Mehmet Alper Yalçınkaya – Osmanlı’da Bilimin Siyaseti (2024)

Osmanlı İmparatorluğu’nun en uzun yüzyılı Büyük Güçler’in tahakküm biçimlerine karşılık verme mücadelesiyle geçti.

Bu mücadelede Büyük Güçler arasında değil de öteki tarafta olmanın yenik hissine türlü çareler arandı.

Üstelik zaman ritminin Batı’nın teknolojide ve bilimde gösterdiği hızla değişmesi, Osmanlıları aciliyet duygusuna gark etti.

“Batı neden ilerledi, Osmanlı neden geri kaldı?” sorusu toplumun her kesiminde, farklı ideolojiler etrafında tek bir fenomenin yorumuyla cevaplanmaya çalışıldı: bilim.

Mehmet Alper Yalçınkaya, 19. yüzyıl Osmanlı okuryazarlarının bilimden ne anladığını siyasal ve toplumsal bir bağlama yerleştirerek inceliyor.

Erdem, ahlak gibi değerler sistemi ile altın çağa geri dönememe endişesinin yarattığı “bilim adamı portreleri”ni bir kültür haritasına yerleştiriyor.

Devlet ve toplum için makbul bir kimliğin inşasında bilim ve ahlakın girift ilişkisini analiz ediyor.

Kitap, Osmanlı’nın son döneminde bilime ve topluma ilgi duyan herkese hitap ediyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yeni ideolojik akımların gelişmesinde bilime ilişkin yeni fikirlerin önemi bir süredir kabul ediliyor, fakat çok az kitap, bu konuyu Yalçınkaya’nın kitabı kadar ayrıntılı odaklanarak ele aldı.

  • Künye: Mehmet Alper Yalçınkaya – Osmanlı’da Bilimin Siyaseti: 19. Yüzyılda Bilimi, Devleti ve Toplumu Tartışmak, çeviren: Çağdaş Sümer, Fol Kitap, tarih, 384 sayfa, 2024

W. David Beck – Tanrı Var mı? (2024)

Tarihte herhalde çok az soru Tanrı’nın varlığı sorusu kadar sık sorulmuş, çok yanıtlanmış ve verilen birbirinden farklı onca yanıta rağmen kesin bir sonuca ulaştırılamayıp tartışılmaya devam etmiştir.

Yine de geçmişe dönüp baktığımızda bu soruya verilen farklı yanıtların farklı uygarlıkların inşa edilmesine, bazılarının yıkılmasına, acımasız çatışmalara ve her şeye rağmen kucaklaşmalara da vesile olduğunu görüyoruz.

  • Tanrı var mı?
  • Varsa onu nasıl bilebiliriz?
  • Tanrı yoksa her şey mubah mı?
  • İnsan aklı ilahi olanı kavrayabilir mi?
  • Tanrı’nın varlığı ahlaklı olmanın şartı mı?
  • Evren akıllı bir tasarımcının imzasını taşıyor mu?

Bu kitapta felsefeci William David Beck, bu sorulara tarihte verilen yanıtları ve bu konudaki tartışmaları ele alarak meselenin genel ve tarihsel bir tablosunu bize sunuyor.

Platon, Aristoteles, Marcus Aurelius gibi Eski Yunan ve Roma düşünürlerinden Anselmus, Thomas Aquinas, Augustinus ve Yahudi-Hıristiyan geleneğine, Doğu’nun bilgelerine, İbni Rüşd, Fârâbî ve Gazzâlî gibi İslam düşünürlerinden Alvin Plantinga, Graham Oppy, Sam Harris, Richard Dawkins, Max Tegmark gibi Batılı modern ilahiyatçılara, bilim insanlarına ve Yeni Ateizm hareketine kadar uzanan bir çizgide “Tanrı var mı?” sorusuna verilen çeşitli yanıtları ve bu yanıtlara sunulan akılcı gerekçeleri ortaya koyarak soruya felsefece bir yanıt vermenin nasıl bir iş olduğunu da gösteriyor.

  • Künye: W. David Beck – Tanrı Var mı?: Bir Arayışın Tarihi, çeviren: Musa Yanık, Fol Kitap, felsefe, 392 sayfa, 2024

David Nash – Küfrün Kısa Tarihi (2024)

Tarih boyunca kutsal değerlere hakaret veya daha iyi bilinen adıyla küfür, en büyük günahlardan ve suçlardan biri sayılageldi.

Eski Yunanistan’da filozof Sokrates tanrıları aşağıladığı, gençleri doğru yoldan saptırdığı gerekçesiyle idama mahkûm edildi.

Ortaçağda yerleşik Hıristiyanlık geleneği sayısız tarikatı sapkın ilan etti, Engizisyon küfür suçlamasıyla insanları cezalandırdı.

Reform Avrupası’nda mezhep savaşları karşılıklı küfür suçlamalarıyla alevlendi.

Günümüzde ise bu konuda yaşanan tartışmalar uzun ve zorlu bir süreçte kazanılmış ifade özgürlüğünün nerede başlayıp nerede bittiği ve modern dünyada böyle bir suçlamanın yerinin olup olmadığı etrafında gelişiyor.

Bu kitapta David Nash, Batı’da uygarlığın şafağından bu yana küfür eylemlerinin ve küfre karşı verilen mücadelenin kolay anlaşılır bir tarihini ortaya koyuyor.

Dünyanın dört bir yanından zengin ve çarpıcı örneklerle küfür suçlamasının toplumları düzene sokmak, asayişi sağlamak için nasıl kullandığının, modern devletin ortaya çıkışıyla yabancıyı yerliden ayırmak için kullanılan bir araca dönüştüğünün ve nasıl modern hukuk sistemlerinin parçası hâline geldiğinin izini sürüyor.

Aydınlanma idealleriyle bireyin düşünce ve ifade özgürlüğüne açılan alanın çağdaş dünyada küfür yasalarının yerini nefret suçu yasalarına bırakmasıyla yeniden tehdit altına girdiğini, inancın kimlik unsuru hâline gelmesiyle eski defterlerin nasıl yeni bir kılıkta açılabildiğini ve gerilimin neden yeniden arttığını gösteriyor.

  • Künye: David Nash – Küfrün Kısa Tarihi: Tanrı’ya Karşı İşlenen Suçlar, çeviren: Cemal Can Tarımcıoğlu, Fol Kitap, tarih, 256 sayfa, 2024

Kolektif – Başkası ve Şiddet (2024)

Devletin kuruluşu bireyler için düzen ve güvenliği olanaklı kılsa da şiddetin tamamıyla ortadan kalkmasını sağlamadı.

Bugün uygar dünyayı tanımlarken siyasal referansımız genelde liberal ve parlamenter demokrasilerdir; siyasal olanın özünü ise ‘özgürlük’ ve ‘müzakere’ kavramları belirler.

Ancak demokrasiler de dâhil bütün rejimlerin siyasal alanını oluşturan ögeler içerisinde güç karşılaşmalarına ve çatışmalara tanık oluruz.

Hannah Arendt, 20. yüzyılın savaş ve devrimlerin, dolayısıyla şiddetin yüzyılı olduğunu ifade eder.

Felsefesinde özellikle şiddetin ve kötülüğün sıradanlaştırılmasına, günlük yaşamın olağan bir parçası olarak görülmesine itiraz eder.

Schmitt, siyasal olanın merkezine ‘gücü’ yerleştirir.

Ona göre bir halk kendini düşman olarak tanımlanan üzerinden tanımlar.

Walter Benjamin, hukuk ve adalet arasında kurduğu ilişki ile şiddeti mitik, ilahi ve mesiyanik tavır üzerinden okur.

Nazi kamplarında tutsak olmuş bir Yahudi olan Levinas, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaratılan şiddet ve yaşatılan trajedinin temelinin ‘akıl’ ve ‘Ben’ merkezli Batı felsefe geleneğinde olduğunu öne sürer.

Ricouer’ün felsefesinde şiddet “Ahlaksal sorumluluğu taşıyan kimdir?” sorusu üzerinden ele alınır.

Derrida, yasanın gücü ile şiddet arasındaki ilişkiye odaklanır.

Bu kitap, Schmitt’ten Derrida’ya başkası ve şiddet kavramlarının felsefi serüvenini ele alıyor.

  • Künye: Kolektif – Başkası ve Şiddet, editör: Işıl Bayar Bravo, Hamdi Bravo, Fol Kitap, felsefe, 192 sayfa, 2024

Donald R. Prothero – Yirmi Beş Keşifte Evrimin Öyküsü (2024)

“Anlatılan senin hikâyen.”

Evrim teorisi modern bilimin ve özellikle de biyolojinin en görkemli başarılarından biri.

Yeryüzünün geçmişinde yolları birbiriyle kesişen sayısız öyküden görkemli ve gür bir aile ağacı oluşturup canlıların geçmişini, bugününü ve geleceğini birbirine bağlıyor.

Dünyaya ve dünya içindeki yerimize ilişkin bakışımızı derinleştirmekle kalmayıp evrenin boyutları ve hayatın zenginliği karşısında bizi daha mütevazı olmaya da teşvik ediyor.

Yine de etrafındaki tartışmalar bitmek bilmiyor, hatta gittikçe daha da karmaşıklaşıyor ve evrimi anlamak isteyenlerin gözünü en başından korkutabiliyor.

Evrime dair kanıtlar her geçen gün artarken ve yepyeni yöntemler ile tekniklerin kullanılmasıyla şaşırtıcı sonuçlara ulaşılırken evrimi ve evrim teorisini nasıl anlayabiliriz ve anlatabiliriz?

  • Evrim nedir, evrim teorisi nedir?
  • Evrim “sadece bir teori” midir?
  • Canlıların vücut yapıları kusursuz mu?
  • Geçiş fosilleri var mı, yok mu?
  • Evrim tamamlandı mı, yoksa devam ediyor mu?
  • Gözün hikmeti var mı?
  • İnsanlar nereden geldiler?

Bu kitapta, tanınmış paleontolog Donald R. Prothero, yanıtı merak edilen bu ve benzeri sorulara güncel bilgilerin ve bulguların ışığında bir yanıt veriyor.

Biyoloji biliminin ve evrim teorisinin çehresini değiştiren yirmi beş keşfin ve bu keşifleri yapanların öyküleri üzerinden evrim hakkında doğru ve yanlış bilinenleri, halk efsaneleri ile bilimsel gerçekleri her yaştan okurun kolaylıkla anlayabileceği berrak bir dille ortaya koyuyor.

Evrimin ve canlıların geçmişine, insanlığın öyküsüne ilgi duyan herkesin kitaplığında bulunması gereken bir “evrimi anlama kılavuzu” sunuyor.

  • Künye: Donald R. Prothero – Yirmi Beş Keşifte Evrimin Öyküsü: Kanıtlar, Kâşifler, Doğrular ve Yanlışlar, çeviren: Cemal Can Tarımcıoğlu, Fol Kitap, bilim, 432 sayfa, 2024

Ewan Stein – Ortadoğu’da Uluslararası İlişkiler (2024)

Ortadoğu’yu jeopolitik bir satranç tahtası olarak görüp, buna göre siyasetini ve teorisini üretenlerin aksine bu çalışma, bölgenin kendi tarihsel katmanlarını analiz ediyor.

Mısır’dan Türkiye’ye kadar uzanan coğrafyada dış politika dinamiklerinin merceğinden ulusal ve uluslararası arenada yaşanan güç oyunlarının ardındaki gerçekleri açığa çıkarıyor.

Savaşlar ve ittifaklar arasında kaynayan bu bölgede siyasetin iki temel stratejisini de gözler önüne seriyor: rekabetçi destek arayışı ve ideolojik dışsallaştırma.

Ewan Stein, tüm bunları anlamak için bölgedeki güçlerin hegemonya stratejilerine bakma gerekliliğini vurgularken başka coğrafyaların bölgesel siyasetine dair de önemli ipuçları veriyor.

  • Künye: Ewan Stein – Ortadoğu’da Uluslararası İlişkiler: Hegemonya Stratejileri ve Bölgesel Düzen, çeviren: Ercan Ertürk, Fol Kitap, siyaset, 336 sayfa, 2024

Len Fisher – Kazandıran Hamleler, Kaybettiren Hatalar (2024)

Oyun teorisi uzun zamandır sosyal bilimcilerin ve meraklıların ilgisini çekiyor.

Kimileri tarafından, gün geçtikçe karmaşıklaşan insan dünyasını anlamanın anahtarı ve sosyal bilimlerin kutsal kâsesi sayılırken, başkaları onu dünyayı zorla matematiğe sığdırmanın gösterişli bir yolu olarak görüyor.

Rekabeti, çatışmayı, işbirliğini anlamak ve bu anlayışı kendi avantajına dönüştürmek herkese cazip geliyor ama oyun teorisinin ufak bir “kusuru” var: Ardında yatan mantık ve matematiği anlamak zaman zaman güç olabiliyor ve bu durum onu bir gizem perdesinin ardında, uzman olmayanlardan uzak tutuyor.

Ig Nobel Ödülü sahibi fizikçi ve yazar Len Fisher’a göreyse bu böyle olmak zorunda değil çünkü hayat oyun teorisinin ta kendisi!

Kardeşlerin bir keki aralarında paylaşmalarından, ev işlerinin bölüşülmesine, çiftlerin birbirini “idare etmesinden”, kaldırımda yol verme kavgasına, savaş çıkarmaktan barış antlaşmaları imzalamaya kadar neredeyse her yerde yalın ve büyüleyici bir mantık işbaşında ve bu mantığı öğrenmek aslında çok kolay.

Bu kitap oyun teorisinin ne olduğunu, temel kavramlarını, amacını ve onu hayatımızı iyileştirmek için nasıl kullanabileceğimizi, Fisher’ın kendi hayatından da bazen gülünç, bazen şaşırtıcı örneklerle sade, mizahi ve eğlenceli bir dille anlatıyor.

Bilimsel bir bakışla hayatınızın dizginlerini elinize almanıza izin verecek ipuçları sunuyor.

  • Künye: Len Fisher – Kazandıran Hamleler, Kaybettiren Hatalar: Gündelik Hayatta Oyun Teorisi, çeviren: Paris Onal, Fol Kitap, felsefe, 224 sayfa, 2024

Özgür Türesay – Osmanlı’da Ruh Çağırma (2024)

On dokuzuncu yüzyıl pek çok savaş ve devrimin getirdiği bunalımların yanı sıra teknolojide muazzam ilerleyişin sahnesi de oldu.

Telgrafın ve telefonun icadıyla bir arada olmak için aynı mekânda olma gerekliliğini dahi yıkan iletişim teknolojisinin insana her şeyi yapabilme kudreti verdiği zannına düşüldü.

Öte yandan, uzakları yakın eden iletişim ve ulaşım devrimlerine rağmen muktedir insanın ölüm karşısında çaresizliği daha derinleşti.

İnsanın ölüm ve varlık üzerine anlam arayışı, telgraf telinin öte dünyaya uzanma ihtimalinde tezahür etti.

Yakınlarını kaybedenler, şeytanını arayan Faust’lar ve bazen de tahttan indirilen V. Murad gibi ruhi bunalımlar yaşayanlar ruhlarla iletişime geçme vaadinde bulunan ispiritizmacılar ve manyetizmacılarla yan yana geldi.

Ruh çağırma seanslarında ruhlar vasıtasıyla masaları hareket ettirenler, resim çizenler, Platon’un Eski Yunanca metinlerini aktaranlar mistik ile bilimselin, materyalist ile maneviyatçının arasında bir yolda telsiz iletişim aygıtlarının icat edilmesine öncülük eden pek çok deneyle varoluşun sınırlarını zorladılar.

Avrupa ve Amerika’dan gelen bu arayış, Osmanlı entelektüeli için de geleneksel inanç ve kavramlarla harmanlanmış cevaplar manzumesi sunuyor.

İspiritizma, Osmanlı ve Türkiye düşünce tarihçiliğinde hâlâ hakkıyla ele alınmadı.

Özgür Türesay’ın çalışması, bu yöndeki tartışmaları küresel bağlamına koyarak değerlendirmesiyle dikkat çekiyor.

  • Künye: Özgür Türesay – Osmanlı’da Ruh Çağırma: 1850’lerden 1910’lara Osmanlı İmparatorluğu’nda Manyetizmacılık ve İspiritizmacılık, Fol Kitap, tarih, 232 sayfa, 2024

Stephen Gaukroger – Felsefenin Başarısızlıkları (2024)

Felsefe tarihleri, felsefenin tarihini bugüne kadar genellikle bir başarı öyküsü olarak anlattılar: Bilimlerin belki de en uzun süre tahtında kalan kraliçesi, ihtirası ve kararlılığıyla son 2.500 yılda Batı kültürünün şekillenmesinde büyük bir rol oynadı.

Görünenin ardına geçip gerçeğe ulaşmayı, evrensel hakikatleri kavramayı, insanlığın değişmez sorularına bir yanıt vermeyi vaat etti.

İyi yaşamın sırrını, kendini ve dünyayı tanımanın anahtarını sunduğu iddiasıyla hareket etti.

Zamanı geldiğinde vakur bir tavırla tahtının vârislerine, bilimlere bıraktı, onlara tavsiyeler vermekle yetindi.

En azından bu öykü çoğu zaman bu şekilde anlatıldı.

  • Peki, gerçekten de felsefenin öyküsü bir başarı öyküsü mü?
  • Felsefe gerçekten de değişmez sorulara farklı yanıtlar veren bir ve aynı gelenek mi?
  • Felsefeciler tarih boyunca aynı etkinliği mi gerçekleştirdiler?
  • Soruları ve sorunları, amaçları ve yöntemleri birbirinin devamı mıydı?
  • Farklılıklar sadece farklı dönemlerin şartlarının bir yan ürünü müydü?
  • Terk edilenler sadece sistemler veya anlayışlar mıydı?

Tanınmış felsefe tarihçisi Stephen Gaukroger bu kışkırtıcı kitabında felsefe tarihinin pek anlatılmayan, çoğu zaman sessizlikle geçiştirilen öyküsünü anlatıyor ve bu gibi sorulara bir yanıt veriyor.

Felsefe tarihinden zengin örneklerle tarihte sadece tek tek felsefi sistemlerin, okulların ve görüşlerin değil felsefenin ta kendisinin defalarca başarısız olup çöktüğünü, bazen yüzyıllarca terk edildiğini, yerini başka etkinliklerin aldığını gösteriyor.

Felsefeyi felsefe olarak anlamanın yolunun onun başarısızlıklarını da denkleme katmaktan geçtiğini ortaya koyuyor.

  • Künye: Stephen Gaukroger – Felsefenin Başarısızlıkları: Bir Yükselişin ve Çöküşün Anatomisi, çeviren: Kadir Gülen, Fol Kitap, felsefe, 336 sayfa, 2024

Paige Arthur – Sartre: Yarım Kalan Hikâye (2024)

Çağdaş felsefenin mihenk taşlarından Jean-Paul Sartre’ın felsefesinin politik arka planını ortaya koyan Paige Arthur’un bu eseri, filozofun onlarca yıl süren sömürgecilik karşıtlığı ile varoluşçu felsefesi arasındaki ilişkiyi takip ediyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası sömürgecilik karşıtı hareketleri yakından izleyen ve ardından Cezayir’in bağımsızlık savaşını destekleyen Sartre, sömürgecilik hakkında etkileyici bir bakış getirdi.

Sömürgeleştirilen özneyi “aşağı insan” olarak gören Batılı tavır karşısında tavizsiz bir duruş sergilemiş, siyasi şiddetin sömürgeci düzenin sistematik bir sonucu olduğunu savundu.

Arthur’un bu eseri, yalnızca Sartre’ın felsefesinin tarihsel arka planını okuyucuya sunmakla kalmıyor, aynı zamanda “yarım kalan hikâye” olarak resmettiği Sartre’ın sömürgecilik karşıtı siyaset felsefesinin sömürgeciliğin yeni türleri karşısındaki direniş olanaklarına da ışık tuttuğunu gösteriyor.

  • Künye: Paige Arthur – Sartre: Yarım Kalan Hikâye, çeviren: İlknur Aktulan, Fol Kitap, felsefe, 360 sayfa, 2024