David Le Breton – Hayatı Yürümek (2023)

Yürümek, bireyi kendi olma zevkinden mahrum bırakan, insanların oturup sıkıntıdan patladığı çağdaş dünyanın eğilimlerine karşı bir direniştir.

Yol yürümek isteyene açar kendini; bazen dünyanın öbür ucuna kadar gidip bütün bağlardan özgürleşmek, bazen de evden yalnızca birkaç adım uzaklaşarak o bağları onarmak için…

Dar sokakları, dolambaçlı patikaları, asfalt zemini, nemli toprağı, tozu pisi, kayaları ve çiçekli kırlarıyla hazır ve nazır beklemektedir yol.

Çünkü yürümek sağaltır; gidilecek rotadan bağımsız olarak batan güneşe, bastıran soğuğa, ağırlaşan bedene rağmen bilinmeyene duyulan güvenle hareket edildiğinde, yola çıkanla bir yere varan kişi aynı değildir artık.

‘Hayatı Yürümek’ okura, beden aracılığıyla manevi bir keşfe çıkmayı, gündelik yaşamın pürüzlerini askıya almayı, zaman kavramına bambaşka yaklaşmayı ve elbette yenilenmeyi nihai hedefe dönüştüren bir yolculuğa çıkmayı öneriyor.

Bu teknoloji ve hız çağında, ruhun kırılganlığına ve bedenin yorgunluğuna meydan okuyan, fiziksel sınırları da aşmaya yönelik bu muazzam çaba, arkada bırakılanlara, özleme, kayıplara rağmen ruhsal ve bedensel hasarları iyileştirmeye atılan bir adıma dönüşüyor.

Antropolog ve sosyolog David Le Breton’dan, ‘Yürümeye Övgü’nün ardından dağlar tepeler aşıp kendini keşfe dalanlar ve içindeki sığınağı adım adım kat edenler için edebi ve felsefi anekdotlar eşliğinde esaslı bir rehber.

  • Künye: David Le Breton – Hayatı Yürümek: Sakin Bir Mutluluk Sanatı, çeviren: Gizem Şakar, Sel Yayıncılık, deneme, 160 sayfa, 2023

James Attlee – İstasyonlar Arasında (2023)

‘İstasyonlar Arasında’ isimli kitabında James Attlee, 19. yüzyılda Londra ile Bristol arasında döşenen ve ülkeyi bıçak gibi ortadan ikiye bölerek iki büyük şehri birbirine bağlayan Great Western Hattı’nı takip ediyor.

Çığır açan tasarımları ve dâhice yapılarıyla Sanayi Devrimi’nin önemli isimlerinden Isambard Kingdom Brunel’in inşa ettiği demiryolu hattında tarihsel ve kültürel bir keşfe çıkıyor.

Londra, Paddington İstasyonu’ndan başlayarak batıya, Bristol’e ilerleyişini “Konumlar”, “Sapmalar” ve “Ara Sözler” başlıkları altında kaydeden yazar, hâlâ her gün binlerce kişinin seyahat ettiği hat boyunca Oscar Wilde, Diana Dors, T.E. Lawrence, Eddie Cochran, Haile Selassie ve elbette Isambard Kingdom Brunel’in izini sürerek okuru merak uyandırıcı bir seyahate davet ediyor.

‘İstasyonlar Arasında’, benzersiz bir demiryolu seyahati kaydı – kısmen kişisel bir yolculuk, kısmen tarih, kısmen mimarlık rehberi, kısmen seyahatin doğasına dair bir tefekkür, kısmen ulusal benliğin soruşturması…

  • Künye: James Attlee – İstasyonlar Arasında: Great Western Hattında Hikâye Arayışı, çeviren: Çağla Konuk, Everest Yayınları, deneme, 264 sayfa, 2023

Massimo Recalcati – Sonsuz Öpüşme (2022)

Aşkın serüveni ve kapitalist sistemde arzunun yırtıcılığı üzerine çarpıcı bir metin.

İtalya’nın en çok okunan psikologlarından Massimo Recalcati’nin televizyonda verdiği derslerden hareketle şekillendirdiği ‘Sonsuz Öpüşme: Aşk Üzerine Kısa Dersler’, şimdiden 4 dile çevrildi ve 150.000’i aşkın okurla buluştu.

Samimi üslubu, edebiyat ve sanat tarihinden verdiği örneklerle, psikanalizi herkesin okuyabileceği ve istifade edebileceği bir şekilde icra ediyor.

Recalcati yaygın psikolojik yaklaşımların bireyci tavrının aksine, ilişkileri içinde insanı önemsiyor, bağlılık, aile ve ‘biz’ üzerinden meseleyi ele alıyor.

Dahası, istisnai olarak, kapitalizmin ve bugünkü neoliberal versiyonunun yarattığı tahribatın insana ve ilişkilerine nasıl aksettiğini tartışarak, toplumsal bir okuma sunuyor.

Kitaptan bir alıntı:

“Aşk üzerine ders vermek mümkün mü sahiden? Değil tabii ki. Aşkı açıklamak, onu bir kavrama indirgemek asla mümkün değil. Gelgelelim aşk hakkında konuşmak, aşk hakkında konuşmaya devam etmek mümkün ve gerekli. Öyle ki söz konusu aşk olduğunda, aşk hakkında konuşmaktan başka elimizden bir şey gelmediğini söylesek yeri. Tam da ne menem bir şey olduğunu bilmediğimiz için aşk hakkında bu kadar konuşuyoruz.”

  • Künye: Massimo Recalcati – Sonsuz Öpüşme: Aşk Üzerine Kısa Dersler, çeviren: Yunus Çetin, Telemak Kitap, deneme, 96 sayfa, 2022

Pierre Bayard – Tolstoyevski Muamması (2022)

Büyük Rus yazar Leon Fyodor Tolstoyevski’nin adını herkes biliyor, değil mi?

Ama aynı kişi nasıl ‘Anna Karenina’ ve ‘Karamazov Kardeşler’ kadar farklı eserler yazmış olabilir?

‘Okumadığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz?’, ‘Önceden İntihal’ ve ‘Peki, Ya Eserler Yazar Değiştirseydi?’ kitaplarının yazarı psikanalist, akademisyen ve denemeci Pierre Bayard’ın yaklaşık yirmi yıllık çalışmasının ürünü olan ‘Tolstoyevski Muamması’, iki büyük Rus yazarı tek isimde bütünleştirip eserleri arasında özgün bir bağ kuruyor.

Edebi tarzını “teorik kurmaca” olarak tanımlayan Bayard, Freud’un çabasını devam ettirerek büyük Rus edebiyatının psikanalizini yapıyor.

Çoklu kişilikler teorisinden yola çıkan Bayard, okuyucuya “Ben neden birçok kişiyim?” sorusunu yöneltiyor.

‘Tolstoyevski Muamması’, hem ciddi bir şaka hem de zekice yazılmış grotesk bir deneme.

Edebiyata, özellikle de 19. yüzyıl Rus yazınına özgün bir perspektifle, bir kez daha bakmak isteyenler için!

  • Künye: Pierre Bayard – Tolstoyevski Muamması, çeviren: Ani Haddeler, Everest Yayınları, deneme, 168 sayfa, 2022

Jean de La Bruyère – Karakterler yahut Çağın Töreleri (2022)

Jean de La Bruyère’in 17. yüzyılın sonunda kaleme aldığı ‘Karakterler’, modern edebiyatın kurucu metinlerinden biri.

‘Karakterler’de belki de ilk kez toplum ve toplumun eleştirisi edebiyatın merkezine taşınır, sosyolojik bir göz icat edilir.

İnsan doğası, saray, inanç, aşk, devlet, servet…

La Bruyère’in altüst eden eleştirisinden herkes ve her şey nasibini alır.

Ahlakçılık kisvesiyle efendilere, krallara, ruhbana, kısacası muktedirlere yargı dağıtan La Bruyère, çağının riyakarlığına, sahteliğine, çürümüşlüğüne savaş açar.

Bize son derece tanıdık dünyasıyla ‘Karakterler’, örgütlü eblehliğin ve hamasetin karşısında modern insanın aklına mukayyet olabilmesi için bir elkitabı.

La Bruyère sarayın törelerini inceleyip, son derece cüretkâr ve keskin bir ironiyle hicvediyor.

Uzak bir diyarı anlatır gibi anlattığı bu sarayın en küçük kusurları arasında –barbarlık değilse bile– ayyaşlık, sefahat, açıktan yaltakçılık ve sahte takva sayılabilir.

Marcel Jouhandeau’nun önsözü, Roland Barthes’ın sonsözüyle.

  • Künye: Jean de La Bruyère – Karakterler yahut Çağın Töreleri, çeviren: Bedia Kösemihal, Telemak Kitap, deneme, 408 sayfa, 2022

László F. Földényi – Dostoyevski Sibirya’da Hegel Okuyup Gözyaşlarına Boğuldu (2022)

“Dostoyevski Sibirya’da Hegel okuyup gözyaşlarına boğuldu.”

İnsan böyle bir cümleyi iki defa okuyor, inanamıyor.

Macar düşünür László Földényi ilk yayınlandığı günden bu yana büyük ilgi çekmiş bu denemesiyle Sibirya sürgünündeki Dostoyevski’nin Hegel’le karşılaşmasını, modern varoluşun en sert edebi eleştirisinin doğum anını ele alıyor.

Dostoyevski dünya tarihinin dışından, yani Sibirya’dan modern uygarlığın “akılcılık”ın elinde ruhsuz, somuta indirgenmiş, tekdüze, gri bir cehenneme dönüşmesini görüyor.

Dostoyevski’yi tarumar eden dehşeti Földényi, karşı-Aydınlanmacı bir hattan yorumluyor.

Földényi’nin denemesine gene Dostoyevski üzerine yazdığı iki metin eşlik ediyor: ilkinde Ölüler Evinden Anılar’ı ele alırken ikincisinde Karamazov Kardeşler’in meşhur vecizesi “Tanrı yoksa her şey mubahtır”a eğiliyor.

Cees Nooteboom, bu kitap hakkında şöyle diyor:

“Sanrılara sürükleyen bir an: ölüme mahkûm edilmiş Dostoyevski Sibirya’nın sonu olmayan boşluğuna asker olarak gönderilir, Hegel’in Tarih’in soyut inşası üzerine düşüncelerini okur; bu ne Sibirya’ya ne de Afrika’ya yer veren bir inşadır, Weltgeist’da (dünya-ruhu) nihayet bulan kutsal sonuyla camdan yapılma duygusuz bir inşadır bu, bu inşada insanlığın tüm şahsi acıları gözden yiter. László Földényi bu meseleyi öyle bir üslupla ele alıyor ki kutsalın onunla birlikte ürperiverdiğini hissedebiliyorsunuz.”

  • Künye: László F. Földényi – Dostoyevski Sibirya’da Hegel Okuyup Gözyaşlarına Boğuldu, çeviren: Nihan Soyöz ve Emre Güler, Dergah Yayınları, deneme, 62 sayfa, 2022

Pierre Bayard – Peki, Ya Eserler Yazar Değiştirseydi? (2022)

Borges sayesinde artık hepimiz ‘Don Quijote’nin gerçek yazarının Pierre Ménard olduğunu biliyoruz.

Peki Kafka’nın ‘Yabancı’yı, Tolstoy’un ise ‘Rüzgâr Gibi Geçti’yi yazdığını ya da Hitchcock’un ‘Potemkin Zırhlısı’ filmini çektiğini biliyor muydunuz?

Edebiyat profesörü ve denemeci Pierre Bayard’a göre, eserlerin müelliflerini değiştirmek ve onları başka bir bakış açısıyla incelemeye çalışmak hem algımızı zenginleştiren hem de bizi daha çok hayal kurmaya teşvik eden bir yöntem.

Bayard, Don Quijote’yi bir 20. yüzyıl bilimkurgu yazarına atfeden Borges’in ve 1968’de “müellifin ölümü”nü ilan eden Roland Barthes’ın yolundan ilerliyor; Nietzsche’yi Karamazov Kardeşler’i yazmaya iten sebepleri sorguluyor, Balzac’ın Parma Manastırı’ndaki üslubunu inceliyor.

Peki, Ya Eserler Yazar Değiştirseydi? tarihe ters köşe yaparak alışılmadık bir okuma biçimi öneriyor.

  • Künye: Pierre Bayard – Peki, Ya Eserler Yazar Değiştirseydi?, çeviren: Murat Erşen, Everest Yayınları, deneme, 156 sayfa, 2022

Jean-Jacques Rousseau – Dillerin Kökeni Üzerine Deneme (2022)

Sesler nasıl dile dönüşür?

‘Dillerin Kökeni Üzerine Deneme’, Aydınlanma düşüncesinin en önemli figürlerinden Rousseau’nun dilin doğuşu ve gelişimini ele aldığı, dil ve iletişim kavramları üzerine temel ve ölümsüz bir inceleme.

  • Neden konuşmaya ihtiyaç duyarız?
  • İnsan nasıl toplumlaşmıştır ve dil bu değişimin neresinde durur?
  • Noktalama işaretlerine neden ihtiyaç duyuldu?
  • Anlaşmak için konuşmak gereklilik midir, yoksa insan yalnızca beden diliyle de anlaşılabilir mi?
  • Peki konuşma nasıl şarkıya dönüşmüştür?

Tüm bu sorulara yanıtlar aradığı denemesinde Rousseau, yalnızca dille sınırlı kalmaz, birer dil olarak müzik ve resmi de tıpkı cümleyi öğelerine ayırırcasına bileşenlerine ayırır, tüm bu kavramları medeniyet ve toplumlaşma bağlamında da değerlendirir.

Kitaptan bir alıntı:

“Söz, insanı hayvanlardan ayırır: Dil, ulusları kendi içlerinde ayırır; bir insanın nereli olduğunu ancak o konuştuktan sonra anlarız. Kullanım ve ihtiyaç, herkese ülkesinin dilini öğretir; ama bu dili başka bir ülkenin değil de, kendi ülkesinin dili yapan nedir?”

  • Künye: Jean-Jacques Rousseau – Dillerin Kökeni Üzerine Deneme: Melodi ve Müziksel Taklitle İlişki İçinde, çeviren: İnci Malak Uysal, Can Yayınları, deneme, 80 sayfa, 2022

Maurice Maeterlinck – Gündelik Hayatın Trajedisi (2022)

‘Gündelik Hayatın Trajedisi’, insanın büyük varoluş meseleleri üzerine derinlikli bir çözümleme.

Maurice Maeterlinck, büyük maceraların trajedisinden çok daha gerçek, çok daha derin ve gerçek varlığımıza çok daha uygun bir günlük trajedi olduğunu söylüyor.

1911 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Maeterlinck gerek modernizme yön veren keskin tiyatro oyunları gerekse denemeciliğiyle 20. yüzyılın en önemli yazarlarından biri.

Klasik bir üslupla, çağının ötesindeki bir modern duyuşla ele aldığı büyük varoluş meselelerinde mütevazı ve müdanasız fikri hat tutturdu.

‘Gündelik Hayatın Trajedisi’, yeni bir çeviriyle, Antonin Artaud’nun önsözüyle raflardaki yerini aldı.

Kitaptan bir alıntı:

“Hükümlerini kavrayamadığımız büyük bir yargıcın indireceği elin altında, hiçbir şey söylemeksizin yaşar ruhumuz. Fakat vereceği hesabın mahiyeti nedir? Bunu belirleyecek ahlak yasasını nerede aramalı? Düşüncelerimizin çok ötesindeki diyarlarda hüküm süren gizemli bir ahlak var mıdır? En saklı arzularımız, gözle göremediğimiz merkezi bir yıldızın güçsüz gezegenleri midir? Varlığımızın merkezinde şeffaf bir ağaç mı vardır, bütün eylem ve erdemlerimiz o ağacın kısa ömürlü çiçekleri ve yaprakları mıdır? Aslında ruhumuzun hangi kötülüğü işleyebileceğinden haberdar olmadığımız gibi, daha yüksek bir zihnin veya başka bir ruhun huzurunda ne sebeple yüzümüzün kızaracağını da bilmeyiz; gelgelelim hangimiz saf sayar kendini, hangimiz o gelecek yargıçtan korkmaz? Başka ruhlardan korkmayan bir ruh gösterebilir misiniz?”

  • Künye: Maurice Maeterlinck – Gündelik Hayatın Trajedisi, çeviren: Yunus Çetin, Dergah Yayınları, deneme, 92 sayfa, 2022

Jia Tolentino – Hileli Ayna (2022)

Kendini kandırma nehri deli dolu akar; hayatın sahte vaatleri bizi sürekli bir açlık hali içine sokar.

Jia Tolentino, içinde yaşadığımız kültürün bizi ne denli büyük yanılgılara sürüklediğini ve bundan kendimizi nasıl kurtarabileceğimizi irdeliyor.

Benliğin ön plana çıktığı bir çağda yaşıyoruz; gerçekleri güçlülerin şekillendirdiği, hem kişisel hem de siyasi yanılgılarla dolu bir çağda.

Tolentino, karmaşık ve çok katmanlı meseleleri açıklama becerisini mizah anlayışıyla birleştirerek içinde yaşadığımız dönemi tanımlayan çatışmaları, çelişkileri, büyük değişimleri irdeliyor.

Birbiriyle bağlantılı konuları masaya yatıran dokuz denemenin yer aldığı ‘Hileli Ayna’da, hayatlarımızın yüzeyinin hemen altında akıp giden kendini kandırma nehrinde bizleri aydınlatıcı bir yolculuğa çıkarıyor; içine doğduğumuz ve bizi şekillendiren kültürün aynasında kendimizi net bir şekilde görmenin zorluğunu gözler önüne seriyor.

Sosyal internetin kâbus gibi yükselişinden 2000’lerin belirleyici sistemi haline gelen dolandırıcılık düzenine, abartılı düğünlerden bedenlerimiz de dahil olmak üzere her şeyin biz ölene kadar daha verimli ve güzel olması gerektiği konusunda ısrar eden optimizasyon rüyasına, farklı gözüken konuları birbirine bağlayarak anlatıyor Tolentino.

  • Künye: Jia Tolentino – Hileli Ayna: Kendimizi Nasıl Kandırıyoruz?, çeviren: Su Akaydın, Mundi Kitap, deneme, 304 sayfa, 2022