Kolektif – Son Osmanlılar: Yunanistan’da Müslüman Azınlık (2023)

Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan nüfus mübadelesi sözleşmesinde (1923), İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da oturan Rumlar ile Batı Trakya’nın Müslüman nüfusu mübadele dışı tutulmuştu.

Lozan Antlaşması’nın “Azınlıkların Korunması” bahsinin 45. maddesinde şöyle denmişti: “İşbu kesim hükümleri ile Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıkları için tanınan haklar, Yunanistan tarafından da kendi topraklarında bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır.”

Kevin Featherstone, Dimitris Papadimitriou, Argyris Mamarelis ve Georgios Niarchos tarafından ortaklaşa kaleme alınmış ‘Son Osmanlılar. Yunanistan’da Müslüman Azınlık (1940-1949)’, tarihi yeteri kadar araştırılmamış bu azınlık toplumunun kritik on yılına ışık tutuyor.

  • Bu on yılda önce II. Dünya Savaşı’na, acımasız bir işgale ve direnişe, savaştan sonra da bu kez kardeş kavgasına, bir iç savaşa sahne olan Yunanistan’da bu azınlık (veya onu oluşturan cemaatler) neler yaşamıştı?
  • Jeostratejik koşullar, Türk-Yunan ilişkileri ve iç dinamikler bu süreçte ne oranda rol oynamıştı?

Yunanistan’ın Müslüman azınlığı sadece tarihsel kökenleri itibariyle değil, o dönemde kendini hissettiren kültürel değişim nedeniyle de ‘Son Osmanlılar’ olarak nitelendirilebilirdi, çünkü Batı Trakya Türkleri arasında ağırlıkta olan gelenekçi eğilimin yerini artık Türkiye Cumhuriyeti’ndeki değişimin izinden giden seküler ve modernist eğilim alıyordu.

İç Savaş’a ELAS saflarında katılan Mihri Belli’nin “Kapetan Kemal” kod adıyla komuta ettiği birliğin “Osmanlı Taburu” diye anılması ise bu geçiş sürecini belki de en güzel yansıtan göstergelerden biriydi.

Yunanistan, Bulgaristan, Türkiye, İngiltere ve ABD arşivlerinden daha önce gün ışığına çıkmamış belgelerin yanı sıra, dönemin yerel basınının, broşürlerin, sahada yapılmış çok sayıda kişisel görüşmenin ve anıların da kullanıldığı bu çalışma önemli bir boşluğu dolduruyor.

  • Künye: Kevin Featherstone, Dimitris Papadimitriou, Argyris Mamarelis ve Georgios Niarchos – Son Osmanlılar: Yunanistan’da Müslüman Azınlık (1940-1949), çeviren: Özkan Akpınar, İş Kültür Yayınları, tarih, 480 sayfa, 2023

Luc Ferry – Transhümanist Devrim (2023)

‘Transhumanist Devrim’de Luc Ferry iç içe geçip birbirini tamamlayan ve yakın geleceğe damgasını vuracak dört temel teknolojinin insanlığın önüne çıkaracağı olanakları ve yeni risk unsurlarını değerlendiriyor: nanoteknolojiler, biyoteknolojiler, enformatik (büyük veri ve nesnelerin interneti) ve bilişsel bilim (yapay zekâ).

Tıp alanındaki gelişmeler ABD’de transhümanizm adı altında ortaya çıkan ve web dünyasının Google gibi devleri tarafından desteklenen bir ideolojinin etki alanını genişletecek şekilde ilerliyor.

Amaç, tedaviye yönelik onarıcı tıbbın çok ötesine geçmek; en son bilimsel araçlar ve muazzam teçhizatlar yardımıyla insanlık durumunu “yükseltmek”, insan ömrünü ve gençliği mümkün mertebe uzatmak, genetik mühendisliğiyle nesilden nesile aktarılan genlere müdahale etmek ve son noktada insan-makine hibritleri üreterek “insan sonrası” çağını başlatmak.

Ekonomi alanında ise bağlı nesneler, sosyal ağlar ve büyük veri gibi yeni olanakları, yani transhümanizmin harekete geçirdiği teknolojilerin bir kısmını hizmet olarak sunan Uber, BlaBlaCar, Airbnb ve benzeri uygulamalar taksilerle, otellerle veya büyük mağazalarla rekabet eder hale geldiler.

Meslek sahiplerinin aradan çıkarılarak şahıslar arası ilişkiler kurulmasına dayanan bu “paylaşım ekonomisinin” transhümanist ideolojiyle derin bağları olduğuna dikkat çeken Ferry’ye göre her iki durumda da söz konusu olan sosyal demokrasiye bulanmış belli bir liberalizm, hatta bireylere dayatılan geleneklerin ve mirasların ağırlığından ne pahasına olursa olsun kurtulmak isteyenleri yanına çeken saf ve katı bir ultraliberalizmdir.

  • Künye: Luc Ferry – Transhümanist Devrim: Tekno-tıp ve Dünyanın Überleşmesi Hayatlarımızı Nasıl Altüst Edecek?, çeviren: Kağan Kahveci, İş Kültür Yayınları, felsefe, 192 sayfa, 2023

David Christian – Zaman Haritaları (2023)

‘Zaman Haritaları’, doğa tarihiyle insanlık tarihini tek, büyük ve tutarlı bir anlatıda birleştiriyor.

  • Ben kimim?
  • Nereye aitim?
  • Parçası olduğum bütün nedir?

Bütün insan toplulukları bu sorulara yanıt vermeye çalıştı, yanıtlar da genellikle yaratılış mitleriyle bütünleşti.

Kendi dönemlerinde bütün yaratılış mitleri işe yarar gerçeklik haritaları sundu.

Bu nedenle de onlara inanıldı.

‘Zaman Haritaları’nda anlatılan öykü de modern dünyanın bilimsel gelenekleri içinde eğitim almış modern insanların yaratılış miti olarak okunabilir.

Evrenin tarihiyle Dünya’nın ve insanlığın tarihini aynı anlatıda buluşturan “Büyük Tarih” akademik disiplininin isim babası olan David Christian, söz konusu disiplinin kurucu metni olarak kabul edilen bu büyüleyici çalışmada, okuyucuyu zaman ve mekânda çok zengin bilgilerle yüklü baş döndürücü bir yolculuğa çıkarıyor.

“Büyük Patlama”dan günümüze uzanan bu anlatı içinde, bilinen kalıpların çok dışında bir insanlık ve uygarlık tarihi de sunuluyor.

Kozmoloji, jeoloji, arkeoloji, nüfus ve çevre araştırmaları gibi farklı disiplinlerden yararlanan ‘Zaman Haritaları’ evrenin kökenleri, yıldızlar ve galaksiler, güneş ve dünya dahil güneş sistemi ile açılıyor ve okuyucuları gezegenin insan yerleşiminden önceki evrimine götürüyor.

Paleolitik çağdan tarıma geçiş, şehirlerin ve devletlerin ortaya çıkışı ve modern, endüstriyel dönemin doğuşu ile olası geleceklerin ipuçlarına kadar insan toplumunun gelişimini araştırıyor.

Uzay-zamanın başlangıcından küresel ısınmanın olasılıklarına kadar bilinen dünyanın bu sürükleyici anlatımı, geniş kapsamlı, en ince ayrıntısına kadar odaklanmış, dünya tarihinin -ve “Büyük Tarih”in- zeminini oluşturuyor.

  • Künye: David Christian – Zaman Haritaları: Büyük Tarih’e Giriş, çeviren: Çağlar Sunay, İş Kültür Yayınları, bilim, 376 sayfa, 2023

Emmanuelle Loyer – Avrupa’nın Kısa Kültür Tarihi (2022)

 

Avrupa’da ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren şekillenen kültürel temsilleri ve pratikleri, önemini hâlâ koruyan on üç tema çerçevesinde derleyen bu kitap kıta ölçeğinde bir kültür tarihi sentezi sunuyor.

Emmanuelle Loyer her bölümde bir sorunsalı ortaya çıkarmaya ve “Avrupa denilen çiçek dürbününü avcumuzda çevirip o ana kadar kendini göstermeyen yeni gerçekliklerin farkına varmamızı sağlayan tarihyazımsal bir aracı kullanmaya” çalışıyor: Garlar, kafeler ve bulvarlar gibi mekânlar etrafında şehre özgü yeni zaman algısının ve deneyim sisteminin nasıl şekillendiğini gözler önüne sermek için kent kültürüne eğiliyor.

Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında serpilmeye başlayan “gazete uygarlığı”nın, tiyatronun burjuvalaşma sürecinin hikâyesini anlatıyor.

1914-45 arasında Avrupalı toplumlara damgasını vuran savaş kültürünün toplumsal yaşama nasıl sızdığını ve sömürgeci kültür denen düşünsel yapıda kendini nasıl sürdürdüğünü gösteriyor.

Avrupa monarşilerinin karşısında oluşan sivil toplumun bayraktarlığını yapan entelektüel figürünün geçirdiği dönüşüme, 1968’le baş gösteren yeni hareketlilik tarzlarına odaklanıyor.

Son olarak, dijital kültür, kitle turizmi gibi daha güncel olgulara da değinen Loyer, yirmi beş yıllık okumalarının ve derslerinin ürünü olan ‘Avrupa’nın Kısa Kültür Tarihi’ni özel hayatın yakın tarihine göz atarak tamamlıyor.

  • Künye: Emmanuelle Loyer – Avrupa’nın Kısa Kültür Tarihi, çeviren: Alp Tümertekin, İş Kültür Yayınları, tarih, 272 sayfa, 2022

Phillip Cole – Kötülük Miti (2022)

Kötülük fikrinin insan davranışını anlama, eleştirme veya ıslah etmedeki yararına kuşkuyla yaklaşan Phillip Cole, kötülüğü dini veya ahlaki değil mitolojik bir kavram olarak düşünmeyi öneriyor.

Kitabı Mukaddes’teki Şeytan’dan popüler film ve romanlardaki “şeytani” karakterlere, cadı mahkemelerinden 18. yüzyılın “vampir salgınına” kadar çok çeşitli felsefi, tarihi ve edebi temayı ele alan yazar, metafizik kötülük problemiyle uğraşırken bir yandan da kötülüğün politik felsefesini yapmayı amaçlıyor.

‘Kötülük Miti’, çok yönlü ve katmanlı bir kitap: Tarih boyunca en büyük kötülük timsalinin “içimizdeki düşman” olduğunu, en çok, bizim gibi görünüp konuşanların tekinsizliğinden korktuğumuzu savunan Cole, bu özel korku türünün politik toplulukların kimlik inşasında oynadığı merkezi rolü tartışıyor.

Şeytanlaştırmanın, günümüzün moda tabiriyle “ötekileştirmenin” politik bir taktik olarak kullanımını sorgulamayı da ihmal etmiyor.

  • Künye: Phillip Cole – Kötülük Miti, çeviren: Reha Kuldaşlı, İş Kültür Yayınları, mitoloji, 312 sayfa, 2022

Luc Ferry – Gençler İçin Yunan Mitolojisi (2022)

Son on yıldır Türkiyeli okuyucunun canlı ilgisine mazhar olan ‘Gençler İçin Batı Felsefesi ’nin devamı niteliğindeki bu kitabında Luc Ferry yine aynı berrak ve akıcı üslubuyla Yunan mitolojisinin anlamını, zamana meydan okuyan mesajını sorguluyor.

Dünyanın nasıl ortaya çıktığı, insanın kökeni gibi öteden beri zihinleri meşgul etmiş soruları konu edinen mitoloji aslında “ne bir masallar ve efsaneler derlemesidir ne de sadece eğlendirmeyi amaçlayan az çok olağanüstü bir dizi hikâyecikten oluşur.”

Pek çoklarının sandığı gibi insanlığın, günümüzde bilimin konusu haline gelmiş sorulara çocukluk döneminde verdiği ilkel ve naif cevaplar manzumesi de değildir.

Yazara göre mitoloji insanın kozmos içindeki yerini ve rolünü anlamlandırma, iyi hayatın ne olduğunu düşünme çabasıdır ve bu anlamda felsefeyle bir süreklilik içerisindedir.

Ferry’nin Yunan mitolojisinin en bilinen metinlerinde cevher halinde bulunan felsefi özü bulup çıkarmaya çalıştığı bu kitabı ‘Gençler İçin Batı Felsefesi’ gibi nitelikli bir eser.

  • Künye: Luc Ferry – Gençler İçin Yunan Mitolojisi, çeviren: Murat Erşen, İş Kültür Yayınları, mitoloji, 352 sayfa, 2022

Peter Hopkirk – Büyük Oyun (2022)

Tüm 19. yüzyıl boyunca dünyanın iki büyük gücü, Britanya İmparatorluğu ile Çarlık Rusyası arasında Orta Asya’nın ıssız geçitlerinde, çöllerinde, doruklarından kar ve buz hiç eksik olmayan yüksek dağlarında gizli bir savaş sürmüştü.

Dev Asya kıtasındaki nüfuz alanlarını genişletmek ve ellerindekileri korumak amacıyla hareket eden iki imparatorluktan Rusya, bir yandan Kafkasya ve Orta Asya’daki topraklarını genişletirken, diğer yandan da Britanya İmparatorluğu’nun en büyük sömürgesi olan, “alt-kıta” Hindistan’a giden yollara ve geçitlere hâkim olma yarışında adım adım ilerlemeye çalışıyordu.

Britanya ise Afganistan, Özbekistan, İran ve Kafkasya gibi pek çok coğrafyada Rusya’yı stratejik olarak “çevrelemeye” gayret ediyor; bölge, yerel hanların kalelerine varıncaya dek, iki tarafın temsilcileri arasında amansız bir mücadeleye sahne oluyordu.

Bu gizli savaşın aktörleri tarafından söz konusu mücadeleye konan “Büyük Oyun” adı, ünlü yazar Rudyard Kipling tarafından ‘Kim’ adlı romanında ölümsüzleştirilmişti.

Peter Hopkirk’ün artık klasikleşmiş kitabı ‘Büyük Oyun: Orta Asya’da Gizli Savaş’, bu mücadeleyi Britanya ve Rusya tarafındaki genç subayların ve görevlilerin soluk kesici maceraları üzerinden anlatıyor: Kılık değiştirip derviş veya at tüccarı kılığına girenler, gizli geçitlerin haritasını çıkarmak için hayatlarını tehlikeye atanlar, astığı astık güçlü hanların karşısında pazarlık masasına oturanlar…

  • Künye: Peter Hopkirk – Büyük Oyun: Orta Asya’da Gizli Savaş, çeviren: Renan Akman, İş Kültür Yayınları, tarih, 632 sayfa, 2022

Koray Durak, Nevra Necipoğlu ve Tolga Uyar – Türkiye’de Bizans Çalışmaları (2022)

Türkiye’de 1990’lı yılların sonunda itibaren ivme kazanan Bizans çalışmaları, yeni açılan yüksek lisans programları ve araştırma merkezlerinin yanı sıra sayısı artan konferanslar ve akademik yayınlar ile günümüzde çok daha geniş bir kitleye hitap ediyor.

Bu artan çeşitlilik karşısında Bizans tarihi, sanat tarihi ve arkeolojisi alanlarında yapılan güncel çalışmaların paylaşılacağı ortak bir platformun eksikliği son yıllarda iyice görünür bir hal aldı.

Elinizdeki kitap, Boğaziçi Üniversitesi Bizans Çalışmaları Araştırma Merkezi’nin bu eksikliği gidermek amacıyla 2016 yılında düzenlediği “Türkiye’de Bizans Çalışmaları: Yeni Araştırmalar, Farklı Eğilimler” başlıklı konferansın sonucunda ortaya çıkmıştır.

Giriş yazısı ve 30 makaleden oluşan kitapta, son yıllarda Bizantoloji dalının farklı disiplinlerinde yazılı, sanat tarihsel ve arkeolojik kaynaklar ışığında yürütülmüş çalışmalardan zengin bir seçki 7 ana bölüm altında sunuluyor.

Anadolu coğrafyası maddi kültürünün analizinin öne çıktığı makalelerde, birincil kaynak kullanımı ve malzeme sınıflandırma temelli farklı metodolojik soru(n)lar irdelenirken, bir yandan da özellikle kent, kırsal alan, adalar, deniz ve peyzaj çalışmaları gibi sahalardaki yeni araştırmalara yer veriliyor.

Geç Antikçağ’dan Ortaçağ’a ve Bizans’tan Osmanlı’ya geçiş temasının vurgulandığı kitabın ilk ve son bölümleri ise, Türkiye’de Bizantologların devamlılık ve değişim perspektifine olan özel ilgisini gösteriyor.

  • Künye: Koray Durak, Nevra Necipoğlu ve Tolga Uyar – Türkiye’de Bizans Çalışmaları (Yeni Araştırmalar, Farklı Eğilimler), İş Kültür Yayınları, tarih, 592 sayfa, 2022

Frédéric Lenoir – Öngörülemeyen Bir Dünyada Yaşamak (2022)

Covid-19 salgını hayatımızın her alanında köklü değişikler yarattı, en temel özgürlüklerimizi kısıtladı ve yakın geleceği dahi planlamayı olanaksız kılan bir belirsizlikle bizleri karşı karşıya bıraktı.

Mekânla ve zamanla olan ilişkimizi dönüştürdü, küreselleşmiş dünyanın kırılganlığını ve istikrarsızlığını açıkça gözler önüne serdi.

Fransız düşünür Frédéric Lenoir “hayatta kalmaya ve olgunlaşmaya dair” bir kılavuz olarak tasarladığı bu kitabında pandemiden yola çıkarak daha genel bir soruna, kriz zamanlarında nasıl daha iyi yaşanabileceğine odaklanıyor.

Stoacılar, Montaigne, Spinoza gibi geçmiş zaman filozoflarından aldığı ilhamla sinirbilim ve psikoloji kaynaklı daha çağdaş düşünceleri bir araya getirerek şu sorulara karşılık arıyor:

“Gittikçe daha kaotik ve öngörülemez hale gelen bir dünyada nasıl sakin, hatta mutlu kalmaya çalışabiliriz?

İstikrarımızı, dengemizi bozan bir gerçekliğe mümkün olduğunca olumlu bir şekilde uyum sağlamak için kendimizi nasıl değiştirebilir veya bakış açımızı nasıl dönüştürebiliriz?”

  • Künye: Frédéric Lenoir – Öngörülemeyen Bir Dünyada Yaşamak, çeviren: Murat Erşen, İş Kültür Yayınları, felsefe, 72 sayfa, 2022

Joseph Mazur – Matematik Sembollerinin Kısa Tarihi (2022)

Pek çoğumuz artı, eksi, eşittir gibi basit matematik sembollerini sık sık kullansak da çok azımız bu sembollerin 16. yüzyıldan önce var olmadıklarını bilir.

Peki, bunun öncesinde matematikçiler ne yapıyordu?

Matematik bugün bildiğimiz haline nasıl evrildi?

‘Matematik Sembollerinin Kısa Tarihi’nde Joseph Mazur matematiksel notasyon sistemimizin gelişiminin ardındaki büyüleyici hikâyeyi bizlere anlatıyor.

Sembollerin ilk kez nasıl kullanıldığını, zaman içinde sembollerin nasıl değişim geçirdiğini ve yazılı matematiğin sembol öncesi ve sonrası dönemde nasıl uygulandığını ayrıntılarıyla açıklıyor.

On altıncı yüzyıldan önce nesir ya da nazım şeklinde kaleme alınan, hatta rakamların bile yazıyla gösterildiği metinlerle yapılan retorik cebir, semboller sayesinde bir dönüşüm geçirir.

Bu sadece şeklen değil, matematiksel düşünceyi, yaklaşımı, anlamı, anlamayı ve iletişimi de değiştiren psikolojik bir dönüşümdür.

Semboller benzerlik, ilişkilendirme, özdeşlik, çağrışım ve tekrarlanan imgeler yoluyla bizi etkiler, bilinçaltı çağrışımlarla yeni fikirlere kapı açar, deneyim ile bilinmeyen arasında bağlantılar kurulmasını sağlar ve temel matematik bilgisinin yayılmasını kolaylaştırır.

Matematiğin kelimelerden kısaltmalara, oradan sembollere uzanarak bugün bildiğimiz haline ulaşma serüveni ‘Matematik Sembollerinin Kısa Tarihi’nde çarpıcı tarihi anekdotlar eşliğinde okurunu bekliyor.

Bir alıntı:

“Bu kitap matematikteki yerleşik sembollerin kökenlerinin ve evriminin izini sürmektedir. Esasen bir matematik sembolleri tarihidir, ancak aynı zamanda sembollerin matematiksel düşünüşü nasıl etkilediklerinin ve nasıl geniş ve kalıcı bir bilinçaltı esin yelpazesi uyandırdıklarının da keşfidir.”

  • Künye: Joseph Mazur – Matematik Sembollerinin Kısa Tarihi, çeviren: Barış Gönülşen, İş Kültür Yayınları, bilim, 360 sayfa, 2022