Jürgen Malitz – Nero (2025)

Jürgen Malitz’in bu çalışması, Roma tarihinin en tartışmalı figürlerinden birinin yaşamını abartılardan arındırarak yeniden değerlendiriyor. İulius-Claudius hanedanının son temsilcisi olan Nero’nun çocukluğundan imparatorluğa uzanan yolculuğu, annesi Agrippina’nın politik manevraları, hanedanın iç rekabetleri ve dönemin güç ağları üzerinden okunuyor. Malitz, Nero’nun gençlik yıllarında gösterdiği olgunluğu, senatoyla ilişkilerini ve danışman çevresindeki iktidar mücadelelerini ayrıntılandırarak onun yalnızca bir tiran olarak hatırlanmasının basit bir indirgeme olduğunu vurguluyor.

Nero’nun annesini öldürtmesi, rakiplerini tasfiye etmesi ve Hıristiyanlara yönelik zulmü, tarih yazımında öne çıkan karanlık mirasın temel başlıkları olarak biliniyor. Ancak Malitz, Tacitus ve Suetonius gibi kaynakları dikkatle yeniden yorumlayarak bu anlatıların ardındaki siyasi motivasyonları, imparatorluk içindeki çıkar çatışmalarını ve propaganda etkilerini ortaya çıkarıyor. Nero’nun sanata, mimariye ve gösterilere verdiği güçlü desteğin yanı sıra, erken döneminde halk arasında kazandığı popülariteyi de göz ardı etmeyerek daha dengeli bir portre çiziyor.

Eserde, büyük Roma yangını, doğu ve batı eyaletlerindeki politik gelişmeler, senatoyla yaşanan gerilim ve imparatorluğun kültürel dönüşümü geniş bir çerçevede ele alınıyor. Malitz’in yaklaşımı, Nero’nun kişisel zaafları ile politik becerilerini birlikte değerlendirirken, onun karmaşık karakterini tarihsel bağlamıyla ilişkilendiren bütünlüklü bir okuma sunuyor. Böylece kitap, hem tartışmalı bir hükümdarın biyografisini hem de İmparatorluk Çağı’nın siyasal ve toplumsal dinamiklerini kavramak için güvenilir bir başvuru niteliği taşıyor.

  • Künye: Jürgen Malitz – Nero, çeviren: Deniz Berk Tokbudak, Doruk Yayınları, biyografi, 160 sayfa, 2025

Alper Öztaş – SSCB’de Sosyalizmin Çözülüşü (2025)

Alper Öztaş’ın ‘SSCB’de Sosyalizmin Çözülüşü: Komünistlerin Marksizm ile Sınavı’ adlı çalışması, üretim biçimlerinin tarihsel dönüşümünü ve bu dönüşümlerin ortaya çıkardığı kavramsal dünyayı merkeze alıyor. Feodal düzenin çözülüşü nasıl kapitalizmin kendine özgü ekonomik kategorilerini yarattıysa, kapitalizmin yerleşmesi de bugünün doğal kabul edilen piyasa, meta, değer ve para gibi kavramlarını görünür kılmıştı. Kapitalist üretim tarzı tarih sahnesine çıktığında, önceki dönemin düşünce ufkunda imkânsız görünen olguları somut gerçeklikler haline getirmişti.

Öztaş, 1917 Ekim Devrimi’ni de benzer bir tarihsel kırılma olarak ele alıyor: kapitalizmin çürüyen yapısını aşma iddiasıyla sosyalist üretim ilişkilerinin kurulması. Ancak sosyalist inşa süreci, bu yeni üretim tarzının kendi kavram ve kategorilerini yaratması gerektiği gerçeğini göz ardı etti. Kapitalizmin ekonomik yasalarını daha adil, daha eşitlikçi bir biçime dönüştürerek sosyalizmin hizmetine sokma düşüncesi, devrimci kopuşun özünü zayıflattı. Oysa her yeni üretim biçimi yalnızca eski kavramları dönüştürmez; kendi özgün düşünsel çerçevesini de yaratır ve bu çerçeve üretimin örgütlenişini yeniden biçimlendirir.

Yaklaşık yetmiş yıl süren Sovyet sosyalist deneyiminin çözülüşü, Öztaş’a göre tam da bu teorik ve pratik çelişkiden doğdu. Kitap, SSCB’deki sosyalizmin yükseliş ve dağılma sürecini Marksist yöntemle inceleyerek, işçi sınıfının yeniden ayağa kalkması için bilimsel bir tartışma alanı açmayı amaçlıyor. Devrimin neden tökezlediğini anlamak ve aynı hataların tekrarlanmamasını sağlamak için, üretim tarzlarının tarihsel mantığını ve sosyalist inşanın özgün gerekliliklerini yeniden düşünmeye çağırıyor.

  • Künye: Alper Öztaş – SSCB’de Sosyalizmin Çözülüşü: Komünistlerin Marksizm ile Sınavı, Doruk Yayınları, siyaset, 347 sayfa, 2025

Zeki Tez – Lezzetin Tarihi (2025)

 

Zeki Tez, sofralarımızdaki sıradan görünen yiyecek ve içeceklerin ardındaki olağanüstü yolculuğa ışık tutuyor. Patatesten kahveye, makarnadan zeytinyağına uzanan bu serüven, sadece bir damak zevki değil, aynı zamanda insanlığın tarih boyunca kurduğu bağların ve anlamların da izlerini taşıyor. Her lokma, kültürel bir şifre gibi geçmişin derinliklerinden günümüze ulaşan bir anlatıya dönüşüyor.

Bu yolculukta yalnızca damak tadının değil, kültürlerin, inançların, ritüellerin ve tabuların da izlerine rastlıyoruz. Tereyağını kutsal sayan uygarlıklardan, lahana yemeyen Yezidîlere; aşure ile Nuh Tufanı arasındaki gizemli bağlantı, Vikinglerin “kafatası” diyerek kadeh tokuşturmasına uzanan ilginç bilgiler, şaşırtıcı detaylar ve unutulmuş geleneklerle dolu bir anlatı…

Tez’in kitabı, basit sorularla büyük cevapların peşine düşüyor:

  • İlk yemek nasıl pişirildi?
  • Yoğurt neden sağlığın ve uzun ömrün sembolüydü?
  • Halil İbrahim sofrası neyi temsil eder?
  • Kahveyi ilk kim içti?
  • Patatesin “uğursuz” sayılmasının ardında ne vardı?
  • Ve tütün içmenin casuslukla ilişkilendirildiği o ilginç ülke hangisiydi?

Bu eser, yalnızca tarih meraklılarına değil, gündelik yaşantının arka planını anlamak isteyen herkese sesleniyor. Yemek aracılığıyla insanlık tarihinin izlerini sürmek, hem bilgiyle hem de şaşkınlıkla dolu bir deneyim sunuyor. Her lokmanın ardındaki hikâyeye kulak vermek isteyenler için bu kitap, keşfe değer bir lezzet arşivi.

  • Künye: Zeki Tez – Lezzetin Tarihi, Doruk Yayınları, yemek, 470 sayfa, 2025

Peter Conrad – Modern Zamanlar Modern Mekânlar (2025)

Peter Conrad’ın ‘Modern Zamanlar Modern Mekânlar: Devrim, İnovasyon ve Radikal Dönüşümler Yüzyılında Hayat ve Sanat’ (‘Modern Times, Modern Places: Life and Art in the 20th Century’) adlı kitabı, 20. yüzyılın çalkantılı tarihini ve bu döneme damgasını vuran sanat ve yaşam arasındaki karmaşık ilişkiyi inceler. Conrad, kitabı kronolojik bir akış yerine tematik bir yaklaşımla ele alarak, yüzyılın ruhunu ve çeşitli yönlerini okuyucuya sunar. Kitap, savaşlar, toplumsal değişimler, teknolojik ilerlemeler ve kültürel patlamalarla dolu bu dönemi, edebiyat, resim, müzik, sinema, mimari ve felsefe gibi farklı sanat disiplinleri aracılığıyla mercek altına alır. Yazar, modernizmin yükselişinden postmodernizmin ortaya çıkışına kadar uzanan geniş bir yelpazede, sanatçıların ve düşünürlerin bu yeni dünyayı nasıl algıladığını, yorumladığını ve yeniden şekillendirdiğini gösterir.

Conrad, dönemin ruhunu yakalamak için belirli şehirleri ve mekanları birer ayna gibi kullanır; örneğin, Paris, Berlin, New York gibi metropollerin, modern yaşamın ve sanatın nasıl birbiriyle iç içe geçtiği ve birbirini nasıl etkilediği üzerine derinlemesine analizler sunar. Kitap, bireyin modern dünyadaki yerini, kimlik arayışlarını, teknolojinin insan üzerindeki etkilerini ve kitle kültürünün yükselişini ele alırken, bu konuların sanat eserlerinde nasıl yansıtıldığını çarpıcı örneklerle açıklar. Yazar, Picasso’nun tablolarından Joyce’un romanlarına, Stravinsky’nin bestelerinden Chaplin’in filmlerine kadar geniş bir kültürel panorama çizer. Bu eserlerin, modern insanın kaygılarını, umutlarını ve çelişkilerini nasıl ifade ettiğini, bazen rahatsız edici, bazen de ilham verici bir şekilde ortaya koyar. Conrad’ın anlatımı, sadece sanatsal akımların bir dökümü olmakla kalmaz, aynı zamanda bu akımların toplumsal ve siyasi olaylarla nasıl iç içe geçtiğini, birbirini nasıl beslediğini ve dönüştürdüğünü de başarılı bir şekilde aktarır. Yazar, modernizmin getirdiği yenilikçilik arayışını, geleneksel değerlerin yıkılışını ve geleceğe duyulan belirsizliği, zengin edebi bir dille işler. Kitap, 20. yüzyılın karmaşık ve çok katmanlı yapısını anlamak isteyenler için kapsamlı bir rehber niteliğinde. Conrad, dönemin ruhunu, sanatın ve yaşamın birbirine nasıl ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğunu göstererek, okuyucuyu zihinsel bir yolculuğa çıkarıyor.

  • Künye: Peter Conrad – Modern Zamanlar Modern Mekânlar: Devrim, İnovasyon ve Radikal Dönüşümler Yüzyılında Hayat ve Sanat, çeviren: Argun Abrek Canbolat, Doruk Yayınları, inceleme, 944 sayfa, 2025

Ramil Aliyev – Matematiksel Mitoloji ve Folklor (2024)

 

‘Matematiksel Mitoloji ve Folklor’, dünyada bu konuda yazılmış ilk eserdir.

Bu nedenle ilk defa böyle bir kitap okuyacaksınız.

Bilimler arası entegrasyona adanan bu çalışmada, mitolojinin öğrenilmesi sırasında matematiksel bilgiyi mitolojik dünya görüşü ve folklor metinlerine uygulama sorunları incelendi.

Ramil Aliyev bu kitabında, atalarımızın matematiksel-mitolojik dünya görüşünü, modern algoritmalara dayanan erken bir dijital matematiksel-geometrik dünya görüşü sistemi şeklinde ortaya çıkarmak gibi çetin bir işe girişti.

Matematiksel folklor metinlerine dayanarak matematiksel mitolojiyi bir bilim olarak düşündü ve muhteşem bir yapıya sahip bu monografiyi ortaya çıkardı.

Kitap, aynı zamanda Azeri halk bilimcilerimizin matematiksel düşüncelerini eserlerine göre analiz etmekte ve Azeri bilim insanlarının matematiksel düşünceleri ve matematiksel folklor çalışmalarının gelişimine dayalı olarak folklor metinlerindeki matematiksel modellerin bilimsel bir açıklamasını sunmaktadır.

  • Künye: Ramil Aliyev – Matematiksel Mitoloji ve Folklor, Doruk Yayınları, mitoloji, 216 sayfa, 2024

İsmail Sarp Aykurt – Sporun Alternatif Tarihi (2023)

Bu özgün inceleme, çok dile getirilmese de önemli bir sportif, toplumsal ve tarihsel kesiti konu ediniyor ve o “pek bahsedilmeyen” dünyadan bakarak bir tarih yazımı denemesine girişiyor.

Öte yandan, kitap boyunca bu anlatıya eşlik eden, ondan beslenen pek çok özgün spor makalesi de egemen kapitalist sporun “popüler” kısmına eleştirel bir müdahalede bulunuyor.

Çalışma, sporun bilinenin aksi yönde de bir tarih, birikim ve deneyime sahip olduğunun altını çizerken bunu rutin olan ile ritüele dönüşeni aktararak ve fakat bu ikisinin reddiyesini vurgulayarak yapmayı deniyor.

İçerisinde özgün bir tarih anlatısı, klasik spor içeriklerinin dışına taşan makaleler ve özel bir söyleşinin de bulunduğu kitap, sporun alışılmış teamüllerinin ötesine geçiyor.

Kitap en kısa haliyle, egemen spor ideolojisinde “rutin” olanın, yine egemenlerce “ritüele” dönüştürülenin, sınıfsal bir “reddiyeye” ihtiyaç duyduğunu işaret ediyor; sporun alternatif, toplumsal ve “gölgede bırakılan” sınıfsal izlerini merak edenleri birlikte sorgulamaya çağırıyor.

  • Künye: İsmail Sarp Aykurt – Sporun Alternatif Tarihi: Rutin, Ritüel, Reddiye, Doruk Yayınları, spor, 528 sayfa, 2023

Teğmen Selim Bey – Bir Türk Subayının Sefer Defteri (2023)

Osmanlı ordusunda I. Mızraklı Süvari Alayının bir subayı olan Teğmen Selim Bey, Fransa’da bir hava kuvvetleri subayı olarak eğitime gönderilmesini beklerken kendisini birdenbire savaşın içinde buluyor.

İstanbul’dan Süloğlu’na geliyor (6 Ekim 1912).

Oradan, Bulgarlarla çatışa çatışa, geri çekile çekile Çatalca’ya, oradan da İstanbul’a dönüyor.

Tuttuğu günlükleri Paris’te Fransızca olarak yayımlatıyor (1913).

Teğmen Selim Bey, yalnızca yaşadığı olayları, tanıklıklarını aktarmakla yetinmiyor, aynı zamanda Osmanlı’nın çöküşü ve bugün de hâlâ çağdaş uygarlık düzeyine ulaşamayışımız hakkında da bize ışık tutan önemli saptamalarda bulunuyor:

“Kimi benden su istiyor, kimi ekmek… Emir erimle mataralarımızı ve eyer kuburlarımızı boşaltıyoruz. Hiçbir şeyim kalmadı ve bana hâlâ yalvarıyorlar. Bu bahtsızlara cesaretlerini toplamalarını, hasta arabası bulacakları Hasköy’e kadar sürüklenmelerini söylüyorum. Zavallılar! Bu yiğit insanlardan kim bilir kaçı yalnızca yaralarından değil, açlıktan ve bakımsızlıktan ölmek için orada kaldı…”

“Yol –atlarımızın dizlerinin üstüne kadar çamura battıkları bataklığa bu adı verebilirsek– sahipleri tarafından ağırlıklarını hafifletmek için rasgele atılmış her çeşitten araç gerece bakarak seçilebiliyordu. Ordumuzun yollara ektiği tüm bu malzeme, zavallı milletimizden acımasızca sökülüp alınan milyonlarca vergiyi temsil etmektedir. Yalnızca Alman markalarını görüyoruz ve her an borçlarımızın Berlin’de yutulduğunu düşünüyorum. Kalbimde aşırı bir öfke var ve bu öfkenin kendimde olduğu gibi herkeste olmasını istiyorum… Felaketlerimizin büyük bir bölümünün sorumluluğu bizde, yani Türk ordusunun subaylarındadır. Milletin ekmeğini yedik ve ona bizden beklediği hizmetleri verebilecek kapasitede değiliz. Barış zamanlarında savaşa nasıl hazırlanacağımızı bilmiyorduk, bizi doğrudan ilgilendirmeyen şeylerle meşguldük; Türkiye’yi bir anayasa vererek kurtardığımıza inandık, ama asıl görevimiz olan güçlü ve eğitimli bir ordu yaratmak üzerine her zaman düşünmedik.”

  • Künye: Teğmen Selim Bey – Bir Türk Subayının Sefer Defteri: Mızraklı Süvari Teğmen Selim Bey’in Günlükleri (Ekim–Aralık 1912, Süloğlu’dan Çatalca’ya), çeviren: A. Kadir Paksoy, Doruk Yayınları, anı, 104 sayfa, 2023

Ertuğrul Önalp – Türklerin Esiri Cervantes (2023)

Bu kitap, esas olarak Cervantes’in hayatını ve eserlerini anlatıyor, bunun yanı sıra XVI. yüzyılın Akdeniz tarihinde önemli bir yeri olan Türklerle İspanyolların savaşlarını da ele alıyor.

Osmanlı-İspanyol hâkimiyet mücadelesinin çatışma alanları Akdeniz, Mağrip ve Orta Avrupa’ydı.

Bu iki imparatorluğun çatışması, askerlik mesleğini seçen Cervantes’in kaderini etkiledi.

1575’te terhis olduktan sonra sivil hayata adım atmak üzere Napoli’den İspanya’ya deniz yoluyla dönerken gemisi Fransa ile İspanya karasuları arasındaki Las Tres Marías adlı bir mevkide Cezayirli deniz gazileri tarafından zapt edildi ve diğer esirlerle birlikte zincire vurularak Cezayir’e götürüldü.

Orada beş yıl boyunca Türklerin esiri olarak yaşayan Cervantes’in, ülkesine o kadar yaklaşmışken esir düşmesi kendisi için büyük bir talihsizlikti.

Ama Türk ve İspanyol müşterek atasözünün de işaret ettiği gibi “Her şerde bir hayır vardır.”

Bu beş yıllık esaret ona diğer yazarlara pek nasip olmayan bir tecrübe ve bilgi birikimi kazandırdı ve Türkler ile İslamı yakından tanımasını sağladı.

Nitekim İspanya’ya döndükten sonra bu birikimler sayesinde birbirinden ilginç eserler meydana getirecektir.

Ertuğrul Önalp, Cervantes’in yapıtlarını inceliyor, yazarın Türkler ve İslam hakkında neler yazmış olduğunu kapsamlı bir biçimde ortaya koyuyor.

  • Künye: Ertuğrul Önalp – Türklerin Esiri Cervantes: XVI. Yüzyıl Akdeniz Dünyasından Bir Kesit, Doruk Yayınları, tarih, 336 sayfa, 2023

Alper Öztaş – Bookchin Kuramının Marksist Eleştirisi (2023)

“Özgürlükçü sosyalist” bir temelde “ekolojik bir toplum” yaratma iddiasında olan Bookchin kuramı, “diyalektik doğalcılık” olarak adlandırdığı yöntemi üzerinden Marksizmi de eleştirerek düşünce alanımıza girdi.

Kürt özgürlük hareketinin sahiplenmesi ile Bookchin kuramı daha da yoğun olarak tartışılır oldu.

Bu kısa kitapta, Bookchin kuramının temelleri, Marksizmin bilimsel referansıyla eleştiriliyor.

Kuramsal bir tartışmanın önü açılırken hem Bookchin’in yanılgısı serimleniyor hem de Marksist kuram, kaba materyalizm örtüsünden sıyrılıp kullanılıyor.

Alper Öztaş’a göre, yeni bir toplumsal kuruluş, Bookchin’in söylediği gibi, “hiyerarşinin” ortaya çıkmasıyla başlayan “özgürlük-tahakküm” çatışmasının içinde devinen bir mücadelenin eseri olmayıp, “üretimin gelişmesindeki belli tarihsel evrelere bağlı olarak” oluşan sınıfların savaşımı içinde verilen mücadelenin eseri olacaktır.

Kitapta, Bookchin’in, kuramını oluştururken ayağını bastığı bu düşünsel zeminin yanlışlığı açıklanmaya ve diyalektik tarihsel materyalizm ekseninde doğru kuramsal perspektif kurulmaya çalışılıyor.

  • Künye: Alper Öztaş – Bookchin Kuramının Marksist Eleştirisi, Doruk Yayınları, felsefe, 168 sayfa, 2023

Oğuz İnel – Pharmakon (2023)

‘Pharmakon’ felsefenin merkezinde yer almış kimi kavramları yeniden yorumlayan ilgi çekici bir eser.

Oğuz İnel kaygının doğası, ölüm korkusu, arzunun paradoksu ve aşk kavramlarını mitoloji ve bilimden de ilham alarak irdeliyor.

Yazar, söz konusu kavramları iki bölümde inceliyor.

Birinci bölümde aşk, arzu, ölüm ve kaygı, ikinci bölümde ise zaman, Tanrı ve özgürlük kavramları üzerinde durulmuş.

Birinci bölümdeki kavramlar “varoluşsal”, ikinci bölümdekiler ise “metafizik” kavramlar.

  • Künye: Oğuz İnel – Pharmakon, Doruk Yayınları, felsefe, 128 sayfa, 2023