Henri Bergson – Zaman İdesinin Tarihi (2024)

Bergson’un 20. yüzyılın başlangıcına damgasını vuracak olan şöhretinin hem tanığı hem de kaynağı olma ayrıcalığına sahip bu derslerin kayıtları bize göstermektedir ki, daha o tarihte, düşüncesinin belkemiğini oluşturan “zamanı süre cinsinden açma” fikri, zihninde ilmek ilmek dokunmuştu.

Zira Charles Péguy’un profesyonel stenografları tarafından kelimesi kelimesine kaydedilmek suretiyle Bergson’un neredeyse canlı sözüne eşdeğer olarak günümüze aktarılan bu dersler, 1907 yılında yayımlayacağı ‘Yaratıcı Tekâmül’ kitabının dördüncü bölümünde kendi bakış açısıyla irdeleyeceği felsefe –ya da daha doğru bir ifadeyle felsefi sistemler– tarihinin bir eskizi niteliğinde olup Batı felsefe ve bilim tarihine kendi süre düşüncesi içerisinden Bergson’un panoramik ve eleştirel bakışına dair bir ilk sunum olma özelliğini de taşıyor.

Elealı Zenon’un sofizmiyle başlayıp Platon diyaloglarına ayırdığı titiz bir incelemenin ve Aristoteles’te zaman mefhumuna ilişkin detaylı bir değerlendirmenin ardından yer verdiği Plotinos’la Yunan düşünce tarihini kapatan Bergson, buradan Rönesans Platoncularına geçiş yapar; Giordano Bruno ve Cusalı Nicholas’a uğrar; Benedetti’den Galileo, Roberval, Barrow ve Newton’a metafizik tarihiyle bilimler tarihinin nasıl birbiri içine geçtiğini ortaya koyarak Descartes ve Leibniz’in ardından Kant’a kadar gelir.

Bergson’a göre düşünce için esas olan “kendimizi sezgisel bir gayret göstermek suretiyle düşünmek istediğimiz şeyin içinde konumlandırmak, o şey hakkında dışarıdan edindiğimiz görüşler yerine, o şeyle entelektüel bir sempati kurmak”tır.

  • Peki bu mümkün müdür?

Bergson’un bu soruya bu ders kapsamında verdiği cevabı şöyledir: “Varlıklar ve şeylerin birbirlerine göründüğünden çok daha az dışsal olduğu gösterilebilirse mümkün olacaktır.”

Bu önerme, Newton’un deterministik evreninin ve her ne kadar Newton’a karşı görünse de onunla uyum içinde olan Einstein’ın genel görelilik kuramının yanlışlığını ortaya koyan kuantum mekaniğine göz kırpar niteliğiyle güncelliğini koruyor.

Nihan Çetinkaya’nın bu titiz çevirisine Oğuz Haşlakoğlu’nun Türkçe baskı için kaleme aldığı önsöz eşlik ediyor.

‘Zaman İdesinin Tarihi’ felsefe tarihine önemli bir katkı.

  • Künye: Henri Bergson – Zaman İdesinin Tarihi: Collège de France Dersleri 1902-1903, çeviren: Nihan Çetinkaya, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, felsefe, 358 sayfa, 2024

Alain Badiou – Siyah (2021)

Yası da simgeleyen siyah rengi, zihinlerde karanlık düşüncelere sebep olur.

Alain Badiou ise, siyaha farklı bir pencereden bakıyor ve bizi ölünün ardından verilen ziyafetlerden kara mizaha, bu rengin sağaltıcı yönleri üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor.

Kitabın en dikkat çeken yönü, siyahın aslında arada olma durumunu en iyi simgeleyen ve bu durumun da hayat üzerine özgün bir sorgulama geliştirebileceğimiz en özgün renklerden biri olduğu gerçeği.

Çünkü siyah, varoluşsal barikatın her iki tarafında da yer alır.

Yas şeklini alıp ağlatır da, kara mizah şeklini alıp güldürebilir de.

Bu kısacık metin, renkler üzerine, özellikle de en çok kötülenen, hakkında en çok önyargı olan renklerden biri üzerine yeniden düşünmek için çok iyi fırsat.

  • Künye: Alain Badiou – Siyah, çeviren: Nihan Çetinkaya, MonoKL Yayınları, felsefe, 100 sayfa, 2021

Michael Löwy – Demir Kafes (2018)

Michael Löwy’nin Max Weber’e ilgisi, uzun yıllar öncesine dayanır.

Löwy’nin 1969’da yazdığı ‘Weberoloji’ adlı denemesi, Weber’in temel kitabı ‘Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’na ilişkin yöntem tartışmasıydı.

Löwy şimdi de, Weber’in Karl Marx’la ilişkisini, kendi deyimiyle “Weberci Marksizm” olarak tanımladığı durumu tartışıyor.

Löwy, Weber’in kültürel karamsarlığına, yani bürokratik kapitalist uygarlığa ilişkin, “çelik gibi sert” benzetmesiyle ortaya koyduğu teşhisi ve Weber’in gözünden kapitalizmin bizim için hazırladığı geleceği zengin bir perspektifle yorumluyor.

  • Künye: Michael Löwy – Demir Kafes: Max Weber ve Weberci Marksizm, çeviren: Nihan Çetinkaya, Ayrıntı Yayınları, inceleme, 176 sayfa, 2018

Muriel Barbery – Elflerin Yaşamı (2017)

2006 yılında yayımlanan ‘Kirpinin Zarafeti’yle dünya çapında ün kazanmış Muriel Barbery’den, fantastik bir evrende geçen, doğayla uyumlu yaşama övgü niteliğinde bir roman.

Barbery burada, farklı dünyalara ait, ama elflerle iletişim kurabilmek gibi ortak bir yeteneğe sahip iki küçük kızın etrafında dönen bir hikâye sunuyor.

Maria doğayla iç içe yaşar, hayvanlar ve ağaçlarla konuşur.

Clara ise ilk kez dokunduğu piyanoyu mükemmel bir şekilde çalabilme yeteneğine sahip bir müzik dâhisidir.

Günün birinde, dünya kötülük güçlerinin hedefi olur.

Nefret ve kötülük bu andan sonra bulaşıcı bir hastalık gibi gezegenin en ücra köşelerine dahi yayılmaya ve dünyadaki uyumun yeniden kurulması için uğraşan güçlerle kötülük güçleri arasında büyük bir savaş yaşanmaya başlar.

Tam bu esnada elfler de bu savaşın bir tarafı olarak yeryüzüne gelir.

Şimdi iyiliğin tarafında yer alanların tek umudu, bu iki küçük kızdan başkası değildir.

Zira iki kız, doğanın ve sanatın gücünü bir araya getirerek, dünyanın kaosa sürüklenmesine engel olma becerisine sahiptir.

  • Künye: Muriel Barbery – Elflerin Yaşamı, çeviren: Nihan Çetinkaya, Kırmızı Kedi Yayınevi, roman, 272 sayfa