Élisabeth Roudinesco – İçimizdeki Karanlık Yan (2025)

Élisabeth Roudinesco, bu eserinde, insan doğasının karanlık yönünü ve “sapkınlık” kavramının tarihsel evrimini inceliyor. ‘İçimizdeki Karanlık Yan: Sapkınlığın Tarihi’ (‘La part obscure de nous-mêmes: Une histoire des pervers’), ahlaki, dini, tıbbi ve psikanalitik söylemler içinde “perversité”nin (sapkınlığın) nasıl tanımlandığını ve her dönemin bu kavrama kendi korkularını nasıl yansıttığını araştırıyor. Roudinesco, insanın içindeki karanlığın yok edilemeyeceğini, bastırıldıkça biçim değiştirerek toplumsal hayatta yeniden ortaya çıktığını vurguluyor. Bu karanlık taraf, modern çağın normallik saplantısına karşı bir ayna görevi görüyor.

Yazar, sapkınlığın tarihini Orta Çağ’daki günah ve şeytan kavramlarından başlayarak Freud’un psikanalitik analizine kadar izliyor. Antik dönemde “ahlaki bozulma” olarak görülen eylemler, Hristiyanlıkla birlikte günahın ve cinselliğin kesişim noktasına yerleşiyor. Modern bilimlerin yükselişiyle ise bu olgu, tıbbi ve psikiyatrik bir kategoriye dönüşüyor. Roudinesco, özellikle Freud’un “sapık” figürünü patolojik olmaktan çıkararak insani bir olasılık, arzunun bir biçimi olarak ele almasını dönüm noktası olarak değerlendiriyor.

Kitap, toplumların “öteki”ni tanımlama biçimlerini de sorguluyor. Sapkın olan, aslında toplumun kendi bastırılmış arzularının yansıması olarak ortaya çıkıyor. Roudinesco’ya göre modern çağın en büyük paradoksu, özgürlük ve ifade hakkını savunurken aynı zamanda arzuların sınırlarını çizme çabasıdır. Böylece “perversité”, hem toplumsal düzenin dışladığı hem de gizliden gizliye beslediği bir enerjiye dönüşüyor.

Sonuç olarak ‘Sapkınlığın Tarihi’, insan ruhunun karanlık tarafına cesur bir bakış sunuyor. Roudinesco, sapkınlığın bir hastalık değil, insan olmanın ayrılmaz bir parçası olduğunu belirterek, okuru kendi gölgesiyle yüzleşmeye davet ediyor.

  • Künye: Élisabeth Roudinesco – İçimizdeki Karanlık Yan: Sapkınlığın Tarihi, çeviren: Nami Başer, Sel Yayıncılık, inceleme, 200 sayfa, 2025

Judith Butler – Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten? (2025)

Judith Butler’ın ‘Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten?’ (Who’s Afraid of Gender?’) adlı eseri, yazarın cinsiyet ve toplumsal cinsiyet üzerine olan temel argümanlarını daha erişilebilir bir formatta sunduğu bir çalışma. Butler, bu kitabında, cinsiyetin biyolojik bir olgu olmaktan ziyade, toplumsal ve kültürel pratikler aracılığıyla inşa edilen bir performans olduğunu savunur. Ona göre, “cinsiyet” olarak algıladığımız şey, tekrar eden normlar ve söylemler aracılığıyla zaman içinde istikrara kavuşmuş bir dizi eylemdir. Bu performans, bireyler tarafından bilinçli bir şekilde seçilmese de toplumsal beklentiler ve normlar çerçevesinde sergilenir.

Butler, toplumsal cinsiyetin ikili (kadın/erkek) ve hiyerarşik yapısının sorgulanması gerektiğini vurgular. Bu ikili yapı, bireylerin kendilerini bu katı kategorilere hapsetmelerine ve toplumsal eşitsizliklerin sürmesine neden olur. Kitap, toplumsal cinsiyetin akışkan ve çeşitli olabileceğini, biyolojik cinsiyetle zorunlu bir bağlantısının olmadığını savunur. Butler, toplumsal cinsiyet kimliklerinin çoğulluğunu ve bu kimliklerin toplumsal normlara meydan okuma potansiyelini vurgular. Kitap, cinsiyetin performatif doğasını anlamak ve toplumsal cinsiyetle ilgili yerleşik varsayımları sorgulamak için önemli bir giriş niteliğinde.

  • Künye: Judith Butler – Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten?, çeviren: Ezgi Sarıtaş, Metis Yayınları, toplumsal cinsiyet çalışmaları, 320 sayfa, 2025

Didier Eribon – Reims’e Dönüş (2025)

Didier Eribon’un ‘Reims’e Dönüş’ (‘Retour à Reims’) adlı kitabı, yazarın yıllar sonra doğduğu şehre, Reims’a dönmesiyle başlayan kişisel bir sosyolojik inceleme. Eribon, bu dönüşle birlikte, ailesinin ve özellikle işçi sınıfı kökenli babasının hayatına dair unutulmuş ya da görmezden gelinmiş anıları yeniden ziyaret eder. Kitap, sadece bireysel bir geçmişe dönüş hikayesi değil, aynı zamanda sınıf, cinsiyet, cinsel yönelim ve siyaset gibi sosyolojik kavramlar üzerinden Fransız toplumunun derinlemesine bir analizidir. Eribon, kendi kişisel deneyimleri aracılığıyla, işçi sınıfının yaşadığı sosyal ve ekonomik değişimleri, sol siyasetin dönüşümünü ve homofobinin toplumsal kökenlerini sorgular.

Eribon, Reims’a dönüşüyle birlikte, ailesinin yaşamındaki sessizlikleri ve bastırılmış duyguları fark eder. Özellikle babasıyla olan ilişkisi, sınıf farklılıkları ve siyasi görüş ayrılıkları nedeniyle mesafeli ve karmaşıktır. Yazar, babasının komünist geçmişini ve zamanla bu ideolojiden uzaklaşmasını, işçi sınıfının yaşadığı hayal kırıklıklarını ve sağ popülizme yönelişini anlamaya çalışır. Bu süreçte, kendi entelektüel kimliği ile ailesinin işçi sınıfı kökenleri arasındaki gerilimi de dürüstçe ele alır. Eribon, üniversite eğitimi alarak ailesinden farklı bir sosyal dünyaya adım atmasının, ailesiyle olan bağlarını nasıl etkilediğini ve bu durumun kendisinde yarattığı yabancılaşma hissini sorgular.

Kitap, sadece ailesinin hikayesi üzerinden değil, aynı zamanda Eribon’un kendi cinsel yönelimini keşfetme ve kabullenme süreci üzerinden de toplumsal normları ve homofobiyi eleştirir. Yazar, eşcinsel kimliğini ailesinden uzun süre saklamak zorunda kalmasının, toplumsal baskının ve aile içi beklentilerin bir sonucu olduğunu ifade eder. Reims’a dönüşü, bu geçmişle yüzleşmesine ve kendi kimliğini daha bütünlüklü bir şekilde anlamasına yardımcı olur. Eribon, kişisel deneyimleri aracılığıyla, homofobinin sadece bireysel bir önyargı olmadığını, aynı zamanda toplumsal yapılar ve söylemler tarafından nasıl üretildiğini ve sürdürüldüğünü gösterir.

‘Reims’e Dönüş’, kişisel olanın politik olduğunu bir kez daha kanıtlayan etkileyici bir eserdir. Eribon, kendi hayat hikayesi üzerinden, Fransız toplumunun sınıf, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi temel meselelerini derinlemesine analiz ederken, okuyucuyu da kendi toplumsal konumunu ve önyargılarını sorgulamaya davet eder. Kitap, sosyolojik düşünce ile kişisel anlatıyı ustaca birleştirerek, hem akademik çevrelerde hem de geniş okuyucu kitlesi tarafından büyük ilgi gördü.

  • Künye: Didier Eribon – Reims’e Dönüş, çeviren: Şule Çiltaş, Tellekt Kitap, sosyoloji, 192 sayfa, 2025

Kolektif – Devrimler Çağında Yunan Devrimi 2025)

Bu eser, 1821 Yunan Devrimi’nin 200. yılını kutlamak amacıyla bir araya getirilen 21 akademisyenin özgün yorumları, argümanları ve yeni bilgileriyle dolu bir eser. Kitap, Yunan Kurtuluş Savaşı’nın uluslararası tarihteki önemini ortaya koymayı ve 1815’te Fransız Devrimi’nin yenilgisinden sonra Avrupa’da devrimlerin yeniden canlanmasında dönüm noktası olduğunu vurgulamayı amaçlıyor.

Kitap, Yunan Devrimi’ni sadece Yunanistan’ın değil, tüm Avrupa’nın tarihinde önemli bir olay olarak konumlandırıyor. Devrimin, ulusal kimliklerin oluşumunda, liberalizm ve milliyetçilik gibi ideolojilerin yayılmasında ve Avrupa’daki siyasi haritanın yeniden çizilmesinde oynadığı rolü vurguluyor. Ayrıca, Yunan Devrimi’nin diğer büyük devrimlerle (Amerikan Devrimi, Fransız Devrimi) olan benzerliklerini ve farklılıklarını karşılaştırarak, evrensel bir bağlam içinde değerlendiriyor.

Kitapta yer alan makaleler, Yunan Devrimi’nin sosyal, ekonomik ve kültürel yönlerini de inceliyor. Devrimin farklı sosyal sınıflar üzerindeki etkileri, kadınların rolü, devrimin finanse edilmesi gibi konulara değiniliyor. Ayrıca, devrimin uzun vadeli sonuçları ve modern Yunan devletinin oluşumundaki etkisi de tartışılıyor.

Kitap, Yunan Devrimi’ni yeni bir bakış açısıyla ele alarak, bu önemli tarihi olayın daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunuyor. Hem tarihçiler hem de genel okurlar için değerli bir kaynak niteliğinde.

Özetle bu çalışma, 1821 Yunan Devrimi’nin uluslararası ve ulusal boyutlarını kapsamlı bir şekilde inceleyen bir çalışma. Kitap, devrimin sadece Yunanistan için değil, tüm dünya için önemini vurguluyor ve devrim tarihçiliğine yeni bir bakış açısı getiriyor.

  • Künye: Kolektif – Devrimler Çağında Yunan Devrimi 1776-1848: Değerlendirmeler ve Karşılaştırmalar, editör: Paschalis M. Kitromilides, çeviren: Ayşen Tekşen, Alfa Yayınları, tarih, 376 sayfa, 2025