Grace Blakeley – Vahşi Kapitalizm (2025)

Grace Blakeley, ‘Vahşi Kapitalizm’ adlı kitabında, kapitalizmin günümüzde nasıl çürümüş bir sisteme dönüştüğünü sistematik biçimde ortaya koyuyor. Yazar, küresel düzeyde şirketlerin sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi gücü de nasıl ele geçirdiğini tarihsel ve güncel örneklerle açıklıyor. Kitapta özellikle 2008 krizi sonrasında şirketlerin kurtarılma biçimleri, kamu kaynaklarının özel şirketlerin zararlarını karşılamak için nasıl kullanıldığı ve bu durumun demokrasiye nasıl zarar verdiği irdeleniyor. Şirketlerin krizleri fırsata çevirdiği bu yeni düzende, sıradan insanların giderek daha fazla güvencesizleştiği vurgulanıyor.

‘Vahşi Kapitalizm: Şirket Suçları, El Altından Şirket Kurtarmalar ve Özgürlüğün Ölümü’nde (‘Vulture Capitalism: Corporate Crimes, Backdoor Bailouts and the Death of Freedom’), şirketlerin suç benzeri uygulamalarını sadece finans sektörüyle sınırlı tutmuyor. Enerjiden teknolojiye, sağlıktan tarıma pek çok alanda büyük şirketlerin kamu politikalarını yönlendirdiğini ve bu yolla rekabeti boğduğunu anlatıyor. Devletin, neoliberal söylemlerin aksine, bu şirketlerin çıkarlarını korumak için aktif biçimde rol aldığını gösteriyor. Arka kapıdan yapılan kurtarma paketleri, gizli teşvikler ve yasal boşluklar üzerinden şirketler, yalnızca ekonomik değil ideolojik olarak da toplumları biçimlendiriyor.

Yazar, kapitalizmin bu “akbaba” formunun artık reformlarla düzelemeyecek ölçüde bozulduğunu öne sürüyor. Bu nedenle kitabın sonunda radikal değişim çağrısı yapıyor. Blakeley’e göre özgürlüğün, eşitliğin ve demokrasinin korunması ancak bu sistemin temellerine karşı güçlü bir mücadele verilmesiyle mümkün olabiliyor.

  • Künye: Grace Blakeley – Vahşi Kapitalizm: Şirket Suçları, El Altından Şirket Kurtarmalar ve Özgürlüğün Ölümü, çeviren: Ali Karatay, Yapı Kredi Yayınları, siyaset, 424 sayfa, 2025

Joyce McDougall – Binbir Yüzüyle Eros (2025)

Joyce McDougall bu çalışmasında, insan cinselliğini psikanalitik bir perspektifle inceliyor. Cinselliğin yalnızca bedensel bir dürtü değil, aynı zamanda fanteziler, travmalar, bilinçdışı arzular ve kimlik meseleleriyle iç içe geçmiş karmaşık bir alan olduğunu savunuyor. McDougall, cinselliğin her bireyde farklı biçimlerde tezahür ettiğini ve bu farklılıkların tek bir patolojik kategoriye indirgenemeyeceğini gösteriyor. ‘Binbir Yüzüyle Eros: İnsan Cinselliğinin Psikanalitik Keşfi’ (‘The Many Faces of Eros: A Psychoanalytic Exploration of Human Sexuality’), norm dışı davranışları da anlamaya çalışıyor ve onları bastırmak yerine anlamlandırmaya yöneliyor.

Yazar, nevrotik, psikotik ve sınır durumdaki bireylerin cinsel davranışlarını vaka örnekleriyle ele alıyor. Bu örnekler üzerinden, cinselliğin bastırılmış deneyimler, çocukluk travmaları ve ebeveyn ilişkileriyle nasıl şekillendiğini açıklıyor. McDougall, cinselliği bir semptom olarak değil, içsel bir anlatım biçimi olarak yorumluyor. İnsanların cinsel seçimlerinin, kimliklerinin ve arzularının ardında çoğu zaman derinlikli psikolojik yapılar bulunuyor. Özellikle fetişizm, sadomazoşizm ve cinsel kimlik sorunları gibi konuları açıklarken yargılamadan analiz ediyor.

McDougall, psikanalizin yalnızca patolojiyi çözümlemek için değil, bireyin kendini anlama sürecine eşlik eden bir keşif yolu olduğunu vurguluyor. Kitap, Eros’un birleştirici, yaratıcı ama aynı zamanda yıkıcı gücünü göz önüne seriyor. Cinselliğin çok yönlü doğası, bireyin tüm ruhsal yaşamıyla bağlantı kuruyor. McDougall, bu karmaşıklığı anlamaya çalışırken okuyucuyu da daha açık ve empatik bir bakışa davet ediyor.

  • Künye: Joyce McDougall – Binbir Yüzüyle Eros: İnsan Cinselliğinin Psikanalitik Keşfi, çeviren: Aylin Deniz Ülkümen, Yapı Kredi Yayınları, psikanaliz, 304 sayfa, 2025

Christopher Bollas – Çağrışımlı Nesne Dünyası (2025)

Christopher Bollas, bu kitapta gündelik nesnelerin insan ruhundaki derin çağrışımlarını psikanalitik bir perspektifle inceliyor. Ona göre nesneler yalnızca işlevsel varlıklar değil; geçmiş yaşantılar, duygular ve kimlik parçalarıyla yüklü sembollerdir. İnsanlar, bilinçdışı düzeyde bu nesnelerle etkileşim hâlinde kendi benlik yapılarını kurar ve yeniden üretirler. Bu nedenle nesneler, salt maddi değil, duygusal birer ortamdır.

Bollas, “evocative object” (çağrışımsal nesne) kavramıyla, kişide bir duyguyu ya da hatıralar zincirini harekete geçiren nesneleri tanımlıyor. Bu tür nesneler, kişinin iç dünyasındaki derinliklere ulaşır; bir koku, eski bir oyuncak ya da bir şarkı, bilinçdışında saklı kalmış hisleri gün yüzüne çıkarabilir. Bu da nesneleri, kimliğin sessiz ama güçlü yapıtaşları hâline getirir.

‘Çağrışımlı Nesne Dünyası’ (‘Evocative Object World’) adlı bu kitapta, çocukluk deneyimlerinin bu nesne dünyasında nasıl biçimlendiği önemli bir yer tutuyor. Bollas’a göre birey, erken yaşlardan itibaren çevresindeki nesnelerle kurduğu ilişkiler aracılığıyla kendini tanımaya başlar. Bu ilişkiler sadece aidiyet değil, aynı zamanda özlem, kayıp ve dönüşüm duygularını da taşır. Bu nedenle nesneler, içsel manzaraların sessiz tanıklarıdır.

Bollas ayrıca modern yaşamın nesnelerle olan bağımızı nasıl yüzeyselleştirdiğini de sorgular. Tüketim kültürü, nesneleri anlamsızlaştırırken, bireylerin içsel dünyalarıyla olan bağlarını da zayıflatır. Kitap, nesnelerin ruhsal yaşamdaki rolünü yeniden düşünmeye çağırıyor. Her nesne, hatırlanmayan bir duygunun, söylenmemiş bir hikâyenin kapısını aralayabilir.

  • Künye: Christopher Bollas – Çağrışımlı Nesne Dünyası, çeviren: Şahika Tokel, Yapı Kredi Yayınları, psikanaliz, 120 sayfa, 2025

Jacqueline Rose – Veba (2025)

Jacqueline Rose’un bu kitabı, modern çağın krizlerini, özellikle pandemi deneyimini merkeze alarak siyaset, şiddet, eşitsizlik ve ölüm kavramları üzerinden sorgular. ‘Veba: Çağımızda Ölümü Yaşamak’ (‘The Plague: Living Death in Our Times’), bu kitabında yalnızca biyolojik bir salgını değil, toplumsal yapının içindeki “yaşayan ölümü” inceliyor.

Rose, ölümün ve acının yalnızca bireysel değil, kolektif boyutlarını da vurgular. COVID-19 pandemisinin, yalnızca bir sağlık sorunu değil; aynı zamanda ırkçılık, yoksulluk, cinsiyet eşitsizliği ve devlet şiddeti gibi yapısal sorunları da açığa çıkardığını savunuyor. Ayrıca, Ukrayna’nın işgali gibi yakın dönemde meydana gelen felaketlerin yarattığı ruh durumlarını mercek altına alıyor. Bu krizlerin, özellikle marjinalleştirilmiş gruplar üzerinde nasıl yıkıcı etkiler bıraktığını analiz ediyor.

Kitapta psikanaliz, edebiyat ve siyaset teorisi iç içe geçirilir. Rose, Susan Sontag’dan Freud’a, Arendt’ten Fanon’a kadar birçok düşünür ve yazarın izinden giderek, çağımızın bastırdığı korkularla yüzleşme yollarını arıyor.

‘Veba’, yalnızca bir kriz zamanının tanıklığı değil, aynı zamanda bu çağda insan olmanın etik sorumluluklarını da hatırlatıyor. Rose, kitlesel kayıplar ve bastırılmış acılar karşısında sessiz kalmamak gerektiğini; düşünmenin ve empati kurmanın direnişin bir biçimi olabileceğini güçlü bir dille ifade ediyor.

  • Künye: Jacqueline Rose – Veba: Çağımızda Ölümü Yaşamak, çeviren: Burcu Tümkaya, Yapı Kredi Yayınları, inceleme, 128 sayfa, 2025

Tolga Aydoğan – Sabahattin Ali’nin Ankara’daki İzleri (2025)

Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Sabahattin Ali’nin 41 yıllık kısa hayat yolculuğunda Ankara önemli bir duraktır. Ankara ile yolu ilk defa 1927’de kesişiyor ve 1948’e kadar Ankara onun hayatında önemli izler bırakıyor. Bu kitapta Sabahattin Ali’nin Ankara’da yaşadığı evleri, çalıştığı yerleri, ailesiyle ve arkadaşlarıyla gittiği lokantaları, gazinoları, pastaneleri tek tek bulup ortaya çıkarıyor. Onun hatıralarının geçtiği binaların bir kısmı halen ayakta, bir kısmı ise seneler içinde çoktan yıkılmış. Tolga Aydoğan, onu tanıyanların anılarından hareketle bu mekânları analiz ederek, onu tanıyan ve hayatta olan kişilerle görüşerek Sabahattin Ali’nin Ankara’daki izlerini kaleme almış.

Ankara, Sabahattin Ali’nin hayatında çok önemli bir yer tutar. Son döneminde, yazmak istediği bir kent olarak karşımıza çıkar. Arkadaşı Mediha Esensel’e “Ankara’yı yazacağım. Ankara’yı öyle bir yazacağım ki, pek çok insan burada kendisini bulacak… Yazarlık sanatımın tüm inceliklerini bu kitapta ortaya koyacağım” diyecektir. Maalesef o çok istediği Ankara romanını yazmaya fırsat bulamıyor.

Aydoğan ise, Sabahattin Ali’nin Ankara’da bıraktığı izleri takip ederek Sabahattin Ali’nin Ankarası’nı anlatıyor. Onun Ankara’daki yaşantısına dair bazı bilgiler ilk kez gün ışığına çıkarken Sabahattin Ali’nin Ankara’daki İzleri bazı yanlış bilinenlerin de bu kitapta yer alan bilgilerle düzeltilecektir. Bugüne kadar yayımlanmamış iki fotoğrafı da yine bu kitapta ilk defa ortaya çıkacak. Sonuç olarak Sabahattin Ali’nin Ankara’daki günlerine ilişkin kaleme alınan bu kitap, ileride yapılacak araştırmalar için de bir kaynak kitap teşkil edecektir.

  • Künye: Tolga Aydoğan – Sabahattin Ali’nin Ankara’daki İzleri, Yapı Kredi Yayınları, inceleme, 400 sayfa, 2025

Alain Frerejean – Stalin Troçki’ye Karşı (2025)

Alain Frerejean’ın bu çalışması, Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarındaki iktidar mücadelesinin iki önemli figürü olan Josef Stalin ve Lev Troçki arasındaki rekabeti ve çatışmayı ele alıyor. ‘Stalin Troçki’ye Karşı’ (‘Staline contre Trotski’), bu iki liderin ideolojik farklılıklarını, kişisel hırslarını ve siyasi manevralarını detaylı bir şekilde inceleyerek, Sovyet tarihinin bu kritik dönemine ışık tutuyor. Frerejean, Stalin’in pragmatik ve otoriter yaklaşımına karşı, Troçki’nin devrimci idealizmini ve entelektüel derinliğini karşılaştırarak, bu mücadelenin sadece bir iktidar kavgası olmadığını, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin geleceğini şekillendiren temel bir ideolojik ayrışma olduğunu savunuyor.

Kitap, Stalin’in parti içindeki gücünü adım adım nasıl artırdığını, Troçki’yi nasıl marjinalize ettiğini ve sonunda sürgüne gönderdiğini anlatırken, Troçki’nin sürgündeki mücadelesini, Stalin’e karşı eleştirilerini ve ideolojik mirasını da değerlendiriyor. Frerejean, bu iki liderin yaşam öykülerini, siyasi kariyerlerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini analiz ederek, Sovyetler Birliği’nin totaliter bir rejime dönüşmesindeki temel faktörleri ortaya koyuyor. Kitap, Stalin ve Troçki arasındaki mücadelenin, sadece Sovyetler Birliği’nin değil, 20. yüzyılın siyasi ve ideolojik haritasını da derinden etkilediğini vurguluyor.

‘Stalin Troçki’ye Karşı’, bu iki liderin kişisel özelliklerini, ideolojik farklılıklarını ve siyasi stratejilerini derinlemesine inceleyerek, Sovyet tarihinin bu karmaşık ve önemli dönemini anlamak için önemli bir kaynak sunuyor. Frerejean’ın eseri, sadece tarihsel bir anlatı sunmakla kalmayıp, aynı zamanda iktidar, ideoloji ve devrim gibi evrensel temaları da sorguluyor. Kitap, Stalin ve Troçki arasındaki mücadelenin, günümüzdeki siyasi ve ideolojik tartışmalar için de önemli dersler içerdiğini savunuyor.

  • Künye: Alain Frerejean – Stalin Troçki’ye Karşı, çeviren: Şehsuvar Aktaş, Yapı Kredi Yayınları, tarih, 192 sayfa, 2025

François Noudelmann – Filozofların Tuşesi (2025)

François Noudelmann’ın ‘Filozofların Tuşesi: Sartre, Nietzsche ve Barthes Piyano Başında’ (‘Le toucher des philosophes: Sartre, Nietzsche et Barthes au piano’) adlı kitabı, üç önemli filozofun müzikle, özellikle de piyanoyla olan ilişkilerini inceliyor. Kitap, bu filozofların düşüncelerinin ve yaşamlarının müzikle nasıl iç içe geçtiğini, müziğin onların felsefi yaklaşımlarını nasıl etkilediğini ve piyanoya dokunuşlarının onların kişiliklerini nasıl yansıttığını ele alır.

Noudelmann, bu filozofların müzikle olan ilişkilerini sadece biyografik bir detay olarak değil, aynı zamanda onların düşünce sistemlerinin bir parçası olarak ele alır. Müzik, bu filozoflar için sadece bir hobi veya dinlenme aracı değil, aynı zamanda bir ifade biçimi, bir düşünce aracı ve bir varoluşsal deneyimdir. Kitapta, Sartre’ın caz müziğine olan tutkusu, Nietzsche’nin bestecilik denemeleri ve Barthes’ın piyano çalarken yaşadığı deneyimler detaylı bir şekilde anlatılır.

Yazar, bu filozofların piyanoya dokunuşlarının onların düşüncelerini ve kişiliklerini yansıttığını savunur. Sartre’ın piyanodaki ritim ve doğaçlama arayışı, onun varoluşçu felsefesiyle paralellik gösterir. Nietzsche’nin piyanodaki tutkulu ve coşkulu yaklaşımı, onun üstinsan kavramıyla ilişkilendirilir. Barthes’ın piyanodaki hassas ve duygusal dokunuşu ise onun metinler arası okuma ve yazma pratiğiyle benzerlikler taşır.

Kitap, felsefe ve müzik arasındaki ilişkiyi farklı bir perspektifle ele alarak, okuyuculara bu iki alan arasındaki derin bağlantıları gösterir. Noudelmann, filozofların müziğe olan tutkusunu ve piyanoya dokunuşlarını onların düşünce dünyalarını anlamak için bir anahtar olarak sunar.

  • Künye: François Noudelmann – Filozofların Tuşesi: Sartre, Nietzsche ve Barthes Piyano Başında, çeviren: Yunus Çetin, Yapı Kredi Yayınları, inceleme, 136 sayfa, 2025

Eugenio Borgna – Dostluk Üzerine (2025)

İtalyan psikiyatr ve yazar Eugenio Borgna, ‘Dostluk Üzerine’ (Sull’amicizia’) adlı kitabında, insan ilişkilerinin en temel ve en değerli boyutlarından biri olan dostluğu felsefi ve psikolojik bir derinlikle inceliyor. Borgna, dostluğun sadece sosyal bir bağ değil, aynı zamanda varoluşsal bir deneyim olduğunu vurguluyor.

Borgna, dostluğu çeşitli yönlerden, psikolojik, insani, edebi ve ruhsal açıdan ele alıyor.

Yazar, dostluğun insanın kimlik oluşumunda ve ruh sağlığında oynadığı önemli rolü detaylı bir şekilde analiz ediyor. Dostluğun, yalnızlık hissini azaltarak bireylere güven duygusu ve ait olma hissi verdiğini belirtiyor. Ayrıca, dostluğun kişisel gelişimi desteklediğini, farklı bakış açıları kazanmamızı sağladığını ve hayatın zorluklarıyla başa çıkmamıza yardımcı olduğunu vurguluyor.

Borgna, dostluğun zaman içinde nasıl değiştiğini ve farklı kültürlerde nasıl algılandığını da inceliyor. Dostluğun, bireylerin yaşam deneyimleri, değerleri ve kişilik özellikleriyle şekillendiğini belirtiyor. Yazar, aynı zamanda dostluğun zorluklarına da değiniyor; ihanet, ayrılık ve kayıplar gibi durumların dostlukları nasıl etkileyebileceğini ve bu zorlukların üstesinden nasıl gelinebileceğini tartışıyor.

Kısacası, ‘Dostluk Üzerine’ adlı eser, dostluğun felsefi ve psikolojik boyutlarını derinlemesine inceleyen bir çalışma. Borgna, dostluğun sadece bir sosyal ilişki değil, aynı zamanda insanın varoluşsal anlam arayışında önemli bir yer tuttuğunu vurguluyor.

  • Künye: Eugenio Borgna – Dostluk Üzerine, çeviren: Meryem Mine Çilingiroğlu, Yapı Kredi Yayınları, psikoloji, 88 sayfa, 2025

Étienne Ghys – Kaos Teorisi (2025)

Étienne Ghys’ın ‘Kaos Teorisi (‘La théorie du chaos’) adlı eseri, karmaşıklık biliminin temel taşlarından biri olan kaos teorisini anlaşılır bir dille açıklıyor. Yazar, bu eserinde kaotik sistemlerin nasıl çalıştığını, doğada ve günlük hayattaki yansımalarını ve bu teorinin bilim dünyasına getirdiği devrimi inceler.

Ghys, kaos teorisinin temellerini Newton’un klasik mekaniğinden başlayarak, 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan belirsizlik ilkesine kadar uzanan bir tarihsel süreç içinde sunar. Yazar, bu süreçte karmaşık sistemlerin, küçük başlangıç koşullarındaki değişimlerin büyük sonuçlara yol açabileceğini gösteren “kelebek etkisi” gibi kavramları detaylı bir şekilde açıklar.

Kitapta, kaos teorisi ile ilgili pek çok örnek verilir. Hava durumu, ekonomik sistemler, biyolojik süreçler gibi karmaşık sistemlerde kaos teorisinin nasıl kullanıldığı gösterilir. Yazar, bu örnekler aracılığıyla, kaos teorisinin sadece kuramsal bir ilgi alanı olmadığını, aynı zamanda doğayı ve toplumu anlamamızda önemli bir araç olduğunu vurgular.

Ghys, kaos teorisinin felsefi boyutlarına da değinir. Belirsizliğin ve öngörülemezliğin bilimsel bir açıklamaya tabi tutulması, determinizm ve özgür irade gibi felsefi soruları yeniden gündeme getirir. Yazar, bu sorulara net cevaplar vermek yerine, okuyucuyu düşünmeye teşvik eder.

Kısacası, ‘Kaos Teorisi’ adlı eser, karmaşık sistemlerin davranışlarını anlamamıza yardımcı olan güçlü bir araç olan kaos teorisini, hem bilimsel hem de felsefi açıdan ele alır. Ghys, bu kitabı ile karmaşık görünen bir konuyu herkesin anlayabileceği bir dilde açıklayarak, okurlarına bilim dünyasının heyecan verici bir alanına kapı aralar.

  • Künye: Étienne Ghys – Kaos Teorisi, çeviren: Ahmet H. Durukal, Yapı Kredi Yayınları, bilim, 48 sayfa, 2025

Anthony Sattin – Göçebeler (2025)

‘Göçebeler’, 12.000 yıllık bir zaman diliminde göçebe yaşam biçiminin insanlık tarihine olan etkilerini kapsamlı bir şekilde inceliyor.

Yazar, sadece coğrafi olarak yer değiştiren değil, aynı zamanda düşünce ve kültürleriyle de sürekli hareket halinde olan bu toplulukların hikayelerini anlatıyor.

Sattin, göçebe yaşam biçiminin sadece bir yaşam tarzı olmadığını, aynı zamanda bir dünya görüşü, bir düşünce sistemi olduğunu vurguluyor. Göçebe kavimlerin, imparatorluk sınırlarının ötesinde kendi krallıklarını ve imparatorluklarını kurduklarını, ticaret ağlarını genişlettiklerini ve hatta medeniyetlerin gelişimine önemli katkılarda bulunduklarını belirtiyor. Scythianlar, Xiongnu, Persler, Hunlar, Araplar, Moğollar, Mughal ve Osmanlılar gibi birçok göçebe kavmin tarihsel süreçteki etkilerini derinlemesine inceliyor.

Kitap, göçebe yaşam biçiminin sadece coğrafi bir hareketlilik değil, aynı zamanda bir düşünce ve yaşam biçimi olduğunu vurguluyor. Sattin, göçebe kavimlerin tarih boyunca siyasi, ekonomik ve kültürel olarak nasıl önemli bir rol oynadığını ve modern dünyayı şekillendirmede nasıl etkili olduğunu gösteriyor.

Kitabın temel noktaları:

Göçebe yaşam biçiminin tarihsel süreci: 12.000 yıldır devam eden göçebe yaşamının insanlık tarihine olan etkileri.

Göçebe kavimlerin kültürel ve siyasi etkileri: Scythianlar, Xiongnu, Moğollar gibi kavimlerin dünya tarihine olan etkileri.

Göçebe yaşam biçiminin modern dünyaya etkisi: Göçebe kavramlarının günümüzdeki anlamı ve önemi.

Yerleşik yaşamla göçebe yaşam arasındaki ilişki: İki farklı yaşam biçiminin birbirini nasıl etkilediği ve şekillendirdiği.

Sonuç olarak, ‘Göçebeler: Dünyamızı Şekillendiren Gezginler’ kitabı, göçebe yaşam biçiminin insanlık tarihindeki yerini ve önemini gözler önüne seren kapsamlı bir çalışma. Kitap, sadece tarih meraklıları için değil, aynı zamanda antropoloji, sosyoloji ve kültür çalışmalarıyla ilgilenen herkes için değerli bir kaynak.

  • Künye: Anthony Sattin – Göçebeler: Dünyamızı Şekillendiren Gezginler, çeviren: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, tarih, 280 sayfa, 2025