David W. Lesch – Suriye (2024)

 

Arap Baharı’nın özgürlükçü söylemi Suriye’ye de ulaştı ve sonucunda iç savaşa yol açtı.

Bundan en çok etkilenen ülkelerin başında da Türkiye var.

Son 10 yıldır Türkiye’nin siyasi iklimini, çalışma hayatını, ekonomisini, güvenlik politikasını, sosyal hayatını vd. etkileyen en önemli unsurların başında Suriye geliyor.

Ancak hem tarihî hem de kimi kültürel bakımlardan yakın komşumuz hakkında Türkiye literatüründe objektif çalışmalar bir elin parmaklarını bile geçmiyor.

Uluslararası üne sahip Suriye uzmanı David W. Lesch, titizlikle kaleme aldığı Suriye’de okuyucuyu, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden günümüzdeki iç savaşa kadar Suriye tarihinin son yüz yılında aydınlatıcı bir yolculuğa çıkarıyor.

Kitap Suriye’nin bir ulus olarak ne olduğu, nereden geldiği ve Suriye’nin bağımsızlığını kazanmasından bu yana liderlerinin yaptığı seçimlerle ilgili temel soruları yanıtlıyor.

Lesch okuyucuyu Suriye’deki muhalefetin ve iç savaşın ilk günlerine kadar götürüyor, öncelikle güncel olayların arka planında yaşananları ortaya sermeye gayret ediyor.

David W. Lesch, Suriye’nin siyasi tarihinin objektif ve gerçekçi bir dökümünü çıkarmayı ve “ülkenin zengin ve çok kültürlü tarihî bir harmandan Avrupa dayatmasıyla gelişen yapaylığa ve bağımsızlık sonrası dönemin politik-jeostratejik zorluklarından tek partili askerî diktatörlüğe, trajik bir iç savaşın patlak verdiği sosyoekonomik ve politik ortama gidişinin genel hatlarını çizmeyi” amaçlıyor.

  • Künye: David W. Lesch – Suriye, Liberus Yayınları, inceleme, 156 sayfa, 2024

Gülhan Erkaya Balsoy – Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı (2024)

On dokuzuncu yüzyıl tarihçiliği nitelik ve nicelik açısından son derece gelişmiş olmakla birlikte bu dönemin, kadınlar ve toplumsal cinsiyet açısından hâlâ araştırılıp tartışılacak pek çok yönü var.

Geç on dokuzuncu yüzyıl, politik bir alan olarak kadın bedeni söz konusu olduğunda nasıl bir bakış açısıyla okunabilir?

‘Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı’, dönemin, toplumsal cinsiyet hiyerarşileri açısından yeniden okuyor.

Gülhan Erkaya Balsoy, bu çalışmada feminizm ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının kavram dağarcığından ve analitik yaklaşımından hareketle, Osmanlı doğum politikalarını üç ana damar üzerinden inceliyor: doğumun tıbbileştirilerek ebeliğin profesyonelleşmesi; kürtajın yasaklanması ve hamileliğin tıbbileştirilip kadın bedeninin disipline edilmesi.

Bu doğrultuda yazar, ebelik mesleğinin dönüşümü, kürtajın yasaklanması, doğum pratiklerindeki değişim, hamilelik ve kısırlık konularını ele alırken Osmanlı doğum politikalarının tıbbi, yasal ve söylemsel düzeylerde ne şekilde kurgulandığını inceliyor.

Bu bakımdan eser, tıp tarihi ile nüfus politikaları tarihinin kesiştiği bir alana denk düşerken daha geniş anlamda geç Osmanlı toplumsal cinsiyet tarihine ışık tutuyor.

‘Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı’, özel alanın politik olduğunu geç on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı toplumu üzerinden bir kez daha gözler önüne seriyor.

  • Künye: Gülhan Erkaya Balsoy – Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı: Geç Osmanlı Doğum Politikaları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, tarih, 208 sayfa, 2024

Aytek Soner Alpan – 1929 Tatavla Yangını ve Tatavla’nın “Kurtuluş”u (2024)

Aytek Soner Alpan, ‘1929 Tatavla Yangını ve Tatavla’nın “Kurtuluş”u’ başlıklı çalışmasında, bir semti kül eden yangının Türk milliyetçiliği tarafından nasıl araçsallaştırıldığının izini sürüyor.

Rum kimliğiyle özdeşleşen Tatavla’nın, ulus anlatısı için bir tehdit nesnesi olarak algılanışının çok boyutlu yansımalarını ele alan Alpan, yangının Türkleştirme politikası için nasıl bir fırsat olarak görüldüğünü ortaya koyuyor.

“Tatavla Nasıl Kurtuldu?” başlıklı ilk bölümde, yangının ardından ulusal belleğin tüm kodlarının seferber edilerek mahallenin bir ulusal öteki olarak stigmatize edilişi ve Tatavla adının Kurtuluş olarak değiştirilmesi süreci aktarılıyor.

“Bir Cemaatin Seksüel Olarak Tahayyülü: Tatavla Dilberi Sokrati” başlıklı ikinci bölümde ise Tatavla’nın hâkim ulusal kimliğin muhayyilesinde nasıl yer edindiği, yangından birkaç ay sonra yayımlanan bir tefrika üzerinden milliyetçilik ve cinsellik arasındaki ilişki kuramsallaştırılarak tartışılıyor.

  • Künye: Aytek Soner Alpan – 1929 Tatavla Yangını ve Tatavla’nın “Kurtuluş”u, İstos Yayın, tarih, 184 sayfa, 2024

Orlando Figes – Rusya’nın Öyküsü (2024)

‘Rusya’nın Öyküsü’nde Orlando Figes, Rusya’nın bin yıllık tarihine yeni bir yaklaşım getiriyor; Rusların geçmişe bakışlarını şekillendiren fikirler kadar, bu geçmişi oluşturan olaylar ve şahsiyetlerle de ilgileniyor.

Coğrafyasında hüküm süren egemen ideolojilerin değişimlerine ayak uydurmaya çaba harcayarak kendi öyküsü üzerine tekrar tekrar düşünen, tarih sahnesindeki ender uluslardandır Ruslar.

Figes, bu olgunun hakkını vererek, Kiev Rus Knezliği’nin 1. binyıldaki kuruluşundan Putin’in Ukrayna’yla savaşına kadar, Rusya’nın yaşadığı uzun tarihsel sürecin arkasındaki anlatıları araştırıyor.

‘Rusya’nın Öyküsü’ Korkunç İvan’ın mum ışığıyla aydınlatılan bir katedraldeki taç giyme töreninden köylü devriminin dramatik çalkantılarına, Rusya Ana’nın dünyaya yönelik kutsal misyonu hakkındaki Ortaçağ efsanesinden Batı tarafından haksız muamele gördüğüne ilişkin milliyetçi nutuklara varıncaya dek Rusya’nın geçmişini ve siyasetini şekillendiren ulusal mitleri ve bunların ideolojilere olan etkisini anlamak için kapsamlı ve yetkin bir çalışma.

Modern Rusya’yı ve onun Ukrayna’yla, komşularıyla, Amerika’yla ve Batı’yla savaşlarını anlamak istiyorsanız, ihtiyacınız olan en temel arka plan hikâyesini içeren tarih kitabı.

  • Künye: Orlando Figes – Rusya’nın Öyküsü, çeviren: Ercan Ertürk, Yapı Kredi Yayınları, tarih, 288 sayfa, 2024

Sabahattin Türkoğlu – Tarih Boyunca Anadolu’da Giyim-Kuşam (2024)

İnsan yaşamındaki önemli fenomenlerden biri olan giyim-kuşamın Anadolu’daki geçmişi on bin yıl öncesine kadar uzanır.

Bir kural olarak, tarih boyunca kıyafetler, iklim ve doğa koşullarına uygun biçimde oluşmakta ve biçimlenir.

Bu süreçte elbette insanoğluna özgü, karşı cinsin hoşa gitme içgüdüsü de rol oynar.

Yıl içinde dört mevsimi dolu dolu yaşayan, farklı doğal oluşumları içinde barındıran ve dünya tarihinin en önemli dönemlerinde, çeşitli ulusların yaşadığı bu topraklarda binlerce yıldan beri çok zengin bir giyim kuşam repertuvarının oluşması doğaldır.

Böyle bir repertuvarın elbette ulusal, yöresel ve tarihsel farklılıkları vardır ve bu durum ona çok renkli bir içerik kazandırır.

Ülkemizde giyim kuşamda batılılaşma, 19. yüzyıldan sonra başlar.

Yirminci yüzyılda ise bütün batı ülkelerinde moda olgusuyla beraber küreselleşme eğilimi ortaya çıkar.

Türkiye küreselleşme akımına 1940’lardan sonra büyük şehirlerden başlayarak yavaş yavaş ayak uyduran ilk Doğulu ve Müslüman ülkelerin başında yer alır.

Böyle bir gelişmeyi sağlayan faktörlerin kaynağında elbette ülkemizin tekstil potansiyelinin gücü vardır.

Ortak giyim kuşama yönelim böylece bütün dünyada yayılırken ulusal ve yerel kıyafetlerimiz, estetik çizgileri ve görkemli içerikleriyle anneannelerimizin çeyiz sandıklarında, özel kolleksiyonlarda ve müzelerde saygıdeğer yerlerini almışlardır.

Konuyla ilgili araştırmacı ve kurumlara düşen, ulusal kültürümüzün bu gurur verici simgesel değerlerinin bilimsel envanterini yapmak ve onları, yeni tasarımlarda kaynak olarak kullanmaktır.

  • Künye: Sabahattin Türkoğlu – Tarih Boyunca Anadolu’da Giyim-Kuşam, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, tarih, 384 sayfa, 2024

Charles White – İstanbul’da Üç Yıl, 3. Cilt (2024)

Charles White (1793-1861) Eton Koleji’nden 1805’te mezun olduktan sonra orduya katıldı.

1830-31 arasında sekreterliğini yaptığı Lord Ponsoby 1832’de Britanya’nın Osmanlı İmparatorluğu elçiliğine atandı.

White onun elçiliği sırasında 1841’de İstanbul’a geldi ve Telegraph gazetesi muhabiri olarak kentte üç yıl kaldı.

‘Three Years in Constantinople; or, Domestic Manners of the Turks in 1844’ (‘İstanbul’da Üç Yıl; veya, Türklerin Örf ve Adetleri’) adlı kitabı bu uzun ikameti sırasında edindiği bilgi ve izlenimlerin ürünüdür.

White böyle bir eseri yazma ihtiyacını neden duyduğunu birçok Batılı seyyahın eserlerinden söz ederek şöyle aktarıyor: “… sözünü ettiğimiz bu yazarların çalışmaları Osmanlı payitahtındaki yaygın örf ve âdetlere pek az ışık tutmaktadır… Öte yandan modern seyahatname yazarlarının aktardıkları bilgilerin nerdeyse tümü ya romantizm sınırına dayanan bir üslupla ya da öylesine abartılı ve göz boyar biçimde anlatılmıştır ki, yabancıları aydınlatmaktan çok onları yanıltır. Dolayısıyla İstanbul’a gelen yabancıların çoğu, yerel âdetlerin nerelerden kaynaklandığı, anlamları ve tam olarak ne oldukları konusunda tam bir cehalet içindedir; kitaplardan ya da onlara yardımcı olanlardan doğru açıklamalar alamadıkları için de geldikleri gibi giderler, ama bir farkla; alelacele yaptıkları gözlemler ve edindikleri yanlış bilgilerden ötürü ve Türk halkının savunulması mümkün olmayan zaaflarıyla iyi nitelikleri arasında hiçbir ayırım yapmadıkları için çoğu kez farklı siyasal çıkarlar ve dini antipatilerin körüklediği geçmişten gelen önyargılara yeni yanlış anlamalar ekleyerek ayrılırlar.”

White üç ciltlik dev eserinin üçüncü cildinde Osmanlı haremi ve saray halkı, fincancılar, kakmacılar, mumcular, aşevleri, kasaplar, fırıncılar, değirmenciler ve uncular, kazancılar, hakkâklar, yüzük, mühür ve tılsımlar, ev ve giyim eşyası, düğünler, afyon ve aşk iksiri tüccarları, berberler, sünnetçiler, eyerciler,  atlar, köpekler, hamamlar, hamallar, taşçılar, türbeler, mezarlıklar ve mezar taşları gibi konuları işlerken saray ve kent kapılarını, Bozdoğan Kemeri’ni, Haliç’i, Süleymaniye, Parmakkapı, Atpazarı, Direklerarası ve Etmeydanı’nı da anlatıyor.

Diğer ciltlerde yaptığı gibi halk arasında dolaşan söylenti ve hikâyeleri aktarmayı ihmal etmiyor.

White kitabını Türklerin karakteriyle ilgili gözlemleriyle bitiriyor.

  • Künye: Charles White – İstanbul’da Üç Yıl, 3. Cilt: Türklerin Örf ve Âdetleri, 1841-1844, çeviren: Zeynep Rona, Kitap Yayınevi, tarih, 287 sayfa, 2024

Charles Taylor – Seküler Çağ (2024)

Kitabın odak noktası, kamusal kurumlarda dinin rolü ve dini inançların hayatımızda ne kadar yer kapladığı değil, tüm bunlardaki değişimi mümkün kılan koşullar.

Bu Charles Taylor’ın gerçekten büyük önem taşıyan, çığır açan bir kitabı, çünkü burada, tüm sekülarizm tartışmasını yeni bir kalıba dökmeyi başarıyor.

Tanrı’ya, hatta belirli bir dine inanmamanın neredeyse imkânsız olduğu zamanlardan, dini inanışların “bireysel tercih” olarak görüldüğü ve akılcılaştırılmak zorunda hissedildiği günümüze nasıl geldik?

2007’de yayımlandığı günden bu yana dünya çapında büyük ses getirmiş ve Templeton ödülünü kazanmış olan ‘Seküler Çağ’da Charles Taylor, beş yüzyıla yayılmış sekülerleşme sürecini anlamak için modern bilimin doğuşuyla kaybedilen şeylere değil, bu bilimi mümkün kılan “toplumsal tahayyüldeki” değişimlere bakmamız gerektiğini söylüyor.

Taylor Batı kültür tarihinin bu uzun kesitini olağanüstü bir incelikle yansıtırken, bir yandan da günümüz koşullarında, aşkın bir varlıkla bağlantılı bir hayatın olanakları üzerine felsefi bir tartışmaya girişiyor.

  • Künye: Charles Taylor – Seküler Çağ, çeviren: Dost Körpe, İş Kültür Yayınları, tarih, 1048 sayfa, 2024

Jill Lepore – Amerika Birleşik Devletleri Tarihi (2024)

 

Amerikan deneyi, Thomas Jefferson’ın “Bu gerçekler” dediği üç farklı siyasi fikre dayanıyordu: Politik eşitlik, doğal haklar ve halkın egemenliği.

Jefferson, 1776 senesinde, Bağımsızlık Bildirgesi’nin bir taslağında, “Biz bu gerçekleri kutsal ve yadsınamaz kabul ediyoruz” diye yazmıştı…

Bu fikirlerin kökleri Aristoteles kadar antik, Genesis kadar eski ve dalları bir meşenin dalları kadar uzundu.

Bunlar bu ulusun kuruluş ilkeleridir; bunlar ilan edilerek ulus oluşmuştur.

Takip eden asırlarda bu ilkeler el üstünde tutulmuş, yerilmiş, bunlara karşı çıkılmış, onlar için ve onlara karşı mücadeleler verilmiştir.

Jill Lepore’un, ‘Amerika Birleşik Devletleri Tarihi’, Amerika’nın başlangıcından günümüze kadar uzanan mücadeleler ve çelişkilerle dolu tarihine yönelik kapsamlı bir inceleme yürütüyor.

Bu uzun tarihi, “Fikir” (1492-1799), “Halk” (1800-1865), “Devlet” (1866-1945) ve “Makine” (1946-2016) şeklinde dört temel konu ve başlık altında tartışıyor.

Lepore’un bu kapsamlı incelemesi, Amerikan ulusunun ideolojik temellerini ve tarih boyunca bu temellerin nasıl tezahür ettiğini, yalnızca siyasi liderlere ya da önemli olaylara değil, aynı zamanda dönemin toplumsal olaylarına, ekonomik değişimlere ve kültürel gelişmelere de değinerek ortaya koyuyor.

Birleşik Devletler’in, temel idealleri olarak gördüğü özgürlük, eşitlik ve halkın egemenliği gibi kurucu ilkeleri sorgulayarak, bu idealleri, kölelik, ırkçılık, kadın hakları ve göçmenlik vb. konulardaki mücadelelerle iç içe geçirerek ele alıyor.

Bu doğrultuda Amerikan demokrasisinin zayıflıklarını ve sınırlarını tartışan Lepore, bir yandan da ulusal kimlik ve demokrasi kavramlarının dönüşümü bağlamında Amerikan toplumunun çeşitli kesimlerinin bu süreçteki rollerini ve birbirleriyle olan etkileşimlerini göstermeye çalışıyor.

Bu kitap, Amerikan tarihini anlamak bakımından temel bir kaynak olmasının yanı sıra, Amerikan toplumunun güncel meselelerini ve istikbaldeki yerini anlamak için çok iyi bir kılavuz.

  • Künye: Jill Lepore – Amerika Birleşik Devletleri Tarihi, çeviren: İrem G. Şalvarcı, Barış Arpaç, Vakıfbank Kültür Yayınları, tarih, 880 sayfa, 2024

Alan Mikhail – Osmanlı Mısır’ında Doğa ve İmparatorluk(2024)

Alan Mikhail, Osmanlı İmparatorluğu ile onun en kârlı eyaleti Mısır arasındaki ilişkileri incelediği bu çalışmasında Mısır kırsalındaki kanallardan İstanbul’daki Saraya, Anadolu ormanlarından Kızıldeniz kıyılarına ve veba piresinin ısırığından dünyanın en güçlü devletlerinden birinin servetine uzanan bağlantıların hikâyesini anlatıyor.

1675-1820 arası döneme, kendi deyimiyle “uzun 18. yüzyıla” odaklanan yazar, imparatorluk içinde değişen güç ilişkilerinin bölgeler arasındaki kaynak akışını nasıl etkilediğini anlatıyor ve bunun çevresel bozulmaya yol açtığını öne sürüyor.

Ondokuzuncu yüzyılda Mısır’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun bir vilayeti olmaktan çıkıp Mısır bürokrasisi tarafından kontrol edilen güçlü, merkezi ve otoriter bir yönetime dönüşmesinin sulamayı, emek gücünün yapısını, hastalıkları ve bayındırlık işlerini nasıl etkilediğini gösterirken yüzlerce mahkeme davasına ve resmi yazışmaya başvuruyor.

Çevre tarihi alanında öncü çalışmalardan biri sayılabilecek bu kitap iyi araştırılmış ve sunulmuş bir inceleme olmanın yanı sıra, Osmanlı tarihi araştırmalarındaki merkez-çevre paradigmasına, milliyetçi ve şehir merkezli tarihyazımlarına etkili bir eleştiri yöneltiyor.

  • Künye: Alan Mikhail – Osmanlı Mısır’ında Doğa ve İmparatorluk: Bir Çevre Tarihi, çeviren: Seda Özdil, İş Kültür Yayınları, tarih, 320 sayfa, 2024

Enzo Traverso – Devrim (2024)

Bu kitap on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl devrimlerinin tarihini, başka birçoğunun yanı sıra Marx’ın “tarihin lokomotiflerini”, Aleksandra Kollontay’ın cinsel açıdan özgürleşmiş bedenlerini, Lenin’in mumyalanmış bedenini, Auguste Blanqui’nin barikatlarını ve kızıl bayraklarını, Paris Komününün Vendôme Sütununu yıkışını da içeren bir “diyalektik imgeler” takımyıldızı oluşturarak yeniden yorumluyor.

Marx ve Bakunin’den Luxemburg ve Bolşeviklere, Mao ve Ho Şi Minh’ten José Carlos Mariátegui, C.L.R. James ve Güney’in diğer isyankâr ruhlarına, dışlanmışlar ve paryalar olarak çeşitli devrimci entelektüel profilleri çizerek teorileri, onları ayrıntılandıran düşünürlerin varoluşsal güzergâhlarıyla bağlantılandırıyor.

Ve son olarak, devrim ile komünizmin yirminci yüzyılın tarihini bu denli derinden biçimlendirmiş olan iç içe geçişini çözümlüyor.

Enzo Traverso siyasi tahayyülde devrimlerin kavramlarının ve imgelerinin zihin bulandıran varlığının ustalıkla ifade edilmiş bir değerlendirmesini bize sunmakla en yetenekli Marksist akademisyendir.

  • Künye: Enzo Traverso – Devrim: Bir Entelektüel Tarih, çeviren: Osman S. Binatlı, Ayrıntı Yayınları, tarih, 384 sayfa, 2024