Sharon M. Kaye – Ortaçağ Felsefesi (2023)

  • Ortaçağ sadece “karanlık çağ” mıydı?
  • Bunu anlamak için Ortaçağ filozoflarının uğraştığı meselelerin canlılığına bakmalıyız.
  • Tanrı var mıdır?
  • Neden iyi insanların başına kötü işler gelir?
  • Doğruyu yanlışı nasıl ayırt edeceğiz?

Bugün de bu sorular aynı yakıcı gücünü koruyorsa, Ortaçağ felsefesi pek çok açıdan hâlâ zihnimizde ve kalbimizde yaşamaya devam ediyor demektir.

Sharon M. Kaye bu kitapta Ortaçağ’daki en yetkin fikirleri bireysel bir değerlendirme yapmanızı mümkün kılacak şekilde sunuyor.

Kaye, incelemesinin ilk kısmında Ortaçağ felsefesinin Antikçağ’daki köklerini ele alıyor.

Sonrasında sırasıyla Ortaçağ’ın önemli düşünürleri Augustinus, Boethius, Canterbury’li Anselmus, Petrus Abelardus, İbn Rüşd, Musa Bin Meymûn, Thomas Aquinas, Pierre De Jean Olivi, John Duns Scotus ve Ockham’lı William’ın felsefesini değerlendiriyor.

Yardımcı metinlerle ve bilgi kutucuklarıyla da desteklenen bu çalışma, hem öğrenciler hem de genel okurlar için bir rehber niteliği taşıyor.

  • Künye: Sharon M. Kaye – Ortaçağ Felsefesi, çeviren: Egemen Kurtoğlu, Babil Kitap, felsefe, 230 sayfa, 2023

Niko Paech – Aşırılıktan Kurtulmak (2023)

Bütün insanlığın birlikte inşa ettiği insanlık medeniyetinin temelleri sarsılıyor.

Küreselleşme, beraberinde muazzam bir tüketim getirdi.

Sokağımızdaki pazar artık küresel tedarik zincirine ve onun dinamiklerine bağımlı hâle geldi.

Şehirler, ülkeler, kıtalar arasında baş döndürücü bir hareketlilik var.

Bu karmaşık durum artık kontrol edilemez durumda.

Dünya üzerindeki insan varlığı kâğıttan bir ev gibi sallanıyor, devrildi devrilecek.

Büyüme, kalkınma, devletlerin ve bireylerin fütursuzca borçlanması, normal sayılıyor artık, hatta birer dinsel tabu sanki.

Oysa devletlerin ve tabii bireylerin zenginliği insanlık için tehdit boyutuna ulaştı.

Bu hasarı onarmaya yönelik bütün çabaların karşısına büyüme tabusu çıkıyor; ekonomistler ayakları üzerinde tepiniyor tıpkı oyuncakları elinden alınmış çocuklar gibi.

Yerküre ise dört bir yandan çığlık çığlığa haykırıyor: Tükeniyorum!

Alman bilim insanı ve ekonomist Niko Paech ezberimizi sarsıyor.

Bunu o denli etkin yapıyor ki Almanya’da ana akımın hedefine giriyor, üniversitesinden kovuluyor.

Hepsi ondan korkuyor.

Toplumu ve kendi bireysel yaşamımızı yeniden yapılandırmak için elimizde kalan tek ilke, hayatlarımızı karmaşıklaştıran ve varlığımızı tehdit eden aşırılıktan kurtulmak için yapmamız gereken indirgemedir.

  • Künye: Niko Paech – Aşırılıktan Kurtulmak: Büyüme Sonrası Ekonomiye Giden Yol, çeviren: Özlem Pillik, Yeni İnsan Yayınevi, siyaset, 103 sayfa, 2023

Kassia St Clair – Renklerin Gizli Hayatı (2023)

 

‘Renklerin Gizli Hayatı’, yetmiş beş büyüleyici renk, boya ve tonun sıra dışı hikâyelerinden oluşuyor.

Sarışınlar, kızıllar, savaşların şeklini değiştiren kahverengiler, vebaya karşı koruyan beyazlar, Picasso’nun mavisi, mağara resimlerinin siyahı, asit sarısı, toprak yeşili, imparatorluk moru, daha nicesi…

Bu şaşırtıcı, büyüleyici, kimi zaman da kışkırtıcı hikâyeler dünyaya farklı bir pencereden bakmamızı sağlıyor.

Renklere ve renklerin nereden geldiğine (örneğin Van Gogh’un krom sarısı ayçiçekleri ya da punk’ın floresan pembesine) dair müthiş merakını insan uygarlığına dair eşsiz bir çalışmaya dönüştüren Kassia St Clair, bizi moda ve politikadan sanata ve savaşa uzanan heyecanlı bir yolculuğa davet ediyor.

Işık, renk ve tarihin labirentlerinde bize yoldaşlık ve rehberlik ediyor.

  • Künye: Kassia St Clair – Renklerin Gizli Hayatı, çeviren: Çağla Taşkın, Babil Kitap,  inceleme, 300 sayfa, 2023

Fariz Öncü – Persler Dönemi’nde Anadolu’da Ekonomi (2023)

Akhaimenid Perslerinin Eskiçağ tarihindeki yaklaşık iki yüzyıllık serüveni (MÖ yak. 547-330) özellikle son dönemlerde çok sayıda bilim insanının ve okurun dikkatini cezbetti.

Bu yoğun ilgi beraberinde döneme ilişkin çok sayıda çalışmanın ortaya çıkmasını sağladı.

Yapılan çalışmaların ortaya koyduğu birikimle dönemin politik, kültürel, idari ve sanatsal yapısı hakkındaki bilgilerimizde büyük bir ilerleme kaydedildi.

Buna karşın dönemin iktisadi koşullarını merkeze alan bütüncül bir çalışmanın varlığından söz etmek pek de mümkün değil.

Bu durum Pers krallarının hâkimiyetindeki Anadolu için de geçerli.

Nitekim Anadolu coğrafyasının farklı merkezlerindeki iktisadi faaliyetler üzerinde Pers egemenliğinin zamanla nasıl bir etki yarattığı hususu halen önemli, karmaşık ve zor bir sorun olarak karşımızda duruyor.

Anadolu’nun önemli merkezlerinin MÖ 6. ve 5. yüzyıllardaki iktisadi koşullarını odak noktasına alan bu eser, Pers İmparatorluğu’nun buradaki toprak yönetimini, vergi sistemini, işgücü hareketlerini, askerî düzenini, denetim sistemini, sikke politikasını ve ticari faaliyetlerini Pers krallarının Anadolu’da uyruklarıyla kurdukları ekonomik-politik ve idari ilişkiler bakımından ele alıyor.

  • Künye: Fariz Öncü – Persler Dönemi’nde Anadolu’da Ekonomi (MÖ 6. ve 5. Yüzyıllar), Arkeoloji ve Sanat Yayınları, tarih, 568 sayfa, 2023

Cengiz Can – İstanbul’un Yabancı ve Levanten Mimarları (2023)

Cengiz Can’ın, son dönem Osmanlı mimarlığının önemli bir yönünü ele aldığı çalışması yeni basımıyla Arketon kitapları arasındaki yerini aldı.

Can’ın, 1993’te bir tez çalışması olarak kaleme aldığı araştırma, 2020 yılında kitap olarak ilk basımını gerçekleşmişti.

Aykut Köksal’ın bu kitap için çektiği fotoğraflarla bütünlenen çalışma, Melling’den Fossati kardeşlere, Barborini’den Montani’ye, Vallaury’den D’Aronco’ya, Mongeri’ye uzanıyor.

Haklarında çok az bilgi sahibi olunan mimarları da ele alan Can, bir dönemi tüm boyutlarıyla gözler önüne seriyor.

Aykut Köksal, kitabın “Sunuş” yazısının bir bölümünde şunları söylüyor:

“Cengiz Can’ın kitabı, daha önce yüzeysel bilgilerle tanınan, yaşamları üzerine çok az şey bilinen yabancı ve Levanten mimarların, Osmanlı mimarlığının modernleşme sürecinin nihai noktasında belirleyici ve tayin edici bir rol yüklendiklerini ortaya koyuyor. Can, bu mimarların yaşamını, hiç bakılmamış kaynaklara giderek araştırıyor ve yerleşmiş belirli önyargıları çürütüyor. Örneğin, ‘yabancı’ olarak bilinen kimi mimarların ‘Osmanlı Levanten mimarları’ olduğunu saptıyor. Cengiz Can’ın ele aldığı mimarların önemli bir bölümünün İtalyan ya da İtalyan asıllı Levanten oldukları ise hemen göze çarpıyor. Can, bu olgunun da altını çiziyor, gerekçelerini irdeliyor.

“Yabancı ve Levanten mimarların üretimleri, 18. yüzyılın Osmanlı mimarlığıyla keskin bir kopuş gösterir. Bu kopuş özellikle Osmanlı modernleşmesinin sonucu olan yeni yapı programlarının geleneksel programlara göre daha baskın olmasında görülüyor. Ayrıca, 19. yüzyıl Osmanlı modernleşmesinin aynı yüzyılın Avrupa mimarlığıyla koşutluklar taşıdığını söylemek yanlış olmaz. 19. yüzyılın seçmeci yaklaşımları İstanbul’da üretim yapan bu mimarlarda da yankılarını bulur.

“İstanbul’da çalışan Fossati, D’Aronco gibi yabancı mimarlar, Avrupa’nın her kentinde üretimleri saygıyla karşılanabilecek yaratıcı ve yetkin tasarımcılardır. Özellikle D’Aronco’nun Art Nouveau yapıları, Avrupa’da boy gösteren ‘erken Modernist’ çizginin, eşzamanlı olarak Osmanlı başkentinde görülen seçkin ve unique örneklerini oluşturur. Cengiz Can, bu mimarları ele alırken, Osmanlı modernleşmesinin gölgede kalmış bir yönüne ilişkin geniş bir çerçeve sunuyor.”

  • Künye: Cengiz Can – İstanbul’un Yabancı ve Levanten Mimarları, Arketon Yayıncılık, mimari, 248 sayfa, 2023

Reha Günay – Boğaziçi’nin Ahşap Konutları ve Yalıları (2023)

Reha Günay, Boğaziçi’nin yapı ve yaşam kültürünü eşsiz fotoğrafları aracılığıyla aktarıyor.

‘Boğaziçi’nin Ahşap Konutları ve Yalıları’, İstanbul Boğaz kıyılarındaki yapı ve yaşam kültürünü, 60 yılı aşan bir mimar, akademisyen, fotoğrafçı, yazarın gözünden anlatan özgün, siyah-beyaz bir fotoğraf seçkisi üzerinden aktarıyor.

Kitabın giriş bölümünde Antik dönemden Bizans’a, Osmanlı’dan günümüze uzanan bir yaşam ve yerleşim alanı olagelen Boğaz’ın öneminin göstergesi olan tarihi veriler; haritalar, gravürler eşliğinde paylaşılıyor.

Özellikle Osmanlı döneminde Boğaziçi ve kıyılarında gelişen mimarlığa, kültüre ilişkin kimi bilgiler ise döneme tanıklık etmiş Gugas V. İnciciyan, Edmondo de Amicis, Abdülaziz Bey, A. Cabir Vada, Abdülhak Şinasi Hisar gibi yazarların kaleminden aktarılıyor.

Göksu mesirelerinden mehtapta sandal sefalarına, sahilhane bahçelerinden yazlıklardaki hayata, balıkçılardan sandalcılara, yalı mimarlığından ahşap konutlara uzanan ve adeta denizle gelişen, bütünleşen bu yaşam kültüründen kesitler sunuluyor.

Ardından da Reha Günay, 1960’lardan bugüne çektiği özgün fotoğraflarla Anadolu Yakası başlığı altında Üsküdar’dan Anadolukavağı’na; Rumeli Yakası başlığı altında Tophane’den Yenimahalle’ye uzanan rotaları izleyerek, yaptığı seçki ile kimi günümüze dahi ulaşamamış kimi özgünlüğünü yitirmiş yapıları ve dokuyu gelecek kuşaklara aktarıyor.

Aziz Mahmut Hüdayi Külliyesi, Alexandre Vallaury tasarımı Debreli İsmail Paşa Yalısı, Sadullah Paşa Yalısı, Kadiri Tekkesi, Naime Sultan Yalısı, İstanbul’un en eski ahşap yapısı Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı ve ikinci en eski yapısı Kavafyan Konağı, Sait Halim Paşa Yalısı, Raimondo D’Aranco tarafından tasarlanan İtalyan Konsolosluğu, Huber Köşkü gibi tarihi ve mimari öneme sahip onlarca yapının yanı sıra birbirine yaslanmış, bir arada yaşama kültürünün de bir göstergesi olan mütevazi ahşap sıraevlerin, sokakların ve caddelerin kaydını düşüyor.

Reha Günay, küçük geleneksel ahşap konutlardan Barok, Art Deco, Art Nouveau ya da Neoklasik üsluplarda inşa edilmiş görkemli köşk ve yalılara uzanan eşsiz fotoğrafları aracılığıyla, yitirdiğimiz bir mimarlık anlayışını ve yaşam kültürünü şöyle hatırlatıyor:

“Çocukluğumu yaşadığım İstanbul’un neredeyse tamamı ahşap konutlardan oluşuyordu. 2.700 yıllık bir kentte toplum yapıları taş ve tuğladan yapılmış; zamanın her türlü aşınımına karşın büyük bir kısmı hâlâ var olmaya devam ediyor. Ancak konut mimarlığı tümüyle ahşap olduğundan çeyrek yüzyıllık aralıklarla yenilenerek çocukluğuma kadar dayanabilmişti. İstanbul sokaklarında dolaşırken yer yer kârgir veya betonarme konutlara da rastlıyordum. Bunlar daha çok bazı semtlerde veya ana caddeler üzerinde yer alıyordu. Bu inşa biçimi giderek artmaya başladı. İşte o zaman bu mimarlık mirasının bir gün yok olacağı endişesiyle fotoğraflarını çekmeye başladım…

Boğaziçi tarih boyunca süregelmiş 30 km derinliğinde bir kültür kanalıdır. Bu geçmişin sürekliliğini anlatmak için dönemleriyle ele almak istedim. Antik dönemde Boğaziçi kıyıları her noktasıyla iyi bilinen bir bölge olduğu halde Boğaziçi ile ilgili bilgilerimiz Bizans’ın sona ermesinden sonra gittikçe azalmış, en son merak edenler de 18.-19. yüzyıllarda sona ermiş görünüyor. Ancak geçmişin görüntüleri sisler içinde yok olurken, yeni yeşeren bir Boğaziçi kültürü gözlerimizi kamaştırmaya başlamıştır.  Bu, Osmanlı uygarlığının yarattığı doğa ile bütünleşmiş duyarlılığıyla iyice incelmiş çok parlak bir dönemdir. Ne yazıktır ki bu dönem, Osmanlı’nın son zamanlarında, tıpkı sahip olduğu gücün zayıflayıp çöküşü gibi sona erdi.

Son yıllarda ise Boğaziçi, İstanbul’un sınırsız büyümesi ve kalabalıklaşması üzerine rant akımının etki alanına girmiş ve yeni zenginlerin ilgi odağı haline gelmiş bulunuyor. Belki de yine aynı nedenlerle yalı sevdası oluşmuş; yalı sahibi olmak ve yalıda yaşamak yeni bir tutku haline gelmiş; yalılar harap olmaktan kurtulmuş, yeni yüzleriyle su kıyılarında parlamaya başlamıştır. Ancak Osmanlı ekabirinin o incelikli yaşam dünyası artık başka bir biçime evrilmiş görünüyor… Tek tek konutları yenilemek veya ihya etmek Boğaziçi’nin görünümüne ve ruhuna ne kadar yakışıyor? Aralarında yüzlerce beton yığını yükselirken.. Sorgulanması gerekir, diye düşünüyorum. O nedenle fotoğrafları seçerken en eski olanlarını tercih ettim. Şimdi allanmış pullanmış haliyle belki bir kısmını zor tanıyacaksınız…”

Duotone özel baskı tekniği ile kuşe kâğıda, büyük boy, ciltli olarak basılan kitabın editörlüğünü Mesut Kaya, Grafik Tasarım ve baskı hazırlıklarını Kemal Kara, grafik uygulamasını ise Resul Atabay yapmış.

  • Künye: Reha Günay – Boğaziçi’nin Ahşap Konutları ve Yalıları, YEM Yayın, mimari, 296 sayfa, 2023

Kolektif – Kent Terimleri Ansiklopedisi (2023)

Kent ve kentsel yaşama dair bugünümüz, öğrendiklerimiz ve deneyimlerimiz geçmiş kültürlerin bizlere bıraktığı birikimin üzerine inşa edilerek biçimlendi.

Uygarlaşmanın ve uygar olmanın temel ölçütleri arasında yerleşik hayata geçiş ve kent düzenini oluşturmak yer alır.

Bugünün kentleri, yaklaşık 5000 yıllık bir geçmiş içinde, tarihin sayfalarında bıraktığımız toplulukların, toplumların ve kültürlerin ürünü olarak; insan aklının, bilgisinin ve teknolojisinin sonucudur.

Bu döngü ile kentler, sürekli gelişen ve gelişmeye devam edecek bir dinamizm içerirler.

Modern dünya, onun şekillendirdiği toplumlar bu toplumların ortaya koyduğu tüm birikimler “kent” olarak tanımladığımız yerleşim yerlerinden yükselir.

Kent bizlere mekânsal dil ile pek çok şey anlatır.

Hal böyleyken; kenti anlamak ve onu hissetmek için kente dair tüm birikimlerin bütün disiplinler açısından çalışılması oldukça önem arz ediyor.

Bu bilinç ve gaye ile kaleme alınan ‘Kent Terimleri Ansiklopedisi’ isimli bu eser, kentin sakinlerine kente dair her şeyi sunuyor.

25 farklı kurum, 51 farklı araştırmacı, 10 farklı Ana Bilim Dalı ile 138 farklı terim bu eserde okuyuculara sunuluyor.

  • Künye: Kolektif – Kent Terimleri Ansiklopedisi, editör: Nilüfer Negiz, Özkan Yalçın, Abidin Kemeç, Efe Akademi Yayınları, ansiklopedi, 738 sayfa, 2023

Ha-Joon Chang – Tadında Ekonomi (2023)

Ha-Joon Chang’in mitolojisi bile sarımsakla yoğrulmuş Güney Kore’den çıkıp üzerinde sarımsağın doğmadığı Birleşik Krallık’a geldiği 1980’ler, İngiliz mutfağının o şanlı yavanlığından sıyrılarak, farklı tatlarla zenginleşmeye çalıştığı bir dönemdi.

Dünya ise aynı dönemde yavanlaşma pahasına tek bir fikrin hâkimiyetine geçiyordu: serbest piyasa ekonomisi.

Ünlü ekonomist, yazar ve mutfak tutkunu Ha-Joon Chang’in, ekonomide farklı bakış açılarına açık olmanın, en az farklı mutfaklara açık olmak kadar sağlıklı olduğu fikrinden yola çıkarak kaleme aldığı ‘Tadında Ekonomi’, zorlu iktisadi fikirleri, dünyanın dört bir yanından yiyeceklerin hikâyeleriyle aynı tabakta servis ederek ekonomik tercihlerimizin yaşadığımız dünyayı nasıl şekillendirdiğini ortaya koyuyor.

Masum bağımlılığımız çikolatanın, post-endüstriyel bilgi ekonomilerine –ve işsiz bir geleceğe– dair de bir şeyler anlattığını ya da Güney Amerika yemeklerinden gumbo’yu ağızda eriyecek kadar yumuşacık yapan bamyanın, kapitalizm ile özgürlükler arasındaki karmaşık ilişkiyi de temsil ettiğini gösteriyor.

Chang, mutfağında yemek pişirirken eline aldığı malzemeler üstünden ücretsiz ev işlerinin gizli maliyetinden iklim krizine, serbest piyasanın yanıltıcı dilinden havuçların turunculaşma hikâyesine kadar uzanarak, bizlere cesur fikirlerle dolu ve sindirimi kolay bir ziyafet sunuyor.

Ezber bozan ve esprili anlatımıyla ‘Tadında Ekonomi’, ekonomiyi kavramanın bir yemek tarifi öğrenmeye benzediğini gösteriyor: Eğer onu iyice anlarsak, değiştirebiliriz de.

  • Künye: Ha-Joon Chang – Tadında Ekonomi: Aç Bir Ekonomistin Gözünden Dünya, çeviren: Gökçe Çakmak, Domingo Kitap, ekonomi, 224 sayfa, 2023

Emmy Van Deurzen, Claire Arnold-Baker – Varoluşçu Terapi (2023)

Varoluşçu terapi, boşluk duygusu, anlam arayışı ve varoluşun zorlu şartları karşısında kendine çıkış yolu arayanlar için güçlü ve etkili yöntemlerden biridir.

İnsanın varoluşundan kaynaklanan konulara odaklanan bu felsefi terapi yaklaşımı, hayata anlam katmanın, yaşamı değerli kılmanın belli başlı yolları hakkında okumaya, düşünmeye ve uygulamaya davet eder.

Hayat en katlanılmaz olduğu zamanlarda bile anlamlıdır.

İnsan yaşadığı acıya, korkuya ve suçluluk duygusuna rağmen içindeki iyiyi ortaya çıkarabilme potansiyeline sahiptir.

Her olumsuzluk, yaratıcı bir güce dönüştürülebilir.

Nasıl mı?

Varoluşçu terapi alanında dünya çapında haklı bir üne sahip olan Emmy van Deurzen ile varoluşçu terapist Claire Arnold-Baker’ın kaleme aldığı bu kitap, felsefeyle terapiyi ulaşılabilir kılmakla birlikte tam on beş teorik ve on beş pratik tekniği yalın, anlaşılır haliyle açıklıyor.

  • Künye: Emmy Van Deurzen, Claire Arnold-Baker – Varoluşçu Terapi: Yaşam, Anlam ve Değerler İçin Felsefi Bir Terapi Yaklaşımı, çeviren: Müge Özçelik, Beyaz Baykuş Yayınları, psikoloji, 184 sayfa, 2023

Songül Tan – Türkiye’de Dijital Gözetim (2023)

Dijital platformlar ve altyapılar aracılığıyla insan iletişimi bugüne kadar görülmemiş bir düzeyde zaman ve mekân sınırlamalarını aşarak daha hızlı ve kolay bir şekilde bağlantılı hale geldi.

Yeni teknolojilerin sunduğu olanaklar şeffaflık, hesap verebilirlik ve katılım vadederken diğer yandan dijital ağlar üzerinde yeni tür güç ilişkileri oluşuyor.

Bu güç ilişkileri, özellikle kullanıcıların verilerinin kontrolü üzerine şekillenirken, yurttaşlar için eşitsizlikler derinleştiriyor.

Verileştirmeyle birlikte ortaya çıkan veriler, toplum ve toplumsal süreçler hakkında günümüze kadar olanaklı olmayan bilgilerin toplanmasını sağladı.

Bu teknolojilerin daha olumlu hedefler için kullanılma potansiyeli mevcut olmasına rağmen, yaşanan deneyim dijital kontrol ve gözetim sistemlerinin yaygınlaştırılması, gündelik hayatın kapitalizmin yeni biçimleriyle ticarileştirilmesi; ayrıca adaletsizlik, eşitsizlik, ayrımcılık ve ırkçılığın verileştirmeyle yeniden üretilmesi oluyor.

Bu kitap, verileştirmenin dünya ve Türkiye’deki tarihsel gelişimini ve öne çıkan eğilimlerin neler olduğunu ele alırken verileştirmeyi sosyal, ekonomik, politik ve ideolojik bir yapı içinde inceliyor.

Türkiye’de verileştirme sistemlerinin son yıllarda yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan deneyimi yeni medya ve bilişim alanında faaliyet yürüten STK temsilcilerinin kavrayışları ve çözüm önerileriyle veri adaleti perspektifiyle değerlendiriyor.

  • Künye: Songül Tan – Türkiye’de Dijital Gözetim: Verileştirme ve Veri Adaleti Mücadelesi, Ütopya Yayınları, siyaset, 266 sayfa, 2023