Güzin Akyıl – Antik Yunan ve Roma’da Veba Salgınları (2022)

Salgınlar hayatla beraber başladı.

Bu süreçlerde aklın ve bilimin yolunu takip etmek toplumların kaderinde en önemli rolü oynadı.

Marcus Aurelius’un ‘Kendime Düşünceler’ adlı eserinde aktardığı gibi:

“Aklın bozulması, bizi saran soluduğumuz havanın bozulup kirlenmesinden çok daha tehlikeli bir vebadır. İkinci veba sadece canlıların yaşamlarını tehdit eder, diğeriyse insanlığımıza saldırır.”

Pandeminin gölgesinde kaldığımız zorlu dönemlere denk gelen ‘Antik Yunan ve Roma’da Veba Salgını’ adlı bu çalışmada veba salgınının tanımı, türleri, ortaya çıkışı, belirtileri, yayılımı ve tarihi seyri ile başlanarak, Antik Yunan’da Homeros döneminden itibaren yüzyıllar halinde MÖ 4. yüzyıla kadar; Antik Roma’da ise Romulus döneminden itibaren MS 476 yılına kadar kronolojik olarak ele alınarak, salgınların nedenleri, süreçleri, uygulanılan tedavi yöntemleri veya aranılan çareleri ile birlikte, antik ve modern kaynaklar ışığında seyri takip ediliyor.

  • Künye: Güzin Akyıl – Antik Yunan ve Roma’da Veba Salgınları, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, tarih, 144 sayfa, 2022

Murat Turgut – Girit Mitolojisi ve Kahramanları (2022)

Girit adası doğu kültürleriyle olan yoğun ilişkisine rağmen Avrupa medeniyetinin filizlendiği yer olarak gösterilmeye çalışılır.

Adada bulunan Tunç Çağına ait Minos Uygarlığı bu filizlenmenin beşiği olarak nitelendirilir.

Mitoloji denince akla genellikle Eski Yunan mitolojisi gelir.

Bu alan çalışmalarının önemli bir kısmı, Eski Yunan tanrısal varlıklarıyla Atinalı kahramanların hikayelerini yücelten bakış açısıyla yazılmışlardır.

Halbuki Girit adası Eski Yunan mitolojisi içerisinde oldukça önemli bir konumda olmuştur.

Olympos’un lideri Zeus bu adada dünyaya gelmiştir.

Fenike kıyılarından Europa’yı kaçırıp adaya getirmesiyle ondan doğan çocuklar Eski Yunan mitolojisini etkileyen ve hatta şekillendiren mitolojik karakterler arasında gösterilebilir.

Bu eserde alışılmış klasik mitoloji çalışmalarının dışına çıkılarak efsanelere Giritli kahramanlar gözünden bakılıyor.

Eser bu yönüyle Giritli unsurları, özellikle antikçağ yazarlarının verdiği bilgiler ışığında bir bütün olarak ele alıp adanın, Eski Yunan mitolojisi içerisindeki önemiyle birlikte onun Eski Yunan mitolojisinin bir parçası olmasından ziyade en önemli yapı taşlarından birisi olduğu düşüncesini öne sürmektedir.

  • Künye: Murat Turgut – Girit Mitolojisi ve Kahramanları (Eski Yunan Mitolojisi İçerisinde), Arkeoloji ve Sanat Yayınları, mitoloji, 176 sayfa, 2022

Alev Erarslan – Anadolu’dan Yöresel Konut Kültürü Örnekleri (2022)

Anadolu’da yüzyılların birikimiyle ortaya çıkmış konut birikimi çok zengindir.

Alev Erarslan bu enfes kitabında, yöresel/geleneksel Anadolu konutunun yaşama kültürünü ve bölgesel özelliklerini ortaya koyuyor.

Bulundukları bölgenin iklim, coğrafya ve malzeme gibi fiziki özelliklerinin yanı sıra sosyo-kültürel ve tarihsel arka planını yansıtan yöresel konut yerli yapı ustalarının elinden çıkmış olup binlerce yıllık yapı birikimi ve geleneğini taşıyor.

Bir halk mimarlığı olan yöresel konutun ardında kuşaktan kuşağa aktarılan bilgi birikimleri yatar.

Bulunduğu yerin ihtiyaçlarına cevap veren, yöreye özgü niteliklere sahip olan bu konut kullanıcının yaşam biçimi ve alışkanlıklarının yanı sıra toplumun gelenek, görenek, inanç, değer yargıları ve dünya görüşünü yansıtır.

Yöresel konut toplumun sahibi olduğu kültürün, doğrudan doğruya ve bilinçsizce belirli ihtiyaçlar çerçevesinde maddeye dönüşmesidir.

Gelenekten gelir ve ait olduğu toplumun sosyal ve kültür belgeleri olarak zamanla nesilden nesile aktarılır.

Geçmişten edinilen bilgilere dayanan yöresel konut tarihsel süreçte birikmekte olup yöresel mimaride kullanılan bir yerel yapı terimleri sözlüğüne sahiptir.

Anadolu’da yöresel konut/mimari çalışmalarına ilgi son derece yoğundur.

Son yıllarda tarihi çevrede yeni yapı üretiminde önemli bir yaklaşım olan yerel veri kullanımı da bu ilgiyi arttırıyor.

Yöresel sürdürülebilirlik açısında da önemli olan bu tutum tarihi yapıyı günümüz bağlamıyla uyumlu hale getiriyor.

Böylece yerel mimariden öğrenilenler ile kentlerin kimliklerinin kaybolmasının önüne geçilmiş olur.

Yerel veri kullanımı bir anlamda toplumsal bellekte yer alan geleneksel konutun gelecek kuşaklara aktarılması yöntemidir.

Anadolu’da yöresel konut çalışmalarının tarihi oldukça yenidir. Yöresel/geleneksel Anadolu/Türk konutunun yaşama kültürünü ve bölgesel özelliklerini ortaya koyarak Anadolu’nun sahip olduğu konut birikimini yansıtmayı amaçlayan bu kitabın bu alandaki boşluğu doldurmaya aday.

  • Künye: Alev Erarslan – Anadolu’dan Yöresel Konut Kültürü Örnekleri, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, mimari, 143 sayfa, 2022

Barış Gür – Smyrna’dan Batı Dünyasına (2021)

Ülkesini temsil etmeye ya da ticaret yapmaya gelen Avrupalılar bir tutkuyla bağlanırdı İzmir’e ama en çok da geçmişine ve geçmişinde üretilmiş olan kıymetli eserlerine.

Öyle ki her gelen yabancı giderken bir parça kopartır alırdı kendisi için, bazıları okyanustaki bir kum tanesi gibi gelirdi bu kadim kente, bazıları ise büyük, yerine koyulması zor, can yakan parçalar kopartırdı.

Konsoloslar, demiryolu mühendisleri, din adamları, varlıklı koleksiyonerlerin temsilcileri ve daha niceleri İzmir’de geçirdiği günleri hiçbir zaman yeterli bulamaz ve her zaman daha uzun bir süre kalmayı ya da tekrar gelmeyi amaçlarlardı, ancak onlar için asıl unutulmaz olan İzmir’in köklü geçmişi ile toprağın altındaki ve üstündeki arkeolojik mirasıydı…

Avrupa’nın köklü müzelerinin kurulmasında ve envanterlerinin zenginleştirilmesinde İzmir kökenli eserlerin önemli bir yeri bulunurken söz konusu durum 17. yüzyıldan itibaren Avrupalı gezgin, tüccar ve konsolosların yoğun çabaları ile şekillenmiştir.

  • Künye: Barış Gür – Smyrna’dan Batı Dünyasına: Dünya Müzelerinin Oluşumunda İzmir’in Arkeolojik Mirası, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, müze, 160 sayfa, 2021

Cicero – L. Cornelius Balbus Savunması (2022)

Sertorius’a karşı yürütülen savaşlarda büyük bir cesaret sergilediği gerekçesiyle Pompeius tarafından vatandaşlıkla ödüllendirilen Balbus, iletişim kurmadaki üstün yeteneği ve verdiği güven sayesinde çok geçmeden Caesar ile çok sıkı bir dostluk kurmuştur.

Buna karşın Caesar adına birçok önemli faaliyetin altına imza atması, onun yükselmesinde büyük bir paya sahip olması ve Roma’daki politikayı şekillendirmesi gibi etmenlerden dolayı asıllar veya asiller olarak adlandırılabilecek optimates kesiminin hedefi haline gelmiş ve bunların teşviki sonucunda vatandaşlık hakkı mahkemeye taşındı.

Optimates kesimi ile triumviri üyeleri arasında bir hesaplaşmaya dönüşen bu davayı antik dönemin en ünlü avukatlarından biri olan Cicero savunmuş ve Balbus vatandaşlık hakkını korudu.

Cicero’nun savunma yöntemlerinin anlaşılmasını sağlayan güzel örneklerden biri olan bu eser, aynı zamanda Cumhuriyet Dönemi’nde yabancılara vatandaşlığın nasıl verildiğine ve ittifak antlaşmalarının içeriğine yönelik önemli bilgiler sunuyor.

  • Künye: Marcus Tullius Cicero – L. Cornelius Balbus Savunması (Pro L. Cornelio Balbo Oratio), çeviren: Mehmet Oktan, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, tarih, 167 sayfa, 2022

Faris Demir – Karatepe Azatiwataya (2022)

Demir Çağı’nda Adanawa (Adana) Ülkesinin kralı Azatiwata, Karatepe olarak bilinen yerde krallığını kurmuş ve bu yerleşime Azatiwataya adını vermişti.

Faris Demir, Karatepe’nin gizemler ve efsanelerle dolu dünyasını keşfediyor.

Demir Çağı’nda Adanawa Ülkesinin kralı Awariku’nun desteğini alan Azatiwata siyaset, savaş, entrika ve casusluk oyunlarının en zirvede olduğu bir dönemde bilgeliği, adaletli ve erdemli kişiliği ile ön plana çıktı.

Awariku’nun sürgüne gönderilmesi ve ölümünden sonra kral olan Azatiwata doğuda kan ve korku siyaseti üzerine kurulan Assur ve ünlü kralı II. Sargon, batıda zenginlik hırsı ile entrika, yalan ve komplolarla bölgeyi ele geçirme planları yapan Frig kralı Midas ve kuzeyde Assur’dan daha acımasız Kimmerler ile uğraşmak zorunda kalmış, bağlı olduğu hanedanlığı koruyarak kaos ve kriz ortamını en iyi şekilde yönetmişti.

Awariku’nun çocuklarını babalarının tahtına oturmasını sağlamış, kuzeydoğudan gelen yağmacı grupların ülkeye girmesini önlemek amacıyla bugün Karatepe olarak bilinen yerde krallığını kurmuş ve yerleşime Azatiwataya adını vermiştir.

Karatepe kendini ve karanlık bir dönemi yazı, resim yazısı ve resim dili ile anlatmaktadır.

Karatepe’nin gizemlerle dolu dünyasını keşfetmeye başladığımızda dileklerin ve efsanelerin gerçekleşmesinin kaçınılmaz olduğu bir kez daha hatırlanacaktır.

  • Künye: Faris Demir – Karatepe Azatiwataya: Tarihi Olaylar, Mimari Buluntular ve Yazıtlar Üzerine Notlar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, tarih, 190 sayfa, 2022

Mustafa Gürbüz Beydiz – Su ve Deniz Mitolojisi (2022)

Farklı toplumlardaki su tanrıları, yaratıkları ve mitleri hakkında arşivlik bir eser.

Mustafa Gürbüz Beydiz; Aborjin, Afrika, Çin, Hint, Hitit, Japon, Kızılderili, Mezopotamya, Mısır, Nors, Türk, Yunan ve Roma mitoslarında anılan su kökenli tanrıları, yaratıkları ve efsaneleri anlatıyor.

Su hayat mıdır yoksa ölüm mü? Bu soruya büyük bir çoğunluk elbette hayattır, diyecektir.

Belki de bir kısmınızın fikri bu kitabı okuduktan sonra değişecektir.

Gerçek şu ki su yaşamın temel kaynağıdır, su varsa hayat vardır ama bazı sularda da ölüm kol gezmiştir.

Anksiyetik dürtüler her zaman insanların zihinlerini bulandırmış ve hatta bu tür suyla ilişkili korkular psikoloji bilimi içinde limnofobi olarak adlandırılmıştır.

İnsanoğlu bundan dolayı çevresinde bulunan suları (göl, akarsu, deniz) kültleştirmiş ve onları mistik anlamda kişileştirmiştir.

Mitlerle gerçeküstü su canavarları yaratılmış, deniz yolculuklarında onlarla karşılaşılmaktan hep çekinilmiştir.

Her birinin ölüm getireceği endişesi inanışlara dönüşmüştür.

Seyahatler öncesi ve sonrasında belli başlı ritüeller düzenlenmiştir.

Onlardan korunmak amacıyla gemilerin pruvalarına oculus çizilmiş, gemibaş figürleri yerleştirilmiştir.

Hatta bu sulara ve canavarlarına kurban sunulmazsa kötülüklerinin kişilere musallat olacağı düşüncesine birçok mitosta karşılaşılmıştır.

Burada Aborjin, Afrika, Çin, Hint, Hitit, Japon, Kızılderili, Mezopotamya, Mısır, Nors, Türk ile Yunan ve Roma mitoslarında anılan su kökenli tanrılar, yaratıklar ve efsaneler alfabetik sırayla sunuluyor.

Böylece farklı toplumlarda anlatılan su tanrıları, yaratıkları ve mitleri tek kaynakta toplanmış, karşılaştırma yapma ve benzerlikler kurma imkânı sağlanıyor.

Kitapta ayrıca Ortaçağ portolanlarında görülen çeşitli deniz canavarları da anlatılıyor ki bunlar da, denizler ile suların ürkütücü yönlerini ortaya koymasıyla ayrıca dikkat çekiyor.

  • Künye: Mustafa Gürbüz Beydiz – Su ve Deniz Mitolojisi: Tanrılar, Yaratıklar, Efsaneler, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, mitoloji, 632 sayfa, 2022

H. Hande Duymuş Florioti ve Mert Yamaner – Eski Anadolu ve Mezopotamya Toplumlarında Müzik (2022)

Eski Mezopotamya ve Anadolu’da müziğin toplumsal rolü neydi?

Hande Duymuş Florioti ve Mert Yamaner, zengin kaynaklardan yararlanarak müziğin icrası ve işlevini çok yönlü bir bakışla irdeliyor.

Müziğin evrensel bir dil olmasında hiç şüphesiz tarih boyunca geçirmiş olduğu aşamaların da katkısı bulunuyor.

Her ne kadar toplumların, dünyayı ve çevrelerinde olup biteni algılama süreci ve şekli birbirinden farklı olsa da, bir kuş cıvıltısının verdiği huzur ya da akan bir nehrin çıkardığı ses her toplumda ortak bir ses/tını algısı oluşturmuş olmalıdır.

Belki de doğadaki sesleri taklit ederek başlayan bu serüven, her durakta bünyesine yeni şeyler alarak ilerlemiş ve tarih yolculuğunda hiç bitmeyecek bir olguya dönüşmüştür.

Hiç şüphesiz, müziğin kaderinde de kendisini yaratan toplumların üzerinde yaşadıkları coğrafya, toplumu oluşturan bireylerin kişisel tercihleri ve hatta atalardan devralınan hususlar da etkili olmuş olmalıdır.

Evet, hiç bitmeyecek bir serüvendir, müziğin serüveni…

  • Künye: H. Hande Duymuş Florioti ve Mert Yamaner – Eski Anadolu ve Mezopotamya Toplumlarında Müzik, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, arkeoloji, 176 sayfa, 2022

Hande Duymuş Florioti ve Tülay Deniz – Eski Mezopotamya ve Anadolu Toplumlarında Büyü (2022)

 

Eski Mezopotamya ve Anadolu toplumlarında büyünün toplumsal rolü hakkında özgün bir araştırma.

Kitap, iki toplumun büyüye bakışını karşılaştırmasıyla da dikkat çekiyor.

Eski Mezopotamya ve Anadolu’da yaşamış olan toplumların büyünün gücüne ve etkisine olan inançları, söz konusu toplumlara ait çivi yazılı metinlerden ve arkeolojik verilerden anlaşılıyor.

İnsana dair her şeyi kapsayan büyü, çoğunlukla doğumdan ölüme kadar olan yaşamın her safhasında kendisinden yardım beklenilen bir olgu olarak karşımıza çıkar.

Genel olarak çıkar amacı taşıyan büyü, avlanma, düşmanı yenme, çocuk sahibi olma, mal çoğaltma, hastalıklardan kurtulma, tabii olayları kontrol etme, korkuyla başa çıkma, ifritlerle mücadele gibi amaçlarla yapılırdı.

Hatta bu toplumlar “kara büyü” adını verdikleri kötü büyünün etkisinden korunmak için “ak büyü” adını verdikleri yeni büyüsel metotlar da geliştirip uygulamışlardı.

Bu kitaptan da görüleceği gibi, Mezopotamya’da büyünün ortaya çıkmasından sorumlu tutulanlar, insanlarla birlikte tanrıların temsilcisi olduğu düşünülen ifritlerdir.

Günlük hayatın birçok alanında karşımıza çıkan büyünün yeryüzündeki herhangi bir boşluktan ortaya çıkan bu ifritlerle tanrıların gazabını insanlara taşıdıklarına inanılırdı.

Bu noktada Mezopotamyalıların büyüye bakış açısı ile Anadolu’daki toplumların büyüye bakış açısı birbirinden ayrılıyor.

Hastalıkların insana verilme nedenini geçmişte yapılan kötülükler olarak gören Mezopotamya insanı hastalıklardan kurtulmak için de büyüyü kullandı.

Anadolu insanı ise büyünün insan eliyle yapıldığına inanırdı.

Bu temel ayrım, büyüyü def etme çabalarındaki farklı uygulama yöntemlerine de yansıdı.

Bununla birlikte büyü yapmak ya da yaptırmak, hem Eski Mezopotamya hem de Anadolu’da yaşamış toplumlarda hiçbir zaman iyi karşılanmadı.

Çıkarılan birçok kanun maddesi ile iki uygarlıkta da büyü yapanların cezalandırıldığı görülüyor.

  • Künye: H. Hande Duymuş Florioti ve Tülay Deniz – Eski Mezopotamya ve Anadolu Toplumlarında Büyü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, arkeoloji, 144 sayfa, 2022

Mehmet Özdoğan – 1960’lı Yılların Güneydoğu Anadolu’su (2022)

40 yıl boyunca Güneydoğu Anadolu’ya gidip gelmiş Mehmet Özdoğan Hocamızın bu kitaptaki izlenimleri, 1960’lı yılların Güneydoğu Anadolu’su üzerine altın değerinde bir kaynak.

Özdoğan’ın 1960’lardan itibaren anı, gözlem, izlenim ve bunlarla ilgili yorumlarını içeren Arkeoloji ve Sanat Yayınları olarak bir dizi halinde yayına hazırlanan üç eseri, öncelikle ülkemizin kazı ve araştırma tarihinin bir bölümünü belgeselleştirmesi açısından önemli kaynaklardı.

Eldeki eser ise 1964 yılı Mayıs ayı sonlarında Çayönü kazısına katılmak için, İstanbul’dan o yıllarda kömürle çalışan Kurtalan Ekspresi’yle Ergani’ye ulaşıncaya kadar kömür tozu soluyarak geçen 70 saatlik bir yolculuk sonrasında ilk kez tanıştığı Güneydoğu’yu konu alıyor.

Ağırlıklı olarak 1960’lı yıllarda Prof. Özdoğan’ın Güneydoğu Anadolu’daki gezilerde çektiği fotoğraflarla, kısmen o günlere ait anılarının titizlikle eşleştirilmiş bir derlemesidir.

Özdoğan, aynı yıl, Temmuz ayında Siirt Pervari Herekol Dağı’nda göçerlere gönüllü öğretmenlik yapmak için, ardından da bir arkadaşıyla kışın tam ortasında Gaziantep’ten Mardin’e ve Diyarbakır’a kadar bir uçtan öbür uca bölgeyi tanımak için Güneydoğu Anadolu’ya iki kez daha gitti.

Sonraki 40 yıl boyunca Güneydoğu Anadolu yolcusu olmuş; kazı, yüzey araştırması, gezi olarak bir yılın en az birkaç ayını bölgenin bir yerlerinde, çoğu kez yerel halkla iç içe geçirdi.

Birbirlerinden bağımsız, ayrı amaçlar, ayrı nedenlerle yaptığı geziler burada Özdoğan’ın arşivinde olan fotoğrafların akışına göre sıralanarak bize o yılların Güneydoğu Anadolu’sunu onun gözünden anıları çerçevesinde tüm ayrıntılarıyla aktarılıyor.

  • Künye: Mehmet Özdoğan – 1960’lı Yılların Güneydoğu Anadolu’su: İzlenimler, Yansımalar, Kazılar, Araştırmalar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, arkeoloji, 176 sayfa, 2022