Reha Günay – Boğaziçi’nin Ahşap Konutları ve Yalıları (2023)

Reha Günay, Boğaziçi’nin yapı ve yaşam kültürünü eşsiz fotoğrafları aracılığıyla aktarıyor.

‘Boğaziçi’nin Ahşap Konutları ve Yalıları’, İstanbul Boğaz kıyılarındaki yapı ve yaşam kültürünü, 60 yılı aşan bir mimar, akademisyen, fotoğrafçı, yazarın gözünden anlatan özgün, siyah-beyaz bir fotoğraf seçkisi üzerinden aktarıyor.

Kitabın giriş bölümünde Antik dönemden Bizans’a, Osmanlı’dan günümüze uzanan bir yaşam ve yerleşim alanı olagelen Boğaz’ın öneminin göstergesi olan tarihi veriler; haritalar, gravürler eşliğinde paylaşılıyor.

Özellikle Osmanlı döneminde Boğaziçi ve kıyılarında gelişen mimarlığa, kültüre ilişkin kimi bilgiler ise döneme tanıklık etmiş Gugas V. İnciciyan, Edmondo de Amicis, Abdülaziz Bey, A. Cabir Vada, Abdülhak Şinasi Hisar gibi yazarların kaleminden aktarılıyor.

Göksu mesirelerinden mehtapta sandal sefalarına, sahilhane bahçelerinden yazlıklardaki hayata, balıkçılardan sandalcılara, yalı mimarlığından ahşap konutlara uzanan ve adeta denizle gelişen, bütünleşen bu yaşam kültüründen kesitler sunuluyor.

Ardından da Reha Günay, 1960’lardan bugüne çektiği özgün fotoğraflarla Anadolu Yakası başlığı altında Üsküdar’dan Anadolukavağı’na; Rumeli Yakası başlığı altında Tophane’den Yenimahalle’ye uzanan rotaları izleyerek, yaptığı seçki ile kimi günümüze dahi ulaşamamış kimi özgünlüğünü yitirmiş yapıları ve dokuyu gelecek kuşaklara aktarıyor.

Aziz Mahmut Hüdayi Külliyesi, Alexandre Vallaury tasarımı Debreli İsmail Paşa Yalısı, Sadullah Paşa Yalısı, Kadiri Tekkesi, Naime Sultan Yalısı, İstanbul’un en eski ahşap yapısı Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı ve ikinci en eski yapısı Kavafyan Konağı, Sait Halim Paşa Yalısı, Raimondo D’Aranco tarafından tasarlanan İtalyan Konsolosluğu, Huber Köşkü gibi tarihi ve mimari öneme sahip onlarca yapının yanı sıra birbirine yaslanmış, bir arada yaşama kültürünün de bir göstergesi olan mütevazi ahşap sıraevlerin, sokakların ve caddelerin kaydını düşüyor.

Reha Günay, küçük geleneksel ahşap konutlardan Barok, Art Deco, Art Nouveau ya da Neoklasik üsluplarda inşa edilmiş görkemli köşk ve yalılara uzanan eşsiz fotoğrafları aracılığıyla, yitirdiğimiz bir mimarlık anlayışını ve yaşam kültürünü şöyle hatırlatıyor:

“Çocukluğumu yaşadığım İstanbul’un neredeyse tamamı ahşap konutlardan oluşuyordu. 2.700 yıllık bir kentte toplum yapıları taş ve tuğladan yapılmış; zamanın her türlü aşınımına karşın büyük bir kısmı hâlâ var olmaya devam ediyor. Ancak konut mimarlığı tümüyle ahşap olduğundan çeyrek yüzyıllık aralıklarla yenilenerek çocukluğuma kadar dayanabilmişti. İstanbul sokaklarında dolaşırken yer yer kârgir veya betonarme konutlara da rastlıyordum. Bunlar daha çok bazı semtlerde veya ana caddeler üzerinde yer alıyordu. Bu inşa biçimi giderek artmaya başladı. İşte o zaman bu mimarlık mirasının bir gün yok olacağı endişesiyle fotoğraflarını çekmeye başladım…

Boğaziçi tarih boyunca süregelmiş 30 km derinliğinde bir kültür kanalıdır. Bu geçmişin sürekliliğini anlatmak için dönemleriyle ele almak istedim. Antik dönemde Boğaziçi kıyıları her noktasıyla iyi bilinen bir bölge olduğu halde Boğaziçi ile ilgili bilgilerimiz Bizans’ın sona ermesinden sonra gittikçe azalmış, en son merak edenler de 18.-19. yüzyıllarda sona ermiş görünüyor. Ancak geçmişin görüntüleri sisler içinde yok olurken, yeni yeşeren bir Boğaziçi kültürü gözlerimizi kamaştırmaya başlamıştır.  Bu, Osmanlı uygarlığının yarattığı doğa ile bütünleşmiş duyarlılığıyla iyice incelmiş çok parlak bir dönemdir. Ne yazıktır ki bu dönem, Osmanlı’nın son zamanlarında, tıpkı sahip olduğu gücün zayıflayıp çöküşü gibi sona erdi.

Son yıllarda ise Boğaziçi, İstanbul’un sınırsız büyümesi ve kalabalıklaşması üzerine rant akımının etki alanına girmiş ve yeni zenginlerin ilgi odağı haline gelmiş bulunuyor. Belki de yine aynı nedenlerle yalı sevdası oluşmuş; yalı sahibi olmak ve yalıda yaşamak yeni bir tutku haline gelmiş; yalılar harap olmaktan kurtulmuş, yeni yüzleriyle su kıyılarında parlamaya başlamıştır. Ancak Osmanlı ekabirinin o incelikli yaşam dünyası artık başka bir biçime evrilmiş görünüyor… Tek tek konutları yenilemek veya ihya etmek Boğaziçi’nin görünümüne ve ruhuna ne kadar yakışıyor? Aralarında yüzlerce beton yığını yükselirken.. Sorgulanması gerekir, diye düşünüyorum. O nedenle fotoğrafları seçerken en eski olanlarını tercih ettim. Şimdi allanmış pullanmış haliyle belki bir kısmını zor tanıyacaksınız…”

Duotone özel baskı tekniği ile kuşe kâğıda, büyük boy, ciltli olarak basılan kitabın editörlüğünü Mesut Kaya, Grafik Tasarım ve baskı hazırlıklarını Kemal Kara, grafik uygulamasını ise Resul Atabay yapmış.

  • Künye: Reha Günay – Boğaziçi’nin Ahşap Konutları ve Yalıları, YEM Yayın, mimari, 296 sayfa, 2023

Reha Günay – İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları (2021)

İstanbul’un simgesi olan ahşap konutlar, yıllar içinde ve göz göre göre yok edildi.

Reha Günay’ın konu üzerine başvuru kaynağı niteliğinde olan bu çalışması, 200 fotoğraf eşliğinde İstanbul’un ahşap yapı dokusunu belgeliyor.

Kitap, iki kısımdan oluşuyor.

Birinci kısım ahşap konut yapımının tarihçesinden başlayarak “Türk evi” kavramını mimari ve yapım tekniği açısından anlatıyor.

Ardından da bu geleneğin günümüze kadar gelebilmiş seçkin örneklerini planlar, resimler, gravürler ve fotoğraflar eşliğinde sunuyor.

İkinci kısım ise, Günay tarafından 1960 yılından günümüze kadar farklı tarihlerde çekilmiş 4000’e yakın fotoğraf arasından seçilen 200’ü aşkın siyah-beyaz fotoğrafla İstanbul konut dokusunun izini semt semt sürüyor.

Günay’ın objektifi ile Zeyrek’ten Süleymaniye’ye, Cibali’den Beşiktaş’a, Üsküdar’dan Anadoluhisarı’na, Kadıköy’den Göztepe’ye uzanan bir tarih yolculuğuna çıkarıyor.

On beşinci ve on altıncı yüzyıldan günümüze Türk evi geleneğinin en sıra dışı örneklerinin vücut bulduğu İstanbul, yakın zamana kadar koruduğu ahşap konut dokusunu ve buna paralel gelişen yaşama kültürünü bugün yitirmiş görünüyor.

Bu geleneğin örneklerini eşsiz fotoğraf kareleriyle ölümsüzleştiren kitap, bu tipolojiyi ve ortaya çıkardığı konut dokusunu gelecek kuşaklara aktaracak önemli bir belgeleme çalışması olarak dikkat çekiyor.

‘İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları’, yalnızca bir yapı tipolojisi ya da yapım tekniğinin anlatımının ötesinde, bir dönemin ev yaşantısı ve sosyal ilişkileri hakkında da fikir veren, ayrıca “zamanın değişimini ve toplumun, ekonominin, teknolojinin, kentleşmenin nereden nereye gittiğini gösteren” bir belgeleme çalışması olmayı amaçlıyor.

Günay şöyle diyor:

“1960 yılında İTÜ’den mezun olduktan sonra, bir mimar olarak sadece kendi olanaklarımla bu zamana kadar çevremi belgelemeye çalıştım. Oturduğum sokak, okula gittiğim yollar, mahalleler hep ahşap evlerden oluşuyordu. Giderek kaybolan, yıkılıp yerine apartmanlar yapılan ahşap evler, fakültede de aldığımız eğitimle hep ilgimi çekmiştir. Fırsat buldukça sokaklarda dolaşır, mimari özelliği olan evleri arar, fotoğraflarını çekmeye çalışırdım. Nitelikli evler aradığımdan harabeye dönmüş veya onarılarak değişmiş, kat kat kiraya verilmiş evler, konaklar hep konu dışında kalırdı. Şimdi geriye baktığımda ‘Keşke sokak fotoğrafları çekseydim’ diye düşünüyorum. Ahşap evlerin oluşturduğu sokak perspektifleri; evler tek tek niteliksiz veya bozulmuş olsalar da çok güzeldi. Mimarlık diliyle, organik bir yapıları vardı.

‘İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları’nda sunduklarım benim küçük koleksiyonumun bir parçası! Bu küçük dediğim koleksiyon, İstanbul’dan neredeyse üç dört bin kareyi içeriyor. Fotoğrafları hazırlarken ve seçerken evleri çevreleriyle beraber vermeye çalıştım. Bazen henüz yapılaşmamış ağaçlı yan parselle, bazen telefon, elektrik direkleri ve telleriyle, pencerelerden uzanan soba boruları ve altına takılan is toplayıcı konserve kutularıyla, bunların bağlantı telleriyle, ahşap ev kaplamalarındaki çürümüş bir parçayı çıkarıp kendine yuva kurmuş karga ve güvercinleriyle, içinden otlar sarkan küçücük serçe yuvalarıyla daha sonraları çatılara konulan televizyon antenleriyle… Bütün bunlar o zamanki ev yaşantısının bir parçası olarak tarihe geçecek belgelerdir. Zaman zaman yıkılmış, bozulmuş ev resimleri de göreceksiniz. Yıkık evler yapım yöntemi hakkında bize önemli bilgiler verdiğinden benim çok beğendiklerim arasındadır. Ayrıca bozulan daha doğrusu apartmanlaşan bir çevre içinde kalan tek tük evler de o mahallenin eski dokusu hakkında bize bilgi verdiği gibi, zamanın değişimini ve toplumun, ekonominin, teknolojinin, kentleşmenin nereden nereye gittiğini gösteren belgelerdir. İster ders alırsınız, ister ‘değişim esastır başka türlüsü olamazdı’ der geçersiniz…”

  • Künye: Reha Günay – İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları, YEM Yayın, mimari, 296 sayfa, 2021

Reha Günay – İstanbul Adalarının Yaşayan Ahşap Konutları (2019)

Adaların ahşap konutları üzerine, görselliğiyle olduğu kadar içeriğiyle de göz dolduran şahane bir albüm.

Kitapta, Büyükada, Heybeliada, Burgaz ve Kınalıada’da yer alan çok küçük konutlardan Neo-Klasik ve Art-Nouveau tarzı görkemli köşklere kadar pek çok örnek yer alıyor.

Bunlara, konutların içinde bulundukları sokağın dokusu ve bu yapıların mimari ve sanatsal özelliklerine ilişkin oldukça özgün açıklamalar da eklenmiş.

Günay bunun yanı sıra, Adaların tarihi ve mimarisi, Tanzimat Fermanı’nın azınlıklar ve azınlıkların mimari yapıları üzerindeki etkileri, mimarlık ve batılılaşma gibi konularda aydınlatıcı bilgiler veriyor.

Bu kitapla, kaybolan konutların hüznü yerine yaşamakta olan konutların coşkusunu yaşıyoruz diyebiliriz.

  • Künye: Reha Günay – İstanbul Adalarının Yaşayan Ahşap Konutları, YEM Yayın, mimari, 200 sayfa, 2019

Reha Günay – Sinan’ın İstanbul’u (2006)

‘Sinan’ın İstanbul’u’, özellikle Mimar Sinan’ın İstanbul’daki yapıtlarını tanımak isteyenler için tasarlandı.

Aynı zamanda bir gezi kitabı olarak da kurgulanan eser, altı bölgeye ayırdığı tarihi yarımada İstanbul’un merkezinden başlayarak, yapıları bir gezi rotasına uygun bir sırayla tanıtıyor.

Kitap bölüm girişlerinde yer alan haritalarla yapıların konumlarını ve birbirleriyle olan ilişkilerini izleme gibi bir kolaylık da sunuyor.

Çalışma, tüm bunlara ek olarak, Sinan’ın Osmanlı mimarisine nasıl bir gelişme getirdiğini, kendinden sonraki mimarları nasıl etkilediğini de sunmayı amaçlıyor.

  • Künye: Reha Günay – Sinan’ın İstanbul’u, YEM Yayın, mimari, 247 sayfa