Jacques Rancière – Halk Ülkesine Kısa Yolculuklar (2022)

Jacques Rancière’den ütopyanın temelindeki dürtü üzerine derinlemesine bir tefekkür.

‘Halk Ülkesine Kısa Yolculuklar’, bizi imgeler ve bilgi, ütopya ve gerçeklik, edebiyat ve siyaset arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmeye davet ediyor.

Rancière, geçmişten bu yana çeşitli deneyimler ve karşılaşmalardan hareketle, arşivlerde saklı belgeler ve yeniden yorumlanmayı bekleyen kâh edebi kâh sinematografik anlatılar ışığında, ütopyanın temelindeki dürtüyü, karşı konulmaz arzuyu mercek altına alıyor: halka, halkın ülkesine doğru yolculuk.

Burada halk sosyoekonomik bir kategori değil kesinlikle, otantik bir ütopya diyarında yaşayan muhayyel bir toplumsal gövde.

Diyar ise gerçekte hiçbir yerde var olmayan bir uzak ada değil örneğin.

Tam tersine hemen yanı başımızda duruyor; boğazın öbür yakasında, caddenin hemen ötesinde, her gün bindiğimiz metronun en son durağında…

Ziyaretçisine başka bir dünyanın, başka bir insanlığın görüntüsünün farklı yüzlerini sunuyor “halk ülkesi”, keşfe çıktığınız her bir coğrafyada.

Öte yandan Rancière, var olmayan değilse bile yolculuğa çıkan açısından varışı çoğu zaman olanaksız bir ülkeye değiniyor.

Wordsworth’un ‘Prelüd’ünden Büchner’in ‘Woyzeck’ine, Rilke’nin ‘Duino Ağıtları’ndan Rossellini’nin ‘Avrupa ‘51’ine, söktüğü her kurguda, eşelediği her ipucunda işte bu olanaksızlığın tarihsel ve felsefi köklerini sorgulayarak saptamalarda bulunuyor.

“Bir Çocuk Kendini Öldürüyor” başlıklı yazıda etraflıca ele aldığı Rossellini’nin başrolde Ingrid Bergman’ı izlediğimiz filmi, iki ayrı zamanda yaşanan iki farklı deneyimle Rancière’in siyasal ufkunu değiştirecek bir uyanışa işaret etmesi bakımından kişisel bir önem de taşıyor.

  • Künye: Jacques Rancière – Halk Ülkesine Kısa Yolculuklar, çeviren: Necmettin Kâmil Sevil, Sel Yayıncılık, felsefe, 150 sayfa, 2022

Alain Badiou – Lacan: Anti-Felsefe Seminerleri (2021)

Alain Badiou’nun Lacan üzerine gerçekleştirdiği 1994-1995 tarihli seminerleri bu kitapta.

Kitap, Lacancı anti-felsefenin özgül doğasını ortaya koymasıyla özellikle dikkat çekiyor.

Bilindiği gibi Lacan, kendisini anti-filozof olarak tanımlamıştı.

Lacan, Platon ve Aristoteles’ten Descartes, Kant, Hegel ya da Kierkegaard yoluyla Heidegger’e uzanan filozoflarla birlikte süreğen bir çalışma yürütüyor idiyse bile, kendini filozof olarak tanıtmayı yadsımakla kalmıyor, aynı zamanda psikanaliz söylemiyle felsefe söylemi arasına güçlü bir mesafe koymakta ayak diriyor, sonuçta yeniden yaşama döndürdüğü 18. yüzyıl menşeli bir terimle anti-filozof olarak konumlandırıyordu kendini.

İşte Badiou, tam da Lacan’ın söz konusu anti-filozof tanımından yola çıkarak bilgi ve hakikat arasındaki sorunu açıklamaya girişiyor.

Seminerler, Badiou’nun anti-felsefenin başat bir havarisi olduğunu söylediği Aziz Pavlus’la son bulsa da, öncelikle, klasik anti-filozoflar üçlüsü Pascal, Rousseau ve

Kierkegaard’a karşı, çağdaş anti-filozoflar Nietzsche, Wittgenstein ve Lacan’la ilgileniyor.

  • Künye: Alain Badiou – Lacan: Anti-Felsefe Seminerleri, 1994 – 1995, çeviren: Necmettin Kâmil Sevil, Sel Yayıncılık, felsefe, 224 sayfa, 2021

Pierre Bourdieu – Sanatın Kuralları (2020)

Pierre Bourdieu’nün yeni bir baskıyla yayımlanan ‘Sanatın Kuralları’, sanat sosyolojisi alanında kült yapıtlardandır.

Bourdieu burada, on dokuzuncu yüzyılda devlet bürokrasisi ve akademilerin dayattığı güzellik anlayışlarından kendini kurtaran bir yazınsal ve sanatsal dünyanın nasıl adım adım yapılandığını ortaya koyuyor.

On dokuzuncu yüzyılın ortalarından günümüze yazın ve sanat tarihine bir pencere açan Bourdieu, özellikle Gustave Flaubert’in modern yazın alanında yaptıklarını diğer sanatlara uyarlıyor.

Bunu yaparken sanat ile toplumsal yapı arasındaki çok yönlü ilişkiyi güçlü bir şekilde hatırlatan Bourdieu, on dokuzuncu yüzyılda sanatın edindiği yeni özerkliğin toplumsal yapıyla olan karmaşık bağlantısını çözümlüyor.

  • Künye: Pierre Bourdieu – Sanatın Kuralları: Yazınsal Alanın Oluşumu ve Yapısı, çeviren: Necmettin Kâmil Sevil, Alfa Yayınları, sanat, 588 sayfa, 2020