Amy S. Bruckman – Wikipedia’ya İnanmalı mıyız? (2023)

İnternetin bilgiyi nasıl yarattığını hakkıyla anlamak için çevrimiçi grupların tasarımının topluluk, işbirliği, kimlik, kötü davranışların yönetimi ve piyasa güçlerinin etkisi gibi diğer kritik yönlerini de anlamanız gerekir.

İşte tam da bunu yapan Amy Bruckman imzalı ‘Wikipedia’ya İnanmalı mıyız?’, çevrimiçi toplulukların nasıl bilgi oluşturabildiğine (ya da oluşturamadığına) vurgu yaparak çevrimiçi toplulukların tasarımına odaklanıyor.

Çevrimiçi etkileşime girdikçe yeni bilgi türleri ve topluluklar yaratıyoruz.

Bu topluluklar nasıl oluşuyor?

Bilgi kaynağı olarak onlara güvenip güvenemeyeceğimizi nasıl bilebiliriz?

Başka bir deyişle, Wikipedia’ya inanmalı mıyız?

Bu kitap, topluluğun ve bilginin tanımını, internetin yeni topluluk türlerini nasıl kolaylaştırdığını ve bilginin çevrimiçi işbirliği ve sohbet yoluyla nasıl şekillendiğini araştırıyor.

Amy Bruckman, kendimizi çevrimiçi ortamda temsil edişimizin etkileşimimizi şekillendirme biçimini, çevrimiçi ortamdaki kötü davranışların sebeplerini ve bu konuda yapılabilecekleri irdeliyor.

Ve en önemli soruyu soruyor: İnternet kullanıcıları ve tasarımcıları olarak internetin hepimizin içindeki en iyiyi ortaya çıkarmasını nasıl sağlarız?

‘Wikipedia’ya İnanmalı mıyız?’, çevrimiçi toplulukları daha iyi anlamak, internette geçirdiği zamanı daha kaliteli ve güvenli hale getirmek, insan-bilgisayar etkileşimi ve sosyal bilişim hakkında fikir edinmek isteyen herkesin okuması gereken kayda değer bir kaynak.

Çevrimiçi hayatın duygusal ve sosyal amaçlarımıza nasıl hizmet edeceğine dair yol gösteren bir rehber niteliğinde olan kitap, Wikipedia’yı güvenli ve verimli bir şekilde kullanmanın yollarını anlatıyor.

  • Künye: Amy S. Bruckman – Wikipedia’ya İnanmalı mıyız?: Çevrimiçi Topluluklar ve Bilginin İnşası, çeviren: Aslı Gizem Korkmaz, The Kitap Yayınları, inceleme, 248 sayfa, 2023

Geert Lovink – İnternetimizi Geri Almanın Yolu (2023)

Sosyal medya diye bildiğimiz platformlar milyarlarca insanın gündelik rutininin büyük bir kısmını işgal ediyor.

Bunu da adı üzerinde bir “ağ” gibi gündelik pek çok işlevi birbirine bağlayarak, denetleyerek, teşvik ederek ve hep daha fazlasını talep ederek yapıyor.

Bu dijital ağ kültürünün hayatı kolaylaştırdığını ve hızlandırdığını iddia edenler kadar platformların arkasındaki iktisadi mantığa, reklam endüstrisine ve tüketim kültürünün yeniden üretimine dikkat çekip toplumsal yaşamı daraltan etkilerini eleştirenler de var.

Uzun yıllardır ağ kültürü ve medya hakkında önemli yayınlar yapan Geert Lovink, ‘İnternetimizi Geri Almanın Yolu: Platformdan Kaçış’ta interneti yeniden “bizim” kılmak için platformların tekelleşmiş kültüründen bir kaçış öneriyor ve “başka bir ağ kültürü” mümkün diyor.

Kitaptan bir alıntı:

“Ağ nostaljisine kapılmak istemiyorsak ve uyumlu, kimliği esas alan topluluk inançlarını methetmeyi reddediyorsak, platform mantığından nasıl uzaklaşabilir, beş milyar kullanıcıya ev sahipliği yapan bir medyaya uygun yeni tekno-sosyalliğin biçimlerini nasıl yaratabiliriz? O aşamaya gelebilmemiz için Platform Meselesini siyasallaştırıp deneylere başlamamız gerekir. Düzenleyici rejimlerin on yıllardır zayıf düştüğü, siyaset erbabının da bir sonraki seçimler için platformlara muhtaç olduğu düşünülürse, mesele daha umutsuz olmasa da daha acil bir hal alıyor. ‘İnternet mimarisi’ küresel gündemde hiç yer aldı mı, bilmiyoruz ama şu anda gündemde olmadığı kesin. Benim tezim ise şu: Platform sosyalizmi platformu kucaklamamalı, lağvetmelidir.”

  • Künye: Geert Lovink – İnternetimizi Geri Almanın Yolu: Platformdan Kaçış, çeviren: Mehmet Ratip, İletişim Yayınları, medya, 240 sayfa, 2023

Serdar Korucu – Türk Basınında Yahudi Mülteciler (2023)

 

Türkiye’nin 1940’lardaki Yahudi mülteci krizine bakışı, dönemin Başbakanı Refik Saydam’ın mecliste sarf ettiği “Türkiye başkaları tarafından arzu edilmiyen insanlar için vatan hizmeti göremez. Bizim tuttuğumuz yol budur” cümlesinde somutlaşır.

Yahudi mülteci gemileri dendiğinde ilk akla gelen, 24 Şubat 1942’de, 769 yolcusuyla Karadeniz’de batırılan Struma olsa da, öncesinde ve sonrasında da irili ufaklı onlarca gemi, soykırımdan kaçan Avrupalı Yahudileri Karadeniz üzerinden, “yasadışı mülteci” olarak Filistin’e götürmek için çıktıkları seferlerde Türkiye karasularında yol alır ve bazen de Türk limanlarına sığınmak zorunda kalır.

Limanlarda beliren her bir gemi, Türk basınında 30’lu yıllardan itibaren yükselişe geçmiş Yahudi-karşıtlığının kendine ifade alanı bulması için bir vesile olur.

Türk limanlarını bir an önce terk etmeye zorlanan ya da Karadeniz’e geri itilen bu gemilerden Salvador ve Mefkûre de, tıpkı Struma gibi yüzlerce Yahudi’ye mezar olacaktır.

Gazeteci ve yazar Serdar Korucu, Yahudi mülteci gemileri üzerine dünya literatürünü ve Türkiye’de yayımlanan gazete ve dergileri tarayarak Türkçedeki en kapsamlı çalışmayı kaleme aldı.

  • Künye: Serdar Korucu – Türk Basınında Yahudi Mülteciler, 1938-1945: “Başkaları Tarafından Arzu Edilmeyen İnsanlar”, Alfa Yayınları, tarih, 376 sayfa, 2023

Kolektif – Anaakım Medya Alternatif Medya (2022)

“Anaakım” ve “alternatif”, “eleştirel”, “muhalif” gibi kavramlar, medyayı kategorik olarak anlamlandırabilmek için günlük hayatta sıklıkla kullanılan kavramlar.

Ancak bu kavramların halk arasında olduğu kadar akademik camiada da farklı anlamlarda kullanıldığı görülüyor.

“Anaakım medya” ve “alternatif medya” kavramları en temelde; toplumsal eşitsizliklerin küresel çapta giderek derinleşmesi ve belirginleşmesine paralel olarak medyanın bu eşitsizlikler karışışındaki konumunun kategorik olarak farkını ifade eder.

Bu karşıtlık kendisini ekonomik, politik ve kültürel anlamda, medyanın işleyişi ve içeriği üzerinden çeşitli şekillerde gösterir.

Dolayısıyla medya için sıklıkla kullanılan “anaakım”, “alternatif”, “eleştirel” “muhalif” gibi kavramlar, medyanın hem işleyişi (tecimsellik, organizasyonel yapı, katılımcılık vb.) hem de içeriği (ideolojik, eleştirel) üzerinden bütünlüklü bir teorik kavrayışa muhtaçtır.

Toplumsal eşitsizliklerin giderek belirginleşmesi medyanın “anaakım” karakterini daha da belirginleştirdiği gibi anaakıma alternatif ya da eleştirel olma iddiasında olan kurum ve içerikler ile daha sık karşılaşma olasılığı da artıyor.

Sözde eleştirel ya da sözde alternatif bu tarz oluşumlar kapitalizme işlevsel olarak “kontrollü alternatif” görevini üstlenirler ve sistemin daha demokratik görünmesine de katkıda bulunurlar.

Dolayısıyla anaakım ve alternatif medya üzerine düşünmek ve tartışmak akademik alanda olduğu kadar okuyucu/izleyici/dinleyici için de anlamlı gözüküyor.

Bu kitapta medyayı içinde yapılandığı toplumun tarihsel ve toplumsal koşulları üzerinden, bu koşulların belirlediği, ekonomik, politik, ideolojik, kültürel ve felsefi kökleri ile ilişkili olarak ele alan çalışmalar yer alıyor.

Kitaba çalışmalarıyla katkı sunan yazarlar şöyle: İrfan Erdoğan, Selda Bulut, Serpil Karlıdağ, Levent Yaylagül, Defne Özonur, Devrim Baran, Vildan Tekin ve Abdulcebbar Avcı.

  • Künye: Kolektif – Anaakım Medya Alternatif Medya, hazırlayan: Defne Özonur, Nota Bene Yayınları, medya çalışmaları, 272 sayfa, 2022

Noam Chomsky – Medya Gerçeği (2022)

Yıllar önce, zavallı bir kuşun petrole bulanmış, çaresiz görüntüsü karşısında dehşete kapılıp lanetler yağdıracak kadar hassas olduğumuz günlerde, çoğu kadın ve çocuk 100 bine yakın insanın gökyüzünden yağan bombalar altında ölümünü, sıcak odalarımızda kahvemizi yudumlayıp havai fişek gösterileri gibi izlemiştik.

Anlaşılan Guy Debord’’un 1968’’lerde öngördüğü “Gösteri Toplumu” gerçekleşmişti.

11 Eylül saldırısının hemen ardından ABD’nin bir “cezalandırma eylemi” olarak giriştiği Afganistan operasyonu, Şaron’’un bütün pervasızlığıyla Filistin şehirlerini yakıp yıkması ve Arafat’’ı kuşatma altında tutmasının yanı sıra “Irak operasyonu” o günlere hem ne kadar uzak hem de ne kadar yakın olduğumuzu gösterdi.

Bu süreç içinde, medyanın “rızanın üretilmesi”ndeki ve “güdümlü gerçeklik yaratılması”ndaki rolü hiç değişmedi.

Medya daha incelikli yöntemlerle düşmanları şeytanlaştırırken, yandaşlarını melekleştirmekten vazgeçmedi.

Medyanın sermaye ve iktidarla ilişkisi her geçen gün tarafların meşruiyetini daha çok kemiren bir sorun olarak ortaya çıktı.

Noam Chomsky, bu kitabında, medyanın hükümet, sermaye ve elit kesimlerle sıkı fıkı bağları ve çıkar ilişkileri temelinde işleyiş mekanizmasını, özellikle Ortadoğu, Filistin ve Nikaragua’’dan zengin örneklerle gözler önüne sermektedir.

  • Künye: Noam Chomsky – Medya Gerçeği, çeviren: Osman Akınhay ve Abdullah Yılmaz, Alfa Yayınları, siyaset, 512 sayfa, 2022

Noam Chomsky – Medyayı Dizginlemek (2022)

‘Medyayı Dizginlemek’, propaganda aygıtlarının toplumu baskılamayı amaçlayan mekanizmalarını faş ediyor.

Noam Chomsky, egemen güçlerin ve baskı gruplarının medyayı, temel dayanaklarından propagandanın temel etkinlik alanına nasıl dönüştürdüklerini örnekleriyle açıklıyor.

Kitapta, en demokratik görünen yapılar içinde dahi siyasal etkinin sağlanması ve sistemin kontrol altında tutulmasında yüzyıldan uzun süredir temel dayanak olarak kullanılan propagandanın, medya üzerinden toplumun tüm hürcrelerine nasıl bulaştırıldığına tanık oluyoruz.

Chomsky, gözümüzün önünde olup bitenlerin, medya aygıtının dizginlenmesiyle nasıl görünmezliğe büründürüldüğünü, onun yerine görünmesi istenenlerin de nasıl ve hangi tür tezgahlarla görünür kılındığını anlatıyor. Kitabında, etkileri günümüze kadar uzanan Hitler faşizmi, Ortadoğu’daki çatışmalar, İran-Irak savaşı ve ABD’nin Irak’ı, İsrail’in Lübnan’ı işgali gibi kanlı olaylarının yanında, ABD’nin dünyanın başka yerlerindeki politik ve askeri faaliyetlerine de değinen Chomsky, medya üzerinden, işçi grevleri de dahil, emek hareketlerine yönelik baskılara da yer veriyor.

  • Künye: Noam Chomsky – Medyayı Dizginlemek: Propagandanın Muhteşem Başarıları, çeviren: Osman Şenkul, Scala Yayıncılık, medya, 48 sayfa, 2022

Meenakshi Gigi Durham – MeToo: Medyadaki Tecavüz Kültürünün Etkisi (2022)

Kadına yönelik şiddet ve tecavüzün önlenemez yükselişinde medyanın büyük sorumluluğu var.

Meenakshi Gigi Durham, tecavüz kültürünün medyada nasıl yaygınlaştığını ve bunun nasıl sinsice stratejilerle gizlendiğini gözler önüne seriyor.

Küresel yükselişinin yoğunluğu çarpıcı bir toplumsal değişime işaret eden MeToo hareketinin kapsamı ve yaygınlığı daha önce cinsel şiddet etrafında çevrimiçi örgütlenen herhangi bir girişiminkini aşmış durumda.

MeToo hareketinin ortaya çıkışı ve #MeToo etiketiyle yayılan artçı aktivizmin ardından, cinsel saldırı ve taciz ifşaları dünya genelinde yayılmaya; etiketle süregiden bu aktivizm sosyal medya kullanımını aşarak gerçek dünya aktivizmine dönüşen feminist bir direnişi yaygınlaştırmaya; araştırmacı gazeteciler, hayatta kalanlara ataerkil iktidara karşı hakikati konuşabilmeleri için platform sunarak cinsel şiddet hikâyelerini yayımlamaya devam ediyor.

Durham de, ‘MeToo: Medyadaki Tecavüz Kültürünün Etkisi’ adını verdiği bu kitabında, bir yandan tecavüz kültürünün medyada nasıl yaygınlaştığını; tecavüz kültürünün kol gezdiği ancak kasıtlı olarak gözlerden saklamak ve hayatta kalanları sessizleştirmek amacıyla kemikleşmiş stratejilerin uygulandığı medya kurumlarının varlığını; tecavüz kültürünün medya üretimi, kullanılan görseller, verilen mesajlar, medya sosyal ağları, pornografi ve tecavüz pornosu gibi siber cinsel suçlardan haber muhabirliğine kadar temsiller yoluyla sistematik olarak nasıl cisimlendirildiğini anlatıyor.

Bunu yaparken de medyanın cinsel şiddet karşıtı hareketi güçlendiren ve tecavüz kültürüne meydan okuyan rolünden bahsetmeyi ihmal etmiyor.

Sadece medya, iletişim, toplumsal cinsiyet çalışmaları ve sosyoloji öğrencilerinin ve akademisyenlerin değil, cinsel politikanın mevcut durumuyla ilgilenen her bireyin ilgisini çekecek güncel ve ufuk açıcı bir kitap.

  • Künye: Meenakshi Gigi Durham – MeToo: Medyadaki Tecavüz Kültürünün Etkisi, çeviren: Özge Karlık, Düşbaz Kitaplar, sosyoloji, 176 sayfa, 2022

Kolektif – İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar (2021)

İletişim teorileri hakkında iyi bir giriş arayanlar bu kitabı kaçırmasın.

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki görevinden 2017 yılında ihraç edilen barış imzacısı akademisyen Sevilay Çelenk’in derlediği bu kitap, Stuart Hall’den Douglas Kellner’a, alana büyük katkılar sunmuş isimlerin makalelerine yer veriyor.

‘İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar’, iletişim çalışmaları alanındaki temel teorik yönelimlerin kendilerini tarif etme ve yeniden kurma çabalarını içeren, alanda başvuru metni niteliğindeki kimi önemli makalelerden oluşuyor.

Kuşkusuz alana değgin en önemli ve en verimli tartışmayı yürüten iki temel yaklaşım bu metinlerde de başrolde: ekonomi politik ve kültürel çalışmalar.

Kitapta bir araya getirilen makale ve söyleşiler ya doğrudan ekonomi politik ve kültürel çalışmalar arasındaki önemli bir tartışmanın metinleridir ya da bu tartışmanın öncesinde ve sonrasında kaleme alınmış, aynı konu ile yoğun ilişkisi olan metinler…

Kitap, içerdiği bu malzemeyle iletişim çalışmalarında paradigmatik kopuşların ve farklı yaklaşımların ayırt edici niteliklerini gösterirken, aynı zamanda bunların “hayat”a nasıl ve nereden dâhil olduklarına incelikli betimlerle açıklık getiriyor.

İletişim ve medya çalışmaları alanında temel teorik metinleri bir arada sunan bu kitap, iletişim çalışmaları alanında vazgeçilmez bir kaynak niteliğinde.

Kitapta makaleleri bulunan isimler: Todd Gitlin, Nicholas Garnham, Stuart Hall, Lawrence Grossberg, Douglas Kellner, Janice Peck ve Christian Fuchs.

  • Künye: Kolektif – İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar, derleyen: Sevilay Çelenk, Dipnot Yayınları, inceleme, 318 sayfa, 2021

Hüseyin Köse – Medya ve Toplum İmgesi (2021)

Yeni iletişim teknolojilerinin toplumu birbirine daha da yakınlaştıracağı öngörülmüştü.

Oysa ortaya bağımsız ve bağlantısız bir iletişim çıktı.

Hüseyin Köse de bu çalışmasında, bugünün enformasyon bolluğunun paradoksal olarak nasıl muazzam bir anlam boşluğu yarattığını sosyolojik bakışla ele alıyor.

Medya, özellikle de yeni iletişim teknolojileriyle biçimlenmiş ilişki ortamı yapayalnız sosyalliğimizin üreticisi, yansıtıcısı ve yayıcısı haline geldi son birkaç yıldır.

İletişimsel ilişkilerimizin toplumsal boyutunu daha da tahkim edeceği söylenen yeni teknolojiler, sonunda birbirinden kopuk anlam/empati halkalarından müteşekkil devasa boşluklar, bağlamsız ve bağlantısız zincirler yarattı.

Adeta, Sokrat’ın kehaneti birdenbire gerçek oluverdi.

Malum, filozof çağlar öncesinden yeni bulunan yazının kullanılmasına kuşkuyla yaklaşarak şöyle diyordu:

“Yazıyı kullanmaya başlayanlar hafızalarını kullanmaktan vazgeçecekler ve unutkanlaşacaklar (…) Sonuçta belki bilgili sayılacaklar ama birçok şeyin de cahili olacaklar…”

Ne kadar da isabetli bir öngörü gerçekten.

Bilhassa da 2000 ve sonrası doğumlular için.

Zira görece olarak bir sonraki kuşakla birlikte en fazla onlar aşırı enformasyon bolluğuna koşut bir biçimde bilgi meşgulü ama anlam malulü bir uygarlığın içine doğmuş oldular.

Son beş on yıldan bu yana ise, yaşam herkes için hiç olmadığı ölçüde dijitalleşti, gerçeklik de aksine bir o kadar okunaksız ve akışkan hale geldi.

İşte Köse de, yaşanan bu büyük dönüşümün birey ve toplum üzerinde ne gibi etkiler aldığını net bir şekilde ortaya koyuyor.

  • Künye: Hüseyin Köse – Medya ve Toplum İmgesi: Medya ve İletişim Sosyolojisi Odağında Eleştirel Okumalar, Kalkedon Yayınları, medya, 342 sayfa, 2021

Hüseyin Köse – Medya ve Toplum İmgesi (2021)

Yeni iletişim teknolojilerinin toplumu birbirine daha da yakınlaştıracağı öngörülmüştü.

Oysa ortaya bağımsız ve bağlantısız bir iletişim çıktı.

Hüseyin Köse de bu çalışmasında, bugünün enformasyon bolluğunun paradoksal olarak nasıl muazzam bir anlam boşluğu yarattığını sosyolojik bakışla ele alıyor.

Medya, özellikle de yeni iletişim teknolojileriyle biçimlenmiş ilişki ortamı yapayalnız sosyalliğimizin üreticisi, yansıtıcısı ve yayıcısı haline geldi son birkaç yıldır.

İletişimsel ilişkilerimizin toplumsal boyutunu daha da tahkim edeceği söylenen yeni teknolojiler, sonunda birbirinden kopuk anlam/empati halkalarından müteşekkil devasa boşluklar, bağlamsız ve bağlantısız zincirler yarattı.

Adeta, Sokrat’ın kehaneti birdenbire gerçek oluverdi.

Malum, filozof çağlar öncesinden yeni bulunan yazının kullanılmasına kuşkuyla yaklaşarak şöyle diyordu:

“Yazıyı kullanmaya başlayanlar hafızalarını kullanmaktan vazgeçecekler ve unutkanlaşacaklar (…) Sonuçta belki bilgili sayılacaklar ama birçok şeyin de cahili olacaklar…”

Ne kadar da isabetli bir öngörü gerçekten.

Bilhassa da 2000 ve sonrası doğumlular için.

Zira görece olarak bir sonraki kuşakla birlikte en fazla onlar aşırı enformasyon bolluğuna koşut bir biçimde bilgi meşgulü ama anlam malulü bir uygarlığın içine doğmuş oldular.

Son beş on yıldan bu yana ise, yaşam herkes için hiç olmadığı ölçüde dijitalleşti, gerçeklik de aksine bir o kadar okunaksız ve akışkan hale geldi.

İşte Köse de, yaşanan bu büyük dönüşümün birey ve toplum üzerinde ne gibi etkiler aldığını net bir şekilde ortaya koyuyor.

Künye: Hüseyin Köse – Medya ve Toplum İmgesi: Medya ve İletişim Sosyolojisi Odağında Eleştirel Okumalar, Kalkedon Yayınları, medya, 342 sayfa, 2021