Denis Lawton, Peter Gordon – Batı Eğitim Düşüncesi Tarihi (2025)

‘Batı Eğitim Düşüncesi Tarihi’, batı dünyasında eğitim düşüncesinin tarihsel gelişimini kapsamlı bir şekilde inceleyen önemli bir çalışma.

Kitap, eğitim felsefesi ve tarihine ilgi duyan araştırmacılar, öğrenciler ve eğitimciler için değerli bir kaynak niteliğinde.

Kitap, Antik Yunan’dan günümüze kadar batı eğitim düşüncesinin tüm önemli dönemlerini ve akımlarını kapsar.

Her bir dönem ve düşünürün eğitim anlayışı, felsefi temelleri ve tarihsel bağlamı detaylı bir şekilde inceliyor.

Yazarlar, sadece düşünürlerin fikirlerini sunmakla kalmaz, aynı zamanda bu fikirlerin tarihsel ve toplumsal etkilerini de eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirir.

Kitap, günümüz eğitim sistemleri ve tartışmalarıyla da bağlantılar kurarak, okurların konuya daha yakından bakabilmelerini sağlar.

Kitapta ele alınan başlıca konular:

Antik Yunan Eğitimi: Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi düşünürlerin eğitim anlayışları ve bu anlayışların batı eğitim düşüncesine etkileri.

Orta Çağ Eğitimi: Kilise’nin eğitim üzerindeki etkisi, skolastik felsefe ve üniversitelerin ortaya çıkışı.

Rönesans ve Reform Dönemleri: Humanizm, bireycilik ve sekülerleşmenin eğitim üzerindeki etkileri.

Aydınlanma Çağı: Akılcılık, deneyimcilik ve eğitimde eşitlik arayışları.

On Dokuzuncu ve Yirminci Yüzyıl Eğitim Düşünceleri: Progresivizm, pragmatizm ve eleştirel pedagoji gibi modern eğitim akımları.

  • Künye: Denis Lawton, Peter Gordon – Batı Eğitim Düşüncesi Tarihi, çeviren: Özgür Atakan, Nika Yayınevi, eğitim, 342 sayfa, 2025

Randolph Bourne – Devlet (2024)

Randolph Bourne’un ‘Devlet’ adlı kitabı, devletin doğası, savaşla ilişkisi ve birey üzerindeki etkileri üzerine derinlemesine bir inceleme yapıyor.

Bourne’a göre, devlet, özellikle savaş zamanlarında bireylerin özgürlüklerini kısıtlayan, toplumsal birliği baskıcı bir şekilde sağlayan bir kurumdur.

“Savaş, devletin sağlığıdır” sözüyle bu durumu özetleyen yazar, devletin savaş sayesinde güçlendiğini ve genişlediğini savunur.

Ancak bu durum, bireylerin özgürlüklerinin feda edilmesi anlamına gelir.

Savaş, devletin varlık nedenidir ve bireyleri bir araya getirirken, aynı zamanda muhalifleri bastırır.

Devlet, bireyleri toplumsal birliğe zorlar ancak bu birlik, bireylerin özgürlüklerini sınırlar. Savaş, bu durumu daha da belirgin hale getirir.

Bourne, devleti eleştirel bir gözle inceler ve onun birey üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çeker.

Bourne’a göre, savaşın uluslara değil, devletlere ait bir işlev olması ve devletin, ulusun enerjisini yıkıcı amaçlar için tüketmesi önemli bir paradoksa işaret eder: Devlet savaşla güçlenir ve genişler, ancak bu genişleme çoğunlukla yurttaşların özgürlüklerinden ödün verilmesini gerektirir.

Savaş, topluluğun sürü duygusunu canlandırarak, kolektif bir kimlik yaratırken muhalifleri dışlama ve bastırma eğilimini doğurur; bu, devletin kendi varlığını koruma çabasının bir tezahürüdür.

  • Künye: Randolph Bourne – Devlet, çeviren: Güney Çeğin, A.Halim Karaosmanoğlu, Nika Yayınevi, siyaset, 2024

Howard S. Becker – Toplumu Anlatmak (2024)

 

Howard S. Becker, bu kitabında toplumu anlatma eyleminin sadece sosyal bilimcilerin tekelinde olmadığını savunuyor.

Romanlar, şiirler, filmler gibi sanatsal eserler de toplum hakkında derinlemesine bilgi verebilir.

Kitapta, farklı anlatım biçimlerinin toplumsal gerçekliği nasıl yansıttığı, hangi yöntemlerin daha etkili olduğu gibi sorulara yanıt arıyor.

Toplumu anlatmanın birçok yolu var. Sadece bilimsel makaleler değil, romanlar, filmler, hatta günlük hayattaki sohbetler bile toplumu anlatmanın birer aracıdır.

Her anlatım biçimi farklı bir perspektif sunar. Farklı sanat ve bilim dalları, topluma farklı açılardan bakarak farklı yönlerini ortaya çıkarır.

Anlatım tarzı, içeriği etkiler. Nasıl anlattığımız, ne anlattığımız kadar önemlidir. Anlatım biçimimiz, okuyucunun veya izleyicinin konuya bakış açısını şekillendirir.

Toplumu sadece sayılar ve istatistiklerle değil, aynı zamanda hikayeler ve sanatla da anlamak isterseniz bu kitap size ilham verecektir.

Eğer bir yazar, sanatçı veya araştırmacıysanız, bu kitap size farklı anlatım biçimleri ve yöntemleri hakkında fikirler sunacaktır.

Günlük hayatta karşılaştığımız olayları ve insanları daha derinlemesine analiz etmek için size yeni bir bakış açısı kazandıracaktır.

Kısacası, ‘Toplumu Anlatmak’, toplumu anlama ve anlatma konusunda farklı disiplinlerden gelen düşünceleri bir araya getiren hem akademik hem de genel okur için ilgi çekici bir eser.

  • Künye: Howard S. Becker – Toplumu Anlatmak, çeviren: Şerife Geniş, Mesut Hazır, Ebru Arıcan, Nika Yayınevi, sosyoloji, 380 sayfa, 2024

Aydoğan Kutlu – Türkiye’nin Cumhuriyeti (2024)

Türkiye’de cumhuriyet kavramı, taraftarlarının ve karşıtlarının gözünde yoğun bir duygusal etkiye sahip olmasına rağmen, açık ve analitik bir tartışmaya pek konu olmaz.

Öyle ki, “Halkın kendi kendisini yönetmesi” veya “Egemenliğin millete ait olması” gibi harcıâlem tanımlar, cumhuriyetten daha çok, ilkinde demokrasiye ikincisinde halk egemenliğine karşılık gelmektedir.

Bir kesimin gözünde Atatürk’ün mirasını ve çağdaşlaşmayı simgelerken başka bir kesim için otoriter bir modernleşmenin, tekçi bir millet düşüncesinin, pozitivist bir bilimcilik anlayışına dayalı gelenekten kopuşun anlatımıdır.

Bu farklı farklı cumhuriyet “algıları”, cumhuriyete yönelik güçlü bir duygusal çağrışım üretirken; cumhuriyetin ne olduğu, dünyada neye karşılık geldiği ve bizdekinin dünyadaki örnekleriyle nasıl karşılaştırılabileceği gibi sorular genellikle gölgede kalır.

Aydoğan Kutlu’nun ‘Türkiye’nin Cumhuriyeti: Cumhuriyet Kavramının Türkiye’deki Dönüşümü’ başlıklı kitabı, Cumhuriyet’in 100. yılında, Batı’daki felsefi kökenlerinden başlayarak cumhuriyet kavramının nasıl bir tarihsel dönüşüm geçirdiğinin izini sürüyor.

Cumhuriyetin Antikçağ’ın kent-devletlerinden modern dönemlerin ulus-devletlerine dönüşürken hangi niteliklerinin başkalaşım geçirdiğini inceliyor ve Osmanlı/Türk tarihinde cumhuriyet kavramının ortaya çıkışını ve evrimini de bu perspektife yerleştiriyor.

Böylece Yeni Osmanlılardan İkinci Cumhuriyetçilere dek uzanan cumhuriyet tartışmasını, cumhuriyetin temel niteliklerinin nasıl yorumlandığı üzerinden göstermeye çalışırken bir yandan da devletle özdeşliğe hapsolmayan bir cumhuriyet mefhumunun peşinden gitmeye çalışıyor.

Siyasi tarihten daha çok düşünce tarihini temel alan bu kitap, Türkiye’deki cumhuriyet anlayışının temel unsurlarını gün yüzüne çıkartmayı amaçlarken aynı zamanda Türkiye’de neden etkili bir cumhuriyetçi akımın doğmadığının da yanıtlarını araştırıyor.

  • Künye: Aydoğan Kutlu – Türkiye’nin Cumhuriyeti: Cumhuriyet Kavramının Türkiye’deki Dönüşümü, Nika Yayınevi, siyaset, 204 sayfa, 2024

Kolektif – Dijital Teknoloji Sorgulanıyor (2024)

Dijital teknolojilerin toplumsal yaşantımızın temel belirleyicisi olduğuna dair görüş, medya ve iletişim literatüründe yaygın biçimde yer alıyor.

Dijital teknolojiler, toplumsal yaşamın tüm alanlarında öncelikli dönüştürücü bir güç olarak değerlendiriliyor; ancak bu çerçeve ekonomik, siyasal ve toplumsal alanların karşılıklı etkileşimindeki bütünlüklü yapıyı göz ardı etmesi nedeniyle yetersiz bir bakış açısı sunuyor.

Elinizdeki kitap, teknolojinin belirleyiciliği iddiasının karşısında, onun kapitalist birikim rejimi içindeki rolünü sorguluyor.

Kitapta yer alan yazılar, toplumsal yaşantının üretim ilişkileri bağlamında şekillenen diyalektik bütünlüğünden yola çıkarak dijital teknolojinin işlevini farklı boyutlarıyla ekonomi politik bir konumlanışla irdeliyor.

  • Künye: Kolektif – Dijital Teknoloji Sorgulanıyor, editör: Nurcan Törenli, Ayçin Özoktay, Nika Yayınevi, inceleme, 325 sayfa, 2024

Kolektif – Thomas S. Kuhn (2024)

Thomas Kuhn’un bilim felsefesine getirdiği yeni bakış açısı ve argümanlarının derinliği, yirminci yüzyılın son çeyreğinden yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanan bilim tarihi ve bilim felsefesi çalışmalarında büyük bir etki yarattı.

Batı felsefesinde olduğu gibi ülkemizdeki bilim felsefesi ve bilim tarihi yazıcılığında da Kuhn’un bilim algısı her geçen gün kendini yeni alanlarda ve farklı tartışmalarda hissettiriyor.

Geniş bir yelpaze içinde yer alan bu tartışmalar, Kuhn’un popülerliğini ve önemini açıkça ortaya koyuyor.

Özellikle onun kavramlarından yola çıkarak günümüz düşünsel çalışmalarını şekillendirmek ve bu çalışmalara yeni bir yön vermek büyük bir değer taşıyor.

Bu bağlamda, Kuhn’un bilim algısına kazandırdıklarını güncel tartışmalardan hareketle aktarmak ve onun mirasını anmak adına 2 Kasım 2022 tarihinde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü çatısı altında bir kongre düzenlendi.

Bu kongrede sunulan bildiriler, Kuhn’un sadece bilim felsefesini değil, sosyal bilimlerin çeşitli alanlarını da derinden etkilediğini ortaya koydu.

Kongre sonrası, Kuhn’un kavramlarının ülkemizdeki disiplinler arası etkisini araştırmak adına, daha geniş bir yazar katılımıyla bu kitap hazırlanmış.

Kitap, ‘ülkemizde gerek bilim üzerine yapılan çalışmalarda gerekse de doğrudan bilimsel çalışmalarda Kuhn’un kavramları ne derece etkili ve yaygın?’ sorusuna verilen cevabın somut bir örneği olarak, Kuhn’un farklı alanlardaki etkisini ortaya koyan çalışmalardan oluşuyor.

  • Künye: Kolektif – Thomas S. Kuhn: Bilimsel Devrimlerin Yapısından Sonra Altmış Yıl, editör: Ömer Faik Anlı, Ömer Fatih Tekin, Sercan Palavan, Nika Yayınevi, felsefe, 340 sayfa, 2024

Durdu Baran Çiftci – İnsan Haklarının Patolojisi (2024)

Son dönemde insan haklarının “son”una dair birçok şey söylendi.

Bilhassa Douzinas bu sonu doğrudan ve cesaretle haykırdı.

Bu çalışma, malumun ilanı denilecek bu tabloyu kabul etmekle birlikte insan haklarının geldiği noktayı çok daha paradoksal bir yerden kuruyor.

Toplumsal sahanın her yerine dağılan neoliberal hak talepkârlılığının insan haklarının ontolojisini darmadağın ettiğini savunuyor.

Hak taleplerinin neoliberal bireyselliğin içerisinden yükselmeye başladığı yerde karşılaştığımız “haklar enflasyonu”nun her şeyi nasıl da kutsallaştırdığını gözler önüne seriyor.

Nitekim her talebin bir insan hakkı söylemi içerisine yerleştirilme çabasının insan haklarının söylemsel alanını boşaltmak demek olduğunu biliyoruz.

Elbette ki, bunun politik olanı da sarstığını göz ardı etmemek gerekiyor.

Politik olanın müştereğin üretimiyle ele alınması ile bireyselliğe yaslandırılması arasında antagonizma olduğunu vurgulamak önemli bir zorunluluk.

Bu yüzden de şu soruları güçlü bir şekilde sormak mecburiyetindeyiz: “Hakkın bir talep sınırı var mıdır?”, “bu talep sürekliliğinin yasayla ilişkisi nedir?” veya “bu talepkârlık politik olanla nasıl düşünülebilir?”.

Bu sorular, aklımıza hemen gelebilecek bazı kavramları da ortaya çıkarıyor.

“Büyük-öteki”, “tanıma”, “empati”, “başkalık-etiği”…

İşte ‘İnsan Haklarının Patolojisi’, bizleri bu kavramları haklar enflasyonu içerisinde yeniden düşünmeye çağırıyor.

  • Künye: Durdu Baran Çiftci – İnsan Haklarının Patolojisi: Hak Kavramı Üzerine Eleştirel Bir Tartışma, Nika Yayınevi, siyaset, 160 sayfa, 2024

Kimberly Hutchings, Elizabeth Frazer – Siyasal Kuramda Şiddet (2024)

  • Şiddet içermeyen siyaset olabilir mi?
  • Şiddetin meşrulaştırılabilirliği, varolan düzeni savunmak ya da yıkmak için uygulandığına mı yoksa uygulanma biçimine mi bağlıdır?
  • Şiddet basitçe dolaysız bedensel yaralama mıdır yoksa yapısal, simgesel ya da epistemik şiddetten söz edebilir miyiz?

Bu kitapta Elizabeth Frazer ve Kimberley Hutchings, Niccolo Machiavelli’den Elaine Scarry’ye siyasal kuramcıların bu konuları nasıl ele aldıklarını inceliyorlar.

Siyasette şiddetin hem savunucuları hem de eleştirmenleriyle etkileşime girerek, bu tartışmaların kalıcı temalarını ortaya çıkarmak için çeşitli meşrulaştırma ve retorik stratejilerini analiz ediyorlar.

Siyasal kuramcıların şiddeti ya tarafsız bir araca indirgeyerek ya da adalet ve erdem gibi oldukça farklı kavramlarla özdeşleştirerek, onun ortaya çıkardığı temel zorluklardan nasıl kaçma eğiliminde olduklarını gösteriyorlar.

Şiddet zorunlu olarak hiyerarşik ve dışlayıcı yapılar ve tahayyüllerle sarmalandığı için, şiddeti hizmet ettiği amaçlar ya da nasıl uygulandığı açısından meşrulaştırmanın artık bir anlam ifade etmediğini savunuyorlar.

Terör ve savaş ahlakından radikal ve devrimci siyasi düşünüşe paha biçilmez bir kaynak.

Kitap, Machiavelli’den günümüze şiddet ve siyaset arasındaki kesişime dair çok dikkatli, sistematik ve son derece okunabilir bir giriş ve analiz sunuyor.

  • Künye: Kimberly Hutchings, Elizabeth Frazer – Siyasal Kuramda Şiddet, çeviren: S. Erdem Türközü, Nika Yayınevi, siyaset, 284 sayfa, 2024

Murat Çetin – Şahlar Piyonlar ve [Meta] Kent (2024)

Bu kitap dijital kapitalizmin ivmelenişine paralel olarak kent mekânının “buharlaştırılma” sürecini ele alıyor ve bu ideolojik buharlaşmanın son aşaması olarak metaverse olgusunun reel ve fiziki kentsel mekâna, onun kamusallığına sınıfsal olarak nasıl etki ettiğini gözler önüne seriyor.

Distopik kurgu ile gerçeklik verilerinin birbirine bugüne dek hiç olmadığı kadar yaklaştığı günümüzde, bu ikisinin kesişim kümesinde belirmeye başlayan yeni kentsel mekânı, oyun ve simülasyon ilişkisi içinde ele alıyor.

Mimarlar ve şehir planlamacılarının yanı sıra, “kent”, “satranç” ve “metaverse” dünyalarına ilgi duyanlara da hitap edebilecek kitap, bu görünürde ilgisiz üç unsurun aralarındaki kesişimlerin, kurulabilecek bağların, ilişkilerin, benzerliklerin ve ortaklıkların üzerindeki tılsımlı perdeyi aralıyor.

  • İnsanlığın en eski dönemlerinden bu yana biyolojik evrimle paralel seyrederek şekillenegelen kentlerimiz, 21. yüzyıl başından beri nasıl ve neden hızla buharlaş(tırıl)ıyor?
  • “Buharlaşma” aslında nasıl sınıfsal ve kentsel bir oyun stratejisidir?
  • Sel, deprem ve pandemi felaketleri bu kentsel ve mimari dönüşüm süreçlerinde nasıl araçsallaştırılır?

Kitap bu soruları, kentlerin dönüşümüne çok disiplinli ve tarihsel bir perspektiften bakarak cevaplıyor.

  • Kentlerimiz neden ve nasıl bu hallerine geldiler ve yakında ne hale dönüşecekler?
  • Yeni Dünya Düzeni’nde Kentsel Dönüşüm projeleri ile Metaverse arasında nasıl bağlar bulunur?
  • Kamusal alanın yerini alacağı öngörülen dijital ve sanal evren, lanse edildiği gibi iyi bir şey midir?
  • Yapay Zekâ ile yakından ilişkili olan ve Metaverse denilen bu yeni kamusal alanın arkasındaki mekân-politik ajanda nedir?
  • Metaverse iyi olsa dahi gerçek kente, sokaklara, meydanlara etkileri ne olacaktır?

Bu soruları ekonomi-politik açıdan ve diyalektik bir çerçeveden ele alan Çetin, kapitalizmin çelişkileri sonucundaki mekânsal yarılma ile ortaya çıkan; gerçek ve meta-mekânlar, mimarlar ve meta-mimarlar vs. gibi kutuplaşmaların arka planını ortaya koyuyor.

Mimarlığın ölümüne ve bir “Meta-Kent” oluşumuna doğru evrilen bu arka planın izlerini, yasa, yönetmelik ve mahkeme kararlarından istatistiksel verilere, araştırmalara ve belgesellere, kişisel gözlemlerden anı ve alıntılara, resimlerden heykellere, felsefi, kuramsal ve edebi metinlerden sinema ve dizilere uğrayan, zengin, heyecanlı ve sarsıcı bir rota takip ederek sürüyor.

  • Künye: Murat Çetin – Şahlar Piyonlar ve [Meta] Kent: Totaliter Siyasetin Oyun Tahtası Olarak ‘Buharlaştırılan’ Kent Mekânı, Nika Yayınevi, kent çalışmaları, 382 sayfa, 2024

Iraz Yaşar – Bilinçdışının Felsefesi (2024)

Freud ve psikanaliz öncesi bilinçdışı çok farklı bağlamlarda düşünüldü.

Özellikle 19. yüzyıl Alman felsefesi içinde bu kavram çok güncel olmakla birlikte Schopenhauer ve Nietzsche gibi filozoflarda isteme, güç istemi, beden ve dürtülerle bağlantılı olarak düşünülür.

Bu filozoflar her ne kadar “bilinçdışı” kavramını merkeze alan bir tartışma ortaya koymamış olsa da ele aldıkları birçok konuda bu kavrama göndermede bulunurlar.

Örneğin bilinçli düşünmenin otonom bir yapısı olmadığını iddia ettiklerinde, bedensel ve fizyolojik süreçlerin düşünce ve davranışlarımız üzerindeki etkilerine değindiklerinde, sanatsal yaratıcılığın kaynağına ışık tuttuklarında ya da insan davranışlarının kendini kandırma ve manipüle etmeyi de içeren özellikler taşıdığına vurgu yaptıklarında bilinçdışı kavramına işaret ederler.

Dolayısıyla bilinçdışı söz konusu filozoflarda hep göz önünde bulundurulan bir kavram oldu.

Bu çalışma iki anlamda bir köprü vazifesi görüyor.

Hem bilinç ve bilinçdışı arasında hem de felsefe ve psikoloji arasında geçişi kolaylaştıracak bir materyal sunuyor.

Iraz Yaşar bilinçdışı üzerine bir felsefe tarihi çalışması yaparak hem felsefedeki bir boşluğu dolduruyor hem de psikolojinin felsefi derinliğine inmek isteyenler için bir merdiven sağlıyor.

Yaşar, felsefe alanında kalarak yazdığı bu eserde günümüze kadar gölgede kalmış bir kavram olan bilinçdışını sistemli bir biçimde ele alıyor.

Freud’la parlayan bilinçdışının Freud’a etki eden ve ona ilham kaynağı olan Schopenhauer ve Nietzsche’deki yansımalarını felsefenin anlaşılması zor bir disiplin olduğu mitini yıkarcasına yalın ve berrak bir dille ortaya koyuyor.

  • Künye: Iraz Yaşar – Bilinçdışının Felsefesi: Schopenhauer ve Nietzsche, Nika Yayınevi, felsefe, 216 sayfa, 2024