Zekâ tanımlanmış, doğuştan gelen ve testlerle ölçülebilen bir özellik midir?
Ken Richardson, zenginlerin zekâları sayesinde servet biriktirdikleri, yoksulların da söz konusu zekâdan yoksun oldukları için yokluk içinde bulundukları iddialarına dayanak oluşturan siyasi ve “bilimsel” tezlerle kıyasıya hesaplaşıyor.
Richardson, zekâ üzerine yapılan benzer çalışmalarının aksine, zekâyı aramaya sinir sisteminin mikro patikalarında başlıyor.
Zekânın değişken çevrelere uyum sağlayan, esnek, işbirliği ve iletişime önem veren özelliklere sahip olduğunu gösteren Richardson, genlerin efendi konumunu yitirdiği, işbirliği ve kültürün sonuç değil bağlama dönüştüğü bir bilişsel evrim ortamında, sinir sistemimizin de diğerlerinin sinir sistemine öylesine bağlandığını ve sınıflı, hiyerarşik mevcut toplum kadar olası bir başka seçeneğin daha ufukta belirdiğini söylüyor.
Bu seçeneği katılımcı, eşitlikçi, kapısı herkese açık bir dünya olarak kavramsallaştıran yazar, buradan hareketle genetiğe ve beyne yönelik indirgemeci bakışı sorguluyor.
“Önümüzdeki görev zorlu, fakat insanlık tarihi bu tür ideolojilerin alaşağı edildiği örneklerle dolu!” diyen Richardson, zekâ konusunda kaderciliği ve karamsarlığı defetmeye yardımcı olacak sağlam bir alternatif sunuyor.
- Künye: Ken Richardson – Zekânın Bilimi ve İdeolojisi: Genler, Beyin ve İnsanın Potansiyeli, çeviren: Mehmet Doğan, Koç Üniversitesi Yayınları, bilim, 360 sayfa, 2020