Vid Simoniti – Dünyayı Baştan Yaratan Sanatçılar (2025)

Vid Simoniti’nin bu kitabı, güncel sanatın dünyayı yeniden düşünme kapasitesini merkeze alırken, kişisel deneyimlerden politik çözümlemelere uzanan geniş bir çerçeve kuruyor. Simoniti gençlik yıllarında karşılaştığı sarsıcı sanat deneyimlerinin, gündelik hayatın içinde saklı yeni gerçeklikleri açığa çıkarma gücüne sahip olduğunu hatırlıyor ve bu başlangıç noktasını, sanatın dünyayı dönüştürme iddiasını anlamak için kullanıyor. ‘Dünyayı Baştan Yaratan Sanatçılar: Bir Güncel Sanat Manifestosu’ (‘Artists Remake The World: A Contemporary Art Manifesto’), sanatın yalnızca tuhaflık yaratma peşinde olmadığını; aksine topluma, krize ve politik statükoya alternatif bakışlar sunduğunu savunuyor.

Simoniti, güncel sanatın mülteci deneyimlerinden madencilik sömürüsüne, yapay zekâdaki ırksal yanlılıktan dijital kapitalizmin iktidar yapılarına kadar uzanan geniş bir gündemi yeniden çerçevelediğini gösteriyor. Bu yaklaşımda sanat, gazetecilik ya da akademinin alanına sıkışmadan, politik duyarlılığı estetik deneyimle birleştiren özgün bir düşünme biçimi olarak konumlanıyor. Bununla birlikte güncel sanatın hem politikleşmiş hem de erişimi zor, zaman zaman elitist görünen yapısı bir paradoks yaratıyor: Sanat politik süreçlere bu kadar bağlıyken, toplumsal müdahalelerinin sınırı nerede başlıyor?

Kitap bu soruyu kamusal tartışma, eylem ve toplulukla ilişkili sanat biçimleri üzerinden inceliyor. Hakikat üretimine odaklanan araştırma temelli işler, katılımcı projeler ve sanatsal aktivizm arasındaki geçişkenliği analiz ederek güncel sanatın politik alanlarda nasıl yeni imkânlar yarattığını ortaya koyuyor.

Okuru, iklim krizi, sosyal adalet gibi konuları ele alan sanat eserleri üzerinden Ai Weiwei, Olafur Eliasson, Wangechi Mutu, Naomi Rincón-Gallardo ve Hito Steyerl’in aralarında olduğu sanatçıları keşfetmeye çağıran Simoniti’nin çalışması, sanatın dünyayı yalnızca temsil eden değil, düşünme ve eyleme biçimlerini dönüştüren bir güç taşıdığını savunduğu için güncel sanat kuramı alanında önemli bir yer edinmeye aday.

  • Künye: Vid Simoniti – Dünyayı Baştan Yaratan Sanatçılar: Bir Güncel Sanat Manifestosu, çeviren: Akın Emre Pilgir, Yapı Kredi Yayınları, sanat, 216 sayfa, 2025

Timur Kuran – Ertelenen Özgürlükler (2025)

Timur Kuran bu çalışmasında, İslam hukukunun tarihsel mirasının Orta Doğu toplumlarında siyasal özgürlüklerin kurumsallaşmasını nasıl geciktirdiğini ele alıyor. Yazar, sorunu kültürel bir özcülük üzerinden değil, kurumsal yapılanmalar üzerinden değerlendiriyor ve şeriat temelli düzenin ekonomi, hukuk ve siyaset alanlarında baskıları yeniden ürettiğini savunuyor. Bu yapı, bireysel hakların yerleşmesini sınırlandırıyor ve anayasal gelişmenin önünde kalıcı engeller oluşturuyor.

‘Ertelenen Özgürlükler: Ortadoğu’da İslam Hukukunun Politik Mirası’ (‘Freedoms Deyaled: The Political Legacies of Islamic Law’), İslam hukukunun ticaret, miras, sözleşme ve vakıf sistemleri üzerinden toplumsal yaşamı düzenlediğini, ancak bu düzenin uzun vadede girişimciliği ve kurumsal yenilenmeyi zayıflattığını gösteriyor. Modern hukuki çerçevelerle bütünleşemeyen bu miras, siyasal çoğulculuğun gelişmesini de yavaşlatıyor ve devlet-toplum ilişkisini hiyerarşik bir zeminde tutuyor.

Yazar, Osmanlı ve diğer İslam toplumlarında görülen gecikmenin kader olmadığını, Batı’da yaşanan kurumsal dönüşümlerin sonucunda özgürlüklerin daha erken kökleştiğini belirtiyor. Eğitim, mülkiyet ve temsil mekanizmalarının farklı evrim izlemesi, iki dünya arasındaki siyasal açı farkını derinleştiriyor. Bu durum, modernleşme süreçlerinde eşitsiz bir ilerleme yaratıyor.

Eser, özgürlük fikrinin yalnızca ideolojik değil, kurumsal altyapıya bağlı olduğunu vurguluyor ve hukuki geleneklerin siyasal kültürü nasıl biçimlendirdiğini ortaya koyuyor. Kuran, gecikmiş özgürlüklerin tarihsel nedenlerini çözümleyerek günümüz reform tartışmalarına eleştirel bir zemin sunuyor ve İslam dünyasında demokratikleşmenin önkoşullarını daha berrak biçimde okumayı sağlıyor.

  • Künye: Timur Kuran – Ertelenen Özgürlükler: Ortadoğu’da İslam Hukukunun Politik Mirası, çeviren: Mustafa Batman, Yapı Kredi Yayınları, inceleme, 560 sayfa, 2025

Sean McMeekin – Dünyayı Alaşağı Etmek (2025)

Sean McMeekin bu eserinde, komünizmin yirminci yüzyılın başından günümüze kadar izlediği inişli çıkışlı serüveni ele alıyor. ‘Dünyayı Alaşağı Etmek: Komünizmin Yükselişi, Düşüşü ve Yeniden Yükselişi’ (‘To Overthrow the World: The Rise and Fall and Rise of Communism’), 1917 Bolşevik Devrimi ile başlayan süreci yalnızca Sovyetler Birliği bağlamında değil, küresel ölçekte değerlendiriyor. McMeekin, komünizmin devrimci ideallerle ortaya çıkışını, işçi sınıfına ve sömürge halklara vaat ettiği eşitlikçi düzeni vurgularken, aynı zamanda bunun nasıl totaliter rejimlere dönüştüğünü de ayrıntılarıyla inceliyor.

Anlatıda Stalin döneminin baskısı, Mao’nun Çin’deki kültürel devrimi, Doğu Avrupa’daki baskıcı yönetimler ve Küba gibi farklı coğrafyalardaki deneyimler üzerinden komünizmin farklı yüzleri gösteriliyor. McMeekin, özellikle Soğuk Savaş yıllarında ideolojinin nasıl hem bir umut kaynağı hem de bir korku unsuru olduğunu ortaya koyuyor. 1989 ve 1991’de Doğu Bloku’nun ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü, ideolojinin nihai sonu gibi görülse de yazar komünizmin tamamen yok olmadığını belirtiyor.

Kitapta günümüzde Latin Amerika’da, Asya’nın bazı bölgelerinde ve Batı’daki radikal hareketlerde komünist düşüncenin hâlâ etkili olduğu anlatılıyor. McMeekin, ideolojinin değişen dünyada farklı biçimlerde yeniden ortaya çıkışını, ekonomik krizler, eşitsizlik ve toplumsal adalet arayışıyla ilişkilendiriyor. Ona göre komünizm, tarihsel olarak başarısızlığa uğramış görünse de hâlâ dünya siyasetine yön verebilecek bir düşünsel miras taşıyor. Böylece eser, ideolojinin yükselişini, çöküşünü ve günümüzdeki yankılarını bir bütünlük içinde sunuyor.

  • Künye: Sean McMeekin – Dünyayı Alaşağı Etmek: Komünizmin Yükselişi, Düşüşü ve Yeniden Yükselişi, çeviren: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, tarih, 368 sayfa, 2025

André Green – Bir Psikanalistin (Neredeyse) Serbest Çağrışımları (2025)

André Green’in bu kitabı, psikanalizin önde gelen isimlerinden biriyle yapılmış uzun soluklu söyleşilerden oluşuyor. Bu metin, yalnızca Green’in düşüncelerini değil, aynı zamanda psikanalizin yirminci yüzyıldaki gelişimini, Freud sonrası açılımları ve klinik deneyimin teorik yansımalarını da ortaya koyuyor. Kitap boyunca Green, kendi entelektüel yolculuğunu ve psikanalize kattığı özgün kavramları samimi bir dille aktarıyor.

Green’in “ölü anne kompleksi”, “negatif” ve “boşluk” gibi kavramları ele alınırken, bunların hem klinik pratikte hem de insan psikolojisinin derinliklerinde nasıl işlediği tartışılıyor. Yazar, duygusal deneyimlerin, temsil edilemeyen travmaların ve bilinçdışının yapılarına dair düşüncelerini açıyor. Ayrıca psikanalizin edebiyat, sanat ve felsefeyle kurduğu çok katmanlı ilişkiler de söyleşilerde öne çıkıyor.

‘Bir Psikanalistin (Neredeyse) Serbest Çağrışımları: Maurice Corcos ile Söyleşiler’ (‘Associations (presque) libres d’un psychanalyste: entretiens avec Maurice Corcos’), yalnızca teorik değil, aynı zamanda kişisel bir tanıklık niteliği de taşıyor. Green, mesleki yaşamının dönüm noktalarını, karşılaştığı zorlukları ve psikanalitik camiadaki tartışmaları anlatırken, okuyucuya psikanalizi yaşayan, dönüştüren bir düşünürün bakış açısını sunuyor. Corcos’un soruları, Green’in karmaşık fikirlerini açığa çıkararak onları daha erişilebilir kılıyor.

Sonuçta bu eser, psikanalize ilgi duyan okurlar için bir düşünce atlası niteliği taşıyor. Green’in bireysel serüveni, Freud’dan Lacan’a uzanan geniş bir çerçeve içinde psikanalizin bugünkü sorunlarını ve gelecekteki yönelimlerini tartışmaya açıyor.

  • Künye: André Green – Bir Psikanalistin (Neredeyse) Serbest Çağrışımları: Maurice Corcos ile Söyleşiler, çeviren: Cansu Güney, Yapı Kredi Yayınları, psikanaliz, 280 sayfa, 2025

Martin Heidegger – Der Spiegel Söyleşisi (2025)

Bu kitap, Martin Heidegger’in ölümünden sonra yayımlanması koşuluyla verdiği uzun söyleşiyi içeriyor. ‘Der Spiegel Söyleşisi (23 Eylül 1966)’ (‘Spiegel-Gespräch mit Martin Heidegger (23 September 1966)’), Heidegger’in düşünsel mirasını ve 20. yüzyıl felsefesine bakışını anlamak için temel kaynaklardan biri kabul ediliyor. Söyleşide filozof, Nazi dönemiyle ilişkisi, teknolojinin modern dünyadaki rolü, felsefenin geleceği ve insanın varlıkla kurduğu temel bağ üzerine kapsamlı görüşlerini dile getiriyor. Heidegger, geçmişteki politik tercihlerine dair soruları yanıtlarken, düşüncesini belirli bir ideolojiye indirgemeye karşı çıkıyor. Bunun yerine, çağın krizlerini varlığın unutuluşu ve teknik aklın hâkimiyeti bağlamında yorumluyor.

Metnin önemli odaklarından biri teknoloji oluyor. Heidegger, teknolojinin sadece araçsal bir olgu değil, dünyayı açığa çıkarma biçimi olduğunu savunuyor. Modern çağda bu açığa çıkarmanın tehlikeli bir tek yönlülüğe dönüştüğünü ve insanın özgür düşünme kapasitesini tehdit ettiğini söylüyor. Yine de insanın bu kaderi sorgulama gücüne sahip olduğunu belirtiyor. Felsefenin görevi, varlığın unutuluşunu fark ettirmek ve düşünmeyi yeniden başlatmak olarak tanımlanıyor.

Heidegger ayrıca Batı felsefesinin köklerine dönme çağrısı yapıyor. Platon’dan Nietzsche’ye uzanan geleneğin, varlığı hep belirli kategorilerle kavramaya çalıştığını, bu yüzden varlığın kendisinin gözden kaybolduğunu dile getiriyor. Ona göre düşünce, metafizik çerçeveden kurtularak varlığın sorusunu yeniden gündeme getirmeli.

Söyleşi boyunca Heidegger, hem kişisel hem de entelektüel anlamda hesaplaşmalarını ortaya koyuyor. Bu metin, modern dünyanın krizlerini anlamak isteyen okura hâlâ güçlü sorular yöneltiyor ve felsefeyi yaşamın merkezinde konumlandırıyor.

  • Künye: Martin Heidegger – Der Spiegel Söyleşisi (23 Eylül 1966), çeviren: Kaan H. Ökten, Yapı Kredi Yayınları, felsefe, 56 sayfa, 2025

Christopher Bollas – Anlam ve Melankoli (2025)

Christopher Bollas’ın bu kitabı, çağımızda bireylerin yaşadığı derin anlam kaybını ve bunun yol açtığı melankoli hâlini psikanalitik bir bakışla ele alıyor. ‘Anlam ve Melankoli: Şaşırtıcı Bir Çağda Hayat’ (‘Meaning and Melancholia: Life in the Age of Bewilderment’) modern dünyanın hızla değişen yapısının, bireylerin kendilik duygularını tehdit ettiğini, kişisel ve toplumsal belirsizliklerin giderek yoğunlaştığını vurguluyor.

Donald Trump’ın Amerika’daki rahatsız edici zaferi, Birleşik Krallık’taki Brexit oylaması, Fransa ve Almanya’da sağcı popülizmin, Polonya’da beyaz milliyetçiliğinin yükselişi her siyasi görüşten uzmanı şaşkına çevirdi.

Kitapta, bu gelişmelerin bireylerin içsel dünyalarında nasıl bir “şaşkınlık çağı”na sebep olduğu inceleniyor. Politik krizler, ekonomik dalgalanmalar, küresel iletişim ağlarının dayattığı hız ve gündelik yaşamın parçalanmış yapısı, kişinin anlam üretme kapasitesini zayıflatıyor. Bu ortamda, insanlar hem kendi hayatlarına hem de dünyaya dair bütünlüklü bir kavrayış geliştirmekte zorlanıyor. Bollas, bu durumu sadece bir ruhsal çöküş değil, aynı zamanda kültürel bir fenomen olarak değerlendiriyor.

Yazar, psikanalitik kavramları çağdaş sorunlarla ilişkilendirerek bireyin yaşadığı melankoliyi açıklıyor. Özellikle benlik oluşumu, kayıp, yas, narsisizm ve bilinçdışı süreçler üzerinden, günümüz insanının ruhsal dinamiklerini çözümlemeye çalışıyor. Melankoli, yalnızca bireysel bir hastalık değil; toplumsal düzeyde de belirsizlik, çaresizlik ve hayal kırıklığı üreten bir durum olarak görülüyor.

Sonuçta Bollas, ‘Anlam ve Melankoli’ ile okuyucuyu modern dünyanın hız ve karmaşası içinde kaybolmuş anlamları yeniden düşünmeye davet ediyor. Kitap, hem psikanaliz literatürüne hem de günümüz toplumunun ruhsal iklimini anlamaya önemli bir katkı sunuyor.

  • Künye: Christopher Bollas – Anlam ve Melankoli: Şaşırtıcı Bir Çağda Hayat, çeviren: Şahika Tokel, Yapı Kredi Yayınları, psikanaliz, 168 sayfa, 2025

Wolfgang Müller-Wiener – İstanbul’un Tarihsel Topografyası (2025)

Wolfgang Müller-Wiener, İstanbul’un tarihi topografyasını ayrıntılı bir görsel sözlük formatında sunarak, şehrin mekânsal gelişimini ve mimari mirasını gözler önüne seriyor. ‘İstanbul’un Tarihsel Topografyası’ (‘Bildlexikon zur Topographie Istanbuls’), Bizans’tan Osmanlı’ya uzanan geniş bir zaman dilimini kapsıyor ve bu süreçte İstanbul’un geçirdiği dönüşümleri belgelerle, çizimlerle ve haritalarla destekliyor. Amaç, kentin farklı dönemlerdeki görünümünü somut verilerle açıklamak ve tarihsel sürekliliği ortaya koymak.

Eserde surlar, saraylar, dini yapılar, su tesisleri ve kamusal alanlar gibi temel unsurlar tek tek ele alınıyor. Her yapının tarihsel konumu, mimari özellikleri ve işlevi detaylı biçimde aktarılıyor. Yazar, yalnızca yapıları tanıtmakla kalmıyor; aynı zamanda onların kent içindeki yerleşim düzeni ve birbirleriyle ilişkisini de gösteriyor. Bu yaklaşım, İstanbul’un yalnızca bir yapı koleksiyonu değil, bütüncül bir şehir organizasyonu olduğunu hatırlatıyor.

Kitap, görsel malzemenin ağırlığıyla öne çıkıyor. Gravürler, arkeolojik bulgular ve plan çizimleri, okurun kentin farklı çağlardaki görünümünü zihninde canlandırmasına yardımcı oluyor. Ayrıca, tarihsel belgelerden alınan bilgilerle desteklenen yorumlar, şehir tarihine dair pek çok soruya yanıt sunuyor.

Son bölümde, modern İstanbul’un geçmişle ilişkisi irdeleniyor. Yazar, tarihsel dokunun korunması, kaybolan eserler ve günümüze ulaşan miras konularında eleştirel değerlendirmeler yapıyor. Bu eser, İstanbul’un topografik geçmişini anlamak isteyen araştırmacılar ve mimarlık, sanat tarihi meraklıları için vazgeçilmez bir kaynak olarak öne çıkıyor.

  • Künye: Wolfgang Müller-Wiener – İstanbul’un Tarihsel Topografyası, çeviren: Ülker Sayın, Yapı Kredi Yayınları, tarih, 536 sayfa, 2025

Buket Kitapçı Bayrı – Diyar-ı Rum’dan Hikâyeler (2025)

On üçüncü ve on beşinci yüzyıllar arasında Anadolu ve çevresinde şekillenen politik, kültürel ve dini yapılar, Buket Kitapçı Bayrı’nın dikkatli analizinde bir kimlik ve sınır hikâyesine dönüşüyor. Kitap, Bizans’ın mirasıyla Osmanlı’nın yükselişi arasındaki geçiş sürecini, farklı toplulukların karşılaşmaları üzerinden ele alıyor. Bu dönemde “Roma” olarak anılan coğrafya, savaşçılar, şehitler ve dervişler aracılığıyla hem çatışma hem de etkileşim alanı haline geliyor. Bayrı, sınırların yalnızca fiziki değil, inanç, aidiyet ve kültürel alışveriş üzerinden de kurulduğunu vurguluyor.

Metin, dönemin dinî retoriklerini, gaza ideolojisini ve tasavvufî hareketleri bir arada inceliyor. Bayrı, kaynaklar üzerinden bu figürlerin nasıl hem toplumsal düzenin hem de siyasi projelerin taşıyıcıları olduğunu gösteriyor. Savaşçılar, askeri gücü; şehitler, dini meşruiyeti; dervişler ise kültürel ve manevi aktarımı temsil ediyor. Böylece sınırlar, yalnızca orduların yürüyüşleriyle değil, vaazların, menkıbelerin ve ritüellerin dolaşımıyla da şekilleniyor.

Kitap, kimliğin durağan bir yapı olmadığını, aksine sürekli müzakere ve yeniden tanımlama süreciyle oluştuğunu ortaya koyuyor. Bayrı’nın yaklaşımı, “sınır” kavramını statik bir çizgi olmaktan çıkarıp, çok katmanlı bir karşılaşma alanı olarak düşünmeye davet ediyor. Bu çerçevede kitap, Ortaçağ Anadolu’sunun çokkültürlü yapısını ve siyasi dönüşümlerini anlamak için hem tarihsel hem de antropolojik bir bakış sunuyor.

  • Künye: Buket Kitapçı Bayrı – Diyar-ı Rum’dan Hikâyeler: Hareketli Sınırlar, Değişen Kimlikler (13.-15. Yüzyıllar), çeviren: Zeynep Rona, Yapı Kredi Yayınları, tarih, 256 sayfa, 2025

Steven Nadler, Lawrence Shapiro – İyi İnsanlar Kötü Düşününce (2025)

Steven Nadler ve Lawrence Shapiro’nun bu eseri, insanların yanlış düşünce biçimlerine nasıl kapıldığını ve felsefenin bu tuzaklardan çıkışta nasıl yol gösterebileceğini inceliyor. Yazarlar, günümüzde bilgi bolluğu içinde doğru ile yanlışı ayırt etmenin zorlaştığını, özellikle de sosyal medyanın yanlış bilgiyi hızla yayarak düşünsel hataları pekiştirdiğini vurguluyor. Bu durumun yalnızca bireysel değil, toplumsal sonuçlar da doğurduğunu belirtiyorlar. ‘İyi İnsanlar Kötü Düşününce: Felsefe Bizi Kendimizden Nasıl Korur?’ (‘When Bad Thinking Happens to Good People: How Philosophy Can Save Us from Ourselves’), yanlış düşünmenin psikolojik kökenlerini açıklarken, inançlarımızı körü körüne savunma eğiliminin nasıl oluştuğunu da ele alıyor.

Nadler ve Shapiro, yanlış akıl yürütme türlerini mantıksal safsatalar ve bilişsel önyargılar üzerinden örneklendiriyor. Kendi görüşlerimizi doğrulayan bilgileri seçme, karşıt kanıtları görmezden gelme veya karmaşık sorunları basite indirgeme gibi eğilimler, düşünce kalitemizi zayıflatıyor. Yazarlar, bu zihinsel tuzakların farkına varmanın felsefi düşünme becerilerini geliştirmekle mümkün olduğunu savunuyor. Felsefe, eleştirel sorgulamayı, mantıklı argüman kurmayı ve kanıta dayalı inançlar geliştirmeyi öğretiyor.

Kitapta ayrıca, Sokrates’ten Kant’a uzanan düşünürlerin yöntemleri, günümüzün bilgi karmaşasında yol gösterici araçlar olarak sunuluyor. Yazarlar, “doğruyu aramak” ile “haklı çıkmak” arasındaki farkı netleştiriyor ve okuru fikirlere açık, kendi varsayımlarını sorgulayan bir zihin yapısına davet ediyor. Sonuç olarak, felsefi düşünmenin yalnızca akademik bir uğraş değil, yanlış bilgiden korunmak ve daha sağlıklı toplumsal tartışmalar yaratmak için yaşamsal bir beceri olduğu mesajını veriyor.

  • Künye: Steven Nadler, Lawrence Shapiro – İyi İnsanlar Kötü Düşününce: Felsefe Bizi Kendimizden Nasıl Korur?, çeviren: Ali Karatay, Yapı Kredi Yayınları, felsefe, 208 sayfa, 2025

Isée Bernateau – Denize Nazır (2025)

Isée Bernateau’nun bu eseri, psikanalitik kuramın düşünsel sınırlarını zorlayarak bireyin psişik yapılanmasının mekânsal boyutlarına odaklanıyor. ‘Denize Nazır’ (‘Vue sur mer: Lieux d’ancrage du psychisme’), özellikle “denize nazır manzara” metaforunu kullanarak, insanın iç dünyasındaki köklenme, yer edinme ve aidiyet arzusunu anlamlandırmaya çalışıyor. Bu bağlamda, psikanalitik bağlamda “yer” ve “mekân” sadece coğrafi ya da fiziksel değil, aynı zamanda duygusal, simgesel ve zihinsel alanlara işaret ediyor. Denize nazır bir pencere, yalnızca bir manzara değil; bilinçdışıyla, geçmişle ve arzuyla kurulan bir bağın da simgesi haline geliyor.

Bernateau, bireyin psikanalitik öyküsünde kimi mekânların bir tür “psişik sığınak” haline geldiğini gösteriyor. Bu sığınaklar, bazen bir çocukluk odası, bazen bir sahil kasabası, bazen de yalnızca hayal edilen ama hiç yaşanmamış bir köşe olabiliyor. Bu bağlamda kitap, Winnicott’un “geçiş alanı” kuramı, Bachelard’ın mekân poetikası ve Freud’un “yer değiştirme” düşüncesiyle diyalog kuruyor. Yazar, psikanalizin teknik sınırlarını zorlarken, aynı zamanda terapötik sürecin hem zamansal hem de mekânsal doğasını irdeliyor. Psişik yapılanma yalnızca geçmiş deneyimlerin değil, aynı zamanda bu deneyimlerin zihinde nasıl “yer tuttuğunun” bir sonucu olarak biçimleniyor.

Sonuç olarak ‘Denize Nazır’, klasik psikanaliz literatüründen farklı olarak, içsel manzaraların dışsal mekânlarla nasıl iç içe geçtiğini gösteriyor. Bu özgün yaklaşım, terapi sürecine yeni bir derinlik kazandırıyor.

  • Künye: Isée Bernateau – Denize Nazır, çeviren: İrem Göksu, Yapı Kredi Yayınları, psikanaliz, 128 sayfa, 2025