Tzvetan Todorov – Ortak Hayat (2025)

Tzvetan Todorov’un bu kitabı, insan doğasının temel bir unsuru olarak başkalarıyla bir arada yaşama, yani “ortak yaşam” kavramını felsefi ve antropolojik bir perspektiften inceliyor. ‘Ortak Hayat’ (‘La vie commune: Essai d’anthropologie générale’), bireysel özgürlük ile toplumsal bağlılık arasındaki gerilimi merkeze alarak, insanı sadece özerk bir varlık olarak değil, aynı zamanda ilişkiler içinde var olan, başkalarına muhtaç bir varlık olarak ele alıyor. Kitap, “ben”in ancak “öteki” aracılığıyla tam anlamıyla var olabileceği düşüncesini vurguluyor ve insan kimliğinin oluşumunda diyalog, tanınma ve karşılıklı etkileşimin önemini açıklıyor. Yazar, modern Batı toplumlarının bireyciliğe aşırı vurgu yapmasının, ortak yaşamın zenginliğini ve değerini göz ardı etme riskini taşıdığına dikkat çekiyor.

Todorov, ortak yaşamın çeşitli boyutlarını ve biçimlerini analiz ediyor: aileden arkadaşlığa, siyasi topluluklardan küresel insanlığa kadar uzanan ilişkiler ağı. Kitap, bu ilişkilerin hem insanı tamamlayıcı hem de sınırlayıcı yönlerini tartışıyor. Başkalarıyla kurulan bağların, hem bireyin kendini gerçekleştirmesine olanak tanıdığını hem de sorumluluklar ve çatışmalar doğurduğunu gösteriyor. Yazar, ortak yaşamın zorluklarına rağmen, bunun insan varoluşunun kaçınılmaz ve zenginleştirici bir parçası olduğunu savunuyor. Toplumsal normların, geleneklerin ve kurumların, ortak yaşamı nasıl düzenlediğini ve bazen de nasıl kısıtladığını irdeliyor. Todorov, insan onurunu ve özgürlüğünü korurken, aynı zamanda ortak iyiliği ve dayanışmayı nasıl sağlayabileceğimiz üzerine düşünsel bir zemin sunuyor.

‘Ortak Hayat’, siyaset, etik ve felsefe arasında köprüler kurarak, insanın sadece bireysel bir varlık olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir varlık olduğunu ve kimliğinin başkalarıyla kurduğu ilişkilerle şekillendiğini vurguluyor. Todorov, insan varoluşunun bu temel paradoksunu derinlemesine inceleyerek, modern dünyanın birey ve toplum arasındaki dengesizlikleri aşma yollarını aramaya davet ediyor. Bu eser, insan doğası, etik değerler ve toplumsal yaşamın anlamı üzerine düşünen herkes için ufuk açıcı bir kaynak.

  • Künye: Tzvetan Todorov – Ortak Hayat, çeviren: Mehmet Emin Özcan, Sel Yayıncılık, felsefe, 160 sayfa, 2025

Sara Ahmed – Şikâyet! (2025)

Sara Ahmed’in bu kitabı, üniversite ortamlarında cinsel taciz, ayrımcılık ve mobbing şikayetlerinin karmaşık dinamiklerini feminist bir bakış açısıyla inceliyor. Ahmed, şikâyet etmenin sadece bireysel bir eylem olmadığını, aynı zamanda kurumsal yapılar, iktidar ilişkileri ve toplumsal normlarla derinden bağlantılı bir pratik olduğunu vurguluyor. Şikâyet edenlerin sıklıkla karşılaştığı zorlukları, engelleri ve ikincil travmaları analiz ediyor. Kitap, şikâyet sürecinin kendisinin mağdurları daha fazla zarar görmeye, izole edilmeye ve susturulmaya itebileceğini savunuyor. Ahmed, şikayetlerin genellikle “yük” olarak görüldüğünü, şikayetçilerin “sorunlu” olarak etiketlendiğini ve bunun şikayetlerin ciddiye alınmasını engellediğini belirtiyor.

Kitap, şikayetlerin kurumsal direnişle nasıl karşılaştığını ve üniversitelerin kendi itibarlarını korumak adına şikayetleri nasıl görmezden gelebildiğini veya manipüle edebildiğini ortaya koyuyor. Bürokratik süreçlerin ve “hassas denge” argümanlarının, aslında sistemi korumak ve değişimi engellemek için nasıl kullanıldığını eleştiriyor. Ahmed, şikâyet etmenin bir duygu ve performans meselesi olduğunu da vurguluyor. Şikâyet edenlerin hissettiği öfke, hayal kırıklığı ve umutsuzluk ile kurumların bu duyguları nasıl yönettiği arasındaki gerilimi inceliyor. Ahmed, şikâyet etmenin aslında bir tür “feminist hayatta kalma pratiği” olduğunu, adaletsizliğe karşı bir duruş sergileme ve değişimi talep etme biçimi olduğunu öne sürüyor.

‘Şikâyet!”, sadece sorunları tespit etmekle kalmıyor, aynı zamanda şikâyet süreçlerinin nasıl daha adil, şeffaf ve destekleyici hale getirilebileceği konusunda da düşünsel zemin hazırlıyor. Ahmed, üniversitelerin ve diğer kurumların, şikayetleri bir fırsat olarak görmesi, öğrenme ve dönüşüm aracı olarak kullanması gerektiğini savunuyor. Kitap, şikâyet etme eyleminin politik bir potansiyeli olduğunu ve bu eylemin, mevcut iktidar yapılarını sorgulamak ve daha kapsayıcı, adil ortamlar yaratmak için nasıl kullanılabileceğini araştırıyor.

  • Künye: Sara Ahmed – Şikâyet!, çeviren: Sinem Sancaktaroğlu Bozkurt, Sel Yayıncılık, feminizm, 416 sayfa, 2025

Jean Améry – İstemli Ölüm (2025)

Jean Améry’nin ‘İstemli Ölüm’ adıyla Türkçeye çevrilen bu derinlikli eseri, yazarın toplama kampı deneyiminin psikolojik izlerini ve intihar düşüncesini felsefi bir perspektifle incelemesidir.

Améry, Auschwitz ve Bergen-Belsen gibi Nazi toplama kamplarında yaşadığı dehşet verici deneyimlerin ardından, yaşamın anlamı ve insanın özgürlüğü üzerine derinlemesine düşünmeye başlar. Kitapta, bu deneyimlerin psikolojik etkilerini ve bireyin kendi hayatına son verme hakkını felsefi bir çerçevede tartışır.

Yazar, intiharı sadece bireysel bir eylem olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal koşulların bir sonucu olarak da ele alır. Toplama kamplarında yaşanan insanlık dışı koşulların, bireyin yaşam hakkını nasıl zedelediğini ve intiharı kaçınılmaz kılan bir hale nasıl getirdiğini detaylı bir şekilde analiz eder.

Améry, intiharı bir kaçış olarak değil, aksine özgürlüğün son çaresi olarak görür. Ona göre, insanın kendi hayatına son verme hakkı, temel bir insan hakkıdır ve bu hak, bireyin özgür iradesinin bir ifadesidir. Ancak, intiharın kolayca alınabilecek bir karar olmadığını ve derinlemesine düşünülmesi gerektiğini vurgular.

Kitapta, Améry aynı zamanda suçluluk, vicdan, insanlık onuru gibi kavramları da sorgular. Toplama kamplarında yaşananların vicdanlarda yarattığı derin yaraları ve bu yaraların iyileşmesinin ne kadar zor olduğunu anlatır.

‘İstemli Ölüm’ sadece intihar üzerine bir inceleme değil, aynı zamanda insanlık durumu, özgürlük, acı ve umut üzerine derinlemesine bir düşünce deneyidir. Améry, okuru zorlayıcı sorularla karşı karşıya bırakarak, kendi yaşamı ve dünyası hakkında derinlemesine düşünmeye teşvik ediyor.

  • Künye: Jean Améry – İstemli Ölüm, çeviren: Aydın Gelmez, Sel Yayıncılık, anlatı, 216 sayfa, 2025

Georges Bataille – Erotizmin Tarihi (2024)

‘Erotizm Tarihi’, Georges Bataille’ın ‘Lanetli Pay’ adlı daha kapsamlı çalışmasının bir parçasıdır.

Bataille, bu eserinde erotizmi, sadece cinselliğin biyolojik bir yönü olarak değil, aynı zamanda insanın ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamındaki yerini ve anlamını sorgular.

Yazar, erotizmin, insanın üretim ve tüketim üzerine kurulu ekonomik sistemde harcanan enerjinin fazlası, yani “lanetlenmiş pay” olarak görülebileceğini savunur.

Bu fazla enerji, üretim ve tüketim döngüsünün dışında kalarak, sanat, din, şiddet ve tabii ki erotik deneyimler gibi farklı alanlarda kendini gösterir. Bataille’a göre, erotik deneyim, bu fazla enerjinin boşaltıldığı, tüketildiği ve böylece bireyin kendini aştığı bir anı temsil eder.

Bataille, erotizmi sadece bireysel bir deneyim olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir olgu olarak da inceler. Erotik ritüeller, mitler ve sanat eserleri aracılığıyla toplumların ortak bilinçaltında yer alan derin arzuları ve korkuları yansıtıldığını savunur.

‘Erotizm Tarihi’nde Bataille, tarih boyunca farklı kültürlerde erotik deneyimin nasıl algılandığını ve ifade edildiğini inceler. Antik Yunan’dan Orta Çağ’a, Rönesans’tan modern döneme kadar erotik temaların sanatta, edebiyatta ve dini ritüellerde nasıl yer aldığını gösterir.

Kitabın temel noktaları:

  • Erotizm, ekonomik sistemin dışında kalan bir enerji kaynağıdır.
  • Erotik deneyim, bireyin kendini aşmasına ve toplumsal bağlara katılmasına olanak tanır.
  • Erotizm, tarih boyunca farklı kültürlerde farklı şekillerde ifade edilmiştir.
  • Erotizm, sadece biyolojik bir dürtü değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal bir olgudur.

Sonuç olarak, ‘Erotizm Tarihi’, erotizmi sadece cinsellik olarak değil, aynı zamanda insanın varoluşsal sorularına cevap arayan bir felsefi ve kültürel olgu olarak ele alır. Bataille, bu eseriyle erotizmi, insanın yaşamındaki temel dürtülerden biri olarak konumlandırır ve bu dürtünün tarihsel, sosyal ve kültürel boyutlarını derinlemesine inceler.

  • Künye: Georges Bataille – Erotizmin Tarihi, çeviren: Hüseyin Can Akyıldız, Sel Yayıncılık, erotizm, 216 sayfa, 2024

Eduardo Galeano – Kullan-At (2024)

Ekolojik yıkımın sorumluluğunu “muslukları fazla açık tutan”ların omuzlarına yükleyerek bireyleri daimi bir vicdan muhasebesine sürükleyen küresel kapitalizmin lokomotif şirketleri vergi indirimi ve çeşitli fonlardan faydalanmak için; karbon ayak izini, “sürdürülebilir” ama diğerlerinden daha pahalı o kıyafetleri, bambu pipetleri, endüstriyel vegan gıdaları ve dahi ineklerin “metan gazı salınım hacmini” lügatımıza sokmadan çok önce, Eduardo Galeano, insanları olduğu kadar tabiatı da yiyip bitiren ve bir kenara tüküren sistemin açgözlülüğü ve küstahlığı hakkında uyarıda bulunmuştu.

Hem daha önce çeşitli kitaplarında yayınlanan hem de bu antoloji için kaleme aldığı bütün “yeşil” metinleri bir araya getiren ‘Kullan-At’, çevre sorununu ekolojiyi dert ediyormuş görünen popülist sloganlardan uzak, tutarlı bir siyasi perspektiften ele alıyor ve çevresel yıkımın gerçek sorumlularını işaret ediyor.

Galeano, her zaman olduğu gibi, gezegenimizin fısıltılarına kulak verenlerin tanıklıkları ve yağmalanmasına karşı çıkanların haykırışlarıyla kol kola toprağın nabzını tutuyor.

  • Künye: Eduardo Galeano – Kullan-At: Gezegenimiz, Yegâne Evimiz, çeviren: Süleyman Doğru, Sel Yayıncılık, ekoloji, 160 sayfa, 2024

Chantal Jaquet – Sınıf-ötesi Bireyler ya da Yeniden-üretmezlik (2024)

Chantal Jaquet, içine doğduğu sınıfın toplumsal çevresinden çıkarak öteki sınıfa geçen bireyin istisnai vakasını felsefi olarak anlamak üzere yepyeni bir kavram ve yöntem geliştiriyor: Toplumsal yeniden-üretimin işlemediği durumlarda etkin olan siyasal, ekonomik, ailevi ve tekil nedenleri, keza bunların sınıf değiştiren bireyin yapısı üzerindeki etkilerini inceleyen filozof, kolektif tarih ile mahrem hikâyenin kesiştiği noktada konumlanarak, bireyin yeni sınıfı içindeki yeri ile bu değişimde cinsel ve ırksal farklılıkların rolünü de belirlemeye yöneliyor.

Disipliner bir çalışmanın yalıtılmışlığına son veren Chantal Jaquet, okuru söz konusu tekilliği felsefe, sosyoloji, sosyal psikoloji ve edebiyatın kavşağında karşılamaya davet ederken, Spinoza, Bourdieu, Éribon ve Hoggart gibi düşünürler kadar Stendhal, Jack London, Annie Ernaux, John Howard Griffin, John Edgar Wideman, Richard Wright gibi yazarların yaşamöykülerinden ve anlatılarından da yola çıkarak toplumsal ve kişisel kimlik kavramlarını yapıbozuma uğratıyor ve öteki sınıfa geçen “sınıf-ötesi birey” figürü üzerinden tüm insanlık haline yeni bir bakış açısı kazandırıyor.

  • Künye: Chantal Jaquet – Sınıf-ötesi Bireyler ya da Yeniden-üretmezlik, çeviren: Aziz Ufuk Kılıç, Sel Yayıncılık, sosyoloji, 176 sayfa, 2024

Elsa Dorlin – Kendini Savunmak (2024)

  • Bir yatak odasının sessizliğinde, gece yürünen ıssız bir yolda, toplama kampında, zindanda ya da politik bir hareketin kılcal damarlarındaki şiddet döngüsünün işleyişi hangi temellere dayanır?
  • İktidar ilişkilerinden ayrı düşünülemeyecek bir tahakküm mekanizması olarak şiddet, madun bedenlerde ve zihinlerde ne gibi yaralar açıyor?
  • Yaşam mücadelesi veren ezilen halkların ölüm türleri arasında bir seçim yapma mecburiyetinden doğan meşru müdafaa girişimleri ve özsavunma pratikleri nelerdir?

Elsa Dorlin ‘Kendini Savunmak’ta, kölelik ve sömürge karşıtı isyanlardan ju-jitsu pratiklerine, anarşist feministlerin savunma tekniklerinden Varşova Gettosu Ayaklanması’na, Kara Panterler’den queer özsavunma devriyelerine ve krav maga’ya uzanan geniş bir perspektifte, hayatta kalma ve var olma mücadelesinin emperyalizme, faşizme ve dogmacı kodlara savaş açmaktan geçtiğini gözler önüne seren bir çalışma sunuyor.

Thomas Hobbes’tan John Locke’a, Michel Foucault’dan Frantz Fanon’a ve Judith Butler’a uzanan bu kapsamlı araştırma; saldırı, direniş ve karşı saldırı arasındaki diyalektik ilişkilere temas ederek kendini savunma pratiklerinin tarihçesine ve kavramsallaştırılmasına ışık tutuyor.

Egemen şiddetin fay hatlarına nüfuz eden, 2018 Frantz Fanon Ödüllü bir özsavunma arşivi.

  • Künye: Elsa Dorlin – Kendini Savunmak: Bir Şiddet Felsefesi, çeviren: Ayşe Meral, Sel Yayıncılık, siyaset, 255 sayfa, 2024

Mehtap Serim – Bir Modernlik Zemini (2024)

Klasik mimarlık ve sanat tarihyazımında “barok” çokluk ya estetik bir kategori ya da bir dönem adı olarak anılır.

Başlangıçta, alışıldık olanın dışındaki her şeyi işaret ederken, sonradan eksik, sapkın gibi olumsuz bir anlam kazandı.

On dokuzuncu yüzyılda, dönemselleştirici tarih anlatısında kabaca 1600-1750 yılları arasında Avrupa’da baş gösteren sanatsal üretimi adlandırmak için kullanılırken, giderek dönemin, kültür sınıfına sokulabilecek tüm pratiklerinin ardında yatan motivasyonu açıklar bir kavrama dönüşür.

Barok, pratik içinden varolur.

Faili, nasıl yapılması gerektiği sorusuna soyut kategoriler değil, halihazırda yaptıkları üzerinden yanıt bulur.

Kuramsal kıstaslardan azadedir.

Nerede duracağını hiç bilmez.

O yüzden aşırılık içinde bir araya gelmiş yığın görüntüsü verir üretimi.

Karmaşayı çözmeyi sağlayacak, güven telkin eder bir kılavuz da yoktur.

Bu haliyle barok, farklı okumalara elverişli, tahrip gücü yüksek bir metafordur.

Mehtap Serim ‘Bir Modernlik Zemini: Barok Aşırılık’ta, yerleşik tarihyazımına eleştirel mesafeyle, gelişim seyrini izlediği baroğu Batı’nın ve hatta dünyanın ilk modernitesi olarak nitelendiriyor.

Bilginin, insan ve nesnenin değişime uğramadan tanımlı güzergâhlar arasından akmasını sağlayacak kanalların henüz inşa edilmediği erken modern dünyada disiplinsiz bir anlamanın köklerini bulurken bizleri uçsuz bucaksız bir imgeler koleksiyonu içinde gezintiye çıkarıyor.

  • Künye: Mehtap Serim – Bir Modernlik Zemini: Barok Aşırılık, Sel Yayıncılık, mimari, 264 sayfa, 2024

Maurice Blanchot – Gelmekte Olan Kitap (2023)

Edebiyatla felsefe arasındaki ilişkinin keşfinde kilit isimlerden biri olan Maurice Blanchot denemeleriyle, Barthes, Foucault ve Derrida gibi önemli teorisyenlerin çalışmalarına biçimsel olarak da yadsınamaz izler bıraktı.

Bu bakımdan Blanchot’nun yazınsal uzamı bir parçalanma, sözsüz bir söz, yazısız bir yazı teşebbüsü; söylemi bozma, sembolleriyse dağıtma gayesidir.

Blanchot, 1953-1958 yıllarında La Nouvelle Reuve Française’de yayınlanan edebiyat eleştirilerinin bir derlemesi niteliğindeki ‘Gelmekte Olan Kitap’ta; yazının barındırdığı sırlardan bunun bir gereklilik ve mânâ arayışı olarak ortaya konmasına, yazın dünyası ve romandan, edebiyatın ve kitabın geleceğine çok katmanlı edebi ve felsefi bir incelemeye girişiyor.

Rousseau’dan Proust’a, Artaud’dan Broch’a, Beckett’ten Musil’e, Mallarmé’den James’e ve Hesse’ye uzanan bu denemelerde dünyayı, onu yeniden yapılandırıp kendi kendini doğurarak bir kere daha tanımlamaya girişen edebi deneyimi sorgularken, yazarları ise edebiyatı, köklerine ve aynı zamanda yokluk noktasına, “yazının sıfır derecesine” götüren kişiler olarak konumlandırıyor.

Zamansallığın dışında ve hiçlik deneyiminin taşıyıcısı vazifesindeki yansız söz arayışının bir ifadesi olan ‘Gelmekte Olan Kitap’, kâh “sınır noktası”nı arayışı ve kelimenin gücüyle, kâh eserin yokoluşuyla, anlatının amacını, imkânsızlığını, yıkımını ve sonsuz doğasını sergiliyor.

  • Künye: Maurice Blanchot – Gelmekte Olan Kitap, çeviren: Zeynep Turan, Sel Yayıncılık, eleştiri, 312 sayfa, 2023

Cem Yılmaz Budan – Türk Edebiyatında Bohem (2023)

Hemen herkesin aşina olduğu ancak tanımlamaya gelince zorlanılabilecek bir kavram olan bohemin ilk karşılığının “derbeder” olması belki de ilk ipucudur.

Paris merkezli ilk bohem sanat toplulukları içinde yer alan Henry Murger, Nerval, Gautier, Baudelaire ve Rimbaud gibi sanatkârlar, tarihsel anlamda 20. yüzyılın ikinci yarısından günümüze farklı coğrafyalarda muhtelif muadiller üretmiş, bu itibarla yerel bağlamından sıyrılarak evrensel, çok boyutlu ve kompleks bir değer haline gelmiş bohem tipinin öncü temsilcileridir.

Topraklarımıza asırlık bir gecikmeyle giren bu kavramın ve bohem sanatkâr profilinin belki de bu yönüyle pek de tanınmayan bir öncülü vardır: “Şair-i Azam” Abdülhak Hamit Tarhan.

Ancak bohem, bir kuşak hareketi olduğundan, tarihinin yazımı için kuşakları beklemek gerekecektir.

1930’ların başında Fikret Adil önderliğinde şekillenen, Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Aka Gündüz ve Mahmut Yesari gibi isimlerin yer aldığı Asmalımescit Kuşağı, ardından, 50’li yılların ikinci yarısında Attila İlhan’ın etrafında toplanan Demir Özlü, Ferit Edgü, Orhan Duru, Ahmet Oktay ve Tezer Özlü gibi kalemlerin teşkil ettiği Baylan Kuşağı iki ana dalgayı oluşturur.

Bu iki kuşağın yanı sıra, herhangi bir topluluğun organik bütünlüğüne dahil edilemeyecek oldukları halde mizaçları ve sanat telakkileriyle bohemi derinlemesine yaşamış Orhan Veli Kanık, Cahit Sıtkı Tarancı ve Sait Faik Abasıyanık gibi şahsiyetler de serencama katılır.

Keza Oğuz Haluk Alplaçin, nam-ı diğer “Hayalet Oğuz”, lakabına yaraşır biçimde kitabın sayfaları arasında dolaşır.

Kitap boyunca adı sık sık zikredilen Lebon, Markiz, Baylan, Degüstasyon gibi bohem uğrağı mekânlar ise kitabın öbür kahramanları.

Cem Yılmaz Budan, kökeni itibarıyla kısaca “Batı’da burjuva ideolojisinin egemen söylemi etrafında vücut bulan modern toplumun dayattığı değerler manzumesi karşısında gelişen entelektüel huzursuzluğun estetik düzlemdeki dışavurumu” olarak tanımlanabilecek bohemin tarihsel ve sosyolojik arka planını ele alırken Türkiye’deki serüvenini nesnel bir değerlendirmeye tâbi tutarak incelediği bu kapsamlı çalışmasında, tıpkı kavramın kendisi gibi, zevkle ve merakla okunacak şenlikli bir kitap ortaya çıkarmayı başarıyor.

  • Künye: Cem Yılmaz Budan – Türk Edebiyatında Bohem, Sel Yayıncılık, inceleme, 264 sayfa, 2023