Bruno Latour – Bilim İş Başında (2025)

Bruno Latour, bu kitabında bilimi, yalnızca sonuçları sabitlenmiş bir bilgi alanı olarak değil, devingen, tartışmalı ve toplumsal olarak inşa edilen bir pratik olarak ele alıyor. “Bilim işbaşındayken” ifadesiyle, tamamlanmış bilgilerden çok, hâlâ tartışma aşamasındaki süreçleri kast ediyor. Latour’a göre bilim, laboratuvarların dışında da sürüyor; deneyler, tartışmalar, kurumlar, belgeler ve ağlar arasında ilerleyen bir inşa süreci oluşturuyor. Bu nedenle bilim insanlarını sadece fikir üreticileri olarak değil, aynı zamanda aktörler, müzakereciler ve stratejistler olarak konumlandırıyor.

Kitap boyunca Latour, bir bilimsel gerçekliğin nasıl oluştuğunu adım adım takip etmeyi öneriyor. Her yeni buluş, önce itirazlarla karşılaşıyor; sonra deneylerle, verilerle ve belgelerle desteklenerek giderek sağlamlaştırılıyor. Bu süreçte bilim insanları yalnızca doğayı değil, diğer bilim insanlarını, yatırımcıları, mühendisleri ve kamuoyunu da ikna etmeye çalışıyor. Bilimsel bilgi, yalnızca doğanın diliyle değil, sosyal ve maddi ağlar üzerinden güçleniyor. Böylece bilim, doğrudan doğayı yansıtan değil, doğayı belirli düzenekler ve araçlarla temsil eden bir etkinlik olarak ortaya çıkıyor.

Latour, mühendisleri ve teknisyenleri de sürecin merkezine alıyor. Çünkü bir bilginin kalıcı olabilmesi, onun yalnızca doğru olmasına değil, aynı zamanda çalışabilir, tekrar edilebilir ve başkaları tarafından kullanılabilir olmasına bağlı oluyor. Bu noktada teknolojiyle bilimin iç içe geçtiği gösteriliyor. ‘Bilim İş Başında: Toplumda Bilim İnsanları ile Mühendislerin Faaliyetleri Nasıl İzlenebilir?’ (‘Science in Action: How to Follow Scientists and Engineers Through Society’), bilimi kutsamadan ama küçümsemeden, onun gerilimlerini ve gündelik mücadelelerini görünür kılıyor. Böylece bilim, yalnızca zihinlerde değil, belgelerde, aygıtlarda, deneylerde ve insan ilişkilerinde kurulan bir dünya olarak yeniden anlam kazanıyor.

  • Künye: Bruno Latour – Bilim İş Başında: Toplumda Bilim İnsanları ile Mühendislerin Faaliyetleri Nasıl İzlenebilir?, çeviren: Ekrem Berkay Ersöz, Phoenix Yayınları, bilim, 396 sayfa, 2025

William von Hippel – Toplumsal Sıçrama (2023)

Yalan söylemek, bizi besin zincirinin zirvesine taşımakla kalmadı, aynı zamanda bizi bugün olduğumuz yere de getirdi.

William von Hippel, modern insanın davranışlarının evrimsel kökenleri üzerine usta işi bir eserle karşımızda.

İnsan bir çelişkiler yumağıdır: Hedeflerimize ulaşmak için canla başla çalışırız ama çabalarımız meyvesini verdiğinde mutluluğumuz kısa sürer.

Dostlarımızın hayatta başarılı olmalarını isteriz ama çok başarılı olduklarında onları kıskanırız.

Yalan söylemeyi kötüler, yalancıyı ayıplarız ama ne kendimize ne de başkalarına yalan söylemekten çekiniriz.

Bu tutarsızlıklara bakınca, insanlığın bugünlere gelebilmiş olması bir mucize gibi görünebilir.

Oysa yapılan son bilimsel çalışmalar bu çelişkilerin insanlığın evriminde hayati bir rol oynadığını gösteriyor.

Uzak atalarımız ağaçlardan düzlüklere inmek zorunda kaldıklarında zihinlerinin çalışma şekli de sonsuza dek değişti.

Başkalarının düşüncelerini tahmin etmeyi, yarınları düşünmeyi ve yalan söylemeyi de öğrendiler.

Bu gezegendeki yerimizi sonsuza dek değiştirecek tamamen yeni bir zekâ türü yaratarak, fiziksel beceri yerine ekip çalışmasına ve toplumsallığa öncelik verdiler.

Tanınmış sosyal psikolog William von Hippel, bu kitapta, uzak geçmişte evrimimize yön vermiş olayların bugünkü hayatımızı nasıl şekillendirdiğini açıklıyor.

Kendi yalanlarımıza neden inandığımızı, neden mutluluk peşinde koştuğumuzu, şöhret ve servetin neden mutluluk kadar mutsuzluk da getirdiğini izah ediyor.

Bizi biz yapan, mutlu eden şeylerin bilgisini hayatımızı iyileştirmek için nasıl kullanacağımıza dair yeni ipuçlarıyla, türümüze yeni ve kışkırtıcı bir bakış sunuyor.

  • Künye: William von Hippel – Toplumsal Sıçrama: Bizi Biz Yapan ve Mutlu Eden Şeylerin Yeni Evrimsel Bilimi, çeviren: Ekrem Berkay Ersöz, Fol Kitap, bilim, 304 sayfa, 2023

Massimo Pigliucci – Saçmalığın Daniskası (2022)

Bilim, insanlığın en destansı girişimlerinden biri olageldi.

Şeytanların musallat olduğu bir dünyada karanlığı bir nebze de olsa savuşturmamızı sağlayan bir mum ışığı görevi gördü.

İçinde yaşadığımız bu ‘hakikat sonrası’ çağda etrafımızı kuşatan sahte haberler, ‘alternatif gerçekler’ ve başka zırvalıklarla başa çıkabilmek için bugün felsefi düşünceyle taçlanmış bir bilime, daha önce belki de hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyuyoruz:

  • Aşılar gerçekten otizme yol açıyor mu?
  • 11 Eylül saldırıları içerden yapılmış olabilir mi?
  • Bilimin iddialarını sorgusuz sualsiz kabul etmemiz mi gerekiyor?
  • Akıllı tasarım görüşü, evrim kuramının alternatifi olabilir mi?
  • Bilim gerçekten yanlışlamalarla mı ilerler?
  • Bilim de bir din midir?
  • Bilim yapmakla ‘bilimcilik’ yapmak arasındaki sınır nerede çizilebilir?
  • Bu kadar insan bir şeye inanıyorsa bunun bir hikmeti gerçekten var mıdır?
  • Uzmanlara güvenmeli miyiz?
  • Onlara güvenmeyeceksek kime güveneceğiz?
  • Bilim yanılmaz mı?

Tanınmış felsefeci, bilim insanı ve kuşkucu Massimo Pigliucci, bilimin, sözdebilimin ve bu ikisi arasındaki sınırda yer alan ‘bilimsi’ disiplinlerin dünyasında okuru aydınlatıcı ve eğlenceli bir yolculuğa çıkarıyor.

Bilimi sözdebilimden ayırmanın yollarını, güncel örnekler üzerinden giderek ve kendine özgü mizahi diliyle anlatıyor.

UFO’lardan, SETI projesine ve iklim değişikliği meselesinin özüne, yaratılışçıların kullandıkları ikna taktiklerinden ‘bilimciler’in kibrine ve medyanın zırvalıklarına kadar uzanan birçok konuda, eleştirel düşünceye giriş dersi niteliğinde bir çalışmayla karşımıza çıkıyor.

Safsatalardan tarafgirliklere, bilim insanlarının beşeri zaaflarının ürünü gülünç olaylardan, insanların hayatına mal olabilen hurafelere uzanan yolda felsefesiz bir bilimin neden tehlikeli, bilimsiz bir felsefeninse neden etkisiz olacağını gözler önüne seriyor.

  • Künye: Massimo Pigliucci – Saçmalığın Daniskası: Bilimi Zırvalıktan Nasıl Ayırırız, çeviren: Ekrem Berkay Ersöz, Fol Kitap, bilim, 448 sayfa, 2022

Chris Begley – Sıradaki Kıyamet (2022)

  • Kıyamet nasıl kopacak?
  • Gök yarılıp dağlar savrulduğunda, denizler kaynayıp yıldızlar atıldığında mı?
  • Yoksa nükleer bir savaş, göktaşı çarpması veya büyük yanardağların patlamasıyla mı?

Belki de bir patlamayla değil, iniltiyle kopacak.

Nasıl olursa olsun, elimizdeki tarihsel ve arkeolojik kanıtlar yıkılmaz denen görkemli uygarlıkların bile çöktüğünü gösteriyor.

Biz de bugün küresel salgınlar, iklim değişikliği ve savaşlarla boğuşuyoruz: Esaslı bir kıyametin tüm alametleri sanki mevcut gibi.

Kitaplar, filmler ve diziler de durmadan uygarlığımızın ani çöküşünün ardından olacakları hayal edip bize korkutucu manzaralar sunuyorlar.

Sıradaki kıyamete hazırlanıyoruz.

Ama belki de yanlış kıyamete hazırlanıyoruz.

Antropolog, su altı arkeoloğu ve vahşi doğada hayatta kalma uzmanı Chris Begley, bugün toplumumuza egemen olan çöküş kaygısının, tüketim kültürünün de etkisiyle büyük felaketlerin doğasını ve sonuçlarını çarpıtmamıza neden olduğunu savunuyor.

Geçmişteki çöküşlerin genellikle ani olaylar olmadığını gösterirken, günümüzün hazırlıkçı furyasının barındırdığı bozuk toplumsal ve ahlaki kabulleri açığa çıkarıyor.

Popüler kültürün pompaladığı kıyamet algısının gelecekte yaşanması olası felaketlerde bize neden köstek olacağını izah ediyor.

Bize, olası felaketlerden sağ çıkabilmek için neler yapabileceğimize dair ipuçları verip pratik önerilerde de bulunuyor.

  • Künye: Chris Begley – Sıradaki Kıyamet: Sağ Kalma Sanatı ve Bilimi, çeviren: Ekrem Berkay Ersöz, Fol Kitap, bilim, 304 sayfa, 2022