kendi disiplini antropoloji içerisinden değil, felsefe ve tarih gibi alanlarda da sorgulamayı sürdürerek bu türden çetrefilli sorulara yanıt arıyor.

  • Künye: Maurice Godelier – İmgelenen, İmgesel ve Simgesel, çeviren: Umut Can Gökduman, Heretik Yayıncılık, antropoloji, 2024

Rebecca Bryant, Daniel M. Knight – Geleceğin Antropolojisi (2024)

İnsanı insan yapan niteliklerin başında kuşatıcı ve keskin bir zaman bilincinin geldiği fikri öteden beri felsefede, dinlerde ve mitolojilerde önemli bir yer tutuyor.

Hatta insanı geçmiş, şimdi ve gelecek arasında bir köprü, bir düğüm noktası olarak görmek, sayısız kültürde insanın kendine ve dünyaya bakışının önemli bir parçasını oluşturageldi.

Böyle olmasına rağmen sosyal bilimlerin ve özellikle de insanı konu edindiğini iddia edegelmiş antropolojinin geçmişe ve şimdiye odaklanarak geleceği büyük ölçüde ihmâl ettiği, hatta bu ihmalin antropolojinin geleceğini de kuşkulu hâle getirdiği yönünde eleştiriler bir süredir daha yüksek sesle dillendiriliyor.

Bu kitap, insanı ve kültürleri anlamada geleceğin ve gelecek bilincinin oynadığı role odaklanıyor.

Aristoteles ve Augustinus’tan Husserl, Heidegger, Ricoeur, ve Schatzki’ye kadar uzanan bir düşünce geleneğinin ışığında, geleceğin bizim için hazırladıklarını ve bizim geleceğe hazırlanma tarzlarımızı ortaya koyarak, geleceği antropolojiye dâhil etmenin ve antropolojiyi geleceğe taşımanın koşullarını belirlemeyi amaçlıyor.

İnsanı gündelik pratikleri içinde gelecekle, henüz olmamış olanla, “olandan başka”yla kurduğu ilişki üzerinden ele almanın, “yeni” ve geleceğe miras bırakılabilecek bir sosyal antropoloji geliştirmenin olanağını araştırıyor.

  • Künye: Rebecca Bryant, Daniel M. Knight – Geleceğin Antropolojisi: Felsefi Bir Soruşturma, çeviren: Asena Pala, Fol Kitap, antropoloji, 264 sayfa, 2024

Anthony Aveni – Yaratılış Öyküleriyle Dünya Mitolojisi (2023)

Babil, Yunan, İnuit, Maya, Hindu, Navajo, Polinezya, Afrika ve daha çok sayıda farklı yaratılış mitini konu alan bu kitap evreni açıklama girişimlerimizdeki benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koyuyor.

Antropoloji ve astronomi profesörü, ödüllü yazar Anthony Aveni dünyadaki çeşitli kültürlerin kökenlerimizi nasıl açıkladığını incelerken aynı zamanda doğal çevrenin bu anlatıları şekillendirmede oynadığı rolü de gözler önüne seriyor.

‘Yaratılış Öyküleriyle Dünya Mitolojisi’, insanlığın doğal dünyanın ritmine duyduğu evrensel ve daimî hayranlığı ortaya koyarken, geçmişten günümüze çeşitli kültürlere ait yaratılış anlatılarını merkeze alarak, mit ile bilimin buluştuğu zemini inceliyor.

Göreceğimiz gibi, çağdaş bilimin hikâyesi diğerlerinden farklı görülebilir ama kendine has tarihiyle şekillenen Batı medeniyeti de diğer yaratılış hikâyeleriyle benzer motifler taşır.

Birbiriyle örtüşen bu fikirler bize, hepimizi birleştiren ortak bir payda olduğunu, çevremizdeki dünyada bir düzen, bir örüntü bulmayı arzuladığımızı anımsatır.

  • Künye: Anthony Aveni – Yaratılış Öyküleriyle Dünya Mitolojisi, çeviren: Şafak Tahmaz, Say Yayınları, antropoloji, 224 sayfa, 2023

Roger Caillois – İnsan ve Kutsal (2023)

Kutsal ve dünyevi alanların ayrımı insanlığın başlangıcından beri tesis edilmiş gibi görünüyorsa, sosyolog Roger Caillois, arkaik ve gelişmiş toplumlar hakkında cesur bir karşılaştırmalı çalışma yaparak kutsalın anlamını anlamaya çalışan ilk kişiydi.

Çalışmanın en heyecan verici bölümlerinden biri, insan toplumlarının iki önemli döneminde ortaya çıkan kutsallığı analiz ediyor: kutlama ve savaş.

Görünüşte karşıt olan bu iki tezahür aynı ilkelere tabi olacaktır: kuralların çiğnenmesi, yasakların kaldırılması, gerçekte mevcut toplumsal yapıları güçlendirme işlevine sahip olan yıkıcı enerjinin harcanması.

‘İnsan ve Kutsal’, felsefe ve sosyolojinin sınırlarında özgün ve zarif bir çalışma.

Kitaptan bir alıntı:

“Kutsal, yaşam verendir ve yaşamı alıverendir, akan yaşamın doğduğu pınardır, içinde kaybolduğu haliçtir. Ama hiçbir durumda yaşamla aynı zamanda bütünüyle sahip olamayacağımızdır.

“Yaşam yıpranma ve kayba uğramadır. Kendini daha iyi muhafaza maksadıyla beyhude yere varlığında sebat etmek ve her türlü sarftan kaçınmak için yırtınır.

“Pusuda ölüm beklemektedir onu.

Hiçbir hüner işe yaramaz. Her canlı bilir ya da sezer bunu. Kendine tanınan seçimi bilir. Bizzat varlığını bu şekilde boşa harcadığının bilincinde olduğundan, kendini vermekten, kendini feda etmek’ten dehşete kapılır. Ama yeteneklerini, enerjilerini ve mallarını tutmak, düpedüz pratik bakımdan ve çıkarını kollamak için, sonuçta dünyevi olarak bunları temkinlice kullanmak, sonunda hiç kimseyi çürümeden ve mezardan kurtarmaz. Tüketilmeyen her şey kokuşur. Bu yüzden kutsalın daimi hakikati, hem kor alevden büyülenmede hem çürümüşlükten dehşete kapılmada bulunur.”

  • Künye: Roger Caillois – İnsan ve Kutsal, çeviren: Haldun Bayrı, Doğu Batı Yayınları, antropoloji, 218 sayfa, 2023

Ergun Kocabıyık – Aynadaki Narkissos (2023)

Benlik aynadan doğar ve başkasının yüzü bir aynadır.

Başkasına bakmak onu anlamayı, yorumlamayı ve çözümlemeyi gerektirir; çünkü başkası, kendini ancak kültürel (bedensel, dilsel, sanatsal ve benzeri) bir bütünün aynasında ortaya koyar.

Yüz, başkasının belirişidir.

Başkası, yüzde tecelli eder.

Kendimizi dolaylı olarak, yani yalnızca başkasının aynasında görebiliriz.

Kendime erişebilir miyim, kendim olmamda başkasının işlevi nedir?

Bu ve benzeri sorular, bu kitabın cevabını aradığı türden sorular ve onun niyeti, hayal eden insandan muhayyel insana ya da yüz’den Yüz’e doğru gitmektir.

‘Aynadaki Narkissos’, okurunu birlikte düşünmeye, simgeleri konuşturmaya, gözün perdesini aralamaya çağırıyor.

Maskenin ardında gerçekten bir yüz olup olmadığını sorgulayan Kocabıyık, yüzün onu oluşturan parçaların toplamından daha fazlası olduğunu ortaya koyuyor.

  • Künye: Ergun Kocabıyık – Aynadaki Narkissos: Yüzün Veçheleri Yüzün Peçeleri, Akademim Yayıncılık, antropoloji, 276 sayfa, 2023

Jean-Paul Roux – Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar (2023)

Jean-Paul Roux meşhur eseri ‘Altay Türklerinde Ölüm’ü yazmak için yaptığı araştırmalar sırasında Altay Türklerinin hayatlarının ve onları çevreleyen tabiatın da çok geniş bir anlam dünyasıyla dolu olduğunu keşfeder: Altay Türklerinin ölüme dair tasavvurları aslında yaşamı nasıl anladıklarının aynasıdır.

‘Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar’ Roux’nun Altay Türklerine ve onların dünyasını oluşturan bitki ve hayvanlara dair, kendi öngöremediği, ama elindeki malzemenin adeta kendini dayatmasıyla yazmak zorunda kaldığı eseridir.

Roux kitabında ruh-beden, birey-toplum, iç-dış gibi modern ikiliklerin varsayılamayacağı bir varlıkbilime tâbi göçebe toplulukların tarihsel antropolojisini yaparken bize bambaşka bir varoluş tarzının nasıl anlaşılabileceğini göstermeye çalışır.

Bizim tecrübemizin dışındaki kadim “Yaşamın Birliği” fikrini ele alır.

Kutsalın, İbrahimi dinler dışındaki, anlaşılışının özgünlüğünü gösterir.

Altay Türklerinin toplumsal kozmolojisi içerisinde insan-hayvan-bitki ilişkilerinin, şamanlar ve kutsal kişiler eksenindeki geçişliliğine dair bu göz kamaştırıcı inceleme, modernlerin türcü toplumsallık fikrinin çok ötesinde bir türlerarası yaşam tasavvurunun kapılarını açıyor.

  • Künye: Jean-Paul Roux – Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, çeviren: Aykut Kazancıgil, Lale Arslan Özcan, Dergah Yayınları, antropoloji, 456 sayfa, 2023

Lawrence H. Keeley – Uygarlıktan Önce Savaşlar (2023)

Kendimizi canavarlaştırdığımızda insan olmanın acılarından ve yüklerinden kurtuluyor muyuz?

İki dünya savaşının yarattığı sarsıntının ve yıkımın ortasında Batı, uygarlaşmanın bedelini tartışmaya açmıştı.

Yaşananların hatırası tazeydi ve yeni şekillenen Soğuk Savaş nedeniyle topyekûn yıkım olasılığının ilk kez ufukta belirmesiyle gelecek de parlak görünmüyordu.

Böyle bir ortamda sosyal bilimciler, özellikle de bazı önde gelen antropologlar ve etnologlar felaketten çıkış yolunu uzak geçmişte, tarihöncesinde, “yaban” ve “ilkel” uygarlıklarda, kayıp bir “altın çağ”da aradılar: Tarihöncesi ve yaban toplumlarda savaş çok nadir görülüyordu, fazla can kaybına yol açmıyordu, çocuksuydu.

Vahşiler soylu ve barışçıldı, uygarlarsa savaşçı ve “şeytan”; gittikleri yere hastalık, ölüm, kötülük ve acı götürmüşlerdi.

Bu anlayış son elli yıl içinde itiraz edilemeyen bir tabu hâline geldi.

Yayımlandığı tarihten beri çoksatanlar arasında yer alan bu kışkırtıcı kitap, işte bu anlayışa meydan okuyor.

Amerika’dan Okyanusya’ya, Batı Avrupa’dan Kuzey Kutup Dairesi’ne ve Asya’ya kadar dünyanın dört bir yanından derlediği antropolojik, arkeolojik ve etnografik bulgularla bize bambaşka ve ürkütücü bir tablo sunuyor.

Vahşilerin savaşlarının da en az uygarlarınki kadar acımasız, şiddetli ve tehditkâr olduğunu ortaya koyuyor.

Toplu kıyımların gerçekleştiği tarihöncesi mezarlıklardan, ilkel toplumların savaş, müzakere ve mübadele biçimlerine kadar birçok konuya eğilerek, geçmişi barışçıllaştıran “uygar” yorumların da Batı insanının kibrinin bir ürünü olduğunu gözler önüne seriyor.

  • Künye: Lawrence H. Keeley – Uygarlıktan Önce Savaşlar: Barışçıl Vahşi Miti, çeviren: Kadir Gülen, Fol Kitap, antropoloji, 368 sayfa, 2023

Anna Lowenhaupt Tsing – Dünyanın Sonundaki Mantar (2023)

‘Dünyanın Sonundaki Mantar’da çağımızın en tuhaf meta zincirlerinden biri olan matsutake mantarı üzerinden kapitalizmin bıraktığı enkaza karşı doğanın direnme biçimlerini, ormanın ve ağaçların hikâyelerini anlatıyor Anna Lowenhaupt Tsing.

Biyoloji, ekoloji ve genetik biliminden de beslenen Tsing, “kapitalist yıkım” ile “işbirliğine dayalı hayatta kalma” ilişkisi üzerine özgün bir incelemeye imza atıyor.

Bunu da Japonya’da çok değer verilen aromatik bir yabani mantar grubu olan, matsutakenin mantarını merkeze alarak yapıyor.

‘Dünyanın Sonundaki Mantar’, 21. yüzyılın antropoloji klasiklerinden.

Tsing gözü pek bir hikâye örüyor…

Kesişen kültürlere ve doğanın dirençliliğine dair sürükleyici anlatısı modernite ve ilerleme hakkında yeni bir perspektif sunuyor.

  • Künye: Anna Lowenhaupt Tsing – Dünyanın Sonundaki Mantar: Kapitalizmin Enkazlarında Yaşam İmkânı Üzerine, çeviren: Erdem Gökyaran, Yapı Kredi Yayınları, antropoloji, 376 sayfa, 2023