Robin Wall Kimmerer – Kutsal Otu Örmek (2025)

Robin Wall Kimmerer’ın bu kitabı, botanik bilimiyle yerli bilgeliğini aynı potada eriten, doğayla ilişkimizi hem zihinsel hem de duygusal düzeyde yeniden kuran etkileyici bir ekoloji anlatısı sunuyor. İlk kez 2013’te yayımlanan bu eser, modern çevre yazınının en güçlü başvuru kaynaklarından biri hâline geldi.

Potawatomi halkının bir üyesi olan Kimmerer, bitkileri yalnızca biyolojik organizmalar olarak değil, öğretmenler, yol göstericiler ve ilişki kurduğumuz varlıklar olarak görüyor. Bilimsel eğitiminden gelen analitik bakışı, yerli kozmolojisinin dünyayı armağanlar ağı olarak gören perspektifiyle birleştirerek okura hem kanıta dayalı hem de ruhu besleyen bir düşünme biçimi sunuyor. Bu yaklaşım, çevreyi “kaynak” olarak gören modern anlayışla keskin bir karşıtlık oluşturuyor ve ekolojik krizin derin nedenlerinin ilişkisizlik, kopuş ve karşılıklılık eksikliği olduğunu hatırlatıyor.

‘Kutsal Otu Örmek: Kadim Bilgelik, Bilimsel Bilgi ve Bitkilerin Öğretileri’ (‘Braiding Sweetgrass: Indigenous Wisdom, Scientific Knowledge and the Teachings of Plants’); Kaplumbağa Adası’nın (Kuzey Amerika kıtasının yerli yaratılış anlatısı) mitlerinden Kimmerer’ın kendi anneliğine, bitkilerle kurduğu kişisel bağlardan günümüz ekolojik tehditlerine kadar uzanan çok katmanlı bir hikâye anlatıyor. Burada temel bir fikir öne çıkıyor: Yaşayan dünyanın diğer sakinleriyle karşılıklı bir ilişki kurmadan gerçek bir ekolojik farkındalık geliştiremeyiz. Bitkilerin ve hayvanların “dilini duymayı” öğrenmek, toprağın cömertliğini anlamanın ve ona karşı sorumluluk geliştirebilmenin ön koşulu.

‘Kutsal Otu Örmek’, bilimle maneviyatı, kişisel deneyimle toplumsal eleştiriyi, ekolojik kaygıyla şükranı bir araya getiren son derece özgün bir çalışma. Hem çevre felsefesi hem de yerli ekobilgisi açısından önemli bir başvuru kaynağı olarak kabul ediliyor; doğaya dair bilgiyi yalnızca akılla değil, ilişki ve karşılıklılıkla kurmayı hatırlattığı için modern ekoloji tartışmalarında benzersiz bir yer tutuyor.

  • Künye: Robin Wall Kimmerer – Kutsal Otu Örmek: Kadim Bilgelik, Bilimsel Bilgi ve Bitkilerin Öğretileri, çeviren: Ayşe Başcı, Kolektif Kitap, ekoloji, 528 sayfa, 2025

Maria Mies, Vandana Shiva – Ekofeminizm (2025)

Maria Mies ve Vandana Shiva’nın ilk olarak 1993 yılında yayımlanan bu kitabı, çevre yıkımıyla ataerkil sistemin birbirine nasıl sıkı sıkıya bağlı olduğunu gösteren ekofeminist düşüncenin temel metinlerinden biri. Yazarlar, modern kapitalizmin hem doğayı hem de kadın bedenini sömürerek büyüdüğünü savunuyorlar. ‘Ekofeminizm’ (‘Ecofeminism’), çevresel krizi yalnızca ekolojik bir sorun olarak değil, aynı zamanda cinsiyet, sınıf ve sömürgecilik eksenlerinde işleyen küresel bir adaletsizlik sistemi olarak ele alıyor.

Mies ve Shiva, özellikle Batı merkezli kalkınma anlayışını eleştiriyor. Bu anlayışın, üretimi erkekle, doğurganlığı ve doğayı ise kadınla özdeşleştirerek bir hiyerarşi kurduğunu öne sürüyorlar. Teknoloji, bilim ve sanayinin “ilerleme” adı altında dünyayı tahrip ettiğini; bu tahribatın en çok da kadınlar, köylüler ve yerli topluluklar üzerinde yıkıcı sonuçlar yarattığını vurguluyorlar. Bu nedenle kitap, doğanın korunması ile kadınların özgürleşmesini aynı mücadele olarak konumlandırıyor.

Eserdeki ekofeminist yaklaşım, yalnızca çevre etiğine değil, üretim biçimlerine, toplumsal dayanışmaya ve alternatif yaşam modellerine dair de yeni bir bakış sunuyor. Yazarlar, Batılı endüstriyel paradigmanın yerine yerel bilgiye, topluluk dayanışmasına ve doğayla uyumlu üretime dayalı bir dünya görüşü öneriyor. Böylece ‘Ekofeminizm’, hem çevreci hem de feminist kuramların kesiştiği noktada, doğa ile insan, kadın ile erkek arasındaki ilişkilerin yeniden düşünülmesini isteyen güçlü bir manifesto niteliği kazanıyor.

  • Künye: Maria Mies, Vandana Shiva – Ekofeminizm, çeviren: İlknur Urkun Kelso, Kolektif Kitap, feminizm, 504 sayfa, 2025

Ulrich Gutmair – Bizler Yarının Türkleriyiz (2025)

Ulrich Gutmair imzalı bu kitap, 1980’lerin başındaki Yeni Alman Dalgası (Neue Deutsche Welle – NDW) müzik akımının ve dönemin gençlik kültürünün, Almanya’daki Türk göçmen toplumuyla olan beklenmedik ve karmaşık ilişkisini mercek altına alıyor. ‘Bizler Yarının Türkleriyiz: Yeni Dalga, Yeni Almanya’ (‘Wir sind die Türken von morgen. Neue Welle, neues Deutschland’), bu iki grubun nasıl birbirine bağlandığını ve Almanya’nın kültürel manzarasını nasıl yeniden şekillendirdiğini inceliyor. Gutmair, NDW’nin sadece bir müzik akımı olmadığını, aynı zamanda dönemin Almanya’sında yükselen yeni bir kimlik arayışının, özgürleşme çabasının ve toplumsal değişim arzusunun bir ifadesi olduğunu savunuyor.

Yazar, NDW’nin enerjisini ve “garip” cazibesini, o dönemde Almanya’daki Türk gençliğinin yaşadığı yabancılaşma ve aidiyet arayışıyla ilişkilendiriyor. Kitap, her iki grubun da yerleşik normlara ve beklentilere meydan okuma biçimlerini, yeni ifade yollarını arayışlarını ve kimliklerini geleneksel sınırların ötesinde tanımlama çabalarını paralellikler kurarak inceliyor. Müzik, moda ve popüler kültür üzerinden, bu iki farklı grubun nasıl ortak bir zemin bulduğunu ve birbirlerinin deneyimlerini yansıttığını anlatıyor.

Gutmair, kitabında sadece müzikal ve kültürel analiz yapmakla kalmıyor, aynı zamanda dönemin Almanya’sının sosyo-politik atmosferine de değiniyor. Göçmenlik, entegrasyon, kimlik politikaları ve Alman toplumunun çokkültürlülüğe yaklaşımı gibi konuları, NDW ve Türk gençliğinin deneyimleri üzerinden tartışıyor. Kitap, Almanya’nın “yeni” kimliğinin, sadece etnik Almanlar tarafından değil, ülkenin göçmen nüfusu, özellikle de Türk toplumu tarafından nasıl birlikte inşa edildiğini gösteriyor.

Kitap, “Yarının Türkleri biziz” ifadesinin hem ironik hem de derin bir anlam taşıdığını ortaya koyuyor. Bu ifade, sadece gelecekte Almanya’nın demografik yapısındaki değişimi işaret etmekle kalmıyor, aynı zamanda kültürel ve toplumsal olarak daha çeşitli, melezleşmiş bir Almanya’nın ortaya çıkışını da simgeliyor. Gutmair, bu iki kültürel dalganın kesişim noktasının, Almanya’nın modernleşme ve kimlik dönüşüm sürecinde nasıl bir rol oynadığını analiz ediyor.

Sonuç olarak bu kitap, müzik, popüler kültür ve göçmenlik gibi farklı alanları bir araya getirerek, 1980’lerin Almanya’sına dair özgün ve düşündürücü bir bakış açısı sunuyor. Ulrich Gutmair, bu eseriyle Almanya’nın kültürel ve toplumsal çeşitliliğinin oluşumunda NDW ve Türk gençliğinin rolünü vurgulayarak, ulusal kimliğin dinamik ve sürekli değişen doğasına dikkat çekiyor.

  • Künye: Ulrich Gutmair – Bizler Yarının Türkleriyiz: Yeni Dalga, Yeni Almanya, çeviren: Serkan Seymen, Kolektif Kitap, müzik, 256 sayfa, 2025

Maxime Rovere – Birbirinin İyiliğini İstemek ve Birbirine Kötülük Etmek (2025)

Maxime Rovere’in bu kitabı, insan ilişkilerinde kaçınılmaz bir hal alan tartışmaların felsefi bir incelemesini sunuyor. Yazar, bu eserinde tartışmaların neden ortaya çıktığını, hangi psikolojik ve sosyal dinamikleri barındırdığını ve bu durumların üstesinden nasıl gelinebileceğini derinlemesine inceliyor.

Rovere, kitabında tartışmaların sadece yüzeysel anlaşmazlıklar olmadığını, daha ziyade bireylerin derinlere köklenmiş inançları, değerleri ve korkuları hakkında önemli ipuçları taşıdığını savunuyor. Yazar, tartışmaların genellikle birer iletişim başarısızlığı değil, tam tersine kendimizi ve başkalarını daha iyi anlama fırsatı olduğunu vurguluyor.

Kitapta, felsefe, psikoloji ve sosyoloji gibi farklı disiplinlerden yararlanılarak tartışmaların kökenleri, dinamikleri ve sonuçları inceleniyor. Rovere, tartışmaların genellikle güç mücadeleleri, egosal çatışmalar veya yanlış anlaşılmalardan kaynaklandığını belirtiyor. Ancak aynı zamanda, tartışmaların kişisel gelişim ve ilişkilerin güçlenmesi için bir fırsat olabileceğini de vurguluyor.

Yazar, kitabında tartışmalardan nasıl kaçınılacağı veya bunları nasıl daha yapıcı hale getirileceği konusunda pratik öneriler de sunuyor. Empati kurma, aktif dinleme, açık iletişim gibi becerilerin, sağlıklı tartışmalar için ne kadar önemli olduğuna dikkat çekiyor.

Kısacası, bu kitap, insan ilişkilerinde kaçınılmaz bir hal alan tartışmaları felsefi bir mercek altına alıyor. Rovere, bu kitabı ile okuyuculara, tartışmaları daha iyi anlamalarını ve daha sağlıklı ilişkiler kurmalarını sağlayacak önemli bir bakış açısı sunuyor.

  • Künye: Maxim Rovere – Birbirinin İyiliğini İstemek ve Birbirine Kötülük Etmek, çeviren: Albina Ulutaşlı, Kolektif Kitap, felsefe, 200 sayfa, 2025

Alain Corbin – Terra Incognita (2025)

Alain Corbin’in ‘Terra Incognita’ adlı eseri, 18. ve 19. yüzyıllarda insanların bilgi eksiklikleri ve yanlış inançları üzerine odaklanıyor.

Yazar, bu dönemlerde dünyanın pek çok bilinmeyen köşesinin olduğu ve insanların bu bilinmeyenlere karşı duydukları merak ve korkunun nasıl şekillendiğini inceliyor.

Corbin, o dönemde volkanlardan kutuplara, okyanusların derinliklerinden stratosfere kadar pek çok doğal fenomenin insanlar tarafından nasıl anlaşıldığını veya yanlış anlaşıldığını detaylı bir şekilde anlatıyor. Bu bölgeler hakkındaki bilgilerimizin sınırlı olması, insanların hayal güçlerini harekete geçirerek mitler, efsaneler ve korkular yaratmasına neden olmuş.

Kitap, cehaletin sadece bir eksiklik değil, aynı zamanda insanlık tarihinin ilerlemesinde önemli bir rol oynadığını savunuyor. Bilinmeyen korkusu, insanların keşfetme arzusunu körükleyerek bilimsel gelişmelere zemin hazırlamış. Corbin, bu dönemlerdeki cehaletin, günümüzdeki bilgi çağında bile hala karşımıza çıkan bazı tutum ve davranışların kökenlerini anlamamıza yardımcı olduğunu vurguluyor.

Kitabın temel noktaları:

Bilinmeyenin gücü: 18. ve 19. yüzyıllarda dünya hakkında bilinenlerin sınırlı olması, insanların hayal güçlerini harekete geçirdi ve mitolojik anlatılara yol açtı.

Keşiflerin etkisi: Yeni keşifler, insanların dünyayı anlama şekillerini kökten değiştirmiş ve eski inançları sorgulamalarına neden oldu.

Cehaletin bilimsel gelişime etkisi: Bilinmeyen korkusu, insanların yeni bilgiler edinme arzusunu artırarak bilimsel keşiflere öncülük etti.

Günümüzle bağlantı: Kitap, geçmişteki cehaletin izlerinin günümüzde de görülebileceğini ve bu durumun modern toplumları nasıl etkilediğini tartışıyor.

Sonuç olarak, ‘Terra Incognita’ sadece bir tarih kitabı değil, aynı zamanda insan doğası ve bilgi arayışımız hakkında derinlemesine düşünmemizi sağlayan bir eser. Corbin, cehaletin sadece olumsuz bir kavram olmadığını, aynı zamanda insanlık tarihinde ilerlemenin de önemli bir parçası olduğunu gösteriyor.

  • Künye: Alain Corbin – Terra Incognita: On Sekizinci ve On Dokuzuncu Yüzyılda Cehaletin Tarihi, çeviren: Utku Özmakas, Kolektif Kitap, tarih, 216 sayfa, 2025

Wolfgang Schivelbusch – Nesnelerin Tükenen Hayatı (2024)

Ayak uzun süre yürürse, giydiği ayakkabıyı deforme eder, bir kalıp gibi şeklini kendine uydurur; bazen de ayakkabı ayağı vurur, su toplamasına, hatta nasır tutmasına neden olur.

Wolfgang Schivelbusch insanla eşya arasındaki ilişkiyi hem böyle her gün deneyimleyebileceğimiz örnekler hem de felsefenin derinlikli kuramları yardımıyla, tüm yönleriyle ele alıyor.

Yaratma, üretim, kullanım, tüketim ve yok etme döngüsü üzerinden, insanın nesnelerle kurduğu bağı inceliyor.

Schivelbusch, ‘Nesnelerin Tükenen Hayatı’nda insanla eşya arasındaki bu karşılıklı ilişkiyi düşün ve bilim tarihi boyunca izleyerek uygarlığımızın ve modern ekonomilerin kökenine dair çarpıcı görüler sunuyor.

Kapsamlı tarihsel analizleriyle okurunu, gündelik hayatımızın eşyalarına yeni bir gözle bakmaya davet ediyor.

Schivelbusch, nesnelerin sadece işlevsel araçlar olmadığını, aynı zamanda duygusal bağlar kurduğumuz, kimliğimizi yansıttığımız ve toplumsal statümüzü belirleyen semboller olduğunu vurguluyor.

Yazar, tüketim davranışlarının altında yatan psikolojik nedenleri inceler. İhtiyaçların ötesinde tüketme eğilimimizi, toplumsal baskılar, özdeşleşme ihtiyacı ve mutluluk arayışı gibi faktörlerle ilişkilendirir.

Schivelbusch, tüketim kültürünün tarihsel bir süreç içinde nasıl şekillendiğini göstermekte.

Sanayi Devrimi, modernitenin yükselişi ve reklamcılığın etkisi gibi faktörlerin tüketim alışkanlıklarımıza olan derin etkilerini analiz eder.

Yazar, tüketim kültürünün bireysel ve toplumsal kimlikler üzerindeki etkilerini, çevresel sorunlara olan katkılarını ve eşitsizliklerin artmasındaki rolünü tartışıyor.

  • Künye: Wolfgang Schivelbusch – Nesnelerin Tükenen Hayatı: Tüketim Üzerine Bir Deneme, çeviren: Neslihan Azeri, Kolektif Kitap, inceleme, 176 sayfa, 2024

Mark G. E. Kelly – Bugünün Normali (2024)

Yirminci yüzyılın ortalarında Batı toplumlarında normlar, toplumsal düzenin işleyişinde merkezi bir rol oynamaya başladı.

Normallik bireylerin davranışlarını denetleyen bir iktidar mekanizmasına dönüşerek, geleneksel davranış kalıplarına uyum olarak tanımlandı.

Ancak bu normatif düzen zamanla, eski sınırlara başkaldıran ve bireyci kendini gerçekleştirmeyi temel alan yeni bir normatif düzene bıraktı yerini.

İronik bir biçimde bireycilik ve konformizm karşıtlığı, yeni bir zorunluluk haline geldi.

‘Bugünün Normali’ bu yeni normatif düzenin politika, sağlık ve cinsellik gibi alanlarda nasıl tezahür ettiğini derinlemesine inceliyor.

Kendini var etmeye dair normların bu yeni, katı mükemmeliyetçiliği yaygın bir öfke, kaygı ve tatminsizliğin habercisi olarak karşımıza çıkıyor.

Kitap okuruna günümüzün normalini sorgulamaya ve anlamaya yarayan entelektüel araçları sunarken modern çağda ortaya çıkan “normal” kavramının nasıl şekillendiğini ve bu kavramın tarihsel dönüşümünü inceliyor.

  • Künye: Mark G. E. Kelly – Bugünün Normali: Uyum Olarak Bireycilik, çeviren: Utku Özmakas, Kolektif Kitap, felsefe, 216 sayfa, 2024

Ward Farnsworth – Stoacılığı Yaşamak (2024)

Farnsworth, bu derslerde Stoacılığın teknik ve metafizik detaylarına girmez; ölüm, arzu, haz, tutku, erdem ve yargı gibi bizi doğrudan ilgilendiren ve yaşamımızda hayati bir öneme sahip olan konulara odaklanır.

En çok faydalandığı figürler, öğretinin simge isimleri Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius’tur.

Fakat Farnsworth, bu meşhur temsilcilerle sınırlı kalmaz; Epikür, Cicero, Plutarkhos, Montaigne ve Schopenhauer gibi Stoacı sayılmayan pek çok farklı isimden de birçok alıntı sunar.

Böylece Stoacılığın zamanı aşan bir öğreti olduğunu bize gösterir.

Kitaptan bir alıntı:

“Bu kitap, insan doğası ve bu doğanın idaresi hakkındadır. Antik dönemlerde, veya belki de tüm tarih boyunca, bu konuyu en zekice işleyenler Stoacılardı. Nasıl düşünmemiz ve nasıl yaşamamız hakkında tavsiye verdiklerinde, günümüzde ‘Stoacı’ kelimesiyle özdeşleşen nemrut bir duygusuzluk akla gelmemeli. İlk Stoacılar, filozofların ve psikologların en maharetlilerindendi; üstelik son derece uygulamacı kişiliklerdi; gündelik yaşamın sorunlarına çözümler sunuyorlardı ve akıldışı eylemlerimizin üstesinden gelmek için tavsiye veriyorlardı, ki bu çözümler ve tavsiyeler günümüzde hâlâ geçerlidir ve işe yaramaya devam etmektedir. Bu kitaptaki bölümler, onların en faydalı öğretilerini on iki ders halinde sunmaktadır.”

  • Künye: Ward Farnsworth – Stoacılığı Yaşamak, çeviren: Adem Beyaz, Kolektif Kitap, felsefe, 360 sayfa, 2024

Arno Gruen – Normalliğin Deliliği (2024)

Psikanalist yazar Arno Gruen ‘Normalliğin Deliliği’nde toplumun, Sigmund Freud’un insanın doğuştan yıkım ve şiddete eğilimli olduğu iddiasına dair yaygın inancını alt üst ediyor.

Kitap, kötülüğün kökeninde öznefretin ve çocuklukta başlayan kendine ihanetin yattığını iddia ediyor.

Güçlülerin “sevgisi ve onayı” için bağımsızlığımızdan vazgeçtiğimizde, derin bir korkudan doğan sahte bir benlik yaratıyoruz ve modern toplumun “gerçekçilik” olarak benimsediği bu çılgınlığı çoğunlukla fark etmiyoruz.

Gruen bu tehlikeli uyum ve gizli isyan döngüsünü çarpıcı vaka çalışmaları, Nazizm’den Reaganizm’e uzanan sosyolojik örnekler ve edebi eserler üzerinden gözler önüne seriyor.

Peki, bu döngüden nasıl kurtulabiliriz?

Gruen’e göre çözüm isyanda değil gerçek bir kişisel bağımsızlık geliştirmekte yatıyor.

Bağımsızlık kolay elde edilmese de yokluğunun hem bireyler hem de toplum için yıkıcı sonuçlar doğurduğunu vurguluyor.

Gruen şefkat ve kararlılıkla, normallik olarak kabul edilen çılgınlığı gözler önüne seriyor.

Bu kitap, liderler ve takipçiler, uyumlular ve isyankârlar ve daha şefkatli bir dünya arayan herkes için.

  • Künye: Arno Gruen – Normalliğin Deliliği (Hastalık Olarak Gerçekçilik: İnsandaki Yıkıcılık Üzerine Bir Kuram), çeviren: İlknur İgan, Kolektif Kitap, psikanaliz, 272 sayfa, 2024

Uma Naidoo – Gıdaların Beyniniz Üzerindeki Etkisi (2024)

Her gün kızartma yiyorsanız haftada bire indirin.

Haftada bir yiyorsanız ayda bire indirmeye çalışın.

Hiç kızartma yemiyorsanız zaten mutluluğa doğru yol alıyorsunuz demektir!

Harvardlı psikiyatrist Uma Naidoo üniversite sırasında, derslerin yoğunluğundan ve stresinden uzaklaşabilmek için yemek yapmaya başladı.

Psikoloji eğitimiyle birlikte mutfak sanatları onun vazgeçilmez bir parçası haline geldi.

Beslenme uzmanı da olmasının ardından, kendisine gelen kaygı bozukluğu, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu yaşayan; obsesif kompulsif bozukluktan mustarip ve diğer psikolojik rahatsızlıklarla mücadele eden pek çok danışanının beslenme rejimlerini düzenleyerek onlara yardım etti.

‘
Gıdaların Beyniniz Üzerindeki Etkisi’nde Uma Naidoo, sağlıklı yiyecekler tüketmenin, nitelikli ve lezzetli yemekler yapmanın psikolojik rahatsızlıklarla mücadele etmedeki önemi üzerinde duruyor.

  • Kaygı hastaları hangi gıdalardan kaçınmalı?
  • Depresyondan kurtulmak için neler tüketilmeli?
  • Dikkat eksikliği ve hiperaktiviteyi azaltmak için neler yapılmalı?
  • Şekerli içecekler, kızartmalar, fastfood tarzı beslenme tüm bu hastalıkları nasıl etkiliyor?

Uma Naidoo birbirinden güzel yemek tarifleriyle sağlığa giden yolun kapısını bu kitapta aralıyor.

  • Künye: Uma Naidoo – Gıdaların Beyniniz Üzerindeki Etkisi: Depresyon, Kaygı, TSSB, OKB, DEHB ve Diğer Hastalıklarla Mücadelede Gıdaların Şaşırtıcı Rolü Üzerine Bir Rehber, çeviren: Leyla Tonguç Basmacı, Kolektif Kitap, sağlık, 400 sayfa, 2024