‘Tenin Gözleri’ (‘The Eyes of the Skin’), mimarlığın uzun zamandır görsel algıya aşırı bağımlı hale geldiğini savunarak başlıyor. Juhani Pallasmaa, modern mimari tasarımın gözü merkeze koyduğunu, diğer duyuların ise geri planda bırakıldığını söylüyor. Bu durumun mekân deneyimini yüzeyselleştirdiğini ve insan ile çevresi arasındaki duygusal bağı zayıflattığını vurguluyor.
Kitap, tüm duyuların mimarlık deneyiminde eşit derecede önemli olduğunu ileri sürüyor. Dokunma, işitme, koku ve hatta bedenin mekâna yerleşmesini sağlayan kinestetik duyumlar; yapının hafızayla, zamanla ve insan bedeniyle kurduğu ilişkiyi belirliyor. Pallasmaa’ya göre iyi mimarlık, mekânın sadece nasıl göründüğünü değil, insanın içinde nasıl hissettiğini de düşünerek tasarlanıyor.
Eserde bedenin mimarlığın merkezine yerleştirilmesi gerektiği vurgulanıyor. İnsan, mekânı yalnızca uzaktan seyretmiyor; içinde yürüyerek, duvarlara dokunarak, yankıları duyarak yaşıyor. Bu nedenle mimarlık, duyuların bütünlüğünü gözeten bir “yaşantı sanatına” dönüşüyor. Hafıza, duygu ve hayal gücü, mimari algının ayrılmaz bir parçası olarak ele alınıyor.
Son olarak Pallasmaa, mimarın görevinin yalnızca yapı inşa etmek değil, insanın dünyadaki varoluşunu zenginleştiren duyusal ortamlar yaratmak olduğunu belirtiyor. Mimarlığın amacı, insan bedenine ve ruhuna dokunan bütüncül bir mekânsal deneyim üretmek olarak tanımlanıyor.
- Künye: Juhani Pallasmaa – Tenin Gözleri: Mimarlık ve Duyular, çeviren: Aziz Ufuk Kılıç, İnka Kitap, mimarlık, 136 sayfa, 2025










