Tarık Alpagut – Benim Babam Darbeci (2025)

Tarık Alpagut’un ‘Benim Babam Darbeci’ adlı eseri, Türkiye’nin askeri darbeler tarihine içeriden bir tanıklık sunan nadir örneklerden biri olarak öne çıkıyor. Yazar, 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlayan ve 22 Şubat 1962 darbe girişimine uzanan çalkantılı dönemi, büyük anlatıların gölgesinde kalmış kişisel bir hikâyeyle birleştiriyor. Milli Birlik Komitesi’nin iktidarı ele alış biçimi, Yassıada yargılamalarının yarattığı adalet tartışmaları ve darbeci kadroların kendi içindeki kırılmalar, anlatının arka planında tarihsel bir panoramaya dönüşüyor.

Eser, darbe sonrası kurulan düzenin hem toplumsal hem de siyasal sonuçlarını hatırlatırken, “biz kimseye karşı ihtilal yapmadık” söylemi ile uygulanan politikaların yarattığı çelişkiyi görünür kılıyor. Milyonlarca vatandaşın oy verdiği bir partinin kapatılması ve yöneticilerinin ölüm cezasıyla yargılanması, hem toplumda hem de ordu içinde derin bir huzursuzluk yaratıyor. Bu gerilim, askerî kadroların deneyimsizliği ile ülkeyi yönetme iddiası arasında sıkışmış bir kuşağın çıkmazını da yansıtıyor.

Kitabın merkezinde ise Talat Aydemir hareketi ve 22 Şubat 1962 girişimi yer alıyor. İsmet İnönü ile genç subaylar arasındaki güç mücadelesi, kan dökülmeden bastırılmış olsa da Türkiye’nin sancılı siyasal dönüşümünü belirleyen önemli bir dönüm noktasına işaret ediyor. Alpagut, bu tarihsel çatışmayı yalnızca belgelerle değil, Kara Harp Okulu Alay Komutanı olan babası Kurmay Albay Turgut Alpagut’un kişisel kaderi üzerinden aktararak anlatıya duygusal ve insani bir derinlik kazandırıyor.

‘Benim Babam Darbeci’, darbelerin soğuk siyasi dilini kırarak, aile, sadakat, hayal kırıklığı ve tarihsel mirasın yükü gibi temalarla örülü bir iç hesaplaşmaya dönüşüyor. Böylece kitap, sadece siyasi bir dönemin değil, o dönemi yaşayanların ruh halinin de izini süren özgün bir tanıklık sunuyor.

  • Künye: Tarık Alpagut – Benim Babam Darbeci, Ayrıntı Yayınları, anı, 176 sayfa, 2025

Adam Phillips – Houdini’nin Kutusu (2025)

Toplumsal beklentiler ile bireysel arzular arasındaki gerilimde şekillenen kaçış fikrini merkezine alan bu kitap, Adam Phillips’in psikanalitik sezgileriyle insanın kaçma ihtiyacını nasıl tanımladığını gösteriyor. Phillips, Houdini’den Emily Dickinson’a uzanan dört “kaçış sanatçısı”nın yaşamlarını izlerken, insanların hem dış baskılardan hem de kendi iç çatışmalarından uzaklaşma isteğini nasıl anlamlandırdığını tartışıyor. Ona göre kaçış, yenilgiden çok bir yeniden kurma girişimini andırıyor; kişi, kaçtığı anda kendini daha canlı hissediyor çünkü sınırlarını, korkularını ve arayışlarını o anlarda daha açık biçimde görüyor.

‘Houdini’nin Kutusu: Kaçış Sanatı Üzerine’ (‘Houdini’s Box: On the Arts of Escape’), kaçışın yalnızca bir savunma değil, aynı zamanda bir keşif olduğunu vurgulayarak, bireyin neye yöneldiğini anlamadan kim olduğunu kavrayamayacağını öne sürüyor. Houdini’nin fiziksel zincirlerden kurtulma gösterilerinden Dickinson’ın içe dönük özgürlük alanlarına kadar her örnek, özgürlüğün bedeni aşan karmaşık bir psikolojik boyutu olduğunu hatırlatıyor. Phillips, insanın hem kaçan hem kaçışını anlamlandıran bir varlık olduğunu gösterirken, kaçma arzusunun kültür, aile ve tarih tarafından şekillendiğini de açıklıyor.

Eser, kaçış temasını psikanaliz, edebiyat ve kültürel çözümleme üzerinden harmanlayarak alanında özgün bir konum edinmiş durumda. Kaçmayı bir zayıflık değil, insanın kendini yeniden tanımlama kapasitesinin önemli bir parçası olarak ele alması nedeniyle psikoloji, edebiyat ve kültürel kuram arasında köprü kuruyor. Bu yönüyle kitap, modern öznenin sıkışmışlık duygusunu anlamak isteyenler için temel bir başvuru niteliği taşıyor.

  • Künye: Adam Phillips – Houdini’nin Kutusu: Kaçış Sanatı Üzerine, çeviren: Oya Gürbahçe, Ayrıntı Yayınları, psikanaliz, 160 sayfa, 2025

Charlotte L. Stough – Antik Yunan Kuşkuculuğu (2025)

Antik Yunan kuşkuculuğunu sistematik bir epistemoloji çerçevesinde inceleyen bu çalışma, ilk kez 1969 yılında yayımlandı ve kısa sürede bu alanda çalışan akademisyenler için temel bir başvuru kaynağı hâline geldi. Charlotte L. Stough, hem dogmatik hem de kuşkucu felsefe okullarının bilgi anlayışlarını tarihsel bağlamları içinde ele alıyor ve Antik Yunan kuşkuculuğun düşünsel yapısını, yöntemlerini ve hedeflerini dikkatli bir çözümlemeyle yeniden kuruyor.

Kitabın merkezinde, Pyrrhoncu geleneğin son büyük temsilcisi sayılan filozof ve hekim Sextus Empiricus yer alıyor. ‘Antik Yunan Kuşkuculuğu: Epistemolojik Bir Çalışma’ (‘Greek Skepticism: A Study in Epistemology’), Sextus’un epistemolojik metinlerini alışılagelmiş yorumların dışına çıkartarak onun düşüncesini özgün bir kuşkucu yöntem olarak temellendiriyor. Böylece Sextus’u yalnızca önceki öğretileri özetleyen bir figür değil, kuşkuculuğun amaç ve işlevini yeniden tanımlayan bir düşünür olarak ele alıyor. Bu yaklaşım, Batı felsefe tarihinde Sextus’a yönelik hâkim değerlendirmeleri dönüştürüyor ve onu kendi çağının entelektüel tartışmaları içinde daha yaratıcı bir pozisyona yerleştiriyor.

Stough’un çalışması, Antik kuşkuculuğun bilgi kuramı açısından neden önemli olduğunu açık biçimde gösteriyor: Kuşkuculuğun eleştirel yöntemi, kesinlik iddialarını çözümlerken aynı zamanda bilginin sınırlarını ve dayanaklarını yeniden düşünmeye zorluyor. Yazar, Pyrrhoncu yaklaşımın sadece yıkıcı bir eleştiri değil, aynı zamanda entelektüel özgürlüğü ve yargıyı askıya alma pratiğini temellendiren bir düşünme biçimi sunduğunu ortaya koyuyor.

Bu yönüyle kitap, hem Antik Yunan felsefesinin yorumlanmasına hem de modern epistemolojinin temel sorularına ışık tutuyor. Üniversitelerde yıllarca başvuru kaynağı olarak kullanılmasının nedeni de bu: Stough, kuşkuculuğu yalnızca tarihsel bir okul olarak değil, bilgi iddialarının sınırlarını sorgulamaya devam eden canlı bir felsefi miras olarak konumlandırıyor.

  • Künye: Charlotte L. Stough – Antik Yunan Kuşkuculuğu: Epistemolojik Bir Çalışma, çeviren: Mustafa Kaya Sütçüoğlu, Ayrıntı Yayınları, felsefe, 160 sayfa, 2025

Thomas Nail – Hareket Felsefesi (2025)

Thomas Nail’ın bu eseri, Batı felsefesinin durağanlık ve öz merkezli düşünce biçimlerine karşı köklü bir alternatif öneriyor. Nail’a göre felsefenin tarihi, varlığı “hareketin içinde” değil “hareketin ardından” düşünme eğilimiyle şekillenmiştir. Oysa dünya, özlerin değil akışların, süreçlerin ve geçişlerin alanıdır. Nail bu yaklaşımı “kinetik ontoloji” olarak adlandırır ve varlığı, sürekliliği olan bir hareket düzeni olarak yorumlar. Bu çerçevede madde, toplum, doğa ve özne durağan varlıklar değil, kesintisiz bir hareket ağına dâhil olan dinamik süreçlerdir.

‘Hareket Felsefesi’ (‘The Philosophy of Movement’) felsefe tarihine bu hareket perspektifinden yeniden bakıyor. Nail, Antik Yunan’dan modernliğe kadar felsefenin “hareketi sabitleme” çabasını izliyor; Platon’un idealar dünyasından Aristoteles’in telos’una, Descartes’ın mekân anlayışından Kant’ın fenomenal düzenine kadar uzanan düşünce çizgisini eleştiriyor. Ona göre, düşünce tarihi boyunca “hareket” hep ikincil bir olgu sayılmış, “değişmez öz” arayışı varoluşun merkezine yerleştirilmiştir. Nail ise bu eğilimi tersine çevirerek, hareketi yalnızca fiziksel bir olgu değil, varlığın temel açıklayıcısı olarak konumlandırıyor.

Eserde siyaset, ekonomi, doğa ve toplumsal ilişkiler de bu dinamik felsefenin uzantısı olarak ele alınıyor. Hareket, göç, akış ve dönüşüm kavramları toplumsal yapının analizinde de belirleyici hale geliyor. Nail, insanın kendini ve dünyayı anlamasının ancak değişimle mümkün olduğunu savunuyor. Kitap, felsefeyi yeniden düşünmeye çağıran, sabitlik yerine akışa, kimlik yerine ilişkiselliğe dayalı bir ontoloji öneriyor. Böylece Nail, hem düşüncenin hem varlığın merkezine süreğen hareketi yerleştirir.

  • Künye: Thomas Nail – Hareket Felsefesi: Bir Giriş, çeviren: Özhan Öztürk, Ayrıntı Yayınları, felsefe, 304 sayfa, 2025

Paul C. Taylor – Irk Kavramına Felsefi Bir Giriş (2025)

Paul C. Taylor’ın bu kitabı, ırk kavramını biyolojik, kültürel ve politik düzlemlerde ele alarak felsefi bir sorgulamaya dönüştürüyor. Taylor, ırkın doğuştan gelen bir gerçeklik değil, tarihsel süreçte üretilmiş toplumsal bir kurgu olduğunu savunuyor. Ancak bu kurgu, yalnızca ideolojik bir yanılsama değil; gerçek sonuçlar doğuran, toplumsal ilişkileri biçimlendiren bir güç alanı haline geliyor. Kitap, ırkın doğasını anlamak için metafizik, epistemoloji, etik ve estetik kavramlarının kesişiminde ilerleyen çok katmanlı bir tartışma sunuyor.

Taylor, felsefede uzun süre göz ardı edilen ırk konusunu, çağdaş analitik yaklaşımlarla ele alırken aynı zamanda eleştirel ırk teorisi ve fenomenoloji gibi alanlarla diyalog kuruyor. Ona göre ırk üzerine düşünmek, sadece adalet ya da kimlik politikaları açısından değil, insan olmanın anlamı açısından da zorunludur. Irk, ne yalnızca biyolojik bir kategoriye indirgenebilir ne de tamamen kültürel bir inşa olarak yok sayılabilir; onun gücü, tam da bu belirsizliğinde yatıyor. Bu nedenle Taylor, ırkı “gerçek ama doğal olmayan” bir olgu olarak tanımlıyor.

‘Irk Kavramına Felsefi Bir Giriş’ (‘Race: A Philosophical Introduction’), ırkın tarihsel kökenlerinden günümüz ırkçılık biçimlerine, kimlik politikalarından estetik temsillere kadar uzanan geniş bir yelpazede ilerliyor. Taylor, ırkın felsefi analizinin yalnızca akademik bir uğraş olmadığını; gündelik yaşam, sanat, siyaset ve etik alanlarında süregelen eşitsizlikleri anlamak için vazgeçilmez olduğunu söylüyor. Kitap, ırkın anlamını sabitlemek yerine, onun tarihsel akışını ve düşünsel karmaşıklığını görünür kılıyor. Böylece hem felsefi hem politik bir duyarlılıkla, insanın farklılıkla kurduğu ilişkinin sınırlarını sorguluyor.

  • Künye: Paul C. Taylor – Irk Kavramına Felsefi Bir Giriş, çeviren: Eda Alparslan, Ayrıntı Yayınları, felsefe, 304 sayfa, 2025

Sophie Lewis – Ailenin İlgası (2025)

Sophie Lewis’ın bu kitabı, modern ailenin toplumsal yapısını sorgulayan ve onun yerine daha özgür, kolektif bakım biçimlerini öneren radikal bir manifesto. ‘Ailenin İlgası: Bakım ve Özgürleşme İçin Bir Manifesto’ (‘Abolish the Family: A Manifesto for Care and Liberation’), “aile”yi yalnızca sevgi, güven ve dayanışmanın alanı olarak değil, aynı zamanda eşitsizlik, bağımlılık ve dışlayıcılığın yeniden üretildiği bir kurum olarak tanımlıyor.

Yazara göre aile, kapitalist toplumun temelini oluşturan özel mülkiyet, cinsiyet rolleri ve heteronormatif ilişkilerin yeniden üretim alanıdır. Aile bireyleri, özellikle kadınlar, bakım emeği adı altında karşılıksız bir sömürüye maruz kalır. Bu nedenle “ailenin ilgası” çağrısı, sevgiyi ortadan kaldırmak değil; sevgiyi dar bir özel alanın tekeline bırakmaktan kurtarmak anlamına gelir. Lewis, “ailesiz bir dünya”yı, bakımın yalnızca kan bağına değil, gönüllü kolektif yapılara dayandığı bir dünya olarak düşünür.

Kitap, tarih boyunca aile eleştirilerinden —özellikle komünist, feminist ve queer kuramlardan— besleniyor. Engels’in ‘Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nden, Shulamith Firestone’un radikal feminizmine kadar birçok düşünsel kaynağı yeniden yorumluyor. Lewis, çocuk yetiştirmenin, yaşlı bakımı ya da duygusal destek gibi sorumlulukların toplumca paylaşılması gerektiğini savunuyor; çünkü gerçek özgürlük ancak bakımın kolektifleştirilmesiyle mümkündür.

‘Ailenin İlgası’, duygusal bağları değil, kurumsallaşmış bağımlılık ilişkilerini hedef alan bir özgürleşme çağrısı. Lewis’in manifestosu, sevgi ve dayanışmanın aileden ibaret olmadığını, aksine, insanın en insanca yönlerinin aile dışında serpilebileceğini iddia eder.

  • Künye: Sophie Lewis – Ailenin İlgası: Bakım ve Özgürleşme İçin Bir Manifesto, çeviren: Bilge Beyza Çiftçi, Ayrıntı Yayınları, kadın, 128 sayfa, 2025

Rob Boddice – Acının Tarihi (2025)

Rob Boddice’in bu kitabı, acının yalnızca biyolojik bir olgu değil, aynı zamanda tarih boyunca kültürel, duygusal ve toplumsal biçimlerde şekillenmiş karmaşık bir deneyim olduğunu gösteriyor. Boddice, acının anlamının farklı dönemlerde nasıl değiştiğini incelerken, tıbbi, felsefi ve duygusal tarihleri bir araya getiriyor. Ona göre acı, yalnızca sinirlerin ilettiği bir sinyal değil; bireyin toplumsal konumu, inançları, cinsiyeti ve içinde bulunduğu kültür tarafından şekillenen bir duyumsama biçimi olarak varlık buluyor.

Yazar, 18. yüzyıldan günümüze kadar uzanan bir çizgide, beden ile zihin arasındaki ilişkinin acı deneyimini nasıl dönüştürdüğünü ele alıyor. Modern tıbbın yükselişiyle birlikte acının ölçülmeye ve nesnelleştirilmeye çalışıldığı, ancak bu süreçte öznel boyutunun çoğu kez göz ardı edildiği anlatılıyor. Buna karşılık Boddice, acının öznel doğasına ve duygularla olan derin bağlarına dikkat çekerek, tıbbi açıklamaların ötesine geçen bir “hissedilen tarih” inşa ediyor.

‘Acının Tarihi: Duyum, Duygu ve Deneyim’ (‘Knowing Pain: A History of Sensation, Emotion, and Experience’), savaşlar, ameliyatlar, dini deneyimler ve psikolojik rahatsızlıklar gibi örnekler üzerinden acının hem bireysel hem de kolektif bir fenomen olduğunu gösteriyor. Farklı dönemlerde insanların acıya yüklediği anlamlar, empati kavramının nasıl evrildiğini de ortaya koyuyor. Sonuçta ‘Acının Tarihi’, insanlık tarihini acı üzerinden yeniden okuyan, duyguların tarihsel inşasına dair güçlü bir düşünsel çerçeve sunuyor.

  • Künye: Rob Boddice – Acının Tarihi: Duyum, Duygu ve Deneyim, çeviren: Akın Sarı, Ayrıntı Yayınları, bilim, 272 sayfa, 2025

Marcello Musto – Marx’ın Dirilişi (2025)

Marcello Musto’nun bu kitabı, Karl Marx’ın düşüncelerini 21. yüzyılın toplumsal, ekonomik ve siyasal sorunları ışığında yeniden değerlendiren kapsamlı bir derleme. Musto, kitabında Marx’a dair yaygın yanlış anlamaları sorgularken, onun fikirlerinin günümüz dünyasında neden hâlâ geçerli olduğunu ayrıntılı biçimde tartışıyor. ‘Marx’ın Dirilişi: Temel Kavramlar ve Yeni Yorumlar’ (‘Marx Revival: Key Concepts and New Interpretations’), Marx’ın ekonomi politik, tarih anlayışı, yabancılaşma, sınıf mücadelesi ve ekoloji gibi temel kavramlarını çağdaş araştırmalarla yeniden yorumluyor. Bu sayede, Marx’ın yalnızca 19. yüzyıl kapitalizmini değil, günümüz küresel kapitalizmini de çözümleyebilecek bir düşünsel araç sunduğunu gösteriyor.

Kitap, tek bir anlatı yerine farklı araştırmacıların katkılarından oluşan bir kolektif çalışma olarak yapılandırılmış. Her bölüm, Marx’ın metinlerinin modern teorik çerçevelerle ilişkisini ele alıyor: Ekolojik kriz, dijital emek, postkolonyalizm ve toplumsal cinsiyet gibi güncel alanlarda Marx’ın kavramlarının nasıl yeniden üretildiği tartışılıyor. Musto, Marx’ın dogmatik değil, sürekli gelişen bir düşünür olduğunu vurguluyor; onun teorisinin, değişen tarihsel koşullara göre yeniden okunması gerektiğini savunuyor.

Eleştirel ama canlandırıcı bir tonla yazılan ‘Marx’ın Dirilişi’, Marksizmin donmuş bir ideoloji olmadığını, tersine günümüz krizlerini anlamak için güçlü bir teorik çerçeve sunduğunu gösteriyor. Musto’nun çalışması, Marx’ı geçmişin değil, geleceğin düşünürü olarak konumlandırıyor ve modern dünyada adalet, emek ve eşitlik mücadelesine yeniden teorik bir derinlik kazandırıyor.

  • Künye: Marcello Musto – Marx’ın Dirilişi: Temel Kavramlar ve Yeni Yorumlar, çeviren: Pınar Meltem Üstündağ, Ayrıntı Yayınları, siyaset, 544 sayfa, 2025

Des Fitzgerald, Nikolas Rose – Kentsel Beyin (2025)

Des Fitzgerald ve Nikolas Rose’un kaleme aldığı bu kitap, şehir yaşamının zihinsel sağlık üzerindeki etkilerini derinlemesine inceliyor. Yazarlar, modern kentlerin yalnızca ekonomik ve sosyal yapıların değil, aynı zamanda psikolojik deneyimlerin de şekillendiği mekânlar olduğunu öne çıkarıyor. Kentleşme sürecinin insan zihnini nasıl dönüştürdüğünü anlamak için disiplinlerarası bir yaklaşım benimseyen eser, psikiyatri, nörobilim, sosyoloji ve kentsel çalışmalar arasında bir köprü kuruyor.

‘Kentsel Beyin: Dirimsel Kentte Akıl Sağlığı’ (‘The Urban Brain: Mental Health in the Vital City’), şehirlerin yoğunluğu, kalabalığı ve sürekli değişen yapısının bireylerde stres, kaygı ve depresyon risklerini nasıl artırdığını tartışıyor. Ancak mesele yalnızca olumsuzluklarla sınırlı kalmıyor; şehirlerin sunduğu kültürel çeşitlilik, sosyal bağlantılar ve yenilik potansiyeli de zihinsel sağlık için fırsatlar yaratıyor. Fitzgerald ve Rose, bu ikili yapıyı ele alarak kentin hem tehdit hem de imkân olduğunu gösteriyor.

Yazarlar, “kentsel beyin” kavramını ortaya koyarak, insan zihninin biyolojik bir yapı olmanın ötesinde sosyal ve mekânsal bağlamlarla şekillendiğini savunuyor. Beynin, kentin ritmi, gürültüsü, yoğunluğu ve ilişkisel ağlarıyla birlikte nasıl yeniden biçimlendiği titizlikle analiz ediliyor. Bu yaklaşım, ruh sağlığı politikalarının yalnızca klinik düzeyde değil, kentsel planlama ve sosyal yaşam stratejileriyle birlikte düşünülmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

‘Kentsel Beyin’, modern şehirlerde ruh sağlığına dair yeni bir bakış açısı sunarken, kentsel yaşamın zihinsel boyutunu anlamak isteyen okurlar için vazgeçilmez bir kaynak niteliği taşıyor.

  • Künye: Des Fitzgerald, Nikolas Rose – Kentsel Beyin: Dirimsel Kentte Akıl Sağlığı, çeviren: Ercan Tugay Akı, Ayrıntı Yayınları, psikoloji, 368 sayfa, 2025

Daniel Finn – IRA (2025)

Daniel Finn bu kitabında, İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun (IRA) yirminci yüzyıl boyunca geçirdiği dönüşümü politik bir çerçevede ele alıyor. IRA’nın yalnızca silahlı bir örgüt değil, aynı zamanda bir ideoloji ve hareket olarak nasıl şekillendiğini anlatıyor. ‘IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu)’ (‘One Man’s Terrorist: A Political History of the IRA’), sömürgecilik karşıtı mücadelenin ve İrlanda milliyetçiliğinin dinamiklerini anlamak için önemli bir perspektif sunuyor.

Finn, IRA’nın kökenlerini, 1916 Paskalya Ayaklanması’ndan başlayarak inceliyor. Ardından İrlanda’nın bölünmesi, bağımsızlık mücadelesi ve Kuzey İrlanda’daki “Sorunlar” dönemine kadar uzanan tarihsel süreci ayrıntılı biçimde aktarıyor. Bu süreçte örgütün stratejik dönüşümlerini, silahlı direnişten politik alana kayışını ve Sinn Féin ile kurduğu ilişkiyi inceliyor. Özellikle 1970’lerde yükselen şiddet dalgası ve buna karşı geliştirilen karşı stratejiler kitapta önemli bir yer tutuyor.

Kitap, IRA’yı yalnızca bir terör örgütü olarak değil, bir toplumsal hareket ve politik aktör olarak analiz ediyor. İdeolojik çerçevenin, katılım motivasyonlarının ve meşruiyet arayışlarının nasıl şekillendiğini gösteriyor. Finn, aynı zamanda İngiltere’nin ve uluslararası aktörlerin rolünü değerlendirerek, barış sürecinin nasıl mümkün hale geldiğini tartışıyor. Böylece, çatışma ve müzakere arasındaki karmaşık ilişki gözler önüne seriliyor.

Kitap, İrlanda tarihi, şiddet ve siyaset ilişkisi ile ulusal hareketlerin dönüşümünü anlamak isteyenler için kapsamlı ve analitik bir kaynak.

  • Künye: Daniel Finn – IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu), çeviren: S. Erdem Türközü, Ayrıntı Yayınları, tarih, 240 sayfa, 2025