Juhani Pallasmaa – Tenin Gözleri (2025)

‘Tenin Gözleri’ (‘The Eyes of the Skin’), mimarlığın uzun zamandır görsel algıya aşırı bağımlı hale geldiğini savunarak başlıyor. Juhani Pallasmaa, modern mimari tasarımın gözü merkeze koyduğunu, diğer duyuların ise geri planda bırakıldığını söylüyor. Bu durumun mekân deneyimini yüzeyselleştirdiğini ve insan ile çevresi arasındaki duygusal bağı zayıflattığını vurguluyor.

Kitap, tüm duyuların mimarlık deneyiminde eşit derecede önemli olduğunu ileri sürüyor. Dokunma, işitme, koku ve hatta bedenin mekâna yerleşmesini sağlayan kinestetik duyumlar; yapının hafızayla, zamanla ve insan bedeniyle kurduğu ilişkiyi belirliyor. Pallasmaa’ya göre iyi mimarlık, mekânın sadece nasıl göründüğünü değil, insanın içinde nasıl hissettiğini de düşünerek tasarlanıyor.

Eserde bedenin mimarlığın merkezine yerleştirilmesi gerektiği vurgulanıyor. İnsan, mekânı yalnızca uzaktan seyretmiyor; içinde yürüyerek, duvarlara dokunarak, yankıları duyarak yaşıyor. Bu nedenle mimarlık, duyuların bütünlüğünü gözeten bir “yaşantı sanatına” dönüşüyor. Hafıza, duygu ve hayal gücü, mimari algının ayrılmaz bir parçası olarak ele alınıyor.

Son olarak Pallasmaa, mimarın görevinin yalnızca yapı inşa etmek değil, insanın dünyadaki varoluşunu zenginleştiren duyusal ortamlar yaratmak olduğunu belirtiyor. Mimarlığın amacı, insan bedenine ve ruhuna dokunan bütüncül bir mekânsal deneyim üretmek olarak tanımlanıyor.

  • Künye: Juhani Pallasmaa – Tenin Gözleri: Mimarlık ve Duyular, çeviren: Aziz Ufuk Kılıç, İnka Kitap, mimarlık, 136 sayfa, 2025

Juhani Pallasmaa – Düşünen El (2025)

Juhani Pallasmaa’nın bu kitabı, mimarlıkta bedenin bilgeliğini ve sezgisel düşüncenin önemini vurgulayan felsefi bir manifesto. ‘Düşünen El: Mimaride Varoluşsal ve Bedenleşmiş Bilgelik’ (‘The Thinking Hand: Existential and Embodied Wisdom in Architecture’), elin yalnızca bir araç değil, düşüncenin etkin bir parçası olduğunu gözler önüne seriyor. Modern mimarlığın yalnızca görsel estetikle sınırlı kaldığını ve bedenin bütüncül algısının ihmal edildiğini savunuyor. Ona göre, tasarım süreci yalnızca zihinsel bir etkinlik değil, aynı zamanda dokunsal, ritmik ve bedensel bir pratiktir.

Kitap, elin tarih boyunca sanat, zanaat ve düşünceyle kurduğu ilişkiyi ele alırken, zihin-beden ayrımına karşı çıkıyor. Pallasmaa, Descartes’tan bu yana yerleşen dualist anlayışın mimarlık pratiğini mekanikleştirdiğini belirtiyor. Bu anlayışın yerine, bedenin hafızasını, sezgisel bilgeliğini ve duyusal deneyimlerini merkeze alan bir yaklaşımı öneriyor. Özellikle elin öğrenen, hisseden ve düşünen bir uzuv olduğunu vurgulayarak, ustalığın yalnızca teknik bilgi değil, aynı zamanda bedensel farkındalıkla inşa edildiğini ifade ediyor.

Pallasmaa, ustaların ellerinde şekillenen yapıların bir tür “bedensel düşünce” ürünü olduğunu söylüyor. Bu düşünce, yalnızca fiziksel formda değil, mekânın ruhunda, malzemeyle kurulan ilişkide ve kullanıcıyla yaşanan etkileşimde hayat bulur. Elin düşünsel katılımı olmadan yapılan tasarımların, ruhsuz ve yüzeysel kalacağını savunuyor.

Sonuç olarak bu kitap, mimarlığı salt teknik bir üretim değil, insanın varoluşsal deneyiminin bir yansıması olarak görüyor. Kitap, hem mimarlara hem de sanatla uğraşanlara; zanaat, beden ve bilgelik arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmeleri için derinlikli bir davet.

  • Künye: Juhani Pallasmaa – Düşünen El: Mimaride Varoluşsal ve Bedenleşmiş Bilgelik, çeviren: Ayşegül Yıldırım, İnka Kitap, inceleme, 152 sayfa, 2025

Peter Brooks – Olay Örgüsü İçin Okumak (2025)

Peter Brooks’un ‘Olay Örgüsü İçin Okumak: Anlatıda Tasarım ve Niyet’ (‘Reading for the Plot: Design and Intention in Narrative’) adlı eseri, anlatı metinlerinin temel yapı taşı olan olay örgüsünün nasıl işlediğini ve okuyucuyu nasıl etkilediğini derinlemesine inceleyen bir çalışmadır. Brooks, olay örgüsünü sadece bir olaylar silsilesi olarak görmez, aksine anlatının anlam yaratma sürecindeki merkezi rolünü vurgular. Kitap, olay örgüsünün okuyucuyu metne bağlayan, merak uyandıran ve anlam çıkarmasına yardımcı olan dinamik bir güç olduğunu savunur. Brooks, anlatının zamansal ilerleyişi, gerilim yaratma teknikleri, karakterlerin motivasyonları ve olaylar arasındaki nedensel ilişkiler gibi unsurları analiz ederek, olay örgüsünün anlatı deneyimindeki karmaşık ve çok katmanlı yapısını ortaya koyar.

Brooks, psikanalitik teori, retorik ve yapısalcılık gibi farklı teorik yaklaşımlardan yararlanarak, olay örgüsünün bilinçdışı arzular, tekrarlar ve gecikmeler aracılığıyla nasıl anlam kazandığını gösterir. Kitap, anlatının başlangıcı ve sonu arasındaki gerilimli ilişkiyi, olay örgüsünün bu gerilimi nasıl yönettiğini ve nihai çözüme nasıl ulaştığını detaylı bir şekilde ele alır. Brooks, klasik edebi eserlerden popüler romanlara kadar geniş bir yelpazede örnekler kullanarak, olay örgüsünün farklı türlerde ve anlatı geleneklerinde nasıl farklı şekillerde işlediğini ve okuyucu üzerindeki etkilerinin nasıl değiştiğini inceler.

‘Olay Örgüsü İçin Okumak’, olay örgüsünün sadece anlatının iskeleti olmadığını, aynı zamanda anlamın üretildiği ve okuyucunun metinle etkileşim kurduğu temel bir mekanizma olduğunu savunur. Brooks’un çalışması, anlatı teorisine önemli katkılar sunarken, okuyuculara edebi metinleri daha bilinçli ve derinlemesine okuma becerisi kazandırmayı amaçlar. Kitap, olay örgüsünün anlatıdaki kaçınılmaz ve belirleyici rolünü vurgulayarak, edebi analizin temel kavramlarından birine yeni ve aydınlatıcı bir bakış açısı sunar.

  • Künye: Peter Brooks – Olay Örgüsü İçin Okumak: Anlatıda Tasarım ve Niyet, çeviren: Zehra Cunillera, İnka Kitap, inceleme, 360 sayfa, 2025

Dale McGowan – İnancın Ötesinde Bir Ebeveynlik (2025)

Dale McGowan’ın ‘İnancın Ötesinde Bir Ebeveynlik: İnançlara Başvurmadan Ahlaklı ve İyi Kalpli Çocuklar Yetiştirmek Üzerine’ (‘Parenting Beyond Belief: On Raising Ethical, Caring Kids Without Religion’) adlı kitabı, inanç temelli bir dünya görüşüne sahip olmayan ebeveynler için çocuklarını ahlaklı ve iyi kalpli bireyler olarak yetiştirmenin yollarını araştırıyor. Kitap, dinin ahlaki değerlerin tek kaynağı olduğu fikrine karşı çıkarak, seküler bir ahlak anlayışının da mümkün ve hatta daha etkili olabileceğini savunuyor.

McGowan, ebeveynlerin çocuklarına etik değerleri nasıl öğretebileceklerine dair pratik öneriler sunuyor. Çocukların merak duygusunu ve eleştirel düşünme becerilerini desteklemenin, onların kendi ahlaki pusulalarını geliştirmelerine yardımcı olacağını vurguluyor. Kitapta, empati, şefkat, adalet, dürüstlük gibi temel ahlaki değerlerin nasıl kazandırılacağı örneklerle açıklanıyor.

McGowan, çocukların dünyayı ve insanları farklı açılardan anlamalarını sağlamanın önemine de değiniyor. Farklı kültürler, inançlar ve yaşam tarzları hakkında bilgi edinmenin, çocukların daha açık fikirli ve hoşgörülü bireyler olarak yetişmelerine katkıda bulunacağını belirtiyor. Richard Dawkins, Penn Jillette ve Julia Sweeney gibi isimlerin de katkıda bulunduğu kitap, ebeveynlerin çocuklarıyla ahlaki konularda nasıl konuşabileceklerine dair de rehberlik sunuyor. Çocukların sorduğu zor sorulara nasıl cevap verileceği, onların düşüncelerini nasıl ifade etmelerine yardımcı olunacağı gibi konulara değiniliyor.

Özetle ‘İnancın Ötesinde Bir Ebeveynlik’, dinin ahlakın tek kaynağı olduğu düşüncesine meydan okuyan ve seküler ebeveynlik için pratik bir rehber sunan önemli bir eser. Kitap, çocuklarını inançtan bağımsız olarak ahlaklı ve iyi kalpli bireyler olarak yetiştirmek isteyen ebeveynler için değerli bir kaynak.

  • Künye: Dale McGowan – İnancın Ötesinde Bir Ebeveynlik: İnançlara Başvurmadan Ahlaklı ve İyi Kalpli Çocuklar Yetiştirmek Üzerine, çeviren: Niran Elçi, İnka Kitap, inceleme, 320 sayfa, 2025

Claire Marin – Kopuş(lar) (2024)

‘Kopuş(lar)’, insan deneyiminin en asli unsurlarından biri olan “kopuş” olgusu ve fikri üzerine kaleme alınmış muhteşem denemelerden oluşan bir kitap.

Felsefeci Claire Marin, yayınlandığı yıl Fransa’da büyük bir yankı uyandıran kitabında bir “kopuş çağı”nda yaşadığımızı ve aşk, ölüm, boşanma, yaşlılık, zorunlu/zorunsuz göç, aile içi şiddet, ağır hastalıklarla mücadele gibi temel insani “sorunların” doğasını doğru anlayabilmek için acilen bir “kopuş pedagojisi” üzerine düşünmeye başlamamız gerektiğini savunuyor.

Kitaptan bir alıntı:

“İster kendimiz seçelim ister maruz kalalım, kopuş bizi dayanılmaz bir psişik ve fiziksel burulmaya tâbi tutar; kimliğimizin, varoluşumuzun biçimini kaybetmesine katlanmamız gerekir. Bu biçimsizleşme sırasında korkunç varlıklara dönüşürüz. İstesek de istemesek de. Mutsuzluk, reddedilmenin utancı, sevgisizliğin şiddetinin getirdiği bir biçim kaybı. Bazen de zalim varlıklara dönüşürüz: karısını ve çocuklarını terk ederek; ebeveynlerini, kökenlerini inkâr ederek; yasayı, değerleri, dini ayaklar altına alarak geri dönmemek üzere çekip giden zalim varlıklara. Çok özel bir ‘omurga’ları olduğu için deformasyona tahammül edebilenler, eğilip bükülmeye en elverişli olanlar bunu atlatır. Bazı yapılar aynı anda hem sağlam hem esnektir… İster biz tercih etmiş ister maruz kalmış olalım, kopuşlar bize aittir. Aileden, arkadaşlardan, sevgiliden, ortamından kopmak; meslek, ülke, dil değiştirmek; belki de bağlardan çok kopuşlar bizi inşa eder.”

  • Künye: Claire Marin – Kopuş(lar), çeviren: Yağmur Ceylan Uslu, İnka Kitap, felsefe, 148 sayfa, 2024

Gilles Deleuze – Kant’ın Kritik Felsefesi (2024)

  • İnsanın zihinsel yetileri nelerdir?
  • Bilmek, hayal etmek ne demektir?
  • Temsil, sentez, analiz, idea, kavram ve görü Kant’ta ne anlama gelir ve nasıl bir ilişki içindedir?
  • Akıl, anlama yetisi ve hayalgücü arasındaki ilişkinin doğası nedir, hangi alanlarda işlevsel ve hangi alanlarda yasa koyucudurlar?

Gilles Deleuze, ‘Kant’ın Kritik Felsefesi’nde, felsefe tarihinin en önemli filozoflarından biri, hatta belki de en önemlisi olan Immanuel Kant’ın ‘Saf Aklın Kritiği’, ‘Pratik Aklın Kritiği’ ve ‘Yargı Yetisinin Kritiği’ adlı üç temel eserinde uyguladığı felsefi yöntemin analizini yapıyor:

“Genel olarak Kritik’in temel bir tezinin ilkesini akılda tutmakla yetineceğiz: aklın, doğaları bakımından birbirlerinden farklı ilgileri vardır. Bu ilgiler organik ve hiyerarşik bir sistem oluşturur ki bu da akıl sahibi varlığın erekler sistemidir.” Fakat der Gilles Deleuze, “yasa koyucu bir yeti, diğer yetilerin bütün görevlerini ortadan kaldırmaz. (…) Her bir Kritik’i takiben anlama yetisi, akıl, hayalgücü, bu yetilerden birinin başkanlığında, birbirleriyle farklı şekillerde ilişkilenirler.”

  • Künye: Gilles Deleuze – Kant’ın Kritik Felsefesi, çeviren: Yağmur Ceylan Uslu, İnka Kitap, felsefe, 116 sayfa, 2024

Byung-Chul Han – Sürünün İçinde: Dijital Dünyaya Bakışlar (2024)

Dijital iletişim ve sosyal medya hayatımızı ele geçirdi.

Byung-Chul Han, dijitalleştirilmiş hayat karşıtı bu çalışmasında, dijital iletişimin aslında topluluğun ve kamusal alanın parçalanmasından sorumlu olduğunu ve gerçek politik eylem ve anlamlı söylem olasılığını yavaş yavaş erozyona uğrattığını öne sürerek Twitter devrimlerinin ve Facebook aktivizminin amigolarına karşı çıkıyor.

‘Sürünün İçinde’, dijital devrimin doğası ve sonuçları üzerine, son derece özgün ve çarpıcı bir kitap.

Kitaptan bir alıntı:

“Elektronik ortamların kullanımındaki hızlı artış karşısında medya teorisyeni Marshall MacLuhan 1964’te şöyle demişti: ‘Elektronik teknoloji tam ortamızda duruyor ve bizler onun Guttenberg teknolojisiyle çarpışması karşısında kör, sağır, dilsiz, ele geçirilmiş haldeyiz.’  Bugün dijital ortamda da benzer bir durum söz konusu. Bu radikal paradigma değişimini tam kavrayamadan bu yeni ortam tarafından yeniden programlanıyoruz. Bilinçli kararlarımızın altındaki davranışlarımızı, algımızı, duygularımızı, düşüncelerimizi, birlikte yaşama biçimimizi belirleyici bir şekilde değiştiren dijital ortamın gerisinde kalıyoruz. Bugün, bu uyuşmanın sonuçlarını tahmin bile edemeden, dijital ortamda uyuşuyoruz. Bu körlük ve eş zamanlı sersemlik hali, günümüzün krizini oluşturmaktadır.”

  • Künye: Byung-Chul Han – Sürünün İçinde: Dijital Dünyaya Bakışlar, çeviren: Zeynep Sarıkartal, İnka Kitap, felsefe, 96 sayfa, 2024

Alain Badiou – Sayı ve Sayılar (2024)

Sayı her yerde: Badiou’nun dediği gibi, siyaset, anketler, Big Data, bilimler, bilgi-işlem ve tıp dahil her şeyde.

Her şeyi belirleyen bir güce sahip sayı, o konuşunca hepimiz susuyoruz, ama elimizde sayıya dair doğru düzgün bir kavram yok.

Geometri için aksiyomatiğimiz Euclid ile birlikte kurulmuşken, sayı ve aritmetik uzun zaman üvey evlat olarak görülmüş, aritmetiğin aksiyomatiği için 19. yüzyıl sonuna kadar beklememiz gerekmişti; üstelik, “her sayıyı saymayan” bir aksiyomatik.

Badiou’nun bu enfes kitabı, bir “her sayıyı sayma” girişimi.

Ama öte yandan bununla kısıtlı da değil: Öncelikle, sayma eylemini nasıl gördüğümüz, aslında Kozmos, Doğa, Tanrı gibi büyük harflerle yazabileceğimiz “Bir” varlık olup olmadığını da belirliyor.

Sonra, “Her yerde sayı var,” demek, Badiou’nun daha genel felsefesini anlamak açısından da önemli.

Sonuçta matematik ve ontoloji birbirine eşitse, bu, var olmanın çokluk olmayı gerektirmesinden kaynaklanır.

Kaçış yolu yok!

Ayrıca fizik ile matematik arasındaki gizemli uyumu çözmek gibi bir marifeti de vardır bu denkliğin.

Sayıyı düşünmek bizi hayli ilgilendiren bir soruya da yanıt sunar.

Siyasette, yani birlikte yaşama sanatımızda, “1”i, yani bireyi dayanak alan bir düşünce (bir kümenin elemanlarının sayısı, bireycilik, egemen kapitalist yapı) ile parçayı, topluluğu (bir kümenin parçaları, matematikteki “kuvvet kümesi”, komünizm) dayanak alan bir düşüncenin ürettikleri ne kadar farklıdır?

İşte bu kitap, matematik düşüncesinin estetiğini daha iyi kavramamız için birebir.

  • Künye: Alain Badiou – Sayı ve Sayılar, çeviren: A. Nüvit Bingöl, İnka Kitap, felsefe, 334 sayfa, 2024

Gilbert Simondon – Tekniklerde İcat (2024)

Canguilhem ve Deleuze gibi isimler için önemli olduğu, hatta onları etkilediği bilinen Gilbert Simondon’un düşüncesi son yıllarda dünya çapında yeniden ilgi görmeye başladı.

Bu derlemede, 1968 tarihli meşhur “Tekniklerin İcadı ve Gelişimi” isimli ders, 1958 tarihli “Teknik Nesnelerin Varoluş Modalitesi” isimli incelemeyi, çizimler ve engin bir tarihsel bakış sunarak epeyce zenginleştiriyor.

Teknik nesneyi hem yapısı ve işlevi hem de jenezi ve icadı bakımından inceliyor.

Bu bakış açısı, insanlığın gelişiminde ve tarihinde teknolojinin yerini belirlememizi ve teknolojinin kendi “dışsal” sosyo-ekonomik nedenlerinden ilkesel özerkliğini, hatta belli dönemlerde bilimden bağımsız oluşunu açığa çıkarmamızı sağlar: teknoloji salt bilimin uygulanması değildir.

Teknik nesnenin özerkliğini temin eden icattır: “Teknik yaratımlar icat sayesinde ortaya çıkar,” (1971).

Bu ifadeyi güçlü bir tez olarak ele almak gerekir, ki icadın yaratıcılık veya keşif ile karıştırılmaması ve sorun-çözme süreci olarak incelenmesi gerektiğini öne sürer.

“Yeninin işlevine” dair bu inceleme, tekniklerin gelişimini ve tarihini anlamak açısından elzemdir.

  • Künye: Gilbert Simondon – Tekniklerde İcat: Dersler ve Konferanslar, çeviren: Öznur Karakaş, İnka Kitap, felsefe, 240 sayfa, 2024

Marvin Minsky – Zihin Toplumu (2024)

Bilgisayar biliminin babalarından ve ayrıca MIT Yapay Zekâ Laboratuvarının kurucularından biri olan Marvin Minsky, elinizdeki kitapta çok eski bir soruya, “Zihin nasıl işler?” sorusuna devrimci bir yanıt öneriyor.

Minsky’nin tasvirinde zihin, kendileri zihinden yoksun minik bileşenlerin oluşturduğu bir “toplum”dur.

Bu kuramın bir yansımasını anlatan Minsky, cesurca davranıp ‘Zihin Toplumu’ kitabını bir fikir yapbozu olarak sunuyor ve çalışma esnasında yapboz parçalarını birleştiriyor.

Kendi içinde tam olan her bölüm, yapbozda bir parçaya denk geliyor.

Sayfalar bir bir çevrilirken, mozaik gibi birleşik bir zihin kuramı beliriyor.

Usta işi, eğlenceli, rahat okunan ‘Zihin Toplumu’, hayalgücünde muhteşem bir yolculuk.

‘Zihin Toplumu’, yapay zekâ alanındaki en büyük şahsiyetlerden birinin eseri.

Minsky ömrü boyunca müziğe, mizaha, harika çocuk zihnine kuvvetle ilgi gösterdi.

Kendisinin bu ilgi alanları, kitabı muazzam zenginleştirmiş.

  • Künye: Marvin Minsky – Zihin Toplumu, çeviren: Mehmet Doğan, İnka Kitap, bilim, 408 sayfa, 2024