Juan J. Linz – Başkanlığın Riskleri (2025)

Juan J. Linz, ‘Başkanlığın Riskleri’ (‘The Perils of Presidentialism’) adlı bu klasik metninde başkanlık sisteminin demokratik rejimler üzerindeki yapısal risklerine odaklanıyor. Parlamenter sistemle kıyaslandığında başkanlık sistemi, sabit görev süreleri ve sert kuvvetler ayrılığı nedeniyle siyasal krizlere daha açık hale geliyor. Linz’e göre başkanlık rejimi, hem yasama hem yürütme organlarının doğrudan halk tarafından seçilmesiyle ortaya çıkan meşruiyet ikiliği üzerinden, çatışmaları yapısal olarak içeriyor. Bu durum, özellikle toplumsal kutuplaşmanın yoğun olduğu ortamlarda demokratik dengeyi zedeliyor.

Başkanlık sisteminde lider, tek bir kişi olarak yürütmeyi temsil ediyor ve bu kişi sabit bir süre için seçiliyor. Bu yapı, uzlaşma kültürünü zayıflatıyor çünkü taraflar, yeni seçimlere kadar pozisyonlarını değiştirmek zorunda kalmıyor. Linz, özellikle Latin Amerika ülkelerinde başkanlık sisteminin sık sık otoriterliğe veya anayasal krizlere sürüklendiğini örneklerle gösteriyor. Başkanın güçlü halk desteğine sahip olması bile bu riski ortadan kaldırmıyor, aksine kişisel gücün denetlenmesini zorlaştırıyor.

Parlamenter sistem ise Linz’e göre daha esnek bir yapıya sahip bulunuyor. Hükümetler güvenoyu ile düşebiliyor, yeni koalisyonlar kurulabiliyor, lider değişimi sistem içinde çözülebiliyor. Bu esneklik, rejimin hayatta kalma kapasitesini artırıyor. Linz, başkanlık sisteminin “kazanan her şeyi alır” mantığıyla çalıştığını ve bu yüzden seçim sonuçlarının kaybeden taraf için daha yıkıcı etkiler doğurduğunu savunuyor. Bu özellik, kutuplaşma ve kurumların tıkanmasına neden oluyor. Linz’in eleştirileri, başkanlık sisteminin demokratik kırılganlıklara kapı aralayan doğasını açığa çıkarıyor.

  • Künye: Juan J. Linz – Başkanlığın Riskleri, çeviren: A. Asım Gökmen, Episteme Yayınları, siyaset, 60 sayfa, 2025

John Holt – Okulların Başarısızlığı (2024)

“Eğitim, kişinin kendisi için aldığı bir şeydir… başkasının ona verdiği ya da yaptığı bir şey değil…”

Evde eğitimin (homeschooling) “babası” olarak kabul edilen John Holt, bu kitabında eğitim kurumlarını sarsıyor ve ebeveynlere, çocuklarını eğitmenin daha iyi yolları olduğunu gösteriyor.

Okulların, çocuklarımızı nasıl başarısızlığa uğrattığına dair temel argümanlarını ortaya koyarken bu konuda neler yapılabileceğine dair ilham verici fikirler de sunuyor.

‘Okulların Başarısızlığı’, çocuklara bir şeyin nasıl öğretileceğine dair ilham veren deneme ve makalelerden oluşuyor.

Eğitimde neyin işe yarayıp yaramadığına dair Holt’un düşüncelerini ortaya koyan bu kitap, öğrenme ve okul arasındaki farkı da gözler önüne seriyor.

  • Künye: John Holt – Okulların Başarısızlığı, çeviren: Azer Leyal Varol, Episteme Yayınları, eğitim, 172 sayfa, 2024

Murray N. Rothbard – Devletin Anatomisi (2024)

Devlet yağmacı bir varlıktır; hiçbir şey üretmiyor, aksine üretim yapanların kaynaklarını çalıyor.

Murray N. Rothbard, bu görüşü Amerikan tarihine uyguluyor.

Peki bu tür bir organizasyon kendini nasıl sürdürebilir?

Politikalarına halk desteğini sağlamak için propagandaya girişmelidir.

Saray aydınları burada kilit bir rol oynuyor ve Rothbard, ideolojik yanıltıcılığın bir örneği olarak, nüfuzlu hukuk teorisyeni Charles Black Jr.’ın, Yüksek Mahkeme’nin saygı duyulan bir kurum haline gelmesi yolundaki çalışmasını aktarıyor.

Rothbard, bu kitapta devletin ne olduğunu ve ne olmadığını açıklıyor.

Ahlâkî olarak kabul ettiğimiz her şeyi nasıl ihlâl eden bir kurum olduğunu; “iyi niyet” kisvesi altında özgürlüğü nasıl sınırlandırdığını; özel hayatı, mülkiyeti ve toplumsal refahı nasıl tehdit ettiğini gösteriyor.

  • Künye: Murray N. Rothbard – Devletin Anatomisi, çeviren: Emre Turku, Burcu Turku, Episteme Yayınları, siyaset, 58 sayfa, 2024

Helen Pluckrose ve James Lindsay – Alaycı Teoriler (2022)

Dilin şiddet ve bilimin cinsiyetçi olduğunu hiç duydunuz mu?

Size hiç obez olmanın sağlıklı olduğu, biyolojik cinsiyet diye bir şeyin olmadığı veya sadece beyazların ırkçı olabileceği söylendi mi?

Bu fikirler kafanızı karıştırabilir.

Bunlar Batı toplumunun mantığına güçlü şekilde meydan okumaktadır.

Bu cesaretin nereden kaynaklandığını merak ediyor musunuz?

Helen Pluckrose ve James Lindsay, bu kitapta bu fikirleri besleyen dogmaların, Fransız postmodernizmindeki kaba kökenlerinden, aktivist akademik alanlardaki inceliklerine kadar nasıl bir evrim geçirdiğini gözler önüne seriyorlar.

Bugün bu dogmalar, ana akım medyada, sosyal medyada, üniversite amfilerinde ve kampüslerinde karşı konulamaz ilke ve değerler olarak kabul ediliyor: Bilgi sosyal bir inşadır; bilim ve akıl, baskı araçlarıdır; tüm insan etkileşimleri, baskıcı gücün oyun alanlarıdır ve dil tehlikelidir.

Pluckrose ve Lindsay’a göre bu Aydınlanma karşıtı inançların kontrolsüz çoğalması, sadece liberal demokrasi için değil, aynı zamanda modernliğin kendisi için de bir tehdit oluşturuyor.

‘Alaycı Teoriler’, uygulamalı postmodernizmin postkolonyal teori, queer teori, eleştirel ırk teorisi, dördüncü dalga feminizm, toplumsal cinsiyet çalışmaları, şişmanlık çalışmaları ve yetenekçilik gibi pek çok alandaki akademik yaklaşımlarını aşırı ve tutarsız bulmakta ve bunları eleştirmektedir.

  • Künye: Helen Pluckrose ve James Lindsay – Alaycı Teoriler: Aktivist Akademisyenler Nasıl Her Şeyi Irkla Toplumsal Cinsiyetle ve Kimlikle İlişkilendirir ve Bu Niçin Herkese Zarar Verir?, çeviren: İhsan Çapcıoğlu, Bahadır Metin ve Rüveyda Çınar, Episteme Yayınları, inceleme, 341 sayfa, 2022