Emile Durkheim – Emile Durkheim: Bir Disiplinin Doğuşu (2025)

Levent Ünsaldı’nın derlediği ‘Émile Durkheim: Bir Disiplinin Doğuşu’, Durkheim’in sosyoloji tasarısını yalnızca tarihsel bir miras olarak değil, bugünle konuşan dinamik bir düşünce alanı olarak yeniden yorumluyor. Derleme, sosyolojinin hangi entelektüel koşullarda ortaya çıktığını ve nasıl özgül bir disiplin kurduğunu görünür kılıyor. Durkheim’in sosyolojiyi bağımsız bir bilim olarak inşa ettiğini, nesnesini toplum olarak belirlediğini ve yöntemi bu nesnenin özgünlüğüne göre tanımladığını vurguluyor.

Kitap, bireysel temsiller ile kolektif temsiller arasındaki ayrımı merkezine alıyor ve insanın çift tabiatlı yapısını ifade eden homo duplex kavramı üzerinden modern toplumsallığın karmaşık doğasını çözüyor. Toplumu sui generis bir gerçeklik olarak ele alan yaklaşım, sosyolojinin psikoloji ve tarih karşısında kendi sınırlarını kurduğunu gösteriyor. Natüralizm, deneysel muhakeme ve toplumsal olguların zorlayıcı niteliği, disiplinin bilimsel meşruiyet kazandığını gösteriyor.

Derleme, Durkheimci mirasın sosyolojiye kazandırdığı kurucu momenti açığa çıkarıyor ve bu mirastan doğan düşüncenin kendini diğer disiplinlerden ayrıştırarak özgül bir sorgulama tarzı geliştirdiğini gözler önüne seriyor. Sosyoloji burada yalnızca betimleyen değil, toplumsal gerçekliği eleştirel biçimde kavrayan bir pratik olarak beliriyor. Okur, disiplinin varlık gerekçesini nasıl kurduğunu ve güncel teorik tartışmalarla bağını nasıl koruduğunu izliyor. Bu yaklaşım, Durkheim sosyolojisinin bugün de üretken bir referans olmaya devam ettiğini güçlü şekilde yansıtıyor.

  • Künye: Émile Durkheim – Émile Durkheim: Bir Disiplinin Doğuşu (Kurucu Metinler), derleyen ve çeviren: Levent Ünsaldı, Heretik Yayıncılık, sosyoloji, 334 sayfa, 2025

Pierre Bourdieu, Jean-Claude Chamboredon, Jean-Claude Passeron – Sosyoloji Zanaatı (2025)

Pierre Bourdieu, Jean-Claude Chamboredon ve Jean-Claude Passeron’un bu ortak çalışması, sosyolojinin bilimsel bir disiplin olarak nasıl inşa edilmesi gerektiğine dair temel bir metodoloji ve epistemoloji rehberi. ‘Sosyoloji Zanaatı: Epistemolojik Ön Hazırlık’ (‘Le métier de sociologue: Préalables épistémologiques’), sosyolojinin, yaygın kanılarla ve sağduyu bilgisiyle arasına bir mesafe koyması gerektiğini, aksi takdirde bilimsel bir bilgi üretilemeyeceğini vurguluyor. Yazarlar, sosyoloğun kendi ön yargıları, değerleri ve toplumsal konumu gibi faktörlerin araştırma sürecini nasıl etkileyebileceğine dikkat çekerek, bu öznelliğin farkında olunması ve kontrol edilmesi gerektiğini savunuyor.

Kitap, “sosyolojik inşa” kavramının önemini vurguluyor. Toplumsal gerçekliğin kendiliğinden “verili” olmadığını, aksine sosyoloğun kavramsal araçlar, teorik çerçeveler ve metodolojik yaklaşımlar kullanarak onu “inşa etmesi” gerektiğini belirtiyor. Bu inşa sürecinde, toplumsal olguların nesnel bir şekilde ele alınması, nedensellik ilişkilerinin araştırılması ve ampirik verilerle desteklenmesi esastır. Gündelik yaşamın yüzeysel gözlemlerinin bilimsel analizin yerini tutamayacağı, sosyolojinin özel bir “bakış açısı” gerektirdiği vurgulanır.

Sosyolojik araştırmanın her aşamasında, teorik ve metodolojik titizliğin önemi üzerinde duruluyor. Veri toplama tekniklerinden (anket, mülakat, gözlem) analiz yöntemlerine kadar her adımda, bilimsel rasyonalitenin ve eleştirel düşüncenin rehberliğinde hareket edilmesi gerektiği anlatılıyor. Kitap, sosyoloğun rolünün sadece toplumsal gerçekliği betimlemek değil, aynı zamanda onu açıklamak ve yapısal mekanizmalarını anlamak olduğunu savunarak, sosyolojik bilginin toplumsal değişime katkı sağlayabilecek dönüştürücü potansiyeline işaret eder.

  • Künye: Pierre Bourdieu, Jean-Claude Chamboredon, Jean-Claude Passeron – Sosyoloji Zanaatı: Epistemolojik Ön Hazırlık, çeviren: Levent Ünsaldı, Heretik Yayıncılık, sosyoloji, 2025

Claude Meillassoux – Kadınlar, Ambarlar, Sermayeler (2024)

‘Kadınlar, Ambarlar, Sermayeler’ kitabını antropoloji ve iktisadın kesişiminde önemli kılan nedir?

Hiç kuşkusuz, teorik ve ampirik ayakları güçlü bir çifte köprü kurması: bir yandan, kendi kendine yeterli tarımsal topluluklar özelinde üretim ve üreme ilişkileri arasında (Birinci Bölüm), diğer yandan da bu topluluklarda üretilen/yeniden üretilen emek gücünün ve artı emeğin mevsimlik göçler yoluyla kapitalist sistem tarafından hem artı değer hem de emek rantı biçiminde sömürülmesi ve modern kölelik formları arasında (İkinci Bölüm).

Geçimlik besin üretimi ve üreticilerin yeniden üretimi gibi, insan faaliyetinin en belirleyici yönlerinden hareket eden ve bu manada diyalektik materyalizmin en yaratıcı örneklerinden birini sunan Claude Meillassoux, çalışmasında Lévi Strauss’un yapısalcılığının keskin bir eleştirisine de girer.

Kadın, yapısalcı antropoloji dâhilinde sadece ittifak temelli mübadelelerin konusu olarak ele alınırken, burada bir üretim ilişkisine dönüşmüş üreme ilişkilerinin, babayanlı soy ilişkilerinin tesisinde üreme fonksiyonu gereğince aranan, el konulan, boyun eğdirilen bir figür; eril bir kolektif siyasal girişimin nesnesi olarak karşımıza çıkar.

Bu açıdan bakıldığında, ‘Kadınlar, Ambarlar, Sermayeler’, Marksizm ile uzlaşılabilecek bir feminizm ve feminizm ile uzlaşabilecek bir Marksizm için, tıpkı toplumsalın ve sömürünün karmaşık kıvrımları hususunda naif olmaması gereken bir teorinin yapması gibi, iyi tasarlanmış bir başlangıç noktası teşkil eder.

  • Künye: Claude Meillassoux – Kadınlar, Ambarlar, Sermayeler, çeviren: Levent Ünsaldı, Heretik Yayıncılık, antropoloji, 267 sayfa, 2024

Pierre Bourdieu – Bilimin Bilimi ve Düşünümsellik (2024)

‘Bilimin Bilimi ve Düşünümsellik’, Bourdieu’nün 2000-2001 yılı arasındaki Collège de France derslerini bir araya getiriyor.

Bourdieu burada, bilimi tarihsel ve sosyolojik bir analize tabi tutuyor.

Kitaptan bir alıntı:

“Nesnem olarak aldığım dünyanın içinde olduğumu ve onun tarafından içerildiğimi biliyorum.

Bir bilim insanı olarak, toplumsal dünyadaki hakikat mücadelelerinde ne yaptığımı bilmeden, bu mücadelelerde yer aldığımı bilmeden bir pozisyon alamam; tek hakikat, hakikatin hem akademik dünyada hem de bu akademik dünyanın nesnesi olarak toplumsal dünyada bir mücadele nesnesi olduğudur. Tam da bundan ötürü bilimi tarihsel ve sosyolojik bir analize tabi tutmak bana hiç olmadığı kadar gerekli gözüktü.

Amaçlarımdan biri, bilimsel bilgiyi ortadan kaldırmak ya da itibarsızlaştırmak için değil, aksine onu daha güçlü bir kontrole tabi tutmak ve güçlendirmek için bilginin öznesine karşı yönlendirilebilecek bilgi araçlarını sağlamaktır.

Diğer bilimlere toplumsal temelleri sorusunu yönelten sosyoloji bu sorgulamadan kendisini muaf tutamaz.

Toplumsal dünyaya, ifşa eden, maskeyi düşüren, gizli olanı açığa çıkaran bir bakış atan sosyoloji kendisine de aynı şekilde bakmaktan kaçınamaz.

Buradaki amaç, sosyolojiyi yok etmek değil, aksine ona hizmet etmek, daha iyi bir sosyoloji yapmak için sosyolojinin sosyolojisinden istifade etmektir.”

  • Künye: Pierre Bourdieu – Bilimin Bilimi ve Düşünümsellik: Collège de France Dersleri 2000-2001, çeviren: Levent Ünsaldı, Heretik Yayıncılık, sosyoloji, 206 sayfa, 2024

Maurice Godelier – İnsan Toplumlarının Temelinde (2022)

 

Claude Lévi-Strauss’tan sonra Fransız antropolojisinin en üretken en çok tartışılmış figürü olan Maurice Godelier’nin kırk yıla yayılmış çalışmalarının bütünlüklü bir sentezi, burada.

‘İnsan Toplumlarının Temelinde’, antropolojinin başat soru ve temalarını akıcı bir üslupla açıklamasıyla da ayrıca önemli.

Antropoloji ne işe yarar?

Kitabın giriş kısmını bu soruyla açarak Maurice Godelier niyet ve amacını en baştan belli eder.

Soru basit olduğu kadar yıkıcıdır: Nesnesi ve nesnesiyle kurduğu ilişki, disiplini tamamıyla dağıtacak derecede sorgulanan bir antropoloji, her türden karşılaştırma, soyutlama ve kavramsallaştırma çabasından artık vazgeçmeli midir?

Tereddütsüzce ‘‘hayır’’ cevabını verir Godelier ve bu yönde sayısız ikna edici örnek sunar.

Diğer yandan bu kitap, hiç kuşkusuz Claude Lévi-Strauss’tan sonra Fransız antropolojisinin en üretken ve uluslararası düzeyde en çok tartışılmış figürünün kırk yıla yayılmış çalışmalarının bütünlüklü bir sentezidir.

Hayranlık uyandıran bir bilgelik ve entelektüel açık sözlülükle Godelier, tüm araştırmacı kariyerinin temel sorunlarını (en başta da ‘‘Bir toplumu bir bütün olarak kuran nedir’’ sorusunu) ve antropolojinin başat temalarını (kutsal, cinsellik, mübadele, akrabalık, aile, armağan-karşı armağan) akıcı bir üslupla sırasıyla ele alır.

Kısacası ‘İnsan Toplumlarının Temelinde’, bir yandan, günümüz antropolojisinin en büyük ve en üretken isimlerinden birinin zengin külliyatına ve oradan da antropolojinin temel meselelerine bütünlüklü bir giriş, diğer yandan da bir disiplinin ve onun ötesinde sosyal bilimlerin izah ve kavratma gücüne dair güçlü bir manifestodur.

  • Künye: Maurice Godelier – İnsan Toplumlarının Temelinde: Antropolojinin Bize Öğrettikleri, çeviren: Levent Ünsaldı, Heretik Yayıncılık, antropoloji, 2022

Pierre Bourdieu – Dünyanın Sefaleti (2022)

‘Dünyanın Sefaleti’, sefaletin çağdaş veçheleri üzerine muazzam bir sosyolojik çalışma.

Pierre Bourdieu’nün yetkin bir araştırma ekibiyle üç yıl boyunca Fransa’yı karış karış gezerek neoliberal yıkımın mağduru ezileni dinliyor.

1990’lı yılların başlarından itibaren üç yıl boyunca, Bourdieu’nün yönetiminde bir araştırma ekibi, toplumsal sefaletin çağdaş veçhelerinin izinde Fransa’yı boydan boya arşınlar.

Amaç, neoliberal kasırga altında acı çeken Fransa’yı konuşturmak, şimdiye dek söz hakkı tanınmamışlara bu hakkı vermektir.

Mekânlar, insanlar ve yaşam kesitleri, “dillendirilmemiş-dillendirilemeyen” ortak bir toplumsal ızdırabın tanıkları olarak arz-ı endam ederler: banliyöler, kenar mahalleler, göçmenler, gençler, işçiler, sendikalar, memurlar, esnaflar, polisler, öğretmenler, yargı mensupları, öğrenciler, emekliler, işsizler, çiftçiler…

Sosyolog burada artık bir ebedir; ezilene giderek, onu dinleyerek toplumsal sefaleti doğurtacak ve bunu kolektif bir “yüzleşme” (acıyı kusturma) seansına tahvil edecek olan odur.

Mülakatın kendisi, özellikle de yürütülüş biçimi, tüm bu tahakküm kırıcı “müşterek psikanalizin” merkezinde yer alır.

Bourdieu, bilinen tüm standart yöntemleri, sosyoloji derslerinde anlatılabilecek türden yöntemsel “zırvaları”, sıradan yöntem kitaplarının kuru ve anlamsız tasniflerini unutun der gibidir: Yakın yöntem kitaplarını!

Sanki bilimin o alışılagelen karmaşık ve mesafeli dili; sosyoloğun, sözcüsü olmaya soyunduğu o insanların ızdırabını içinde hissetmesinde ve bu duyguyu, öfke ve isyanı olabildiğince sadık biçimde aktarmasında yetersiz kalacakmış gibi…

Yalın ve dolayımsız “gerçeklik”: Sefalet!

Başka bir sosyoloji pratiği, başka bir Bourdieu…

  • Künye: Pierre Bourdieu vd. – Dünyanın Sefaleti, çeviren: Levent Ünsaldı, Aslı Sümer, Hatice Esra Mescioğlu, Özlem İlyas, Laçin Tutalar, Baran Öztürk, Zeynep Baykal ve Özlem Akkaya, Heretik Yayıncılık, sosyoloji, 955 sayfa, 2022

Richard Hoggart – Okuryazarlığın Kullanımları (2022)

İşçi sınıfının kendine özgü kültürü ve gündelik hayat pratikleri hakkında enfes bir sosyolojik inceleme.

Richard Hoggart, işçi sınıfının varoluşunu tehdit eden en büyük tehlike olarak kitle kültürüne dikkat çekiyor.

Bazı yazarlar tasnif dışıdır. Richard Hoggart birçok açıdan böyle bir yazardır.

‘Okuryazarlığın Kullanımları’, aslında bir otobiyografidir.

Kendisi işçi sınıfı kökenli olan Hoggart, toplumsal yörüngesi üzerinden, işçi sınıfının içeriden ancak mesafeli, olabildiğine detaylı, realist fakat aynı zamanda da eleştirel bir tasvirine girişir.

“Yakınlık ve mesafe”, muhtemelen Hoggart’ın maharetini özetleyebilecek kilit formüllerden biridir.

Bu ona işçi sınıfının gündelik pratiklerinde, dışarıdan (başka bir toplumsal sınıftan) bir gözlemcinin “yabancı” olduğu için, içinden olanın ise fazlasıyla “aşina” olduğu için fark edemeyeceği sayısız ve sıradan detayda süreklilik veya kırılmaların izdüşümünü görmeyi sağlar.

İşçi sınıfı kültürünün “kitle kültürü” tarafından tamamıyla “yutulduğu” yönündeki yaygın kanaatin aksine Hoggart, daha nüanslı, direnç ve değişim arasında salınan bir tablo çizer.

İşçi sınıfı kültürü, hem sınıfın dış dünyayla arasındaki sınırları pekiştiren, onu kitle yayıncılığının etkisinden görece koruyan, fakat aynı zamanda kitle kültürünün ürünlerinin sızmasına da imkân tanıyan tutumları eş zamanlı biçimde bünyesinde taşır.

Hoggart’ın, işçi sınıfının varoluşunu tehdit eden en büyük tehlike olarak kitle kültürüne dikkat çekmesi tesadüfi değildir çünkü onun için “işçi sınıfından olmak”, diğer tüm veçhelerinin yanı sıra, hususi bir kültürel evren ve gündelik yaşam pratiklerine nakşolmuş bir “aidiyet deneyimi/biçimi” manasına da gelir.

Hoggart’a göre kitle kültürünün torpillediği ve en büyük tahribata yol açtığı yer de tam olarak burasıdır.

  • Künye: Richard Hoggart – Okuryazarlığın Kullanımları: İşçi Sınıfı Yaşamının Veçheleri, çeviren: Levent Ünsaldı ve Mümtaz Kirik, Heretik Yayıncılık, sosyoloji, 528 sayfa, 2022

Kolektif – Avrupa Birliği, Demokrasi ve Laiklik (2010)

‘Avrupa Birliği, Demokrasi ve Laiklik’, Fransa’da Türkiye uzmanı sosyal bilimciler arasında referans isim olarak tanınan ve 2008’de yaşamını yitiren Semih Vaner’in anısına hazırlanmış.

Fransız günlük gazeteleriyle radyo ve televizyonlarda yayımlanan yazı ve konuşmalarıyla tanınan Semih Vaner, Fransız kamuoyunun Türkiye konusundaki bilgisizliğini, bölgeye yönelik Fransız politikalarını eleştiren; çoğulcu demokrasiyi, evrensel insan haklarını ve Türkiye’nin AB üyeliğini savunan bir isimdi.

Birçok yazarın katkıda bulunduğu kitapta, Vaner’in hayatı ve çalışmalarının yanı sıra, AB, demokrasi ve laiklik konularını irdeleyen makaleler yer alıyor.

Kitaba katkıda bulunan isimler ise şöyle: Levent Ünsaldı, Deniz Vardar, Baskın Oran, Faruk Bilici, Ali Kazancıgil, Samim Akgönül, Jean Marcou, Haldun Gülalp, Etienne Copeaux, Hamit Bozarslan, Deniz Akagül ve Cengiz Çağla.

Künye: Kolektif – Avrupa Birliği, Demokrasi ve Laiklik: Semih Vaner Anısına, hazırlayan: Cengiz Çağla ve Haldun Gülalp, Metis Yayınları, siyaset, 259 sayfa

Levent Ünsaldı – Burada Ne Oluyor? (2019)

Levent Ünsaldı bu ilgi çekici çalışmasında, Erving Goffman’ın gündelik yaşam üzerine çığır açan tezlerini Türkiye toplumunun sıradan hayatı bağlamında yeniden okuyor.

Yazar, gündelik hayatın içinden karşımıza çıkan kimi davranış, söz veya kodların hangi güç ilişkilerine işaret ettiğini izliyor.

Sıradan insanların sıradan karşılaşmalarında neler oluyor ve bu olanlar bize ne söyler?

Ünsaldı bu sorunun yanıtını ararken gündelik yaşamın kendine has düzenleri ve toplumsal faaliyetlerimizin yapısı üzerine derinlemesine düşünüyor.

Çalışma, gündelik yaşamın dışarıdan bakıldığında çok sıradan görünse de, ne denli yoğun etkileşimler barındırdığını kavramak için birebir.

  • Künye: Levent Ünsaldı – Burada Ne Oluyor?: Türkiye’de Etkileşimlerin Ekolojisi Üzerine Bir Deneme, Heretik Yayıncılık, sosyoloji, 128 sayfa, 2018

Kolektif – Osmanlı’dan Günümüze Darbeler (2017)

Türkiye’de demokrasinin kurumsal hale gelememesinin başlıca nedeni, askerin darbeler yoluyla siyaseti ve toplumu düzenleme çabasından kaynaklanıyor.

15 Temmuz’da yaşanan da, tamı tamına bu yönde bir girişimdi.

Üstelik bu durum, sadece çok partili dönemin sorunu da değil.

Bu kitabın da gösterdiği gibi, Osmanlı’da da darbe ve darbe girişimlerinden geçilmiyordu.

Alanında bilinen çok sayıda ismin katkıda bulunduğu bu kitap, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ve günümüze darbe ve darbe girişimlerinin ardındaki dinamikleri inceliyor.

Hatırlanacağı gibi Toplumsal Tarih dergisi, özel bir sayıda bu toprakların darbe geçmişine odaklanmıştı.

İşte bu kitap da, derginin darbe özel sayısından yola çıkarak Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşanan darbe ve darbe girişimlerinin siyasi, toplumsal kültürel yansımaları ile karikatürler ve şarkılar gibi popüler alandaki izdüşümlerini irdeliyor.

Kitaba katkıda bulunan isimler ise şöyle: Altan Öymen, Aydan Çelik, Burak Onaran, Doğan Gürpınar, Edhem Eldem, Erden Akbulut, Evren Balta, Gülay Yılmaz, Güven Gürkan Öztan, İsmet Akça, Kaya Erdem, Levent Ünsaldı, M. Zafer Üskül, Mehmet Ö. Alkan, Murat Meriç, Noémi Lévy-Aksu, Selim Sezer, Taha Akyol, Turgut Çeviker, Y. Doğan Çetinkaya ve Zihni Çetiner.

  • Künye: Kolektif – Osmanlı’dan Günümüze Darbeler, hazırlayan: Mehmet Ö. Alkan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, tarih, 352 sayfa