1990’lar, çokkültürcülüğün liberal demokrasiler için umut kaynağı olduğu bir dönemdi. Farklı kimliklerin ve toplulukların tanınması, demokrasiyi daha güçlü ve daha meşru kılacak bir unsur gibi görülüyordu. Çeşitlilik, bir tehdit değil, ortak yaşamı besleyen bir zenginlik olarak sunuluyordu. Ancak bu iyimserlik kısa sürede yerini kuşkulara bıraktı. Daha on yıl geçmeden çokkültürcülüğün toplumları böldüğü, yurttaşlık bilincini zayıflattığı ve güvenliği tehdit ettiği iddiaları yükseldi. 2000’lerle birlikte, özellikle 11 Eylül sonrasında bu eleştiriler doruk noktasına çıktı ve çokkültürcülüğün öldüğü ilan edildi.
Bugün ise durum çok daha çelişkili görünüyor. Artan göç hareketleri, bölgesel çatışmalar ve küresel kültürel temaslar, çokkültürlü yaşamı geri dönülmez bir gerçeklik haline getiriyor. Farklılıklarla birlikte yaşamak artık bir tercih değil, çağımızın zorunlu koşulu olarak öne çıkıyor. Bu bağlamda Will Kymlicka’nın ‘Liberalizm, Topluluk, Kültür’ (‘Liberalism, Community, and Culture’) adlı eseri, birey ile topluluk arasındaki gerilimi anlamak için temel bir başvuru kaynağı niteliği taşıyor.
Kymlicka, liberalizmin yalnızca soyut haklardan ibaret olmadığını, özgürlüğün ancak bireylerin kendi kültürel kökleri içinde gerçeklik kazandığını savunuyor. Ona göre bireysel özerklik ile topluluk aidiyeti birbirine karşıt değil, birbirini tamamlayan unsurlar. Bu yaklaşım, demokratik toplumların günümüzün yakıcı sorunlarıyla başa çıkabilmesi için önemli kavramsal araçlar sunuyor. Kitap, özgürlük ve aidiyet arasındaki dengeyi düşünmek isteyenler için vazgeçilmez bir kaynak olarak öne çıkıyor.
- Künye: Will Kymlicka – Liberalizm, Topluluk, Kültür, çeviren: Hasan Ayer, Fol Kitap, siyaset, 344 sayfa, 2025



