Birgül Ayman Güler – Devlet Bilimi (2023)

Devlet toplumsal varlığın birincil ürünüdür.

Kişilerden ve kurumlardan ibaret bir şekilsizlik değil, kendi başına bir bütün ve maddi bir nesnedir.

O yüzden bilim için dört başı mamur bir konu oluşturur.

Buna karşın çağımızda devleti konu edinmiş kendi başına bir bilim dalı olmaması tuhaftır.

Oysa çağın gerekleri devletten kaçışmakla karşılanamaz.

Devleti nesnel değil öznel fikirler yumağı saymakla, hatta devlet diye bir nesne olmadığını ileri sürmekle, her kültürü kendi içine kapatıp devletin genel doğasını araştırmaktan vazgeçmekle olmaz.

Devlet olgusu, toplumsal gelişimin yasalarından hareketle bilimsel açıklamalar yapılmasını gerektirir.

Çünkü toplumların kaderi devlet üzerinden yazılıp bozulur.

Biz bunu en son küreselcilik atarında gördük.

Her müdahale, toplumdan önce devlete yöneldi.

Devletteki her reform da devletin üstünden akıp doğrudan topluma düştü.

Tarihin değişik zamanlarında hep olduğu gibi!

Bu kitap, devlet olgusuna ilişkin en temel varsayımlarla kuramları sorguluyor ve bunu Türkiye’den bakarak yapıyor.

  • Künye: Birgül Ayman Güler – Devlet Bilimi: Göçebe ve Yerleşik Devlet, İmge Kitabevi, siyaset, 277 sayfa, 2023

Nuri Bilgin – Kimlik İnşası (2023)

Türkiye sosyal psikoloji tarihinde Nuri Bilgin bir öncü, bir ekoldür.

Bilgin çalışmalarında psikolojinin yanı sıra felsefe, sosyoloji, tarih, edebiyat gibi farklı kaynaklardan ustaca faydalanmasıyla da bilinir.

Yeniden raflardaki yerini alan ‘Kimlik İnşası’ ise, Bilgin’in külliyatının en önemli parçasını oluşturuyor.

Kimlik inşasının toplumsal ve bireysel veçhelerini ortaya koyan çalışma, Bilgin’in insanı ve toplumu nasıl ele aldığına dair kapsamlı bir fotoğraf sunmasıyla çok önemli.

‘Kimlik İnşası’, “kimlik nedir?” sorusundan hareketle, kim olduğumuz sorusuna verdiğimiz cevapların peşine düşüyor.

Son zamanlarda yoğunlaşan tartışmalardan biri olan kimlik konusu, konunun kişisel, mesleki, cinsel, kolektif, etnik, dinsel, kültürel, ulusal ve ulus-üstü gibi, farklı özellikleriyle değerlendiriliyor.

“Kimlik kavramı, kendi cazibesi altında kaybolan ilginç kavramlardan biri” diyen Bilgin, bu konunun sorun haline gelmesinin de, her şeyden önce, olgunun dil berraklığı içinde ele alınmamasından ve bu konuda bir türlü aynı dilin konuşulamamasından kaynaklandığını belirtiyor.

Türkiye’de de tartışma konusu olan kimlik, Bilgin’in çalışmasında ayrıntılı olarak ele alınıyor.

  • Künye: Nuri Bilgin – Kimlik İnşası, İmge Kitabevi, psikoloji, 476 sayfa, 2023

Tolga Şirin – Anayasa’dan Çıkış (2022)

“Hukuksuzluk devleti”nde anayasanın hiçbir hükmü yoktur.

Tolga Şirin de, bu hukuksuzluğu daha iyi kavramamıza olanak sağlaması amacıyla Anayasaya Giriş yerine Anayasa’dan Çıkış adında çok isabetli bu çalışmayı kaleme almış.

Alan dışından okuyucu kitlesine de el verdiği ölçüde hitap etme kaygısı güden kitap, kâğıda ekmek yazınca karın doyurmayacağını bilerek ve adına anayasa denen, üzerine tatlı iddialarla mürekkep damlatılmış kâğıtlara büyük anlamlar yüklemeden kaleme alınmış.

Çalışma, kuşkusuz, bir ders kitabı değil.

Türkiye’nin yeni anayasa tartışmalarında, ilericilere; hem tartışma hem de biraz olsun derinleştirmek üzere bir malzeme sunma niyeti taşıyor.

Bunu yaparken de bazı bölümlerde spesifik öneriler getiriyor, bazen de soruna sadece dikkat çekerek bilincin artmasına katkı sunup müstakbel öneriler için zemin sağlamaya çalışıyor.

  • Künye: Tolga Şirin – Anayasa’dan Çıkış, İmge Kitabevi, hukuk, 490 sayfa, 2022

Fatma Eda Çelik – Kişisel İktidardan Millet Meclisine, Saltanattan Cumhuriyete (2022)

Bizde, son 20 yıla özgü bir durum olarak algılansa da, ülkeyi kendi şahsi mülkü olarak gören anlayışın derin tarihi kökleri vardır.

Fatma Eda Çelik, bu sorunun kişilerden değil, toplumun örgütlenme biçiminden kaynaklandığını çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor.

Türkiye’de son yirmi yıldır devlette köklü değişiklikler yaşanıyor.

Buna paralel, devlet hem kurumsal yapısı hem de aktörleriyle yoğun şekilde tartışılıyor.

Ancak bu tartışmalarda çoğunlukla ya kişilere ya da güncel teknik değişikliklere yoğunlaşılıyor.

Bugünü anlamak için tarihe başvurulduğunda ise, çoğu zaman umutsuz bir şekilde değiştirilemez olduğu kabul edilen ezeli ve ebedi bir güçlü devlet miti tekrarlanıyor.

Fakat, hem günümüz devletini ve yaşadığı dönüşümü hem de köklerini bulduğu iddia edilen dönemleri anlamak için devleti tarihsel ve toplumsal bütünlüğü içinde incelemek gerekiyor.

İşte, Çelik’in bu kitabı, tartışmaların fay hattını oluşturan bir konuya, “kişisel iktidara”, ve onun kurumsal boyutuna, “devlet başkanlığına”, bu bakış açısıyla bir çözümleme getirme iddiası taşıyor.

Tartışmanın tarihsel köklerine yoğunlaşarak, Osmanlı Beyliği’nin tarih sahnesine çıktığı dönemden başlayarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu döneme kadar geçen süreci inceliyor.

Sorunun kişilerden değil, toplumun örgütlenme biçiminden kaynaklandığını ve ancak toplumsal sınıfların devinimi içinde açıklanabileceğini gösteriyor. Toplumsal iktidarın farklı yoğunlaşma ve merkezileşme biçimleri aldığını; devlet başkanlığının da tarih boyunca bu doğrultuda biçimlendiğini ortaya koyuyor.

Bu nedenle, 1920’li yıllarda, iki kişi, Vahdettin ve Atatürk; iki hükümet, İstanbul ve Ankara Hükümetleri biçiminde görülen karşıtlığın, aslında iki farklı örgütlenme tarzının karşı karşıya gelmiş olmasından kaynaklandığını söylüyor.

Cumhuriyet’in, “mülk”ün temelini oluşturan “kişisel iktidar”a karşı, nasıl Büyük Millet Meclisi ve Başkanı’nda cisimleşen bir “gayri-şahsi iktidar” yarattığını ortaya koyuyor.

Böylelikle, devletin değişim ve dönüşümüne vurgu yaparak, bu sürecin somut tarihsel gelişimi içinde nasıl incelenebileceğini gösteriyor.

  • Künye: Fatma Eda Çelik – Kişisel İktidardan Millet Meclisine, Saltanattan Cumhuriyete, İmge Kitabevi, siyaset, 504 sayfa, 2022

Ruşen Keleş, Yusuf Erbay ve Kemal Görmez – Kentsel Dönüşümden Kentsel Ranta (2022)

Türkiye’nin 1980 sonrasında dünya kapitalist sistemiyle hızlı bir şekilde bütünleşmeye yönelmesi, her alanda yeni-liberal politikaların uygulanmasını kaçınılmaz kıldı.

Yeni-liberalizm, 2000’li yıllarla birlikte kentsel politikalar üzerinde de egemen anlayış haline geldi.

Kentsel dönüşüm uygulamaları, yeni-liberal politikaların kent mekânındaki egemenliğinin en açık şekilde gözlemlendiği alanlar oldu.

Bu uygulamalar sonucunda, oluşan kentsel rantın eşit ve adil olmayan biçimde dağıtıldığı ve bu olumsuzlukların giderek büyüdüğü yönündeki eleştiriler artıyor.

Kentlerin sağlıklı ve düzenli bir biçimde gelişebilmesi için, insan yerleşimlerinin bugününe ve geleceğine planlı olarak müdahale edilmesi kaçınılmazdır.

Türkiye’de imar planı değişikliklerinden çoğu, rant yaratıp paylaştırmayı ilke olarak benimsemiş durumda.

Çarpık kentleşmeye çare olarak sunulan “çarpık kentsel dönüşüm” uygulamalarının en rahatsız edici örnekleri, merkezi bir kurum olarak bütün ülkede yetkili kılınan TOKİ tarafından hayata geçiriliyor.

Bu kurumun kimi belediyelerle işbirliği yaparak gerçekleştirdiği kentsel dönüşüm projelerinde, kent toprağının artan değerinin paylaşım yönteminden, halk ve geleceğin kuşakları sürekli olarak zarar gördü ve bugün de görüyor.

İşte üç yazarlı eldeki kitap, bu süreci çok yönlü bir şekilde irdeleyen metinler barındırıyor.

  • Künye: Ruşen Keleş, Yusuf Erbay ve Kemal Görmez – Kentsel Dönüşümden Kentsel Ranta, İmge Kitabevi, kent çalışmaları, 168 sayfa, 2022

Philippe Descola – Ötekilerin Ekolojisi (2022)

Modern düşüncenin inşasında temel bir araç hâline gelen doğa ve kültür ayrımı, bilimlerin iki ayrı alana bölünmesine yol açmakla kalmayıp, dünyayı anlama şeklimizi ve diğer varlıklarla olan ilişkilerimizi de derinden etkiliyor.

Philippe Descola, çevrelerindeki varlıklarla ilişkilerini farklı şekillerde kuran diğer halklarda böylesi bir ayrımın bulunmadığının önemini vurgularken, bu halkların nasıl bizimkinden farklı gerçeklikler yarattıklarını anlamaya çalışan antropolojininse, dünyayı doğal ve kültürel olarak ikiye ayıran kendi kozmolojisinin dışına çıkmak konusunda yaşadığı zorlukları gösteriyor.

Doğanın mı kültürü belirlediği yoksa kültürün mü doğanın ne olduğunu belirlediği sorusundan artık kurtulmak gerekiyor.

“Doğaya yalnızca onu nesnelleştiren kültürel kodlama düzenekleri aracılığıyla erişebildiğimize şüphe yoktur: estetik formlar, bilimsel paradigmalar, teknik aracılıklar, sınıflandırma sistemleri, dinî inançlar…”

Yazar, antropolojiyi insanmerkezciliğinden vazgeçmeye davet ederken, varlıkların birbirlerine atfettikleri nitelikler dolayısıyla sürdürdükleri ilişkilerin incelendiği, doğa ve kültürün ötesinde radikal yeni bir dünya görüşünü savunuyor.

  • Künye: Philippe Descola – Ötekilerin Ekolojisi: Antropoloji ve Doğa Sorunu, çeviren: Arda Varan, İmge Kitabevi, antropoloji, 126 sayfa, 2022

Sami Selçuk – Suç Yargılama Süreci Hukuku (2022)

Türkiye’de hukuk ve mahkemeler ne yazık ki iktidarların elinde muhaliflere yönelik sopa işlevi görmekten öteye geçemedi.

Sami Selçuk, tam 847 sayfalık bu çalışmasında, yargılama sürecinin siyasetten tümüyle arındırılarak bilimsel şekilde uygulanmasının neden hayati derecede önemli olduğunu tartışıyor.

Kitaptan bir alıntı:

“Atatürk, istediği kadar ‘Yaşamda en doğru yol gösterici bilimdir’ desin, bu özdeyişle ne denli üniversitelerin duvarlarına kazınırsa kazınsın, oralarda bir süs bitkisi işlevini üstlenecek; yerini ‘bilim başka, uygulama başka’ önyargısına, daha doğrusu saçmalığına, safsatasına bırakacak; beyinlere kaskatı yerleşen bu safsata da yükselme kaygısıyla ikonlaşıp yaygınlaşarak herkesi tutsak kılacaktı.

Türk insanının, Türk Hukukçusunun sorunu, hastalığın virüsü işte buydu. ‘Bu yapılan doğru mu?’ sorusunu sormaksızın, yaşananları sorgulamaksızın kendisinden öncekilere öykünmek, onları taklit etmek!

Elbette kolaycılık olmasının da ötesinde bir hastalıktı bu. Kanımca da, ‘eleştirel düşünme’yi ve ‘eleştirel yaklaşımı’, sorgulamayı dışlayan öğretim dizgemizin (sistem) bunda büyük payı vardı.

Öyle ya, yasalar ve fakültelerde okutulan bilgiler hiç uygulanmayacaksa, neden bu bilim yuvaları açılmışlardı; oralarda dört yıl süreyle çoğu beş yüz sayfayı aşan ders kitapları niçin okutuluyordu?

Öte yandan bakıyorsunuz, bu ülkede Atatürk’ü gerçekten hemen herkes seviyordu. Öyleyse onun değişmez hedefini kavrayanlar neden bu denli çok azdı?

Hukuk devrimi, çağ atlamanın, Atatürk’ün Tevfik Fikret’ten alarak dile getirdiği ‘fikri hür, irfanı hür vicdanı hür’ kuşaklar yetiştirmenin en iyi ve vazgeçilmez bir yoludur.

Bunun için de bilimsel yöntemle yola çıkarak ilkin yargılama süreci hukukları dogmatiğinden; özellikle de bu dalların en önemli aşaması olan ‘duruşma’dan başlayarak bilimsel yolu izlemeliyiz.”

  • Künye: Sami Selçuk – Suç Yargılama Süreci Hukuku: Dogmatiği ve/ya Grameri, İmge Kitabevi, hukuk, 847 sayfa, 2022

Gamze Yücesan-Özdemir – İnatçı Köstebek (2021)

‘İnatçı Köstebek’, 21. yüzyılın proletaryası olan çağrı merkezleri çalışanları üzerine ufuk açıcı bir çalışma.

Gamze Yücesan-Özdemir, çağrı merkezlerindeki emek-sermaye ilişkisini çok yönlü bir bakışla izliyor.

Dokuma tezgâhları veya otomobil fabrikaları nasıl kapitalizmin bir döneminin çalıştırma biçimlerinin öne çıkan formlarıysa, çağrı merkezleri de, çalışma hayatının şirketler lehine gün geçtikçe daha bir pervasızlaştığı neoliberal kapitalizmin simge iş mekânlarından.

Yücesan-Özdemir de yerinde bir tanımlamayla, çağrı merkezi çalışanlarını “21. yüzyılın proletaryası” olarak tanımlıyor.

Saha araştırmasıyla zenginleşen kitap, çağrı merkezlerinde emek-sermaye ilişkilerini, buradaki ağır sömürüyü kavramak açısından nitelikli bir kılavuz, alana yapılmış önemli bir katkı.

  • Künye: Gamze Yücesan-Özdemir – İnatçı Köstebek: Çağrı Merkezlerinde Gençlik, Sınıf ve Direniş Siyaset, İmge Kitabevi, inceleme, 286 sayfa, 2021

Kolektif – Tarih Üzerine Yeni Yaklaşımların Tartışılması (2021)

Tarih üzerine düşünen ve eyleyenlerin muhakkak edinmesi gereken bir kitap.

İki ünlü tarihçi, Peter Burke ve Marek Tamm’ın derlediği bu özenli çalışma, tarihin yıpratılması ve itibarsızlaştırılmasına karşı bir manifesto olarak okunabilir.

Yirminci yüzyılın sonlarında, toplumsal bilimler üzerinde nefes aldırmaz bir tahakküm kuran post-modern ve post-yapısalcı akımlar, büyük anlatılara, devasa kuramsal çalışmalara saldırı üzerinden kendilerini var ettiler.

Kuşkusuz, toplumsal bilimler içerisinde ayrıksı bir yere sahip olan tarih bilimi, bu kültürelci saldırılardan en fazla nasibini alan ve dolayısıyla itibar kaybına uğrayan disiplindi.

İnsanlığın toplumsal geçmişine ilişkin tarihsel analizin yerine soykütüksel sorgulamayı koyan bu genel eğilim karşısında tarihçiler ve tarih bilimi uzun süre suskun kaldı.

Tamm ve Burke’ın derlediği, ‘Tarih Üzerine Yeni Yaklaşımların Tartışılması’, bu post-yapısalcı tarih bilimi itibarsızlaştırmasına karşı bir manifesto olarak okunabilir.

Daha doğru tabirle bu çalışma, tarih biliminin yeniden itibar kazanmasına yönelik bir çabanın ürünüdür.

Genel tarih disiplinine sadık kalarak, çevresel tarihten sömürgecilik sonrası tarihe, toplumsal cinsiyet tarihinden bellek tarihine, bilginin tarihinden duyguların, şeylerin tarihine uzanan geniş bir alanda farklı çalışmaların yer aldığı ufuk açıcı bir çalışmayla karşı karşıyayız.

Bu çalışma bir yandan post-yapısalcı kültürel yönelime tepkinin, diğer yandan doğrudan bu post-yapısalcı mantık içerisinden tarih bilimine yeniden itibar kazandırmaya yönelik olarak, görsel kültür tarihi, dijital tarih, nörotarih, duyguların tarihi, post-hümanist tarih gibi, tarih biliminin yeni alt disiplinlerini de okuyucunun ilgisine sunuyor.

  • Künye: Kolektif – Tarih Üzerine Yeni Yaklaşımların Tartışılması, derleyen: Peter Burke ve Marek Tamm, çeviren: Atilla Güney, İmge Kitabevi, tarih, 589 sayfa, 2021

Elif Çongur – Yapısalcılık, Göstergebilim ve Martı (2021)

 

Anton Çehov’un ‘Martı’ adlı oyunu örtük göstergelerle adeta şifrelenmiştir.

Elif Çongur eldeki özenli çalışmasında, yapısalcı yönteme başvurarak bu ünlü eserin işaret ettiği şifrelenmiş dizgeleri açıklığa kavuşturuyor.

Yirminci yüzyılın ortalarında etkinlik kazanan yapısalcılık, gerçeği birbirine bağımlı bir parça-bütün ilişkisi içinde anlama ilkesinden yola çıkan bir öğrenme ve değerlendirme yaklaşımı.

Bir kavram olarak kurumlaşması Prag Dilbilim Okulu’na rastlayan yapısalcı yöntem, yirminci yüzyılın yarısında batı ülkelerinin hemen hepsinde tartışma gündemi yaratan bir akıma dönüştü.

Yapısalcı yöntem, metni şifrelenmiş bir dizge olarak kabul eder.

Oyun metni çözümlemesinde, metinde somut olarak var olan göstergeler değil, işaret ettiği anlam kolayca belirlenemeyen örtük göstergeler önem taşır.

Yüzeydeki görüntünün altında, derinde yatan kuralların ve yasaların oluşturduğu yapıyı arayan yöntem, yapıyı oluşturan birimlerin tek başlarına anlam taşımadıklarını, birbirleriyle olan bağıntılardan anlam kazandıklarını savunur.

Anton Çehov’un ‘Martı’ adlı oyunu örtük göstergelerle şifrelenmiş bir oyun metni olarak karşımıza çıkıyor, yapısalcı çözümleme yöntemi sonucunda yazarın kullandığı tekrarların karakter çözümlemesinde örtük anlamları ortaya çıkardığı görülüyor.

Çongur da incelemesinde, Çehov’un bu oyunundaki temel kurgulamayı ve oyun kişisi yönelimlerini metodolojik olarak saptıyor.

  • Künye: Elif Çongur – Yapısalcılık, Göstergebilim ve Martı, İmge Kitabevi, inceleme, 230 sayfa, 2021