Kolektif – Direnişin Formu ve Kendisi Olarak Sanat (2025)

Direniş, ilk anlamıyla bir şeyin değişime karşı gösterdiği tepkisizlik gibi görünür; sabit kalma arzusudur. Ancak toplumsal ve siyasal bağlamda direniş, çok daha dinamik ve dönüştürücü bir güçtür. Artık bir tepkisizlik değil, bir duruş, bir varlık ilanıdır. Baskıya, kontrol mekanizmalarına ve tek tipleştirici politikalara karşı, kişinin kendisi olarak kalma ısrarıdır. Bu nedenle günümüzde, otoritenin hâkim olduğu pek çok coğrafyada “ben buyum” diyebilmek bile başlı başına politik bir eyleme dönüşmüştür.

‘Direnişin Formu ve Kendisi Olarak Sanat’ ifadesi bu anlayışı estetik bir düzleme taşıyor. Direnişi yalnızca içeriğiyle değil, biçimiyle de tanımlayan bu yaklaşımda, sanat bir mesajdan çok daha fazlasıdır. Biçim, sanatçının kimliğini, sınırlarını ve yönünü belirleyen temel unsurdur. Sanatla konuşmayı seçen kişi, aynı zamanda sistemin diliyle konuşmamayı da seçmiş olur. Bu seçim, estetikten ziyade etik bir karardır.

Sanat, düzenle uyum içinde olmaktan çok, onunla çatışan bir hattın izini sürer. Tıpkı sokaklardaki protestolar gibi, sanat da baskının yoğunlaştığı yerde çatlağı büyütür. Yerleşik olanı sarsar, alternatif olanı görünür kılar. Akışı bozan, kısa devre yaratan bir enerji gibidir. Bu yüzden sokakla sanat arasında doğal bir bağ kurulur; ikisi de aynı kaynaktan beslenir: direnme isteğinden.

Sanat, yalnızca bir anlatım biçimi değil; bir tavır, bir varoluş biçimidir. Direniş, bazen bir sözde değil, bir çizgide, bir tonda, bir duruşta gizlidir. Ve bu gizli ses, en çok sanatın içinden yankılanır. Sanat, direnişin ta kendisidir.

Bu kitaba katkıda bulunan isimler şöyle: Barış Acar, Fırat Arapoğlu, Rafet Arslan, Ezgi Bakçay, Güler Bek, Burak Delier, Memed Erdener, Alev Özkazanç, Nermin Saybaşılı.

  • Künye: Kolektif – Direnişin Formu ve Kendisi Olarak Sanat, derleyen: Barış Acar, Livera Yayınevi, sanat, 144 sayfa, 2025

Nermin Saybaşılı – Mıknatıs-Ses (2020)

“Şu (gök)gürültülü dünyada bir nebze de olsa sessizliğe ulaşmak için yazıyorum.”

Nermin Saybaşılı’nın ‘Mıknatıs-Ses’i, mutlak sessizlik, kendisinin deyimiyle “kristalleşmiş ses/sessizlik” üzerine felsefi ve sanatsal bir tefekkür.

Doğası gereği sesin kulaktan bedene aktığını, bedene yerleşip onda taşındığını söyleyen Saybaşılı burada, nefes ile düşünce arasında nasıl bir ilişki olduğunu ve duyup dinlediğimiz seslerin bizde ne gibi imgelere dönüştüğünü sorguluyor.

Yazar, kültürel ve sanatsal faaliyetin, bedenlerin ve dillerin ötesine uzanan bir üretim fazlalığını devreye soktuğundan hareketle imge ile sesi, dil ile yazıyı bir tür “taşkınlık eylemi” olarak inceliyor.

Saybaşılı bunu yaparken de, gözmerkezci ve sözmerkezci dünya, Gezi’nin dili ve sesleri, “Öteki”nin dili, sanatın dili, yazının sesi, sesin kareografisi, coğrafyanın ritimleri ve imgenin nabzı gibi pek çok kavrama başvurarak konuyu çok boyutlu bir bakışla tartışıyor.

Saybaşılı, “mıknatıs-ses” kavramını ise, sesin kendine özgü cismaniliğini, titreşimden kaynaklanan kendine özgü ilişkiselliğini vurgulamak için kullanıyor.

Yazara göre, ses çeker ve iter; dolayısıyla sesin kendisi mıknatıslıdır, yani ses mıknatıslar.

  • Künye: Nermin Saybaşılı – Mıknatıs-Ses: Rezonans ve Sanatın Politikası, Metis Yayınları, felsefe, 304 sayfa, 2020

Nermin Saybaşılı – Sanat Sahada (2017)

  • SANAT SAHADA, Nermin Saybaşılı, Metis Yayınları, sanat, 232 sayfa

Güncel sanat pratikleri ve eleştirel kuram gibi alanlarda çalışan Nermin Saybaşılı ‘Sanat Sahada’ başlıklı elimizdeki kitabında, bakmanın ve göstermenin kültürel ve günlük üretimi üzerine düşünüyor. Günümüz sanatı ve sanat eleştirisiyle görece yeni bir akademik alan olan Görsel Kültür çalışmalarından beslenen Saybaşılı, sanata bir “etnografik nesne” olarak yaklaşıyor. Yazar bunu da, ağırlıklı olarak antropolojik ve eleştirel araştırma metodu etnografiyi “kültürel eleştiri” olarak yeniden tanımlayan George E. Marcus ile Michael M. J. Fischer’in görüşlerine yaslanarak yapıyor. Görüntünün ya da görselliğin öğrenilen ve öğretilen, hatta empoze edilen ve terbiye edilen, kültürel bir yapı olarak üretilen başlı başına bir “teknoloji” olduğu, Saybaşılı’nın buradaki öne çıkan tezi.