Pervez Tahir – Az Gelişmişlik ve Kalkınma (2025)

Pervez Tahir, bu kitabında, 20. yüzyılın en etkili iktisatçılarından Joan Robinson’un Hindistan’daki deneyimlerini ve bu deneyimlerin düşünce dünyasındaki etkilerini inceliyor. Robinson, Cambridge’de Keynes’in yakın çalışma arkadaşlarından biri olarak tanınıyor ancak Hindistan seyahatleri onun ekonomi anlayışında derin izler bırakıyor. ‘Az Gelişmişlik ve Kalkınma: Joan Robinson’ın Hindistan Gözlemleri’ (‘Joan Robinson in Princely India’), Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesi, sömürge sonrası kalkınma sorunları ve planlama tartışmaları çerçevesinde Robinson’un gözlemlerini ele alıyor. Robinson, burada tanık olduğu yoksulluk ve toplumsal eşitsizlikleri yalnızca akademik bir sorun olarak değil, insanlığın temel meselelerinden biri olarak değerlendiriyor.

Tahir, Robinson’un Nehru dönemi kalkınma politikalarıyla olan ilişkisini detaylandırıyor. Planlı kalkınma, tarımsal dönüşüm ve sanayileşme gibi konularda Robinson’un görüşleri Hindistanlı siyasetçiler ve ekonomistler tarafından dikkatle inceleniyor. Ona göre, kalkınma yalnızca büyüme rakamlarıyla ölçülemiyor; toplumsal adalet, eşitlik ve refahın paylaşımı da sürecin ayrılmaz parçası oluyor. Robinson’un Marksist düşünceyle kurduğu bağ, onun Hindistan’daki deneyimlerinde daha görünür hale geliyor.

Kitap, aynı zamanda Robinson’un Hindistan’daki entelektüel çevrelerle ilişkilerini, akademik konferanslarını ve öğrencilerle kurduğu bağları da inceliyor. Bu temaslar, onun teorik çalışmalarını somut sosyal sorunlarla buluşturmasına imkân sağlıyor. Tahir, Robinson’un Hindistan’da geliştirdiği bakış açısının küresel iktisat düşüncesinde alternatif bir damar açtığını savunuyor. Böylece kitap, hem Robinson’un kişisel entelektüel yolculuğunu hem de Hindistan’ın modernleşme serüvenini bir arada sunuyor.

  • Künye: Pervez Tahir – Az Gelişmişlik ve Kalkınma: Joan Robinson’ın Hindistan Gözlemleri, çeviren: Mustafa Kahya, Vakıfbank Kültür Yayınları, iktisat, 384 sayfa, 2025

Martin Glazier – Öz (2025)

Martin Glazier, bu kısa ama yoğun eserinde “öz” kavramının metafizikteki yerini yeniden değerlendiriyor. ‘Öz’ (‘Essence’), özün yalnızca şeylerin ne olduğu sorusuna yanıt veren bir nitelik olmadığını, aynı zamanda gerçekliğin yapısını kavramak için temel bir araç sunduğunu savunuyor. Glazier, özsel gerçekliklerin yalnızca tanımlayıcı değil, açıklayıcı da olduğunu öne sürüyor. Öz, bir varlığın kimliğini belirlemekle kalmıyor, onun neden öyle olduğunu anlamamıza da katkı sağlıyor.

Kitapta öz, “aktif” ve “gizli” gerçeklikler ayrımı üzerinden ele alınıyor. Aktif gerçekler, gözlemlenebilir ve dünyada etkin olan durumlarken; gizli olanlar daha çok mantıksal veya olasılıkla ilgili düzeyde kalıyor. Glazier, özsel doğruların aktif gerçekliklere dayandığını ileri sürerek, özün gerçeklik içinde dinamik bir yer kapladığını gösteriyor. Bu yaklaşım, öz kavramını soyut bir kategori olmaktan çıkarıp işleyen bir açıklama düzeyine taşıyor.

Öz ile kimlik, açıklama, zorunluluk ve bilgi gibi temel felsefi kavramlar arasındaki ilişki de ayrıntılı biçimde inceleniyor. Glazier, özün yalnızca metafizik değil, epistemolojik bir rolü de olduğunu belirtiyor. Ona göre öz, yalnızca varlığın ne olduğunu bilmemizi değil, onu neden öyle bildiğimizi de açıklar. ‘Essence’, özün metafizikteki konumunu tartışmaya açmakla kalmıyor, bu konumun daha derin bir felsefi çözümleme gerektirdiğini de ortaya koyuyor.

  • Künye: Martin Glazier – Öz, çeviren: Samet Büyükada, Vakıfbank Kültür Yayınları, felsefe, 128 sayfa, 2025

Hippolyte Taine – İngiltere Üzerine Notlar (2025)

Hippolyte Taine, 1860’larda gerçekleştirdiği İngiltere seyahatine dayanarak kaleme aldığı bu kitapta, gözlemci bir filozof titizliğiyle İngiliz toplumunu analiz ediyor. ‘İngiltere Üzerine Notlar’ (‘Notes sur l’Angleterre’), bir seyahat günlüğünden ziyade sosyolojik ve kültürel bir inceleme niteliği taşıyor. Fransa’dan farklı olarak İngiltere’nin bireycilik, düzen ve özgürlükle şekillenen yapısına dikkat çekiyor. Taine’in yaklaşımı, gözlemleri kadar yorumlarıyla da tarihsel anlam taşıyor.

Kitap boyunca İngiliz ahlak anlayışı, çalışma disiplini, dinî yaşantı ve toplumsal kurumlar üzerinde duruluyor. İngilizlerin güçlü burjuva değerlerine sahip olduğu, iş etiğiyle dinî tutumlarının birbirini desteklediği anlatılıyor. Sanayi devriminin etkisiyle şekillenen sosyal yapı, kentleşme ve refah seviyesi ayrıntılı biçimde betimleniyor. Taine, İngilizlerin pratik zekâsı ve sade yaşam tarzları karşısında hem hayranlık hem mesafe hissediyor.

İngiltere’nin siyasi sistemine ve kamu hayatına dair yapılan tespitlerde, anayasal monarşinin istikrarı ve özgürlükçü karakteri öne çıkıyor. Taine, İngiltere’nin eğitim kurumlarından tiyatroya, basın özgürlüğünden hukuk sistemine kadar birçok alandaki farklılıkları not ediyor. Bu gözlemler, 19. yüzyıl İngiltere’sinin sadece fiziksel değil zihinsel haritasını da ortaya koyuyor. Taine’in kalemi, Avrupa’nın iki büyük kültürü arasında bir ayna görevi üstleniyor.

  • Künye: Hippolyte Taine – İngiltere Üzerine Notlar, çeviren: Uzay Özgülenç, Vakıfbank Kültür Yayınları, seyahatname, 344 sayfa, 2025

Michael S. Weisbach – İktisatçının Zanaatı (2025)

Michael S. Weisbach’ın bu kitabı, ekonomi alanında akademik araştırma yapmak isteyenler için uygulamalı bir rehber sunuyor. Yazar, araştırma sürecinin ilk adımında iyi bir soru belirlemenin önemine dikkat çekiyor. Literatürdeki boşlukları bulmak, bu boşlukları anlamlı ve test edilebilir sorulara dönüştürmek, kitabın temel vurgularından biri olarak öne çıkıyor. Weisbach, yalnızca metodolojik doğruluğun değil, araştırmanın ikna edici ve dikkat çekici olmasının da gerekli olduğunu savunuyor.

‘İktisatçının Zanaatı: Araştırma ve Yayın Rehberi’ (‘The Economist’s Craft: An Introduction To Research, Publishing, and Professional Development’), ampirik ekonomi araştırmalarında kullanılan yöntemleri örneklerle açıklıyor. Korelasyonla nedensellik arasındaki fark, doğal deneyler, araç değişkenler, panel veriler gibi temel kavramlar pratik yönleriyle ele alınıyor. Bu yöntemlerin sadece teknik değil, aynı zamanda ikna gücüne sahip biçimde uygulanması gerektiği vurgulanıyor.

Araştırma süreci kadar bulguların sunumu da kitabın merkezinde yer alıyor. Özellikle bir makalenin giriş bölümünün taşıdığı ağırlık, okuyucunun ilgisini ilk sayfalarda kazanmanın gerekliliğiyle açıklanıyor. Yazar, hakemli dergilerde yayın sürecinin dinamiklerini açık biçimde anlatıyor ve reddedilmenin olağan bir parça olduğunu, bu sürecin nasıl yönetilmesi gerektiğini örneklerle gösteriyor.

Kitapta son olarak, akademik yaşamın pratik yönleri de yer alıyor. İş başvuruları, sunum hazırlıkları, akademik toplantılar, zaman yönetimi, işbirlikleri ve meslek etiği gibi konular, ekonomi araştırmacılarının günlük yaşamları açısından ele alınıyor. Tüm bu içerik, araştırma yapmak isteyenler için doğrudan ve yol gösterici bir biçimde aktarılıyor.

  • Künye: Michael S. Weisbach – İktisatçının Zanaatı: Araştırma ve Yayın Rehberi, çeviren: M. Ali Kayacık, Vakıfbank Kültür Yayınları, iktisat, 424 sayfa, 2025

Tim Maudlin – Fizik Felsefesi (2025)

Tim Maudlin, bu kitabında fizik felsefesinin temel başlıklarından biri olan uzay ve zaman kavramlarını ele alıyor. ‘Fizik Felsefesi: Uzay ve Zaman’ (‘Philosophy of Physics: Space and Time’), sadece fiziksel teorilerin teknik yönlerini değil, bu teorilerin dayandığı kavramsal çerçeveyi de sorguluyor. Kitap, okuyucuyu Newton’dan Einstein’a uzanan düşünsel bir yolculuğa çıkarıyor. Fiziksel gerçekliğin yapısı üzerine yapılan klasik ve modern yorumları tartışarak, uzay ve zamanın ne olduğu sorusuna derinlikli yanıtlar arıyor.

İlk bölümlerde Newtoncu mutlak uzay ve zaman anlayışı ile Leibniz’in ilişkisel görüşü karşılaştırılıyor. Maudlin, her iki yaklaşımın dayandığı felsefi varsayımları açıklıyor ve bu çerçevenin klasik mekanik üzerindeki etkisini gösteriyor. Ardından Einstein’ın görelilik kuramı ile birlikte uzay ve zaman anlayışının nasıl dönüştüğü detaylı biçimde ele alınıyor. Özel ve genel görelilik kuramları, yalnızca fiziksel sonuçlarıyla değil, aynı zamanda felsefi anlamlarıyla da açıklanıyor. Zamanın akışı, eşzamanlılık, nedensellik ve gerçeklik gibi kavramlar, bu bağlamda yeniden tartışılıyor.

Maudlin, soyut tartışmalardan uzak durarak konuları açık, anlaşılır ve örneklerle desteklenen bir biçimde sunuyor. Matematiksel karmaşıklık yerine kavramsal berraklığı öne çıkarıyor. Kitap, fizik felsefesine ilgi duyanlar için hem giriş düzeyinde hem de derinleşmeye açık bir içerik sunuyor. Bilimin yalnızca formüllerden değil, düşünsel temellerden oluştuğunu hatırlatıyor. Uzay ve zaman üzerine düşünmek, yalnızca fizik değil, varlık ve gerçeklik üzerine düşünmek anlamına geliyor.

  • Künye: Tim Maudlin – Fizik Felsefesi: Uzay ve Zaman, çeviren: Recep Demir, Vakıfbank Kültür Yayınları, fizik, 248 sayfa, 2025

Naomi Pasachoff – Marie Curie ve Radyoaktivite Bilimi (2025)

Naomi Pasachoff’un bu kitabı, Marie Curie’nin yaşamını anlatırken onu tarihsel bağlamına yerleştiriyor. ‘Marie Curie ve Radyoaktivite Bilimi’ (‘Marie Curie and The Science of Radioactivity’), Curie’nin yalnızca başarılarını değil, bu başarıların nasıl ve hangi koşullarda ortaya çıktığını da gösteriyor. Özellikle genç okurlara hitap eden anlatım diliyle, Curie’nin kişisel direncini, bilimsel merakını ve sistematik çalışmasını anlaşılır bir dille aktarıyor. Her bölüm, Curie’nin hayatındaki bir döneme ya da önemli bir bilimsel gelişmeye odaklanıyor. Bu yapı, okuyucunun hem onun kişiliğini hem de bilimsel katkılarını daha net kavramasını sağlıyor.

Kitapta, radyoaktivitenin ne olduğu ve bilimsel tarihte nasıl bir yer edindiği yalın örneklerle açıklanıyor. Pasachoff, bu karmaşık konuyu sadeleştirerek Curie’nin polonyum ve radyumu keşfediş sürecini adım adım anlatıyor. Curie’nin deneylerini nasıl yaptığı, nasıl ölçümler geliştirdiği ve hangi zorluklarla karşılaştığı görsel desteklerle sunuluyor. Görseller, belgeler, fotoğraflar ve döneme ait çizimler, kitaba tarihsel bir derinlik kazandırıyor. Curie’nin bilime olan katkısı yalnızca buluşlar değil, bilimsel yöntemi sabırla uygulama biçimiyle de öne çıkıyor.

Pasachoff, Curie’yi yücelten bir anlatıdan çok, insani ve çalışkan yönünü merkeze alıyor. Özellikle kadınların bilimdeki yeri ve Curie’nin karşılaştığı ayrımcılıklar açık bir biçimde ortaya konuyor. Kitap, yalnızca geçmişte yaşanmış bir başarı öyküsü sunmuyor; aynı zamanda bilimsel tutkunun neleri mümkün kılabileceğini de gösteriyor. Sonunda, Curie’nin başarıları kadar kişiliğinin, çalışma disiplininin ve öğrenmeye duyduğu sevginin, onu nesiller boyu ilham veren bir figüre dönüştürdüğü görülüyor.

  • Künye: Naomi Pasachoff – Marie Curie ve Radyoaktivite Bilimi, çeviren: Mustafa Bayrak, Vakıfbank Kültür Yayınları, biyografi, 136 sayfa, 2025

Linda Anderson – Otobiyografi (2025)

Otobiyografi, kişinin kendi yaşam öyküsünü anlatma biçimi olarak uzun bir tarihsel geçmiş taşıyor. Linda Anderson, bu türün sadece bireyin geçmişini anlatmakla kalmadığını, aynı zamanda kimliğin nasıl inşa edildiğini gösterdiğini savunuyor. Augustine’in İtirafları ile başlayan bu yazınsal gelenek, zamanla bireyin iç dünyasına dair daha karmaşık anlatılara dönüşüyor. Yazar, otobiyografide anlatıcının geçmişteki kendisine dışarıdan bakarak bir benlik kurguladığını belirtiyor.

‘Otobiyografi’ (‘Autobiography’), psikanaliz, yapısalcılık ve postyapısalcılık gibi kuramsal yaklaşımlarla otobiyografi türünü derinlemesine inceliyor. Öznenin bütün ve değişmez olmadığı, aksine dil aracılığıyla sürekli yeniden kurulduğu vurgulanıyor. Bu noktada otobiyografi, gerçeklik ile kurmaca arasında kalan, anlatıcının benliğini sürekli yeniden ürettiği bir alan haline geliyor. Anderson, bu süreci özellikle kadınların ve ötekileştirilmiş bireylerin yaşam anlatıları üzerinden de değerlendiriyor.

Feminist kuramın etkisiyle kadın yazarların yaşam öykülerine nasıl farklı bir ses getirdiği ele alınıyor. Kadınların, ataerkil anlatı biçimlerine karşı kendi deneyimlerini yazıya dökerken karşılaştıkları güçlükler tartışılıyor. Bu bağlamda Anderson, otobiyografinin yalnızca bireysel değil, aynı zamanda politik bir eylem olduğunu ileri sürüyor. Kitapta, James Olney, Philippe Lejeune, Paul de Man ve Jacques Derrida gibi isimlerin katkılarıyla türün sınırları yeniden tanımlanıyor.

Modern çağın dijital ortamlarında kişisel anlatıların nasıl evrildiği de kitapta yer buluyor. Günlükler, bloglar, sosyal medya gibi mecralarda bireyin kendini ifade etme biçimleri, klasik otobiyografi kavramıyla karşılaştırılıyor. Anderson, öznenin sabit değil, zaman içinde değişen ve dil tarafından şekillenen bir yapı olduğunu savunuyor. Bu nedenle, her otobiyografi anlatısı, geçmişe değil, bugünden geçmişe bakarak kurulmuş bir anlam örüntüsü taşıyor.

  • Künye: Linda Anderson – Otobiyografi, çeviren: Bülent Ayyıldız, Vakıfbank Kültür Yayınları, inceleme, 208 sayfa, 2025

Bai Gao – Ekonomik İdeoloji ve Japon Endüstri Politikası (2025)

Bai Gao’nun bu kapsamlı eseri, Japonya’nın 1931-1965 arasındaki sanayi politikalarını şekillendiren ekonomik ideolojileri mercek altına alıyor. ‘Ekonomik İdeoloji ve Japon Endüstri Politikası: 1931’den 1965’e Kalkınmacılık’ (‘Economic Ideology and Japanese Industrial Policy: Developmentalism from 1931 to 1965’), yalnızca ekonomi politikalarını değil, bu politikaların arkasındaki düşünsel çerçeveyi, bürokratik yapıyı ve tarihsel bağlamı derinlemesine analiz ediyor. Gao, Japonya’nın kalkınmacı devlet modelini açıklarken, bunu yalnızca sonuçlarla değil, ideolojik temellerle de ilişkilendiriyor.

Yazar, Japon bürokrasisinin özellikle MITI (Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı) gibi kurumlar aracılığıyla nasıl güçlü bir planlayıcı aktör haline geldiğini ortaya koyuyor. Ekonomik kararlar yalnızca piyasa mekanizmalarıyla değil, aynı zamanda devletin yönlendirici gücüyle alınıyor. Bu yaklaşım, Japonya’nın savaş sonrası ekonomik mucizesine temel hazırlıyor.

Kitapta üç ana ideolojik dönem inceleniyor: 1930’ların korporatist milliyetçiliği, savaş dönemi planlı ekonomi anlayışı ve 1950-60’ların liberal kalkınmacı yaklaşımı. Bu evreler, yalnızca ekonomik politikaların değil, Japon elitlerinin dünya görüşlerinin ve sınıf yapılarına dair yaklaşımlarının da nasıl evrildiğini gösteriyor.

Bai Gao, ekonomik düşüncenin sadece entelektüel bir faaliyet değil, aynı zamanda politik bir mücadele alanı olduğunu savunuyor. Ekonomik ideolojilerin, hangi sosyal grupların çıkarlarını yansıttığını ve devletin bu ideolojiler karşısındaki konumunu detaylandırıyor.

Sonuç olarak kitap, Japonya’nın kalkınma sürecini açıklarken, ekonominin teknik bir alan değil, ideolojik ve kurumsal çatışmalarla şekillenen bir yapı olduğunu vurguluyor. Bu yönüyle sadece Japonya için değil, kalkınma ekonomileriyle ilgilenen herkes için önemli bir kaynak niteliği taşıyor.

  • Künye: Bai Gao – Ekonomik İdeoloji ve Japon Endüstri Politikası: 1931’den 1965’e Kalkınmacılık, çeviren: Bahar Hazal Öztürk, Vakıfbank Kültür Yayınları, iktisat, 520 sayfa, 2025

Ali Akyıldız – Para Pul Oldu (2025)

Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme süreci, yalnızca kurumların dönüşümüyle değil, ekonomik araçların değişimiyle de şekillendi. Bu dönüşümün en dikkat çekici unsurlarından biri ise kâğıt paranın – yani kaimenin – devlet ve toplum hayatına girişi oldu. Artan savaş giderleri, büyüyen bütçe açıkları ve siyasi krizlerle baş edebilmek için Osmanlı yönetimi, yeni bir finansal çözüm arayışına yöneldi. Böylece kâğıt para, bir geçici önlemden çok, modern mali sistemin habercisi haline geldi.

İlk kaimeler yüksek faizle basılsa da zamanla bu faiz oranı düştü, ardından karşılıksız kaimeler piyasaya sürüldü ve para hızla değer kaybetti. Halkın gözünde para hâlâ “şıkırtılı” metalden ibaretken, devlet “kaime altın gibidir” iddiasını ne kadar tekrarlasa da güven krizi kaçınılmazdı. Bu da kâğıt paranın ekonomik olduğu kadar toplumsal bir meseleye dönüştüğünü gösterdi. Kâğıt para, yalnızca kasaları değil, kamuoyunu da etkilemeye başladı.

Prof. Dr. Ali Akyıldız’ın ‘Para Pul Oldu’ adlı eseri, bu karmaşık tarihî süreci kapsamlı bir arşiv çalışmasına dayanarak inceliyor. Kâğıt paranın Osmanlı’daki serüveni üzerinden maliye politikaları, kriz yönetimi, toplumsal tepkiler ve devletin meşruiyet sorunları gibi çok yönlü dinamikler analiz ediliyor. Tanzimat’tan Birinci Dünya Savaşı’na kadar birçok dönüm noktası, paranın dönüşümü ekseninde yeniden anlamlandırılıyor.

Kitap, seri numarasız kaimelerle yürütülen gizli para politikalarından Galata bankerlerinin etkisine, Avrupa sermayesinin müdahalelerine ve kalpazanlığa kadar geniş bir yelpazede Osmanlı’nın finansal evrimini gözler önüne seriyor. Zengin görseller ve özgün belgelerle desteklenen bu eser, yalnızca tarihçilere değil, ekonomik ve toplumsal dönüşümleri merak eden herkese hitap ediyor.

  • Künye: Ali Akyıldız – Para Pul Oldu: Osmanlı’da Kâğıt Para, Maliye ve Toplum, Vakıfbank Kültür Yayınları, tarih, 352 sayfa, 2025

Emir Hüseyin Ebîverdî – Dört Başkent (2025)

Emir Hüseyin Ebîverdî’nin ‘Dört Başkent’ (‘Çâr Taht’) adlı eseri, yazarın 15. yüzyılın sonlarında dört önemli başkente, yani İstanbul (Osmanlı Devleti), Kahire (Memlükler), Tebriz (Akkoyunlular) ve Herat (Timurlular) yaptığı seyahatleri ve bu şehirlerdeki gözlemlerini anlatan değerli bir seyahatnamedir. Kitap, dönemin siyasi, kültürel, sosyal ve edebi yaşamına dair zengin bir kaynak niteliğinde. Ebîverdî, bu seyahatleri sırasında karşılaştığı yöneticiler, alimler, şairler ve sıradan insanlar hakkında detaylı bilgiler sunarak, imparatorluklar arası ilişkileri ve toplumsal yapıları gözler önüne serer. Eser, her bir başkentin kendine özgü atmosferini, mimari dokusunu, eğitim ve sanat anlayışını, ayrıca yöneticilerinin kişisel özelliklerini ve siyasi yaklaşımlarını canlı bir dille aktarır. Yazarın bir şair ve edip olmasından kaynaklanan gözlem yeteneği ve üslubu, metne edebi bir değer katar.

Kitapta, söz konusu dört medeniyetin kurucu şehirlerine yapılan bu yolculuklar aracılığıyla, o dönemin farklı güç merkezlerinin ekonomik durumları, askeri güçleri ve kültürel etkileşimleri hakkında önemli ipuçları bulunur. Ebîverdî, bir yandan bu büyük şehirlerin ihtişamını ve zenginliğini tasvir ederken, diğer yandan da dönemin siyasi çalkantılarını ve bölgesel rekabetleri de yansıtır. Her bir başkentin kendi içinde barındırdığı farklılıkları ve benzerlikleri karşılaştırmalı bir şekilde sunarak, okuyucuya geniş bir perspektif sunar. Özellikle sanatsal ve edebi faaliyetlere verdiği önem, dönemin entelektüel hayatına dair benzersiz detaylar içerir.

‘Dört Başkent’, sadece bir seyahatname olmanın ötesinde, 15. yüzyıl İslam dünyasının geniş bir panoramasını sunan, sosyal tarih, siyasi tarih, edebiyat tarihi ve kültürel tarih açısından önemli birincil bir kaynaktır. Ebîverdî’nin bu eseri, farklı medeniyetler ve kültürler arasındaki etkileşimleri, ortak değerleri ve farklılıkları anlamak için değerli bir belge olup, dönemin yaşam biçimi, düşünce yapısı ve insan ilişkileri hakkında derinlemesine bir bakış açısı sunar.

  • Künye: Emir Hüseyin Ebîverdî – Dört Başkent: Medeniyetin Kurucu Şehirlerine Seyahat: İstanbul, Kahire, Tebriz, Herat, çeviren: Turgay Şafak, Vakıfbank Kültür Yayınları, seyahat, 144 sayfa, 2025