Niall Ferguson – Kıyamet (2023)

Felaketleri tahmin etmek işin doğası gereği zor hatta kimi zaman imkansızdır.

Depremler, orman yangınları, mali krizler ve savaşlar gibi salgın hastalıklar da normal dağılım göstermez; bir sonraki felaketi öngörmemize yardımcı olacak bir tarih döngüsü yoktur.

Ancak felaket gelip çattığında, Vezüv patladığında Romalıların ya da Kara Ölüm vurduğunda Orta Çağ İtalyanlarının olduğundan daha hazırlıklı olmalıyız.

Ne de olsa bilim bizim yanımızda, değil mi?

Niall Ferguson bu yeni kitabında geçmişin büyük felaketlerini inceleyerek devletlerin ve toplumların bunlara nasıl tepkiler verdiğini ele alıyor, felaket tecrübeleri altında daha derin patolojilerin iş başında olduğunu ortaya koyarak geleceğe yönelik ne gibi dersler çıkarabileceğimizi gösteriyor.

Kıyamet’te benimsediği multidisipliner yaklaşımla Ferguson bize afetlerin niteliklerine dair eleştirel içgörüler sağlıyor.

Bürokratik ve politik yapıların analizini yaparak politik hayal gücü eksikliğini, sosyal ağların etkilerini irdeleyerek, ileride yaşanabilecek felaketlere karşı eyleme geçirilebilir müdahale önlemleri sunuyor.

‘Kıyamet’, bir sonraki krizle daha iyi başa çıkabilmek ve geri dönüşü olmayan çöküşün nihai felaketinden kaçınmak isteniyorsa alınması gereken bir tarih dersi sunuyor.

  • Künye: Niall Ferguson – Kıyamet: Geçmişin Büyük Felaketleri ve Gelecek İçin Bazı Dersler, çeviren: Oğuz Satır, Kronik Kitap, tarih, 464 sayfa, 2023

Camilla Townsend – Aztekler: Yağmalanan İmparatorluk (2023)

Aztekler ve Nahualar, Batı tarafından vahşi bir şiddete uğradı, acımasızca yağmalandı.

Camilla Townsend, bol ödüllü bu çalışmasında, Yeni Dünya halklarını yüzlerce yıllık kolonyal karikatürden kurtararak bu insanların tarihini ilk defa, yerli halkın kendisi tarafından yazılmış metinlerin bütün zenginliğinden beslenerek sunuyor.

Kasım 1519’da Hernando Cortés, Aztek İmparatorluğu’nun başkentine uzanan, gölün üzerinden yükseltilmiş yol boyunca yürüyerek Aztek Kralı Moctezuma ile yüz yüze geldi.

Bu hikâye ve bundan sonra yaşananlar defalarca kez hep aynı şekilde, sadece İspanyolların sunduğu anlatıya bağlı kalınarak anlatılmıştır.

Yeni keşfedilmiş milyonlarca üyesi bulunan bu halkın ne büyük bir vahşilik ve ilkellik içerisinde yaşadığı ve yeni kıtaya ayak basan İspanyolların “beyaz adamın yükünü” sırtlanarak buradakilere uygarlık getirdiği söylenir.

  • Peki ama gerçekten bu anlatı doğru muydu?
  • Aztekler İspanyollarla karşılaştığında sefalet içinde miydi?
  • Teknolojiyi, bilimi, kültürü, refahı ve uygarlığı bu topraklara Avrupalılar mı getirmişti?
  • Yaşanması tercih edilmeyecek bir hayat mı sürüyorlardı?

‘Aztekler: Yağmalanan İmparatorluk’, Amerikan yerlilerinin tarihini, büyük titizlik ve orijinal tarihi verilerin sunduğu isabetle yeni baştan ele alıyor.

Yeni Dünya’nın insanlarının tarihini ilk defa, yerli halkın kendisi tarafından yazılmış metinlerin bütün zenginliğinden beslenerek sunuyor.

Townsend, yerli Meksikalıları egzotik ve kana susamış figürler olarak gören Avrupalı klişelerin yerine onların daha anlaşılabilir ve insani tasvirlerini ortaya koyuyor.

Bu çalışmada, fetih ne bir kıyamet anı ne de Meksikalıları var eden bir başlangıç hikâyesidir: “Mexica” halkı, Avrupalıların gelmesinden çok önce kendisine ait bir tarihe sahipti ve İspanyol kültürüne ve sömürgesine öyle kolayca teslim olmadı.

Aksine politik tabiiyetlerini yeniden düzenlediler, yeni yükümlülüklerine uyum sağladılar, yeni teknolojileri benimsediler ve hayatta kaldılar.

Azteklerin kendi yazdıklarından hareketle kaleme alınan bu ilgi çekici ve devrim niteliğindeki tarih, bir zamanlar altın günlerini yaşayan bir halkın fetih travmasıyla karşı karşıya kalmasına ve hayatta kalmanın yollarını bulmasına dair deneyimin izlerini sürüyor.

Yayınlanmasının ardından birçok ödüle layık görülen ‘Aztekler: Yağmalanan İmparatorluk’ derli toplu ve ayrıntılarla bezeli anlatımıyla tarih severlere son derece faydalı olacak bir kaynak.

  • Künye: Camilla Townsend – Aztekler: Yağmalanan İmparatorluk, çeviren: Caner Toğaç, Kronik Kitap, tarih, 400 sayfa, 2023

Shashi Tharoor – Utanç İmparatorluğu (2023)

İngiliz İmparatorluğu’nun “iyiliğin gücü” olduğu tezine acımasız eleştiriler getiren ve bu tezi alaşağı eden bir çalışma.

Shashi Tharoor, İngilizlerin Hindistan’da geçirdikleri iki yüzyılda yaptıkları korkunçlukları gözler önüne seriyor.

On sekizinci yüzyılda tek başına Hindistan’ın dünya ekonomisindeki payı Avrupa’nın tamamı kadar büyüktü.

Fakat iki asırlık İngiliz idaresinin ardından, 1947’ye gelindiğinde bu oran altı kat azaldı.

Sömürgecilik süresince İngiliz İmparatorluğu kendisine baş kaldıran kim varsa acımasızca bastırdı, silahsız protestocuları kurşuna dizdi, ırkçılığı kurumsallaştırdı ve milyonlarca insanın açlıktan ölmesine neden oldu.

İngiliz emperyalizmi kendisini aydın bir despot olarak tanıtıp idaresi altındakileri medenîleştirdiği iddiasında bulunsa da Tharoor, demiryollarından hukukun üstünlüğüne kadar bütün sözde sömürgecilik “hediyelerinin” yalnızca Britanya çıkarları için tasarlandığını ortaya koyarak aydınlanmacı despotizm mitini parçalıyor.

Eser, “İngilizler Hindistan’da Ne Yaptı?” sorusunu merkeze alarak İngilizlerin yükselişi ile Hindistan’ın çöküşü arasındaki paralelliği her veçhesiyle ortaya koyuyor.

30 yıl boyunca Birleşmiş Milletler’de çalışmış ve Genel Sekreter Yardımcılığı da yapmış olan Tharoor, ‘Utanç İmparatorluğu’nda İngiliz sömürgeciliğini cesurca değerlendirip keskin bir dille eleştirerek, Britanya’nın Hindistan mirasının ne denli kirli olduğunu gözler önüne seriyor.

  • Künye: Shashi Tharoor – Utanç İmparatorluğu: İngilizler Hindistan’da Ne Yaptı?, çeviren: Yusuf Selman İnanç, Kronik Kitap, tarih, 304 sayfa, 2023

Oded Galor – İnsanlığın Serüveni (2022)

Ülkelerin yoksulluk tuzağından kurtulup zenginleşmesini sağlayan kültürel, teknolojik ve eğitimsel güçlere kapsamlı bir bakış.

  • İnsanlar neden asgari geçim tuzağından günümüze çok yakın bir zamanda kurtulup diğer tüm canlılardan çok daha yüksek bir yaşam standardına sahip olabilen tek canlı türüdür?
  • İnsanlığın ilerlemesi neden dünya çapında böylesi adaletsiz bir şekilde gerçekleşti?
  • Geçmişte elverişli coğrafi özelliklerden yararlanan ve zengin çeşitliliğe sahip olan kimi topluluklar nasıl oldu da refaha giden yolda ilerlerken dezavantajlı konuma düştüler?
  • Uluslar arasında bugün var olan büyük eşitsizlikler neden ortaya çıktı?
  • Hepimizi zengin ve başarılı kılacak bir yol var mı?

İnsanlığın ortaya çıkışından günümüze dek uzanan büyüleyici bir serüveni anlatan ekonomist ve düşünür Oded Galor insanlığın iki büyük gizemi olan zenginlik ve eşitsizliğe ilgi çekici bir çözüm sunuyor.

Galor’un muazzam ve şaşırtıcı bağlantılarla dolu bu sürükleyici anlatımı teknoloji, nüfus büyüklüğü ve adaptasyonun sadece iki yüz yıl önce insanın hikâyesinde nasıl çarpıcı bir hâl değişimine yol açtığını gösteriyor.

Galor aynı serüven boyunca zamanda geriye doğru giderek bizi eşitsizliğin nihai nedenlerine dair bir açıklamaya da götürüyor.

Kolonicilik, siyasal kurumlar, toplumsal yapı, kültür gibi etki katmanlarını birer birer açığa çıkarıyor.

Dünyanın dört bir yanında ekonomik, sistemik ve ekolojik krizle yüz yüze olduğumuz bu günlerde hem umut verici hem de derinlikli dersler içeren ve önemli hakikatleri sunan ‘İnsanlığın Serüveni: Zenginliğin ve Eşitsizliğin Tarihi’, geçmişten hareketle ileriye dönük kalıcı bir reçete sunuyor.

  • Künye: Oded Galor – İnsanlığın Serüveni: Zenginliğin ve Eşitsizliğin Tarihi, çeviren: Mehmet Arif Taşkıran, Kronik Kitap, tarih, 288 sayfa, 2022

Nicola di Cosmo – Antik Çin ve Düşmanları (2022)

Birinci binyılda Doğu Asya dünyası kimi zaman barış içerisinde geçinen kimi zamansa çetin savaşlarda çarpışan iki süper güç arasında bölünmüştü:

Çin ve bozkırdaki göçebe halklar.

‘Antik Çin ve Düşmanları’ bozkır halklarının Çin ile amansız mücadelesine yeniden hayat veriyor.

Çin’in ilk dönem tarihî kayıtlarından başlayarak Çinli ve Batılı tarihçiler arasında, Çin yüksek kültürünün imparatorluk öncesi dönem boyunca büyük Asya bölgesinde en yüksek medeniyet seviyesini temsil ettiği bugün genel geçer bir bilgi halini aldı.

Nicola di Cosmo ‘Antik Çin ve Düşmanları’nda bu basitleştirilmiş imgenin kökenlerini irdeleyerek, gerçekliğini ele alıyor.

Hakim Çin medeniyeti anlatısına karşı, aslında hiç de ondan aşağı tarafı olmayan göçebe gücün hakkını tekrardan teslim ediyor.

Kitap, eski Çinlilerin, egemenlik alanlarının kuzeyinde varlıklarını sürdüren gayet teşkilatlı, gelişmiş, birleşik bir siyasî yapıya sahip, yükselen güçleriyle tehditkâr halk gruplarını nasıl algıladıklarını ve onlarla nasıl ilişki kurduklarını belgeliyor.

di Cosmo kuzeyde Hsiung-nu göçebe imparatorluğu ile güneyde Çin İmparatorluğu’nun teşekkül sürecinde, bu kutuplu iki dünya arasındaki gerilimi inceliyor.

Bununla birlikte “Çin Seddi” olarak birleştirilen erken duvarların yapımı; dünya tarihindeki ilk göçebe imparatorluk olan Hsiung-nu İmparatorluğu’nun oluşumu ve Çin ordularının kuzeybatı bölgelerini ele geçirerek Orta Asya’ya, daha sonra İpek Yolu haline gelecek, yeni bir ticaret yolu açmaları dâhil olmak üzere, bölgenin önemli tarihsel olaylarına yeni yorumlar getiriyor.

‘Antik Çin ve Düşmanları: Doğu Asya Tarihinde Göçebe Gücün Yükselişi’, hem arkeolojik hem de eldeki yazılı kaynaklardan hareketle, antik Çin tarihine ve gölgede bırakılmış göçebe imparatorluğa dair yeni bir metodolojik yaklaşım getiriyor.

Antik Çin ve ötesindeki dış ilişkiler üzerine çalışanlar yahut konuya ilgi duyanlar için vazgeçilmez bir kaynak.

  • Künye: Nicola di Cosmo – Antik Çin ve Düşmanları: Doğu Asya Tarihinde Göçebe Gücün Yükselişi, çeviren: Gaye Yavuzcan, Kronik Kitap, tarih, 448 sayfa, 2022

Tolgahan Karaimamoğlu – Kara Ölüm (2022)

İnsanoğlu, tarih boyunca depremler, seller, kuraklıklar, yangınlar, kıtlıklar ve salgın hastalıklarla da baş etmeye çalıştı.

Ve hâlen de baş etmeye çalışıyor.

Tarihsel süreçte insanlığı çaresiz bırakan bu felaketler arasında salgın hastalıklar daha yıkıcı tahribatlarından dolayı zihinlere kazınmış durumda.

Pandora’nın kutusu ve Hıristiyanlıktaki cennetten kovulma hikâyelerinde de anlatıldığı gibi, veba ve ölümcül salgın hastalıklar, üstesinden gelinebileceğini umut ettiğimiz kaçınılmaz doğal afetlerin çok ötesindedir.

Hastalıkların ortaya çıkışına bakıldığında daha çok insanlığın baş sorumlu olduğu görülüyor.

Salgın hastalıklar toplumla birlikte ortaya çıktı.

Bir başka deyişle uygarlık beraberinde yalnızca gelişmeyi ve ilerlemeyi (olumlu-olumsuz birçok yeniliği) değil, hastalıkları da getirdi.

“Kara Ölüm” bu duruma en büyük örnektir.

Avrupa’nın kısa sürede (1347-1352) en az üçte birini “silip süpürmesi” ve kıtalar arasında önlenemeyecek derece etkiye sahip olmasından dolayı bu büyük veba salgını diğer felaketlerden ayrılmaktadır.

İnsanlığın hastalıklarla olan uzun ilişkisinde “sahip olunan nüfus üzerinden” en fazla kayıp verdikleri olay olan bu büyük vebada sadece milyonlar ölmemiş, özellikle Avrupa periferinde gündelik hayatın ritmi de değiştirmiştir.

Kara şöhretini fazlasıyla hak eden veba salgını bu etkisiyle Ortaçağ dünyasındaki dengeleri derinden sarstı.

Ortaçağ dünyasını ölüm eşitliği ile tanıştıran veba; köyleri, kasabaları ve şehirleri ıssızlaştırdı.

Veba saldırısından şans eseri canlı çıkmayı başarabilenler ise bu duruma neyin neden olduğunu dahi anlayamamışlardı.

Tolgahan Karaimamoğlu’nun ayrıntılı çalışmasıyla kaleme aldığı ‘Kara Ölüm’ kitabı 1300’lü yıllarda Çin’den İngiltere’ye kadar insanları kasıp kavuran vebanın nasıl yayıldığını, şehirleri nasıl ölüm sessizliğine büründürdüğünü, vebanın kazananlarını-kaybedenlerini, ekonominin, sosyokültürel hayatın, yönetimsel ve dinî otoritenin derinden etkilendiğini ve nihayetinde değişen zihinsel hayatı çarpıcı yönleriyle inceliyor.

‘Kara Ölüm: Ortaçağ Dünyasını Yok Olmanın Eşiğine Getiren Veba’, uygarlık üzerinde derin bir etki yapan hastalığın tarihi…

  • Künye: Tolgahan Karaimamoğlu – Kara Ölüm: Ortaçağ Dünyasını Yok Olmanın Eşiğine Getiren Veba, Kronik Kitap, tarih, 320 sayfa, 2022

Michael Prestwich – Yüz Yıl Savaşları (2022)

Vebanın Orta Çağ Avrupa’sını kasıp kavurduğu yıllarda krallıklar ve derebeylikler iktidar mücadeleleri içerisindeydi.

Bir yandan hastalıktan korunmaya ve zararları dindirilmeye çabalanırken, doğudan yükselen yeni bir güç ise Avrupa’yı tehdide başlamıştı.

Belirsizliklerin ortasında İngiliz kralı III. Edward 1337 yılında Fransa tahtında hak ilan etti.

Sonucun hemen alınacağı düşünülüyordu ancak bir yüzyıldan fazla sürecek bir mücadelenin fitili ateşlenmişti.

Saldırıyı başlatan İngiliz orduları 1340’ta Sluys’ta Fransızları yendi ve bu andan itibaren, Fransızların yeniden uyanıp işgalcileri Manş Denizi’nin ötesine geri sürdüğü 1453 yılına kadar Fransa bir savaş meydanına döndü.

İngiliz Anjou ile Fransız Valois hanedanları arasındaki uzun süren mücadele çok önemli aşamalar geçirdi.

Güçlü yeni millî kimliklerin oluşmasına yol açarak modern Avrupa’nın ortaya çıkışı ve şekillenmesinde çok önemli bir role sahip oldu.

Prestwich, kısa ve derinlikli bir şekilde kurguladığı elinizdeki kitapta savaşan orduların yapısı ve gelişimini, değişken savaş taktiklerini, arka planda dönen diplomasiyi, gelişen şövalyeliği ve her iki tarafın kazanç ve kayıplarını aydınlatıcı şekilde sunuyor.

Yakın tarihli akademik çalışmalardan hareketle bu uzun savaşa dair lojistik, askerlerin seçimi ve orduya alınmaları, nakliye gibi yönler de inceleniyor.

Askerî teşkilatlanma, strateji ve taktiklerin güncel analizini yapan ve ayrıca İngiliz okçuluğunun ölümcül gücünü açıklayan Prestwich, savaşı kapsamlı bir şekilde anlatıyor.

Kitapta dünya tarihinin en uzun savaşının gidişatını belirleyen isimlerden III. Edward, oğlu Kara Prens lakaplı Woodstocklı Edward, ilk Fransız zaferlerinin mimarı Bertrand du Guesclin, şövalye kahramanı Jean Boucicaut, Agincourt’ta kaybeden fakat neredeyse Fransa kralı olmayı başaran V. Henry ve Tanrı’dan ilham aldığı düşünülen ve şehit edilmesiyle Fransızlara umut kaynağı olan Orleanslı Jan Dark yeniden hayat buluyor.

Önde gelen askerî tarihçilerden Prestwich’in kaleme aldığı ‘Yüz Yıl Savaşları: Avrupa’yı Şekillendiren İngiliz-Fransız Mücadelesi’ karmaşık bir tarihi ustaca anlatan bir başvuru kaynağı.

  • Künye: Michael Prestwich – Yüz Yıl Savaşları: Avrupa’yı Şekillendiren İngiliz-Fransız Mücadelesi, çeviren: Samet Özgüler, Kronik Kitap, tarih, 288 sayfa, 2022

Martin Ford – Robotların İktidarı (2022)

Bugün yapay zekâdan daha önemli bir teknoloji yok.

Martin Ford, yapay zekânın bugün nerede durduğu, nasıl gelişebileceği ve insan toplumu için oluşturduğu riskleri isabetli bir tartışmayla ortaya koyuyor.

New York Times çoksatan kitabı ‘Robotların Yükselişi’nin yazarından, yapay zekâ hayatlarımızı ele geçirdiğinde neler yaşanacağı hususunda çok yakın geleceğe dair çarpıcı bir çalışma…

Yapay zekâ, doktorların hastalığı teşhis etme biçiminden arkadaşlarınızla nasıl etkileşim kurduğunuza veya haberleri nasıl okuduğunuza kadar her şeyi çoktan değiştirdi.

Ancak ‘Robotların İktidarı’nda Ford, gerçek devrimin henüz gerçekleşmediğini savunuyor.

Nasıl ki bir zamanlar elektrik hayatımıza girdi ve önemli bir parçamız hâline geldiyse, yakın gelecekte yapay zekâ da böylesi bir etkiye sahip olacak.

Makineler geliyor ve durmayacaklar; yirmi birinci yüzyılda gelişmek istiyorsak her birimizin bunun ne anlama geldiğini bilmesi gerekiyor.

Üstelik ekonomiden tıbba, endüstriden toplumsal ilişkilere her alanda hayatımızı kolaylaştıran gelişmelerin kapısını aralayan yapay zekânın bir de karanlık tarafı var: Beraberinde getirdiği emsalsiz zorluklar ve tehlikeler işlerimizi, ekonomiyi, kişisel gizlilik ve güvenliğimizi, belki de en nihayetinde demokratik sistemi, hatta ve hatta uygarlığın ta kendisini etkileyecek.

Peki, biz yapay zekânın hayatımızı dönüştürme gücüne ve olası olumsuz etkilerine ne kadar hazırız?

‘Robotların İktidarı’; yanı başımızdaki devrimi nasıl ele alacağımıza, abartılı beyanlarla sansasyonu gerçekten nasıl ayıracağımıza, ellerimizle yarattığımız gelecekte gerek bireyler gerekse toplumlar olarak nasıl kalkınacağımıza dair önemli bir kılavuz.

  • Künye: Martin Ford – Robotların İktidarı: Yapay Zekâ Dünyaya Nasıl Hükmedecek?, çeviren: Kadir Yiğit Us, Kronik Kitap, bilim, 336 sayfa, 2022

Bruno Nardini – Leonardo Da Vinci (2022)

Tarihin gelmiş geçmiş en büyük dehalarından biri üzerine usta işi bir biyografi.

Bruno Nardini, Leonardo Da Vinci’nin yaşamını ve çalışmalarını, yaşadığı dönemin ruhuyla harmanlayarak anlatıyor.

Rönesans’ın büyük ismi Leonardo da Vinci bugün daha çok Mona Lisa, Son Akşam Yemeği veya Kayalıklar Madonnası gibi resimleriyle ön planda olsa da aslında bir ressamdan daha fazlasıdır.

Kuşların uçuşlarını gözlemleyip aerodinamik yapılarını inceleyerek uçan bir makine üreten bir mucit; savaşlarda düşmana karşı üstünlük sağlayacak çok çeşitli yıkım silahları ve ulaşım araçları tasarlayan bir mühendis; binalar, yollar, köprüler ve kale savunma sistemleri tasarlayan bir mimar; gizlice morga girerek kadavralar üzerinde anatomi çalışan bir meraklı…

Her konu ilgi alanına giriyordu.

Cebir, geometri, perspektif, hidrolik, botanik, inşaat bilimi, optik, askerlik sanatı, mekanik bilimi, tıp…

Doymak bilmez bilgi açlığı onu sürekli okumaya ve yazmaya sevk ediyordu.

Tek hocası ve yol göstericisi merakıydı.

Daha gençliğinde dehası keşfedildi, takdir edildi.

Ömrünün son demlerine kadar sanatının ve ustalığının kıymetini bilen isimlerin lütfunu gördü.

Hatta 1516 Fransa Kralı I. François bizzat gelerek kendisini Fransa’ya davet etti, onu hizmetine aldı.

Bu şöhretine rağmen Leonardo hep şatafattan uzak yaşadı, konforun merakını köreltmesine, çalışmalarına ket vurmasına izin vermedi.

Peki ama Leonardo da Vinci’nin yaşamı nasıldı?

Nardini, büyük ustanın yaşamını okunması rahat, zevkli bir üslupla sunuyor.

Ailevi arka planından eserlerini hazırlama süreçlerine, çevresindeki insanlarla ilişkilerinden merakını tutkulu bir şekilde rehber edinmesine kadar Nardini, Leonardo’nun 67 yıllık ömrünü, her biri ustanın farklı bir yönünü açığa çıkaran anekdotlarla aktarıyor.

  • Künye: Bruno Nardini – Leonardo Da Vinci: Bir Ustanın Portresi, çeviren: Kemal Atakay, Kronik Kitap, biyografi, 256 sayfa, 2022

Herakleitos – Fragmanlar (2022)

Sokrates öncesi filozoflardan Herakleitos Antik Çağ’dan günümüze dek şöhretini korumuş, felsefi anlayışı ve düşüncesi Platon, Aristoteles, Stoacılar, Sextus Empiricus, Porphyrios, Hegel, Kierkegaard, Nietzsche, Bergson ve Heidegger gibi birçok düşünür üzerinde büyük etkiler bırakmıştır.

Hıristiyanlığın ilk savunucuları dahi onun düşüncelerine bigâne kalamamış, Sokrates ile birlikte onu, İsa gelmeden önceki Hıristiyanlar olarak kabul etmişlerdir.

Herakleitos’un yaşamına dair bilgiler ne yazık ki günümüze bazı zayıf, kanıtlanması imkânsız rivayetlerle ulaştı.

Felsefi düşünüşüne dair derli toplu bir eserinin bugüne kalmaması hiç şüphesiz büyük bir eksiklik olsa da bu büyük ismin düşüncesine ve yaşantısına dair bazı parçalar etrafındakilerin aktarımıyla günümüze kaldı.

Düşüncelerinin muğlak ifadelerle dolu, bölük pörçük ve kimi zaman da anlaşılmaz bir üslupla aktarılmış olması, Herakleitos’un Antik Çağ’dan beri anlaşılması zor bir düşünür olarak nitelendirilmesine yol açmış, hatta kendisine bu üslubu nedeniyle “Karanlık” lakabı verilmiştir.

Kimilerince, sıradan insanların düşüncelerine kolayca ulaşmasını istemediği için kasıtlı olarak böyle bir üslup kullanmıştır.

Tüm bu eksik parçalara, elde olanların karanlığına rağmen elinizdeki eser Herakleitos’un usta bir düşünür olduğunu gösteriyor.

Herakleitos’a ait olduğu düşünülen Fragmanlar ile onun hayatı ve öğretisi üzerine kaynakların derlenip toparlandığı ‘Tanıklıklar’, Okan Demir’in çevirisi ve eklediği açıklayıcı notları, Eski Yunanca ve Latince asıllarıyla düşünce tarihinin en büyük isimlerinden Herakleitos’un dünyasına bir yolculuk imkânı sunuyor.

  • Künye: Herakleitos – Fragmanlar, çeviren: Okan Demir, Kronik Kitap, felsefe, 144 sayfa, 2022