Charles Taylor – Seküler Çağ (2024)

Kitabın odak noktası, kamusal kurumlarda dinin rolü ve dini inançların hayatımızda ne kadar yer kapladığı değil, tüm bunlardaki değişimi mümkün kılan koşullar.

Bu Charles Taylor’ın gerçekten büyük önem taşıyan, çığır açan bir kitabı, çünkü burada, tüm sekülarizm tartışmasını yeni bir kalıba dökmeyi başarıyor.

Tanrı’ya, hatta belirli bir dine inanmamanın neredeyse imkânsız olduğu zamanlardan, dini inanışların “bireysel tercih” olarak görüldüğü ve akılcılaştırılmak zorunda hissedildiği günümüze nasıl geldik?

2007’de yayımlandığı günden bu yana dünya çapında büyük ses getirmiş ve Templeton ödülünü kazanmış olan ‘Seküler Çağ’da Charles Taylor, beş yüzyıla yayılmış sekülerleşme sürecini anlamak için modern bilimin doğuşuyla kaybedilen şeylere değil, bu bilimi mümkün kılan “toplumsal tahayyüldeki” değişimlere bakmamız gerektiğini söylüyor.

Taylor Batı kültür tarihinin bu uzun kesitini olağanüstü bir incelikle yansıtırken, bir yandan da günümüz koşullarında, aşkın bir varlıkla bağlantılı bir hayatın olanakları üzerine felsefi bir tartışmaya girişiyor.

  • Künye: Charles Taylor – Seküler Çağ, çeviren: Dost Körpe, İş Kültür Yayınları, tarih, 1048 sayfa, 2024

Graham Music – Doğa ve Yetiştirme (2024)

Çocukların duygusal gelişimi hakkındaki en son bilimsel verilerin eşsiz bir sentezini sunan ‘Doğa ve Yetiştirme’ alanın çoksatarlarından biri.

Bağlanma teorisi, nörobilim, gelişim psikolojisi ve kültürlerarası çalışmalar gibi alanlardan çok sayıda güncel ve klasik çalışmayı bir araya getiriyor.

Anne karnındaki yaşamdan okul öncesi yıllara ve ergenlik dönemine uzanan temel gelişim aşamalarını ele alırken genler ve çevre, travma, ihmal ya da psikolojik dayanıklılık gibi önemli konulara değiniyor.

‘Doğa ve Yetiştirme’, bilimsel açıdan güvenilir ve kolay okunabilir bir kaynak sunmak amacıyla farklı disiplinlerden geniş araştırma yelpazesini kullanan deneyimli bir çocuk terapisti tarafından yazılmış.

İnsanın ana rahmine düştüğü andan yetişkinliğe uzanan yolculuğuna dair merak edilen soruların çoğuna yanıt veren kitap, çocuk bakımı öğrencileri, öğretmenler, sosyal hizmet uzmanları, çocuk danışmanlığı, psikiyatri ve psikoterapi alanlarında eğitim gören ya da çalışanlar için temel bir başvuru kaynağıdır.

  • Künye: Graham Music – Doğa ve Yetiştirme: Bağlanma Çerçevesinde Çocuğun Duygusal Sosyokültürel ve Beyin Gelişimi, çeviren: Esra Cesur, İş Kültür Yayınları, psikoloji, 440 sayfa, 2024

Alan Mikhail – Osmanlı Mısır’ında Doğa ve İmparatorluk(2024)

Alan Mikhail, Osmanlı İmparatorluğu ile onun en kârlı eyaleti Mısır arasındaki ilişkileri incelediği bu çalışmasında Mısır kırsalındaki kanallardan İstanbul’daki Saraya, Anadolu ormanlarından Kızıldeniz kıyılarına ve veba piresinin ısırığından dünyanın en güçlü devletlerinden birinin servetine uzanan bağlantıların hikâyesini anlatıyor.

1675-1820 arası döneme, kendi deyimiyle “uzun 18. yüzyıla” odaklanan yazar, imparatorluk içinde değişen güç ilişkilerinin bölgeler arasındaki kaynak akışını nasıl etkilediğini anlatıyor ve bunun çevresel bozulmaya yol açtığını öne sürüyor.

Ondokuzuncu yüzyılda Mısır’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun bir vilayeti olmaktan çıkıp Mısır bürokrasisi tarafından kontrol edilen güçlü, merkezi ve otoriter bir yönetime dönüşmesinin sulamayı, emek gücünün yapısını, hastalıkları ve bayındırlık işlerini nasıl etkilediğini gösterirken yüzlerce mahkeme davasına ve resmi yazışmaya başvuruyor.

Çevre tarihi alanında öncü çalışmalardan biri sayılabilecek bu kitap iyi araştırılmış ve sunulmuş bir inceleme olmanın yanı sıra, Osmanlı tarihi araştırmalarındaki merkez-çevre paradigmasına, milliyetçi ve şehir merkezli tarihyazımlarına etkili bir eleştiri yöneltiyor.

  • Künye: Alan Mikhail – Osmanlı Mısır’ında Doğa ve İmparatorluk: Bir Çevre Tarihi, çeviren: Seda Özdil, İş Kültür Yayınları, tarih, 320 sayfa, 2024

Jean-David Zeitoun – Sağlığın Tarihi (2024)

Çağlar boyunca insanların sağlığı genel olarak çok kötüydü.

Yetersiz beslenme, savaşlar ve mikroplar başlıca ölüm nedenleriydi.

Bebek ölüm oranları çok yüksekti ve yeni doğan çocuklarda beklenen yaşam süresi ortalama otuz yıl civarındaydı.

Aydınlanma ve Fransız Devrimi sonrası başlayan değişim, devletlerin sağlık politikası oluşturmasıyla beraber sağlığımızda çok çarpıcı bir düzelmeye yol açtı.

Tıp çağına girilmesiyle birlikte ömrümüz uzadı.

Bugün sıkça kapıldığımız muhakeme yanlılığının etkisiyle, beklenen yaşam süresinde yaşanmış sürekli artışın hiç durmayacağına inanma eğilimindeyiz.

Oysa eldeki veriler bu eğilimin artık belirsizleştiğini gösteriyor.

Kronik hastalıklarla yüz yüze olduğumuz 21. yüzyılda pandemiler çağının başlangıcına dehşetle tanık oluyoruz.

Jean-David Zeitoun kitabında insan sağlığını belirleyen etmenlerin zaman içindeki değişimini sistemli bir analize tâbi tutarak sanayi toplumlarının sağlık kadar sağlıksızlık da ürettiğini gözler önüne seriyor.

Yazar, sanayileşme ve kentleşmenin genel sağlığı bozmadığı, sanayi ekonomisinin insan sağlığının önüne geçmediği bir geleceğin yaratılmasının torunlarımıza daha iyi sağlık koşulları bırakmanın önkoşulu olduğunu bizlere hatırlatıyor.

Kitaptan bir alıntı:

“Bir ülkenin sağlığını düzeltmek zaman alır, ancak bir ülkenin sağlığının bozulması da yine zaman alır, hatta bunun görünür hale gelmesi için daha da fazla zaman gerekir. Ortalama yaşam süresi düştüğünde zaten iş işten geçmiştir. Sağlık bir kez bozulmuştur ve zararın kısa vadede telafisi olanaksızdır.”

  • Künye: Jean-David Zeitoun – Sağlığın Tarihi: Uzayan Ömrümüz ve Geleceğimiz, çeviren: Yonca Aşçı Dalar, İş Kültür Yayınları, 328 sayfa, 2024

Scott H. Young – Aşkın Öğrenme (2024)

Elinizdeki kitabıyla Wall Street Journal’ın çoksatanlar listesine girmiş yazar Scott H. Young, podcast sunuculuğu da yapan, bilgisayar programcısı bir kitap düşkünü.

Manitoba Üniversitesi ve Montpellier İşletme Fakültesi mezunu Young, 2006 yılından bu yana her hafta kişisel blogunda yayınladığı makalelerle daha iyi düşünmeye ve öğrenmeye arzulu kişilere yardımcı olmaya çalışıyor.

Young 2012 yılında hayata geçirdiği aşkın öğrenme projesinde, MIT bilgisayar bilimleri mezunlarının dört yıllık eğitimleri sonunda geçmeleri gereken sınavları sadece 12 ay içerisinde geçmeyi başardı.

Bu projesini MIT’nin lisans müfredatında öğretilen materyali, ücretsiz olarak sağlanan ders notları ve kitaplarını kullanarak kendi özgün yöntemiyle hayata geçirdi.

Yaptığı çalışmalar The New York Times, BBC, Pocket, Business Insider ve daha pek çok mecrada gündem oldu.

Öğrenme yaklaşımını açıkladığı TEDx konuşmasını yarım milyondan fazla kişi izledi.

Ardından öğrenme yöntemini yetkinleştirmek amacıyla bu kez 12 ayda 4 dil öğrenme projesine başladı.

Tüm bir yıl boyunca hiç İngilizce konuşmadan seyahat ettiği dört ülkede İspanyolca, Portekizce, Mandarin ve Korece öğrendi.

Bu kitabıyla sizlere kendi kendinizi yetiştirmede bir başlangıç noktası sunmayı amaçlayan Young, kendini yetiştirmenin en etkili yöntemlerinden biri olan aşkın öğrenmenin temel ilkelerini açıklıyor.

Bu çığır açıcı öğrenme yaklaşımının ilkelerini uygulayarak başarıya ulaşmış aşkın öğrenicilerin öğrenme tarzlarına ışık tutuyor.

Fransızca konuşamamasına karşın Fransızcada Dünya Scrabble Şampiyonu olan Nigel Richards, daha önce hiçbir deneyimi olmamasına rağmen sadece yedi ayda Dünya Hitabet Şampiyonası finalisti olmayı başaran Tristan de Montebello, istediği dili yalnızca üç ayda akıcı şekilde konuşabilen Benny Lewis gibi güncel örnekler okurla tanıştırılıyor.

Ayrıca büyük matematikçi Srinivasa Ramanujan, büyük fizikçi Richard Feynman, büyük ressam Vincent van Gogh ve nihayet satranç büyük ustası Judit Polgár’ın yaşam öykülerine bakarak bu tarihi şahsiyetlerin öğrenme yöntemleri ile aşkın öğrenme ilkeleri arasında bağ kuruluyor.

  • Künye: Scott H. Young – Aşkın Öğrenme: Kendini Yetiştirme, çeviren: Sevgi Halime Özçelik, İş Kültür Yayınları, eğitim, 208 sayfa, 2024

Luc Ferry – Homo Esteticus (2024)

Luc Ferry ‘Homo Esteticus’ta, modern felsefenin doğuşunu estetik tarihi çerçevesinde anlatıyor.

Ferry’ye göre modern çağ, estetik alanda öznel beğeninin ortaya çıkması, siyasal alanda ise toplumsal sözleşme modellerinin ve akılcı siyaset felsefesinin doğuşuyla birlikte tanımlanır.

Yirminci yüzyıl sanatçılarının özerklikten ziyade bireyselliği ön plana çıkardığı “postmodern uğrak” ise avangart akımları beraberinde getirir.

Aydınlanma ile birlikte, kaynağı ilahi otorite olan ve değişmez bir değerler düzenini yansıtan sanat ve dünya görüşüne ağır bir darbe indirildi.

Otonomiye dayanan akılcı bir etik kurma girişimlerine sahne olan bu dönemde, estetik ve kişisel zevk öne çıktı.

Hemen ardından, 20. yüzyılda bireyselliğin otonominin önüne geçtiği yeni bir hareket başladı.

Evrensel bir aklın bağlarından sıyrılmanın gerekli olduğunun vurgulandığı bu akımın başını Nietzsche çekti.

Luc Ferry işte tam bu noktada postmodernizmin sivri uçlarına karşı çıkarak akli standartlar ve sanatsal özgürlük arasında bir denge kurulması gereğinin altını çiziyor.

Özellikle Kant ve Hegel estetiğini derinlikli ve karşılaştırmalı bir şekilde ele alan ‘Homo Esteticus’, estetik alanında önemli bir boşluğu dolduruyor.

  • Künye: Luc Ferry – Homo Esteticus: Demokrasi Çağında Beğeninin İcadı, çeviren: Devrim Çetinkasap, İş Kültür Yayınları, felsefe, 288 sayfa, 2024

Gül İrepoğlu – İstanbul’un Resmi (2024)

İki denizi birleştiren ve iki kıtaya ayıran bu tılsımlı coğrafya ve onun doğurduğu şehir İstanbul, var olduğu ilk zamanlardan günümüze dek sanatçılara esin verdi; tarihiyle ve günceliyle, görünürüyle ve duyumsanırıyla.

İstanbul’u betimlemek, belki de İstanbul’u sevmenin en güzel yoludur.

Bu kitap, “Resimlerin İstanbul’u” kavramını Türkiye İş Bankası Sanat Eserleri Koleksiyonu’nda yer alan İstanbul temalı resimlerden önemli bir seçki sunarak kalıcılaştırmayı amaçlamaktadır.

Kitabın sayfaları çevrildikçe, İstanbul kendisini içindeki renklerle katman katman açacak, olağanüstü bir yolculuğun aşamaları gözler önüne serilecektir.

  • Künye: Gül İrepoğlu – İstanbul’un Resmi, İş Kültür Yayınları, resim, 428 sayfa, 2024

Emanuele Coccia – Metamorfozlar (2024)

Emmanuel Coccia türlü çevresel felaketle kuşatıldığımız, muhtemelen daha da fazlasının kapımızda olduğu bir çağda canlı varlıkların ve gezegenin varoluşunu metamorfoz üzerinden okuyarak insan merkezli bir ekoloji fikrine karşı çıkıyor.

Hiçbir canlının yaşamının kendi doğumuyla başlamadığını, hikâyenin bundan çok daha eski olduğunu, yeryüzü üzerindeki her varlığın bir ve aynı yaşamı paylaştıklarını anlatıyor.

Biricik zannettiğimiz yaşamımızı yeryüzündeki canlı cansız her şeyle paylaştığımız gibi, bize ait olduğunu düşündüğümüz bedenimiz de bizlere, bizden öncekiler tarafından bahşedilmiş.

Metamorfozun hiçbir zaman sona ermeyeceğini kabul edersek, doğumu bir başlangıç, ölümüyse son gibi görmek imkânsızlaşıyor.

İnsan ve insan dışı varlıklar arasındaki hayali ve tehlikeli ayrımı ortadan kaldıran ‘Metamorfozlar’ insanı, kendi kendini yerleştirdiği ayrıcalıklı konumundan indirerek yaşama ve varoluşa dair şaşırtıcı bir perspektif sunuyor.

Edebiyattan felsefeye, entomolojiden botaniğe uzanan kitap, disiplinlerarası yaklaşımı ve şiirsel diliyle bizi metamorfoz üzerine düşünmeye, yaşama dair bildiğimiz şeyleri sorgulamaya çağırıyor.

  • Künye: Emanuele Coccia – Metamorfozlar, çeviren: Alara Çakmakçı, İş Kültür Yayınları, bilim, 136 sayfa, 2024

Adrian Desmond, James Moore – Charles Darwin (2024)

Charles Robert Darwin (1809-1882), Cambridge’deki ilahiyat eğitimini başarıyla tamamladıktan sonra “ıssızlığın ortasında bir taşra papazı” olarak ömrünü sükûnet içinde geçirme hayalleri kurarken, küçüklüğünden beri doğa bilimlerine olan merakının da etkisiyle, dünyayı dolaşarak ölçümler yapmak, haritalar çıkarmak, bilimsel keşif ve incelemelerde bulunmak amacıyla Beagle gemisiyle düzenlenen keşif seferine katıldı.

Avrupalıların fazla aşina olmadığı coğrafyalarda rastladığı bitkiler, hayvanlar, insanlar ve yer şekilleriyle ilgilenip örnekler toplamak ve gözlemler yapmakla geçirdiği bu yıllar, sadece onun kaderini değiştirmekle kalmayacak, dünyayı dönüştürecek bilimsel bir yaklaşımın da temellerini atacaktı.

Ancak Victoria dönemi İngilteresi aykırı fikirlere izin verecek esnekliğe sahip değildi.

Darwin, Kilise ve aristokrasinin başını çektiği müesses nizam tarafından kâfir olarak nitelenmemek için fikirlerini ve bunları şifreyle yazdığı defterleri tam yirmi yıl boyunca sır gibi gizleyerek çalışmalarını sürdürecekti.

Hatta erdem güdüsü kadar güçlü bir hakikat duygusuna sahip olmasaydı, “bir cinayeti itiraf etmeye” benzetecek kadar huzursuzlandığı teorisini açıklamayacak, ‘Türlerin Kökeni’ni yayımlamayacaktı, belki de…

Evrim teorisinin, hayatın çeşitlilik ve karmaşasını açıklayabilen bir teori olduğu ve Darwin’in dile getirdiği gibi doğanın kendi işini kendi usulünce yaptığı, yıllar süren tartışmaların ardından önce bilim çevreleri, sonra bütün dünya tarafından kabul gördü.

Doğa tarihinin bu kaba beyaz sakallı bilge devrimcisi ilk ve en büyük tepkiyi Kiliseden görmesine rağmen, ebedi uykusuna, kendi alanlarının kahramanlarıyla birlikte yatmak üzere İngiltere’nin en itibarlı kilisesi Westminister Abbey’e devlet töreniyle gömülerek onurlandırıldı.

İnsanoğlunun hayvanlarla aynı süreçler içinde evrildiği düşünülemeyecek kadar yüce bir varlık olduğuna inananlarsa insanı tanrısallığından arındıran evrim teorisine, günümüzde de en az Victoria dönemindeki güçle karşı çıkmaya devam ediyor.

  • Künye: Adrian Desmond, James Moore – Charles Darwin, çeviren: Ebru Kılıç, İş Kültür Yayınları, biyografi, 952 sayfa, 2024

Antonio Turiel – Petro-Kıyamet (2024)

Mevcut küresel ekonomik sistem başat bir zorunlulukla işliyor: büyüme.

Antonio Turiel gibi bilim insanları ise uzun yıllardır, büyümeyi mümkün kılanın ucuz ve kolay erişilebilir enerji olduğunu vurguluyorlar.

Yoğunluğu, çok yönlü kullanımı ve nakliyeye elverişliliği açısından petrol kuşkusuz en temel ve asli enerji kaynağı.

Kitabın temel tezi şu: Yakın gelecekte yaşantımızı ve toplumların işleyişini kökten değiştirecek küresel bir sorunla karşı karşıyayız.

Bol ve ucuz enerji çağının sonuna geldik.

Küresel enerji tüketiminin üçte birini oluşturan petrolde üretim zirvesi muhtemelen 2018’de gerçekleşti, büyük çevresel maliyetlerle yerine kullanılabilecek hidrokarbonların (kömür, doğal gaz) zirvesine ise en çok birkaç onyıl içinde ulaşılacak.

Petrol rezervleri muazzam olsa da çıkarma ve üretme hızı ve karlılığı, fiziksel etkenler yüzünden sınırlı.

Bu sınıra ulaşmış durumdayız.

Petrol temelli enerji sistemine olası alternatiflerin bilimsel bir analizini sunan Turiel “yenilenebilir” enerjiler konusunda vaat edilenlerin neden gerçekleşemeyeceğini açıklıkla ortaya koyarak, büyük bir dönüşümün eşiğinde olduğumuzu haber veriyor.

Bu dönüşümü mümkün mertebe şekillendirme imkânı ve iradesi öncelikle farkındalığı gerektiriyor.

  • Künye: Antonio Turiel – Petro-Kıyamet: Küresel Enerji Krizi Nasıl Çözüle(meye)cek?, çeviren: Saliha Nilüfer, İş Kültür Yayınları, inceleme, 152 sayfa, 2024