Anti-Güvenlik Kolektif – Güvenliğin İlgası (2025)

Burjuva toplumunun en yüce kavramı olarak güvenlik, mevcut tüm iktidar yapılarının temelini oluşturur. Güvenlik, yalnız olduğumuz ve kıt kaynaklar üzerinde rekabete mecbur kaldığımızı, özel mülkiyetin doğal bir hak olduğunu, küçük özel yaşam adamızı başkalarının tehdidine karşı korumamız ve bunu yapmak için otoriteye boyun eğmemiz gerektiğini söyleyen canavarca düşüncedir.

2010 yılında kurulmuştur ve polis gücünün radikal bir eleştirisine kendini adayan, sermaye altında güvenliğin hem maddi hem de ideolojik hegemonyasına meydan okuyan bir grup akademisyen ve aktivistten oluşan Anti-Güvenlik Kolektifi tarafından yazılan bu manifesto ise, devlet, şirket ve bireysel düzeyde egemenlik ilişkileri içinde işleyen güvenlik söylem ve pratiklerini eleştiriyor; “güvenlik” adı altında sürdürülen baskı, denetim ve eşitsizlik düzenini ifşa ediyor.

‘Güvenliğin İlgası: Bir Manifesto’ (‘The Security Abolition Manifesto’), öncelikle modern güvenlik söylemini bir “koruma” vaadiyle maskelediğini, ancak gerçekte sistematik tahakküm aracı olarak kullanıldığını söylüyor. Devletler, gözetim sistemleriyle özel yaşamı ihlal ediyor; şirketler, veri toplayarak bireyleri ekonomik bir nesneye dönüştürüyor; bireyler ise güvenlik söylemine ikna edilerek özgürlük alanlarından vazgeçiyor. Bu durum, güvenlik söylemini bir özgürlük değil, kontrol mekanizması hâline getiriyor.

Anti-Güvenlik Kolektif, güvenlik pratiklerini tümüyle ortadan kaldırmayı öneriyor. Bu yalnızca polis, gözetim cihazları veya yazılımlar gibi teknik araçların kaldırılması anlamına gelmiyor. Aynı zamanda “güvenlik etalagojilerine” karşı kolektif bir direniş gerekiyor. Yani güvenlik söyleminin insan ilişkilerini, toplumsal kurumları ve mücadelenin pratik alanlarını nasıl dönüştürdüğünü kavrayarak bu dönüşümü tersine çevirmek gerekiyor.

Manifesto, pratik önerilere de yer veriyor: Gözetimsiz topluluk alanları yaratmak; karakol, sınır, hapishane gibi işkence makinesi hâlini almış kurumlara alternatif ortak yaşam modelleri inşa etmek; dayanışma, şeffaflık ve özyönetim temelinde güvenlik süreçlerini toplumsallaştırmak. Bu öneriler, bireyler arası ilişkilerin devletin, şirketin ve ideolojik güçlerin eline bırakılmamasını amaçlıyor.

Bu metin, güvenliğin mutlak bir hak değil, iktidarın manipülasyon aracına dönüştürüldüğünü; dolayısıyla gerçek özgürlüğün, baskı aracına dönüşmüş güvenlik yapılarının ortadan kalktığı bir dönüşümle mümkün olduğunu savunuyor. Bu çağrı, her düzeyde kontrol edilmeden bir arada yaşamanın yollarını düşünmemiz gerektiğini gösteriyor.

  • Künye: Anti-Güvenlik Kolektif – Güvenliğin İlgası: Bir Manifesto, çeviren: Deniz Türker, Nota Bene Yayınları, siyaset, 128 sayfa, 2025

H. D. F. Kitto – Yunan Tragedyası (2024)

Kitto, Yunan Tragedyası’nda, Yunan oyun yazarının, büyük ahlaki ve entelektüel sorunlarla uğraşmasına rağmen, her şeyden önce bir sanatçı olduğunu ve klasik Yunan tiyatrosunu anlamanın anahtarının her oyunun trajedi anlayışını yakalamaya çalışmak olduğunu savunuyor.

Bu nedenle, “Oyun yazarının aslında şu ya da bu konuda ne söylediğini değil ne söylemeye çalıştığını soracağız,” diyerek Aiskhylos, Sophokles ve Euripides’in oyunlarının parlak bir analizi aracılığıyla bu yazarların kalıcı sanatsal ve edebi ustalığını aktarıyor.

‘Yunan Tragedyası’, Yunan tiyatrosunun biçim ve üslubundaki gelişmeleri kaydetmekle kalmıyor, bu değişikliklerin nedenlerini analiz ediyor, kuşaklar boyu Yunan tiyatrosuyla ilgili tartışılan konularda tüm edebiyatseverler için yeni ve aydınlatıcı bir bakış açısı sunuyor.

  • Künye: H. D. F. Kitto – Yunan Tragedyası: Bir Edebiyat İncelemesi, çeviren: Deniz Türker, Alfa Yayınları, inceleme, 440 sayfa, 2024

Richard J. Evans – Eric Hobsbawm (2022)

Eric Hobsbawm’ın ortaya koyduğu eserler, nesiller boyunca hem tarih meraklılarının hem öğrencilerin hem de akademisyenlerin etkilendiği kitaplar arasına girdi.

O derece ki tarihçiliğin pratiği dahi onun yazdıklarıyla yeniden şekillendi. Mısır’ın İskenderiye şehrinde, Levanten bir İngiliz ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Hobsbawm, 1931 senesinde, henüz on dört yaşındayken yetim kaldı.

Berlin’de amcasıyla yaşadığı yıllarda Büyük Buhran’a tanık oldu ve Nazizm ve Komünizm arasında sallanan Almanya’da kendi yolunu çizdi.

O yıllarda meylettiği komünizme hayatı boyunca sadık kalan Hobsbawm, kendi dünya tahayyülünün de izlerini taşıyan ‘Devrim Çağı’, ‘Sermaye Çağı’ ve ‘İmparatorluk Çağı’ üçlemesiyle “Uzun 19. asır” denen dönemin Avrupa’sına dair tüm tarihsel yaklaşımları altüst etti.

Milyonlarca kopya satan bu kitaplar dünyanın dört bir yanında tarihyazımına yön verdi.

Hobsbawm üzerine günümüze değin yazılan en kapsamlı biyografiyi kaleme alan Richard Evans, elinizdeki bu kitapta hem 20. yüzyılın en büyük entelektüellerinden birinin canlı portresini sunuyor hem de onun hayatı kavrayışına yeni yorumlar getiriyor.

Bu zamana kadar hiç yayımlanmamış materyallere de ulaşan Evans, Hobsbawm’ın yazılarındaki tarihsel ve politik bağlamları gözler önüne seriyor.

‘Eric Hobsbawm: Tarihe Adanmış Bir Hayat’ başlığını taşıyan bu abidevi eser, 20. yüzyılın en mühim entelektüelinin sıra dışı hayatını ortaya koymakla kalmıyor, geçtiğimiz yüzyılın entelektüel dünyasını da resmediyor.

  • Künye: Richard J. Evans – Eric Hobsbawm: Tarihe Adanmış Bir Hayat, çeviren: Deniz Türker, Runik Kitap, biyografi, 584 sayfa, 2022

Stanley Cohen – Halk Düşmanları ve Ahlaki Panikler (2019)

Özellikle Türkiye gibi ülkeler, zaman zaman ahlaki panik dönemleri yaşamak konusunda pek mahirdir.

Süreç, gazeteciler, din adamları, siyasetçiler ve sözüm ona sağduyulu kişiler, bir durumu, olayı, kişi ya da grubu, toplumsal değerlere tehdit olarak tanımlamalarıyla başlar.

Medya söz konusu özneyi stereotipleştirerek belirli bir tarzda sunmaya katkı sağlar.

İşlem tamamdır: ortada, “bütün bir toplumun” cephe alabileceği dört dörtlük bir “ahlaki problem” vardır.

Stanley Cohen’in çok iyi bir sosyoloji çalışması olan ‘Halk Düşmanları ve Ahlaki Panikler’, işte tam da böylesi bir sürecin nasıl işlediğini bütün dinamikleriyle ele almasıyla önemli.

Cohen, ilk bakışta anlık ve kendiliğinden patlamalar gibi görünen bu ahlaki paniklerin, kaçınılmaz bir tepkiden ziyade inşa edildiğini, bilakis gözümüze sokulacak şekilde icra edildiğini gösteriyor ve kültürel çalışmalardan etiketleme kuramına kadar geniş bir alandan yararlanarak ahlaki paniklerin “doğal” addedilen niteliğini yapı-bozuma uğratıyor.

Bu enfes çalışma, cinsellikten milliyetçiliğe ahlaki panik konusunda sürekli teyakkuz sergilemekten geri durmayan Türkiye’yi de daha iyi kavramamıza vesile olacak türden.

  • Künye: Stanley Cohen – Halk Düşmanları ve Ahlaki Panikler, çeviren: Deniz Türker, Heretik Yayıncılık, sosyoloji, 296 sayfa, 2019