Harry Stack Sullivan – Psikiyatrik Görüşme (2025)

Harry Stack Sullivan, psikiyatrik görüşmeyi sadece bilgi alma süreci olarak değil, hastayla kurulan özel bir insanî etkileşim biçimi olarak tanımlıyor. Görüşme, psikoterapinin temelini oluşturuyor ve yalnızca tanı koymaya değil, tedaviye de hizmet ediyor. Ona göre, hastanın söyledikleri kadar söyleyemedikleri de dikkatle değerlendirilmesi gereken işaretler taşıyor.

‘Psikiyatrik Görüşme: Psikiyatrik Görüşme Üzerine Uygulamalı Bir Kılavuz’ (‘The Psychiatric Interview’), terapistin iletişim biçimi ve yaklaşımının hastayla kurulan ilişkiyi nasıl şekillendirdiğini detaylandırıyor. Terapist yalnızca dinleyen değil; dikkatle yönlendiren, empatik şekilde yaklaşan, yargılamadan sorular soran aktif bir katılımcı olarak rol alıyor. Bu etkileşim, hastanın kendi iç dünyasını açmasına ve bilinçdışı çatışmalarını ifade etmesine yardımcı oluyor.

Sullivan, özellikle “kişilerarası ilişkiler teorisi” çerçevesinde, bireyin yaşadığı psikopatolojilerin sosyal ilişkilerden bağımsız düşünülemeyeceğini savunuyor.

Psikiyatrik görüşmenin saf bir teknik değil, etik sorumluluk içeren bir süreç olduğuna vurgu yapılıyor. Görüşme boyunca terapistin amacı yalnızca semptomları anlamak değil, hastayı bir bütün olarak tanımak ve değişime alan açacak güvenli bir atmosfer yaratmak oluyor. Sullivan, terapist-hasta ilişkisinde dürüstlük, dikkat ve insanî duyarlılığın önemini merkeze yerleştiriyor. Bu yaklaşım, hem psikiyatrik hem de felsefî bir yön taşıyor.

  • Künye: Harry Stack Sullivan – Psikiyatrik Görüşme: Psikiyatrik Görüşme Üzerine Uygulamalı Bir Kılavuz, çeviren: Sayat Müller, Kanon Kitap, psikoloji, 260 sayfa, 2025

Damla Selin Tomru – Göbeklitepe ve Neolitik Gizemleri (2025)

Göbeklitepe… İnsanlık tarihinin başlangıç çizgisini yerinden oynatan gizemli bir yapı. Sıradan bir arkeolojik keşif değil; aksine, binlerce yıl öncesinden gelen bir meydan okuma. Tarımın, yazının ya da şehirlerin değil, inancın medeniyeti başlattığını öne süren bu yer, yerleşik hayata dair ezberleri bozar. Göbeklitepe’de ortaya çıkan her taş, insanlık tarihine yeniden bakmamızı sağlayan birer şifre gibidir.

Damla Selin Tomru bu kadim yapının izini süren bir anlatıcı olarak karşımıza çıkar. Arkeolojik verileri yalnızca bilgi kırıntısı olarak değil, bir sezgi haritasının parçaları gibi ele alır. Kitapta yer alan uzman görüşleri, bilimsel bulgularla spiritüel düşünce arasında köprü kurar. Bu yaklaşım, Göbeklitepe’yi yalnızca geçmişe ait bir yapı değil, bugüne dair derin soruların da kaynağı haline getirir.

Yazar, 12.000 yıl öncesinde temellenmiş bir soruyu ortaya koyar: İnsan hangi duyguyla, hangi ihtiyaçla kutsalı inşa etti? İnanç, korkudan mı doğdu, yoksa birliği arzulayan bir sezgiden mi?

‘Göbeklitepe ve Neolitik Gizemleri’, yalnızca taşlarla örülü bir geçmişe değil, anlamla dokunmuş bir geleceğe de kapı aralıyor. Mezopotamya’nın bereketli topraklarında başlayan bu yolculuk, medeniyetin kökenine olduğu kadar insan ruhunun derinliklerine de uzanıyor. Bir keşiften fazlası: belki de insanlığın kendini yeniden hatırlayış biçimi.

  • Künye: Damla Selin Tomru – Göbeklitepe ve Neolitik Gizemleri, Kanon Kitap, tarih, 164 sayfa, 2025

Nancy McWilliams – Psikanalitik Psikoterapi (2025)

Nancy McWilliams’ın bu kitabı, psikanalitik psikoterapinin temel kavramlarını ve pratik uygulamalarını kapsamlı bir şekilde ele alıyor. ‘Psikanalitik Psikoterapi: Bir Uygulayıcı Rehberi’ (‘Psychoanalytic Psychotherapy: A Practitioner’s Guide’), terapistlerin danışanlarını derinlemesine anlamalarına ve etkili bir tedavi süreci yürütmelerine rehberlik etmeyi amaçlıyor. Yazar, psikanalitik teorinin temel taşları olan bilinçdışı süreçler, savunma mekanizmaları, aktarım ve karşı aktarım gibi kavramları klinik örneklerle açıklıyor. Ayrıca, farklı kişilik örgütlenmelerine (nevrotik, borderline, psikotik) özgü terapötik yaklaşımları detaylandırıyor.

Kitap, psikoterapinin başlangıcından sonlandırılmasına kadar olan tüm aşamaları titizlikle inceliyor. İlk görüşmelerde danışanın değerlendirilmesi, tedavi hedeflerinin belirlenmesi, terapötik ilişkinin kurulması ve sürdürülmesi gibi önemli konulara odaklanıyor. McWilliams, terapistin empatik dinleme, yorumlama ve sınır koyma gibi temel becerilerini nasıl kullanması gerektiğini pratik önerilerle destekliyor. Ayrıca, zorlu klinik durumlarla başa çıkma stratejileri ve etik ilkeler üzerine de önemli vurgular yapıyor.

McWilliams, teorik bilgiyi klinik deneyimleriyle harmanlayarak, okuyucuya hem sağlam bir kavramsal çerçeve sunuyor hem de tedavi sürecinde karşılaşılabilecek çeşitli zorluklara ilişkin pratik çözümler öneriyor. Kitap, sadece deneyimli terapistler için değil, alana yeni başlayan öğrenciler ve ruh sağlığı profesyonelleri için de değerli bir kaynak niteliği taşıyor. Psikanalitik psikoterapinin zenginliğini ve derinliğini anlaşılır bir dille aktararak, bu yaklaşımın günümüzdeki önemini ve geçerliliğini gözler önüne seriyor.

  • Künye: Nancy McWilliams – Psikanalitik Psikoterapi: Bir Uygulayıcı Rehberi, çeviren: Burak Mert, Kanon Kitap, psikanaliz, 524 sayfa, 2025

Bronislaw Malinowski – Özgürlük ve Uygarlık (2025)

Bronislaw Malinowski’nin ‘Özgürlük ve Uygarlık’ (‘Freedom and Civilization’) adlı kitabı, antropolojik bir bakış açısıyla özgürlük ve uygarlık arasındaki karmaşık ilişkiyi inceleyen bir eserdir. Malinowski, geleneksel düşüncenin aksine, özgürlüğün uygarlığın doğal bir sonucu olmadığını, aksine uygarlığın gelişimiyle birlikte yeni kısıtlamaların ve bağımlılıkların ortaya çıktığını savunur. Kitap, ilkel topluluklardan modern toplumlara kadar farklı kültürel bağlamlarda özgürlük kavramını ele alır ve özgürlüğün bireysel ve toplumsal boyutlarını analiz eder. Malinowski, özgürlüğün sadece siyasi veya ekonomik bir kavram olmadığını, aynı zamanda bireylerin kendi kültürel ve sosyal çevrelerinde anlamlı eylemlerde bulunabilme kapasitesiyle de yakından ilişkili olduğunu vurgular.

Malinowski, uygarlığın ilerlemesiyle birlikte iş bölümünün ve uzmanlaşmanın arttığını, bunun da bireylerin birbirlerine olan bağımlılığını ve dolayısıyla bazı özgürlüklerinin kısıtlanmasını beraberinde getirdiğini ileri sürer. Ancak, bu kısıtlamaların tamamen olumsuz olmadığını, çünkü uygarlığın aynı zamanda bireylere yeni fırsatlar, güvenlik ve refah sağladığını belirtir. Kitap, özgürlüğün ve uygarlığın diyalektik bir ilişki içinde olduğunu, yani birinin diğerini hem mümkün kıldığını hem de sınırladığını savunur. Malinowski, farklı kültürlerde özgürlük anlayışlarının nasıl şekillendiğini ve toplumsal örgütlenme biçimlerinin bireysel özgürlükleri nasıl etkilediğini çeşitli etnografik örneklerle açıklar.

Malinowski, özgürlüğün korunması ve genişletilmesi için kültürel değerlerin, hukuki düzenlemelerin ve toplumsal kurumların önemini vurgular. Kitap, bireysel özgürlüklerin toplumsal düzenle nasıl dengeleneceği sorusunu ele alır ve farklı toplumlarda bu dengeyi kurmak için geliştirilen mekanizmaları inceler. Malinowski, özgürlüğün dinamik ve sürekli olarak yeniden tanımlanması gereken bir kavram olduğunu, her toplumun kendi özgün koşulları içinde özgürlüğün anlamını ve sınırlarını belirlemesi gerektiğini savunur. Sonuç olarak bu kitap, özgürlük ve uygarlık arasındaki karmaşık ilişkiyi antropolojik bir perspektifle derinlemesine inceleyen ve bu kavramlar üzerine düşünmeye teşvik eden önemli bir eserdir.

  • Künye: Bronislaw Malinowski – Özgürlük ve Uygarlık: Siyasetin İcadından Devletin Oluşumuna Medeniyet Tarihimizin Antropolojisi, çeviren: İbrahim Şener, Kanon Kitap, antropoloji, 342 sayfa, 2025

Edward Frederick Knight – Türkiye’nin Uyanışı (2024)

“Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik!”

1908 yılında, on yıllar süren ve şiddeti giderek artan, devleti de toplumsal yapıyı da kemirip bitiren istibdat rejimi, yerini meşrutiyete bırakmıştı; mutlak hâkim bir padişah ise bir meclis ve bir anayasa ile yetkilerinin kısıtlanmasını kabul etmiş gibi görünmekteydi.

Ancak bu yıllar boyunca yalnızca düşünceleri değil, hemen her türden talepleri kısıtlanmış, yürütülen denge siyaseti nedeniyle kendi etnik, dinsel ya da siyasal kimliklerine radikal düzeylerde bağlanmak zorunda bırakılmış olan halk arasındaki huzursuzluk bitmemişti.

Dünyanın siyaseten ve ekonomik olarak geçirdiği dönüşümün hem bir izdüşümünü yaşamanın kaçınılmaz olması hem de biriken tüm yıpranmışlığıyla devlet sisteminin, modern bir devletin sahip olması gereken olanak ve insan kaynağından uzak olması nedeniyle, istibdat rejiminin yıkılışını hazırladığı ülkenin bütünlüğünü koruması mümkün olmamış, takip eden 15 senede nüfusu iç kavgalar ve savaşlar nedeniyle kırılan Osmanlı İmparatorluğu, siyasi mirasını cumhuriyete, toprak mirasını ise birçok küçük ülkeye bırakarak tarihteki yerini almıştır.

Knight’ın bu çalışması, Osmanlı’nın bu son dönemine ilişkin yetkin değerlendirmeler içerirken, aynı zamanda Batılıların ikiyüzlü, aldatıcı ve değişken politikalarının perde arkasını gözler önüne seriyor.

Knight, özgürlüğün olmadığı bir ülkede, refahın, sağlığın ve huzurun da olamayacağını söyleyen bu çalışmasıyla bir asır öncesinden güncel tartışmalarımıza ışık tutuyor.

  • Künye: Edward Frederick Knight – Türkiye’nin Uyanışı: 1908 Devrimi, çeviren: Zuhal İnal Baycılı, Kanon Kitap, tarih, 288 sayfa, 2024

Laura Beatty – Theophrastus’un İzinde (2024)

Aristoteles’in halefi, botanik biliminin kurucusu Theophrastus üzerine önemli bir çalışma.

Sakin, huzurlu ve meraklı bir adam olan Theophrastus, 2000 yıl kadar önce Ege kıyılarındaki adalarda ve dönemin önemli büyük şehirlerinde yaşamış, Platon’un ünlü Akademi’sinde Aristotales ile çalışmış, Büyük İskender dönemi Yunanistan’ı, Makedonya’sı ve haliyle Anadolu’sunda ayak izleri olan bir filozof.

Theophrastus, mevsimleri ve toprağı neyin yönettiğini açıklamak için mitler yerine duyularına ve gözlemlerine güvenen bir doğa filozofuydu.

Seyahatleri sırasında karşılaştığı muhteşem karakterlerden oluşan zengin hatıra koleksiyonunu parşömenler üzerine yazdı.

Linnaeus’un canlıları sınıflandırma sisteminden, Chaucer’in Canterbury Hikâyeleri’ne, farklı alanlardaki çok sayıda çalışmaya; hatta neredeyse modern roman düşüncesine ilham verdi.

Laura Beatty bu önemli figürü kolektif bilince geri kazandırıyor ve bunu yaparken Theophrastus’un kendi izlerinde seyahat ediyor; etrafımızdaki dünyayı nasıl gördüğümüzü, anladığımızı ve kendimizle nasıl ilişkilendirdiğimizi keşfediyor; bize doğayı nasıl görmemiz gerektiğini öğreten antik çağ insanlarını unuttuğumuzda modern yaşamın neleri kaybettiğini sorguluyor.

  • Künye: Laura Beatty – Theophrastus’un İzinde: Kayıp Filozofun Peşinde Antik Kentlerde, çeviren: Esra Çıldır Kırtay, Kanon Kitap, tarih, 288 sayfa, 2024

Virginia Woolf – Yazınsal Ustalık (2024)

Dünya edebiyatının seçkin yazarlarından Virginia Woolf, roman ve öykülerinin yanında yazdığı edebiyat eleştirileri, denemeler ve anı yazılarıyla da okurlarının dikkatini her zaman çekti.

Çekmeye de devam ediyor.

Woolf, bu seçkideki yazılarında, geçtiğimiz yüzyılın başında bir kadın olarak yazarlık yapmaya çalışmanın zorluklarına değiniyor; kendi edebi hazzına, çağdaşı yazarların eserleri ve kişilikleri üzerine düşüncelerine ışık tutuyor.

Yetenekli bir kalem, aydın bir zihin ve çok yönlü bir entelektüel olarak entelektüel kimliğinin savunmasını yapmış; Henry James’ten E. M. Forster’a bir dizi önemli yazara ilişkin görüşleri ve aktardığı dedikodularla, öğretici, yer yer eğlenceli ama son derece yalın denemeler kaleme almış Woolf.

Edebi zevki, yazma özgürlüğünü ve dönemin en büyük entelektüel sorunlarından biri olan temsilde cinsiyet eşitsizliğini konu edinen denemeleri, bugün bile tazeliğini, geçerliliğini koruyor…

  • Künye: Virginia Woolf – Yazınsal Ustalık: Yazmak, Yazma Özgürlüğü ve Edebi Cinsiyetçilik Üzerine Düşünceler, çeviren: Zuhal İnal Baycılı, Kanon Kitap, deneme, 176 sayfa, 2024

Bronislaw Malinowski – Yabanıl Psikolojisinde Baba (2024)

Ünlü antropolog ve kuramcı Bronislaw Malinowski, Trobriand Adasında yaşayan yerli halk arasında geçirdiği iki yılın ardından, bu anaerkil toplumdaki yaşam düzenini, erkeksiz köyleri, üremeye dair o güne kadar hiç bilinmeyen birçok farklı ve dikkat çekici ritüeli, kültürel anlatıyı ve mitolojiyi analiz ettiği bu çalışması ile bilim camiasında oldukça ses getirmişti.

Üremek için erkeklere gereksinim olmadığına inanan insanların, bekâreti önemsemeyen, küçük yaşlarda evlilik dışı cinsel birleşmeleri makul gören ama evlilikten önce çocuk sahibi olmayı tabu sayan düşünce dünyasında, toplumsal dinamiklerin nasıl kökten farklı geliştiğine tanık olmamızı sağlayan yazar, bizi aynı zamanda çok başka bir “baba”, neredeyse “tanrı-baba” kavramıyla tanıştırıyor.

Mitoloji, folklor ve toplumsal psikolojinin zengin bir kolajını yapan yazar, bizi “biyolojik babalık” kavramının olmadığı, “koruyucu” anlamında bir “babalık” düzenin hüküm sürdüğü bâkir bir coğrafyaya, dünyadaki farklılıklardan bazılarını tanımaya götürüyor.

  • Künye: Bronislaw Malinowski – Yabanıl Psikolojisinde Baba: Anaerkil Toplumlarda “Babalık” Düşüncesi Üzerine Bir Tez, çeviren: İbrahim Şener, Kanon Kitap, antrpoloji, 80 sayfa, 2024

Francis R. Wegg-Prosser – Galileo ve Yargıçları (2021)

Kilise’nin, Galileo’nun bilimsel çalışmalarına nasıl tepki verdiğini içeriden anlatan eşsiz bir kitap.

Kilise’ye yakın Francis R. Wegg-Prosser, Galileo’nun yargıçlarının nasıl düşündüğünü ortaya koyuyor.

Egosantrik (insanmerkezli) bir bakış açısıyla şekillenmiş olan arkaik varoluş düşüncelerinin hemen tamamı, ister dini, ister felsefi, ister siyasi, isterse de bilimsel nedenlerden dolayı olsun, Dünya’yı evrenin merkezine yerleştirir ve Güneş dahil tüm gök cisimlerinin de evrenin merkezinde olduğumuz için Dünya’nın, dolayısıyla da biz insanoğlunun etrafında döndüğünü varsayardı.

Ancak Kepler ile başlayan bilimsel gözlemler, bu düşünceyi geri dönüşsüz olarak değiştirecektir.

Kepler’in izinden gidip, hem gözlemleri hem de matematiği ile bu yeni evren modelini açıklamaya çalışan Galileo, dönemin otoritelerinin oklarını üzerine çekmeyi başarmıştı.

Yakın arkadaşlarından birinin Papa olmasına, güçlü dostluklarına ve Kilise’nin içinden kendisine uzanan yardım ellerine rağmen, bu kavganın bir tarafı olmaktan kurtulamayacak olan Galileo’nun mücadelesi üzerine çokça yazıldı.

Bu kitap ise, olayı ilk kez Kilise’ye yakın bir kaynaktan sunmasıyla önemli.

Galileo’yu, dolayısıyla bilimsel gelişmeleri yargılayan otoritenin nasıl düşündüğünü, nasıl tepki verip organize olduğunu gözlemlemek; engizisyon döneminin düşünce yapısını kavramak için eşsiz bir eser.

  • Künye: Francis R. Wegg-Prosser – Galileo ve Yargıçları: Dört Asırlık Kavgaya İçeriden Bir Bakış, çeviren: Derman Kızılay, Kanon Kitap, tarih, 144 sayfa, 2021

Ürün Dirier – Gözün Serüveni (2021)

Görmek ve beynin görmeyi nasıl olağanüstü bir biçimde algıladığı hakkında enfes bir çalışma.

Ürün Dirier, bilimsel bir bakışla görme duyusunu açıklıyor.

Her ne kadar görmek denince ilk olarak aklımıza göz gelse de, bilimsel tanımıyla görmek, gözümüzle algılayabildiğimizden çok daha fazlasını barındıran bir âlemin giriş biletidir.

Algılayamadığımız dalga boylarının, farklılığını seçemediğimiz frekansların ve beynimizin görme verilerine dair geliştirdiği filtrelerin sınırladığı bir alanda evren hakkında bilgi edinmeye çalışıyoruz.

Bir duyu olarak değil sadece, aynı zamanda bir yetenek olarak da görmek, onu algılayan beyne, beynin gelişim aşamasındaki yapılanmasına ve öğrendiklerimize bağlı olarak bize bambaşka görüşler sunar.

Dirier de çalışmasında, gözün tüm bu kabiliyetlerini, farklı perspektiflerden ele alıyor ve göz ile görmek arasındaki ilişkiyi kademelendirip çözümlüyor.

  • Künye: Ürün Dirier – Gözün Serüveni: Görme Sanrısı Üzerine Bilimsel Bir Anlatı, Kanon Kitap, bilim, 128 sayfa, 2021