Kazimir Maleviç – Süprematizm (2025)

Kazimir Maleviç’in bu çalışması, sanatçının süprematist düşüncesini yalnızca resim alanında değil, mekân, mimarlık ve kozmik bir estetik tasavvur içinde temellendirdiğini gösteren kurucu bir metin olarak öne çıkıyor. Özel tasarımıyla dikkat çeken kitap, Maleviç’in süprematizmi evrensel bir biçim dili haline getirme çabasını hem kuramsal hem de görsel düzlemde görünür kılıyor. Çalışma, kısa ama yoğun bir giriş metninin ardından yer alan otuz dört çizimle, sanatçının soyut form anlayışının mekânsal bir dünya kurma idealine yöneldiğini açık biçimde ortaya koyuyor.

Maleviç, süprematizmi siyah, renkli ve beyaz olarak üç gelişim evresi içinde ele alıyor ve bu evrelerin düzlem üzerinde gerçekleşen inşa sürecinden doğduğunu vurguluyor. Siyah Kare sonrasında biçim, nesneyi temsil eden bir araç olmaktan çıkıyor ve saf hareketin, enerjinin ve dinamizmin göstergesine dönüşüyor. Kare, daire, haç ve çizgi gibi temel biçimler, kompozisyon içinde yalnızca görsel öğe değil, yeni bir mekân deneyiminin yapı taşları olarak karşımıza çıkıyor.

Bu anlayışta süprematik form, faydacı yetkinliğin değil, eylemin ayrışan gücünün ifadesi haline geliyor. Biçim, bir organizma olmaktan ziyade hareketin izini süren bir yön gösterici gibi işliyor ve mekân içinde bir uçağın izlemesi gereken rota metaforuyla düşünülüyor. Böylece perspektif geleneğinin sona erdiği bir eşikte, algının ve mekânın köklü bir dönüşüm geçirdiği sezdiriliyor.

Kitap, Maleviç’in süprematizmi yalnızca bir sanat akımı değil, yeni bir dünya kurma girişimi olarak konumlandırdığını açıkça kanıtlıyor. Kuram ile biçim arasındaki kopmaz bağ burada somutlaşıyor ve modern sanatın nesne temsiline değil, saf duyumsama ve düşünceye dayanan yeni bir estetik düzlemde inşa edildiği güçlü biçimde ortaya çıkıyor.

  • Künye: Kazimir Maleviç – Süprematizm: Otuz Dört Çizim, çeviren: Aykut Köksal, Arketon Yayıncılık, mimari, 80 sayfa, 2025

Ebenezer Howard – Yarının Bahçe Kentleri (2025)

Ebenezer Howard’ın Garden bu ufuk açıcı eseri, modern şehircilik düşüncesinin en önemli dönüm noktalarından biri kabul ediliyor. Howard, 19. yüzyılın sonlarında hızla büyüyen sanayi şehirlerinin yarattığı sorunlara karşı yeni bir toplumsal ve mekânsal düzen öneriyor. Kentlerin kalabalık, kirli ve sağlıksız yapısına karşı, kırın doğallığını ve ferahlığını şehirlere taşıma fikrini ortaya atıyor. Bu yaklaşım, “bahçe-şehir” modelinin temelini oluşturuyor.

Howard’ın önerisi, nüfusun yoğunlaştığı metropollere alternatif olarak çevresi tarım arazileriyle çevrili, belirli bir nüfus sınırına sahip planlı şehirler yaratmak üzerine kurulu. Bu şehirler hem modern kentlerin ekonomik ve kültürel olanaklarını sunuyor hem de doğayla bütünleşmiş yaşam alanları sağlıyor. Bahçe-şehirlerde yeşil alanlar, sosyal kurumlar, toplu taşımaya dayalı ulaşım sistemleri ve işlevsel planlama öne çıkıyor. Böylece şehirler yalnızca barınma alanı değil, aynı zamanda toplumun ortak refahını destekleyen mekânlar haline geliyor.

Howard’ın vizyonu sadece mimari ya da şehircilik alanıyla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda sosyal reform niteliği taşıyor. Ona göre bu şehirler, bireylerin sağlıklı ve dengeli yaşam sürmesine, sınıfsal ayrımların azalmasına ve ekonomik fırsatların daha adil paylaşılmasına katkı sağlıyor. Bu bakış açısı, sosyal ütopya ile pratik planlamanın kesişiminde yeni bir kent modeli öneriyor.

‘Yarının Bahçe Kentleri’nde (‘Garden Cities of To-morrow’) geliştirilen fikirler, 20. yüzyıl boyunca şehircilik politikalarını derinden etkiliyor. İngiltere’de Letchworth ve Welwyn gibi bahçe-şehirler bu modelle kuruluyor ve tüm dünyada modern planlı şehirlerin esin kaynağı oluyor. Howard’ın düşüncesi, günümüzde sürdürülebilirlik, ekolojik denge ve toplumsal uyum tartışmalarında hâlâ geçerliliğini koruyor.

  • Künye: Ebenezer Howard – Yarının Bahçe Kentleri, çeviren: Selin Tosun, Arketon Yayıncılık, mimari, 156 sayfa, 2025

Bruno Zevi – Mimarlığı Görebilmek (2025)

Bruno Zevi, bu klasikleşmiş çalışmasında mimarlığı yalnızca biçim ve cephe üzerinden değerlendiren geleneksel bakış açısını eleştiriyor. ‘Mimarlığı Görebilmek’ (‘Saper Vedere l’Architettura’), mimarlığın yüzeysel görsel etkilerle değil, iç mekân deneyimiyle anlaşılması gerektiğini savunuyor. Zevi’ye göre bir binayı anlamak, onun içinden geçmeyi, hacmini hissetmeyi ve mekânsal örgüsünü kavramayı gerektiriyor. Mimarlık, dış görünüşten çok iç boşlukla ve bu boşluğun nasıl yaşandığıyla anlam kazanıyor.

Yeni baskısıyla raflardaki yerini alan kitap, mimarlığın yalnızca teknik bir disiplin değil, aynı zamanda zamana, kültüre ve insana dair bir anlatı biçimi olduğunu vurguluyor. Zevi, mekânın hareketle ve zamanla kurduğu ilişkiye dikkat çekiyor. Yapının bir sinema sahnesi gibi deneyimlendiğini, insanın hareket ettikçe algısının değiştiğini ifade ediyor. Bu anlayışla mimarlığı donuk bir nesne gibi değil, yaşayan bir organizma gibi ele alıyor. Böylece yapının iç mekânları, ışık kullanımı, geçiş alanları ve dolaşım kurgusu mimarlığın özü haline geliyor.

Bruno Zevi, özellikle klasik mimarlık anlayışını ve onun simetri, oran, anıtsallık gibi ilkelerini sorguluyor. Modern mimarlığın, mekânı özgürleştiren ve deneyime açık hale getiren yönünü öne çıkarıyor. Le Corbusier, Frank Lloyd Wright gibi mimarları bu bakışla değerlendiriyor. Kitap, mimariyi “görmeyi bilmek” için yalnızca gözle değil, bedenle ve zihinle algılamanın önemini anlatıyor. Böylece mimarlık, izlenen değil yaşanılan bir sanat haline geliyor. Zevi’nin yaklaşımı, mimarlık eleştirisine dinamik, insani ve çağdaş bir yön kazandırıyor.

  • Künye: Bruno Zevi – Mimarlığı Görebilmek, çeviren: Alp Tümertekin, Arketon Yayıncılık, mimari, 176 sayfa, 2025

Hasan Fethi – Birlikte İnşa Etmek (2025)

Mimarlık yalnızca estetik ya da elitlere özgü bir uğraş değil, halkın ihtiyaçlarına cevap veren yaşamsal bir araç olarak da şekilleniyor. Hasan Fethi, bu eserinde Mısır’daki Yeni Gurna köyünü merkeze alarak yoksul topluluklar için mimarlığın nasıl dönüştürücü bir güç haline gelebileceğini gözler önüne seriyor. ‘Birlikte İnşa Etmek: Yeni Gurna’nın Öyküsü’ (‘Architecture for the Poor: An Experiment in Rural Egypt’), geleneksel yapı teknikleriyle modern mimariyi birleştirerek halkın katılımını esas alan bir yaklaşımla köy planlamasını nasıl gerçekleştirdiğini anlatıyor. Beton ve çelik gibi pahalı ve yabancı malzemeler yerine, yerel halkın bildiği ve rahatça kullanabildiği kerpiç gibi doğal malzemelere yöneliyor.

Fethi’nin hedefi yalnızca ev inşa etmek değil, aynı zamanda köylülerin kendi barınma ihtiyaçlarını karşılayabilecek bilgi ve becerileri edinmesini sağlamak oluyor. Kitap boyunca sadece bir mimarlık deneyiminin değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal bir uyanışın öyküsü aktarılıyor. Fethi, tasarım sürecine köylüleri dahil ederek onların taleplerini dikkate alıyor. Bu yönüyle proje, dayatmacı planlamalara karşı bir alternatif sunuyor. Aynı zamanda toplumsal eşitsizliğe karşı bir duruş sergiliyor.

Hasan Fethi’nin yaklaşımı, mimarlığın bir sınıfa değil, tüm insanlara ait olduğunu savunuyor. Kitap, yalnızca mimar adaylarına değil, toplumsal adalet ve sürdürülebilir kalkınma ile ilgilenen herkese ilham veriyor. ‘Birlikte İnşa Etmek’, mimarlığın insani yüzünü hatırlatıyor.

  • Künye: Hasan Fethi – Birlikte İnşa Etmek: Yeni Gurna’nın Öyküsü, çeviren: Serpil Özaloğlu Merzi, Arketon Kitap, mimari, 320 sayfa, 2025

Georg Dehio, Aloïs Riegl – Restore Etmeyelim, Koruyalım! (2025)

‘Restore Etmeyelim, Koruyalım!’ başlığını taşıyan bu kitap, Georg Dehio ve Aloïs Riegl’ın, eski eserleri tamamlamaya, hatta yeniden inşaya odaklı restorasyon anlayışını eleştiren ve somut örnekler üzerinden tartışan metinlerini içeriyor.

Kitap, anıt koruma bilimi ve felsefesinin temellerini atan iki önemli metindir. Her iki yazar da, on dokuzuncu yüzyılda hızla gelişen restorasyon pratiklerine eleştirel bir yaklaşım getirerek, dönemin koruma anlayışını ve tarihsel mirasın geleceğe aktarılma biçimlerini derinden etkilemiştir. Dehio ve Riegl, anıtların sadece estetik değerlere sahip nesneler olmadığını, aynı zamanda tarihsel ve kültürel bir hafıza taşıdıklarını vurgularlar.

Dehio’nun eseri, on dokuzuncu yüzyıldaki anıt koruma çabalarının tarihsel gelişimini ve bu süreçteki kurumsal yapılanmaları inceler. O dönemde yaygın olan “stil birliği” ilkesine dayalı, çoğu zaman özgünlükten uzak restorasyon pratiklerine karşı çıkar. Dehio, anıtın yaşını ve geçirdiği değişikleri gösteren izlerin korunması gerektiğini, aşırı müdahalelerin eserin tarihsel değerini yok ettiğini savunur. Ona göre, bir anıtı restore etmek yerine, mevcut haliyle korumak ve yaşlılık izlerini de birer değer olarak kabul etmek esastır. Bu yaklaşım, koruma bilimine “özgünlük” ve “belgeleme” gibi kavramları kazandırmıştır.

Aloïs Riegl ise, anıt değerlerini felsefi bir zemine oturtur. Riegl, anıtların sahip olduğu farklı değer türlerini (tarihsel değer, yaş değeri, sanatsal değer vb.) detaylıca analiz eder. Özellikle “yaş değeri” kavramını öne çıkarır; yani, bir anıtın zamanla yıpranmışlığının, aşınmalarının ve bozulmalarının da kendi başına bir estetik ve tarihsel değer taşıdığını savunur. Bu yaklaşım, anıtın geçirdiği süreci ve ona dokunan zamanın izlerini koruma fikrinin temelini oluşturur. Riegl, restorasyonun, anıtın “yaş değerini” yok etme riski taşıdığına dikkat çeker.

Her iki yazar da, anıtların geçmişle gelecek arasında bir köprü olduğunu ve bu köprünün tahrip edilmemesi gerektiğini savunur. Onlar için koruma, yok olanı yeniden inşa etmekten ziyade, var olanı anlamak ve gelecek nesillere aktarmaktır. Dehio’nun pratik koruma anlayışı ve Riegl’in felsefi derinliği, anıt koruma prensiplerinin bugünkü halini almasında kilit rol oynamıştır.

Bu iki düşünürün eserleri, “Restore etmeyelim, koruyalım!” sloganıyla özetlenen bir felsefeyi temsil eder. Anıtların, sadece güzel yapılar veya sanat eserleri değil, aynı zamanda tarihi birer belge ve kültürel kimliğin taşıyıcıları olduğu fikrini pekiştirmişlerdir. Bu eserler, modern koruma etiğinin temel taşlarını oluşturarak, dünya miras alanlarının korunmasında uluslararası standartların geliştirilmesine de zemin hazırlamıştır.

  • Künye: Georg Dehio, Aloïs Riegl – Restore Etmeyelim, Koruyalım!, çeviren: Hüseyin Tüzün, Erdem Ceylan, Arketon Yayıncılık, mimari, 124 sayfa, 2025

Kolektif – Wittgenstein ve Mimarlık (2024)

Céline Poisson’un editörlüğünü yaptığı ‘Wittgenstein ve Mimarlık’, filozof Ludwig Wittgenstein’ın hayatının ve düşüncelerinin, özellikle de mimariye olan ilgisinin kesiştiği bir noktaya odaklanıyor.

Kitap, Wittgenstein’ın Viyana’da kız kardeşi için tasarladığı ve inşa ettiği ev projesini (‘Wittgenstein Evi’ olarak bilinir) merkez alarak, filozoftan beklenmeyecek bir alandaki yaratıcılığını ve düşünsel derinliğini ortaya koyuyor.

Kitap, Wittgenstein’ın felsefi çalışmalarındaki mantıksal kesinlik arayışının, mimari tasarımındaki detaylara verdiği önemle nasıl bir paralellik gösterdiğini inceliyor. Filozofun, dilin sınırları ve dünyayla ilişkimiz üzerine yaptığı derinlemesine düşüncelerin, ev tasarımı sürecinde nasıl somutlaştığını gösteriyor.

Wittgenstein’ın Mimarisi: Filozofun tasarladığı evin mimari özellikleri, kullanılan malzemeler ve iç mekân düzenlemesi detaylı bir şekilde inceleniyor.

Felsefe ve Mimari Arasındaki Bağ: Wittgenstein’ın felsefi düşüncelerinin, ev tasarımına nasıl yansıdığı ve bu iki disiplin arasındaki ilişki üzerine yeni bir bakış açısı sunuluyor.

Wittgenstein’ın Yaşamı ve Çalışmaları: Filozofun hayatının farklı dönemlerinde mimariye olan ilgisinin nasıl geliştiği ve bu ilginin felsefi çalışmalarına etkileri araştırılıyor.

Ev Tasarımının Sembolik Anlamı: Wittgenstein’ın evi, sadece bir yaşam alanı değil, aynı zamanda filozoftan beklenmeyecek bir sanatsal ve felsefi ifade biçimi olarak değerlendiriliyor.

Bu kitap, Wittgenstein’ı sadece bir filozof olarak değil, aynı zamanda yaratıcı ve multidisipliner bir düşünür olarak tanımamızı sağlıyor. Filozofun, felsefe ve mimari gibi farklı alanlardaki çalışmalarının birbirini nasıl beslediğini göstererek, düşünce dünyamızı genişletiyor.

  • Künye: Kolektif – Wittgenstein ve Mimarlık, editör: Céline Poisson, çeviren: Burcu Bilgiç, Arketon Yayıncılık, mimari, 213 sayfa, 2024

Vasili Kandinski – Sanatta Tinsellik Üzerine (2024)

Vasili Kandinski, 20. yüzyılın en önemli avangart sanatçılarından biridir.

‘Sanatta Tinsellik Üzerine’ adlı eseri, soyut sanatın temel ilkelerini ve Kandinski’nin sanatsal arayışlarını derinlemesine inceleyen bir manifesto niteliğinde.

Kandinski, sanatın evrensel bir dil olduğunu ve duyguları, düşünceleri ve ruhu doğrudan ifade edebileceğini savunur.

Soyut sanatın, nesnel dünyayı taklit etmek yerine, içsel duyguları ve deneyimleri dışa vurmanın bir yolu olduğunu vurgular.

Kandinski, renklerin ve formların psikolojik etkilerini ve sanat eserlerindeki ifade gücünü detaylı bir şekilde inceler.

Müzik ve sanat arasındaki derin bağlantıya dikkat çeker ve renklerin seslerle nasıl bir ilişki içinde olduğunu araştırır.

Sanatın sadece estetik bir deneyim değil, aynı zamanda ruhu besleyen ve dönüştüren bir araç olduğunu savunur.

Kandinski, soyut sanatın teorik temellerini atarak, bu sanat akımının gelişimine önemli katkılar sağlamıştır.

Sanatın psikolojik etkilerini inceleyerek, sanatın sadece görsel bir deneyim değil, aynı zamanda duygusal bir süreç olduğunu göstermiştir.

Renklerin psikolojik etkileri üzerine yaptığı çalışmalar, günümüzde de sanat ve tasarım alanlarında önemli bir referans kaynağıdır.

  • Sanat, nesnel dünyayı taklit etmek zorunda mıdır?
  • Renkler ve formlar nasıl duygular uyandırır?
  • Müzik ve sanat arasında nasıl bir ilişki vardır?
  • Sanat, insanın ruhunu nasıl etkiler?

‘Sanatta Tinsellik Üzerine’ soyut sanatın temel ilkelerini ve Kandinski’nin sanatsal vizyonunu anlamak için önemli bir kaynaktır.

Kitap, sanatın sadece görsel bir deneyim değil, aynı zamanda insanın iç dünyasıyla kurduğu bir iletişim olduğunu vurgular. Kandinski’nin bu öncü çalışması, 20. yüzyıl sanatına ve sanat teorilerine önemli etkiler yapmıştır.

  • Künye: Vasili Kandinski – Sanatta Tinsellik Üzerine, çeviren: Hüseyin Tüzün, Arketon Yayıncılık, sanat, 116 sayfa, 2024

Camillo Sitte – Sanatsal İlkelere Göre Şehirlerin İnşası (2024)

Camillo Sitte, 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan endüstriyel şehirleşmenin yarattığı düzensiz ve estetikten yoksun kentsel dokuya karşı bir tepki olarak bu kitabı kaleme aldı.

Kitap, kent planlama tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir ve günümüzde hala kent tasarımcıları ve mimarlar tarafından başvuru kaynağı olmaya devam ediyor.

Sitte, tarihi kentlerin karmaşık ve organik dokusunun, modern kentlerin düzenli ve geometrik planlarına göre daha yaşanabilir ve estetik olduğunu savunur. Eski kentlerin sokak ağları, meydanları ve binalarının birbirleriyle olan ilişkileri, modern kentlerin aksine, zengin bir görsel ve deneyimsel çeşitlilik sunar.

Sitte, kent meydanlarının kent hayatının merkezinde yer aldığını ve sosyal etkileşimleri teşvik ettiğini vurgular. Meydanlar, sadece trafik akışını düzenleyen noktalar değil, aynı zamanda insanların bir araya gelerek sosyalleştiği, kültürel etkinliklerin gerçekleştiği ve kent kimliğinin belirlendiği önemli alanlardır.

Sitte, kent planlamasında doğal topografyanın önemini vurgular. Yer şekilleri, bitki örtüsü ve su kaynakları gibi doğal unsurlar, kentlere özgün bir karakter kazandırır ve kent dokusunu zenginleştirir.

Sitte, kentlerin görsel olarak zengin ve sürekli değişen bir deneyim sunması gerektiğini savunur. Sokakların dolambaçlı olması, binaların farklı yüksekliklerde ve ölçeklerde olması, kent manzaralarının sürekli değişmesini sağlar ve kent hayatını daha ilgi çekici hale getirir.

Sitte, tarihi binaların kent kimliğinin önemli bir parçası olduğunu ve korunması gerektiğini vurgular. Tarihi binalar, bir kentin hafızasını taşır ve yeni yapılaşmalarla uyumlu bir şekilde korunarak kentlerin karakteri güçlendirilebilir.

Sitte’nin fikirleri, özellikle 20. yüzyılın başlarında Avrupa ve Amerika’da kent planlama alanında büyük bir etki yarattı. “Güzel şehir” hareketinin öncülerinden biri olan Sitte, kentlerin sadece işlevsel değil, aynı zamanda estetik ve kültürel değerlere sahip olması gerektiğini savunmuştur. Onun fikirleri, modern kentlerin monoton ve cansız yapısına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış ve kent planlamacılarını tarihi dokuyu koruyarak daha yaşanabilir kentler oluşturmaya teşvik etmiştir.

  • Künye: Camillo Sitte – Sanatsal İlkelere Göre Şehirlerin İnşası, çeviren: Hüseyin Tüzün, Arketon Yayıncılık, mimari, 116 sayfa, 2024

Peter Collins – Modern Mimarlıkta Değişen İdealler (2024)

Yirminci yüzyılın en büyük mimarlık tarihçileri arasında yer alan Peter Collins (1920-1981), modern mimarlığın 1750’den 1950’ye ulaşan öyküsünü, Modern Mimarlıkta Değişen İdealler başlıklı, son derece kapsamlı çalışmasında ele alıyor.

Kenneth Frampton’ın “Avrupa mimarlığının köklerinin çok yönlü bir yorumu” olarak tanımladığı çalışma, modern hareketin oldukça geniş bir dönemi kapsayan ideolojik bir tarihçesini sunuyor.

Baştan sona keskin bir eleştirel yaklaşımla ele alınan Collins’in kitabının ufuk açıcı özgünlüğü, modern mimarlığın son iki yüzyıllık evriminde strüktürel biçimin oynadığı belirleyici rolü sorgulayışından ileri gelir.

Collins’in çalışması, çağdaş Avrupa mimarlığının köklerinin ve bu gelişmelerin Batı kültürünün bütünü üzerindeki sonuçlarının çok yönlü bir yorumudur.

Yeninin başlangıcını, tarihin kendi başına epistemik bir disipline dönüşmesiyle belirler.

Bu dönüşüm, Voltaire’in Le Siècle de Louis XIV isimli eseriyle 1751’de ortaya çıkan, tarihsel yöntemin icadıyla gerçekleşmişti.

Değişen İdealler, Greko-gotik gelişim çizgisini takip etmekle beraber, tekniğin yapı üretimi ve mimari biçim üzerindeki belirleyici etkisini de dikkate alır.

Collins, 1750 ile 1850 yılları arasında ortaya çıkan çeşitli canlandırmacı üslupları inceledikten sonra, dikkatini tekno-bilimsel ilerlemelerin tetiklediği farklı türden ‘işlevselci analojilere’ yöneltmişti.

Bunlar, kuramcıların mimari biçim yaratımında yeni bir temele ulaşmak için başvurdukları biyolojik, mekanik, gastronomik ve dilbilimsel benzeşimlerden oluşuyordu.

Collins, teknolojinin gelişimine ampirik bir ilgi besler.

Mimarların uyum sağlamaları beklenen zamanların hızlı değişen kısıtlarıyla her defasında baş edebilme hallerini de duyarlılıkla takdir eder.

Ancak klasik ruha inancı, amansız eleştirisini tüm bunlara rağmen sürdürmüştü.

  • Künye: Peter Collins – Modern Mimarlıkta Değişen İdealler (1750-1950), çeviren: Hale Gönül, Arketon Yayıncılık, mimari, 432 sayfa, 2024

Robert Fishman – Yirminci Yüzyılda Kent Ütopyaları (2024)

Robert Fishman’ın, ‘Yirminci Yüzyılda Kent Ütopyaları’, Ebenezer Howard, Frank Lloyd Wright ve Le Corbusier’nin ideal kent tasarılarını ele alıyor.

Modern teknolojinin gücü ve güzelliği ile sosyal adalete dair en aydın fikirleri en iyi şekilde yansıtan yirminci yüzyılın ideal kenti nasıl bir kenttir?

Robert Fishman, 1890 ila 1930 yılları arasında, üç plancının, Ebenezer Howard, Frank Lloyd Wright ve Le Corbusier’nin bu soruyu nasıl cevaplamaya çalıştıklarını irdeliyor.

Bu plancılardan her biri, yalnız başına başladığı çalışmalarında, genel planından oturma odasının düzenine kadar yeni kenti her yönüyle ele alan yüzlerce maket ve çizim üretti.

Fabrikalar, ofis binaları, okullar, parklar, ulaşım sistemleri için hazırladıkları detaylı planlar, kent formunun devrimci bir biçimde yeniden yapılandırılmasıyla bütünleştirilmiş, kendi içlerinde yenilikçi tasarımlardı.

Howard, Wright ve Le Corbusier toplumların yeni kentlere ihtiyacı olduğuna inanmışlardı.

Toplumsal çatışma ve sefalet içinde yüzen eski kentler kendi hallerine bırakıldığı takdirde medeniyet açısından doğuracakları sonuçlardan büyük bir korku duyuyorlardı.

Aynı zamanda, kentlerin radikal bir şekilde yeniden inşa edilmesiyle, yalnızca içinde bulundukları dönemin kentsel krizine değil toplumsal krize de çözüm getirileceği fikrinden ilham almışlardı.

İdeal kentlerinin bütünlüklü tasarımı, kapsamlı programlar yapma ve kent planlamanın ilkeleri üzerine etraflıca düşünme zamanının geldiğine dair inançlarını yansıtıyordu.

Aşamalı ıslah olasılığını reddediyorlardı.

Eski kentlerin iyileştirilmesini değil, kentsel çevrenin bütünüyle dönüştürülmesini amaçlıyorlardı.

Robert Fishman, ‘Yirminci Yüzyılda Kent Ütopyaları’nda, üç plancının bu olağanüstü serüvenini tüm boyutlarıyla işliyor.

  • Künye: Robert Fishman – Yirminci Yüzyılda Kent Ütopyaları: Ebenezer Howard, Frank Lloyd Wright ve Le Corbusier, çeviren: Duygu Toprak, Arketon Yayıncılık, mimari, 296 sayfa, 2024