Samuel Dolbee – Çekirgelerin Saltanatı (2025)

Samuel Dolbee’nin bu çalışması, modern Orta Doğu tarihine çevresel bir perspektiften yaklaşarak sınırlar, iktidar ve doğa arasındaki karmaşık ilişkiyi inceliyor. Dolbee, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden Fransız ve İngiliz manda yönetimlerine uzanan süreçte, Mezopotamya ve Suriye çöllerindeki, bilhassa Cezire’deki çekirge istilalarını merkezine alıyor. Bu afetleri yalnızca ekolojik olaylar olarak değil, aynı zamanda imparatorlukların sınır politikalarını, bürokratik düzenlemelerini ve halkların direniş biçimlerini şekillendiren siyasal araçlar olarak yorumluyor.

Yazar, çekirgeleri metaforik bir unsur olarak kullanarak doğanın da iktidar ilişkilerinin bir parçası haline geldiğini öne sürüyor. Çekirge salgınları karşısında geliştirilen idari tepkiler, yerel halkın yaşam biçimleri ve üretim düzeni üzerindeki etkilerle birlikte analiz ediliyor. Dolbee, çevresel felaketlerin imparatorlukların çöküşünde ve yeni ulusal sınırların çizilmesinde ne kadar belirleyici rol oynadığını gözler önüne seriyor. Bu yönüyle kitap, tarih yazımında çevre faktörünün uzun süre göz ardı edilen gücünü vurguluyor.

‘Çekirgelerin Saltanatı: Osmanlı’da Sınır, Çevre ve İktidar’ (‘Locusts of Power: Borders, Empire, and Environment in the Modern Middle’), yalnızca çevre tarihi açısından değil, aynı zamanda Orta Doğu’nun modernleşme sürecini anlamak için de çığır açıcı bir çalışma. Dolbee, iktidarın yalnızca insanlar arasında değil, doğa ile kurulan ilişkilerde de üretildiğini gösteriyor. Böylece, ekoloji ile siyaset arasındaki sınırları aşan bir anlatı kurarak Orta Doğu tarihine yeni bir derinlik kazandırıyor.

  • Künye: Samuel Dolbee – Çekirgelerin Saltanatı: Osmanlı’da Sınır, Çevre ve İktidar, çeviren: Can Gümüş İspir, Fol Kitap, tarih, 432 sayfa, 2025

Avner Wishnitzer – Gece Çökerken (2023)

On sekizinci yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda gündüz vakti gerçekleştirmesi pek de mümkün olmayan iktisada, suça, siyasete, cinselliğe, ibadete ve serbest zamana dair uğraşlar hakkında özgün bir çalışma.

Avner Wishnitzer, gözden kaybolmaya çalışanların yalnızca toplumsal ya da dinî açıdan marjinal olanlar değil, hegemonya bizzat kendisi olduğunu da gösteriyor, ayrıca, devletin bugün de olduğu gibi alkol tüketiminden ve fuhuştan alınan vergilerden doğrudan yararlandığını ortaya koyuyor.

  • Osmanlı’nın izbe sokaklarına saptığımızda sokakta kimleri görmeyiz ki?
  • İsyan hazırlığında olan yeniçerileri mi, hırsızları mı, sokak köpeklerini mi, işret âlemlerinin müdavimlerini mi?
  • Gece sokakta yürüyenler karanlığın perdesi altında gözlerden ırak kalabilirdi, peki ya kulaklardan?

Padişahın, deliksiz bir uykunun sadece ihtimaline sahip olabildiği gecede, yapay ışıkların nazarından, kolektif dikizden kaçan başka bir Osmanlı nizamı kurulurdu.

Herkesin bilip de sustuğu, sadece karanlıkta kol gezen başka bir âlemdi bu.

Gündüzün muktedir ve makbulü, yerini gecenin kendi muvazenesine bırakır, hiyerarşiler değişir, gözlerden uzak olmanın özgürlüğü, görememenin korkusuyla bir araya gelirdi.

Deliksiz uykunun imkânını ancak sokaktakiler belirlerdi.

Başta İstanbul olmak üzere, 18. yüzyılın Osmanlı kentlerinde karanlık, gölge ve ışık farklı iktidar ilişkilerini, var olma biçimlerini ve gündelik hayatı belirleyen, görül(e)meyen ama hissedilen sınırlardı.

Görülmek veya görülmemek ait olunan sınıfa göre lüks veya tehlike unsuru olabilirdi.

Bu kitabın yazarı, bu iki ihtimalin bağlama göre padişahtan sokak serserisine, evinde derin uykusuna dalan mazbut mahallelilerden bekâr odalarının sakinlerine nasıl değiştiğini bizlere gösteriyor.

Ayrıca, çeşitli arşiv kaynakları ve zengin edebî metinlerle farklı toplumsal grupların karanlık deneyimlerine bir nevi “ışık tutuyor”.

  • Künye: Avner Wishnitzer – Gece Çökerken: Osmanlı’da Gece Hayatı, çeviren: Can Gümüş İspir, Fol Kitap, tarih, 448 sayfa, 2023