Gloria Steinem – Gerçekler Sizi Özgürleştirir Ama Önce Öfkelendirir! (2025)

Gloria Steinem bu kitabında, feminizmi yalnızca bir hak mücadelesi değil, zihniyet dönüşümü olarak ele alıyor. Denemeler, konuşmalar ve kişisel gözlemler üzerinden ataerkil yapının gündelik hayatta nasıl işlediğini gösteriyor ve okuru rahatsız eden gerçeklerle yüzleşmeye çağırıyor.

Steinem, kadın deneyiminin görünmezleştirilmesini, beden politikalarını, şiddeti ve temsil sorununu ele alıyor ve özgürlüğün yalnızca yasal değil, duygusal ve kültürel bir mücadele gerektirdiğini anlatıyor. Mizah, ironi ve öfkeyi iç içe geçirerek feminist bilincin dönüştürücü gücünü görünür kılıyor.

Yazar, öfkenin bastırılması yerine politize edilmesini savunuyor ve deneyimin bilgiye dönüştüğünü vurguluyor. Kitap, kadınların suskunlukla kuşatıldığını, bu sessizliğin bozulmasıyla dayanışmanın güçlendiğini hissettiriyor ve okuru eyleme davet ediyor.

Steinem’in yaklaşımı, feminizmi gündelik hayatın içine yerleştiriyor ve dönüşümün bireyin iç sesiyle başladığını söylüyor. Kişisel olanın politik olduğunu hatırlatıyor, empatiyle dinlemenin ve deneyimi paylaşmanın kolektif bilinci güçlendirdiğini ifade ediyor. ‘Gerçekler Sizi Özgürleştirir Ama Önce Öfkelendirir!’ (‘The Truth Will Set You Free, But First It Will Piss You Off!’), özgürleşmenin yalnızca bir hedef değil, süreklilik taşıyan bilinçli bir süreç olduğunu düşündürüyor ve hak mücadelesinin umutla sürdüğünü duyumsatıyor.

Metin, kişisel hikâyeler ile politik analiz arasında kurduğu dengeyle, öfkenin dönüştürücü bir enerji olduğunu sezdiriyor ve direnişin gündelik pratiklerde sürdüğünü gösteriyor. Steinem, sessizliğin parçalandığını, görünmeyen deneyimlerin kamusal dile taşındığını ve hak talebinin kolektif bir bilinç yarattığını vurguluyor ve özgürlük arayışının kesintisiz biçimde büyüdüğünü hissettiriyor. Bu çağrı, öfkeyle başlayan bilincin dayanışmaya dönüştüğünü ve geleceği yeniden kuruyor hep.

  • Künye: Gloria Steinem – Gerçekler Sizi Özgürleştirir Ama Önce Öfkelendirir!: Hayat, Aşk ve İsyan Üzerine Düşünceler, çeviren: Elif Doğan, Düşbaz Kitaplar, feminizm, 176 sayfa, 2025

Maria Mies, Vandana Shiva – Ekofeminizm (2025)

Maria Mies ve Vandana Shiva’nın ilk olarak 1993 yılında yayımlanan bu kitabı, çevre yıkımıyla ataerkil sistemin birbirine nasıl sıkı sıkıya bağlı olduğunu gösteren ekofeminist düşüncenin temel metinlerinden biri. Yazarlar, modern kapitalizmin hem doğayı hem de kadın bedenini sömürerek büyüdüğünü savunuyorlar. ‘Ekofeminizm’ (‘Ecofeminism’), çevresel krizi yalnızca ekolojik bir sorun olarak değil, aynı zamanda cinsiyet, sınıf ve sömürgecilik eksenlerinde işleyen küresel bir adaletsizlik sistemi olarak ele alıyor.

Mies ve Shiva, özellikle Batı merkezli kalkınma anlayışını eleştiriyor. Bu anlayışın, üretimi erkekle, doğurganlığı ve doğayı ise kadınla özdeşleştirerek bir hiyerarşi kurduğunu öne sürüyorlar. Teknoloji, bilim ve sanayinin “ilerleme” adı altında dünyayı tahrip ettiğini; bu tahribatın en çok da kadınlar, köylüler ve yerli topluluklar üzerinde yıkıcı sonuçlar yarattığını vurguluyorlar. Bu nedenle kitap, doğanın korunması ile kadınların özgürleşmesini aynı mücadele olarak konumlandırıyor.

Eserdeki ekofeminist yaklaşım, yalnızca çevre etiğine değil, üretim biçimlerine, toplumsal dayanışmaya ve alternatif yaşam modellerine dair de yeni bir bakış sunuyor. Yazarlar, Batılı endüstriyel paradigmanın yerine yerel bilgiye, topluluk dayanışmasına ve doğayla uyumlu üretime dayalı bir dünya görüşü öneriyor. Böylece ‘Ekofeminizm’, hem çevreci hem de feminist kuramların kesiştiği noktada, doğa ile insan, kadın ile erkek arasındaki ilişkilerin yeniden düşünülmesini isteyen güçlü bir manifesto niteliği kazanıyor.

  • Künye: Maria Mies, Vandana Shiva – Ekofeminizm, çeviren: İlknur Urkun Kelso, Kolektif Kitap, feminizm, 504 sayfa, 2025

Pragya Agarwal – Histeri (2025)

Pragya Agarwal’ın bu çalışması, duyguların cinsiyetlendirilmiş bir şekilde algılanmasının tarihsel, kültürel ve bilimsel kökenlerini sorguluyor. Yazar, “kadınların histeriğe yatkın, aşırı duygusal ve irrasyonel olduğu” önyargısının nasıl yüzyıllar boyunca tıp, psikoloji ve toplumsal normlar aracılığıyla meşrulaştırıldığını gözler önüne seriyor.

‘Histeri: Cinsiyetleştirilmiş Duygular Efsanesinin Çöküşü’ (‘Hysterical: Exploding the Myth of Gendered Emotions’) , antik Yunan’da “histeri”nin rahimle ilişkilendirilmesinden başlayarak Orta Çağ’daki cadı avlarına, 19. yüzyılda Freud ve çağdaşlarının teorilerine ve günümüzdeki iş yaşamı, siyaset ve gündelik toplumsal ilişkilerde kadınların duygularının nasıl küçümsendiğine uzanan geniş bir tarihsel çizgi sunuyor. Agarwal, özellikle öfke, üzüntü, korku ve sevinç gibi temel duyguların kadınlar ve erkekler üzerinden farklı şekillerde yorumlandığını ve bu farklılığın toplumsal cinsiyet eşitsizliğini pekiştirdiğini gösteriyor.

Bilimsel araştırmalar, sosyolojik incelemeler ve kişisel hikâyeler aracılığıyla Agarwal, duyguların biyolojik açıdan kadın ve erkek arasında belirgin farklar göstermediğini, asıl farklılığın toplumsal beklentiler ve kültürel anlatılarla yaratıldığını vurguluyor. Böylece, duyguların “cinsiyetlendirilmiş” değil, toplumsal olarak inşa edilmiş birer deneyim olduğunu ileri sürüyor.

Kitap, kadınların duygusal deneyimlerini değersizleştiren ataerkil bakışın eleştirisini yaparken aynı zamanda duyguların yeniden düşünülmesi için feminist bir perspektif sunuyor. Agarwal, duyguların güçsüzlük değil, insanı insan yapan temel ve ortak bir zenginlik olduğunu söylüyor.

  • Künye: Pragya Agarwal – Histeri: Cinsiyetleştirilmiş Duygular Efsanesinin Çöküşü, çeviren: Funda Sezer, inceleme, 496 sayfa, 2025

Charlotte Perkins Gilman – Kadın ve Ekonomi (2025)

Charlotte Perkins Gilman’ın bu eseri, kadınların toplumsal konumunun ekonomik bağımsızlıkla nasıl şekillendiğini ve bu bağımsızlığın toplumsal evrimdeki yerini inceliyor. Gilman, kadınların yüzyıllar boyunca ev içi rollerle sınırlandırıldığını, üretim süreçlerinden dışlanarak ekonomik açıdan erkeğe bağımlı hale getirildiğini vurguluyor. Ona göre bu durum, yalnızca kadınların bireysel potansiyelini değil, toplumun genel gelişimini de sınırlıyor. Kadının ekonomik özgürlüğü, yalnızca adaletin bir gereği değil, aynı zamanda ilerlemenin zorunlu şartı olarak sunuluyor.

Gilman, toplumsal cinsiyet rollerinin doğal değil, tarihsel ve kültürel koşulların ürünü olduğunu savunuyor. Kadınların yetenekleri, yaratıcı güçleri ve topluma katkı potansiyelleri, ekonomik üretimden dışlandıklarında köreliyor. Eser, ev işlerinin kolektif hale getirilmesi, bakım hizmetlerinin toplumsal sorumluluk olarak paylaşılması ve kadınların üretken işlerde yer alması gerektiğini öne çıkarıyor. Böylece kadınlar yalnızca aile içinde değil, toplumsal yaşamda da eşit birer aktör haline gelebiliyor.

‘Kadın ve Ekonomi: Erkekler ve Kadınlar Arasındaki Ekonomik İlişkinin Sosyal Evrimdeki Rolü Üzerine Bir Araştırma’ (‘Women and Economics: A Study of the Economic Relation Between Men and Women as a Factor in Social Evolution’), bireysel mutluluk ile toplumsal refah arasındaki bağı netleştiriyor. Gilman, kadınların bağımsız gelir elde edebildiği ve ekonomik karar süreçlerinde söz sahibi olduğu bir düzenin, hem cinsiyet eşitliğini hem de toplumsal ilerlemeyi hızlandıracağını savunuyor. Ona göre ekonomik özgürlük, kadının zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimini besleyen en temel güçtür. Bu nedenle, toplumsal evrim için kadınların üretim süreçlerine tam katılımı bir tercih değil, zorunluluktur.

  • Künye: Charlotte Perkins Gilman – Kadın ve Ekonomi: Erkekler ve Kadınlar Arasındaki Ekonomik İlişkinin Sosyal Evrimdeki Rolü Üzerine Bir Araştırma, çeviren: Türkü Ekin Nizamoğlu, Akademim Yayıncılık, feminizm, 216 sayfa, 2025

Lynn Hankinson Nelson – Biyoloji ve Feminizm (2025)

Lynn Hankinson Nelson, bu kitabında biyolojiyi yalnızca doğal dünyayı açıklayan bir bilim olarak değil, aynı zamanda toplumsal değerlerle örülü bir düşünce alanı olarak ele alıyor. ‘Biyoloji ve Feminizm: Felsefi Bir Giriş’ (‘Biology and Feminism: A Philosophical Introduction’), biyolojik bilgi ile feminist felsefenin kesiştiği noktaları inceliyor. Kitap, kadınların biyolojik olarak tanımlanma biçimlerinin tarihsel ve kültürel etkilerini sorguluyor. Bilimsel bilgilerin nesnel olduğu varsayımıyla yüzleşiyor ve bu bilginin hangi sosyal ilişkiler içinde üretildiğini ortaya koyuyor.

Nelson, biyolojiye feminist eleştiriyi getirirken iki temel çizgide ilerliyor: İlki, biyolojinin kadınları nasıl temsil ettiğini sorgularken; ikincisi, feministlerin bilimsel bilgi üretim süreçlerine nasıl müdahil olduğunu gösteriyor. Evrimsel psikoloji, üreme, cinsiyet rolleri ve ataerkil toplumsal yapılar gibi başlıklar altında biyolojinin kadın kimliğini nasıl sabitlediği tartışılıyor. Bu tartışmalar, yalnızca kavramsal düzeyde kalmıyor; doğrudan sosyal politikalara, tıbba ve eğitim sistemlerine uzanıyor.

Kitap, feminist bilim kuramının temel savlarını okuyucuya tanıtarak, bilginin nesnelliği ile toplumsal konumların ilişkisini açığa çıkarıyor. Nelson, feminist yaklaşımların yalnızca eleştirel değil, aynı zamanda kurucu ve dönüştürücü güce sahip olduğunu savunuyor. Bilimsel bilginin toplumsal bağlamlardan bağımsız olmadığını ve cinsiyet normlarının bilim diline nasıl sızdığını gösteriyor. Böylece bilim, sorgulanamaz bir otorite değil, eleştirel bir düşünceyle yeniden inşa edilmesi gereken bir alan olarak konumlanıyor.

  • Künye: Lynn Hankinson Nelson – Biyoloji ve Feminizm: Felsefi Bir Giriş, çeviren: Pınar Üzeltüzenci, Akademim Yayıncılık, feminizm, 348 sayfa, 2025

Gloria E. Anzaldúa – Karanlıktaki Aydınlık (2025)

Gloria E. Anzaldúa, bu önemli çalışmasında kimlik, ruhsallık ve gerçeklik kavramlarını çok katmanlı bir şekilde yeniden ele alıyor. Latinx, queer ve feminist perspektiflerin kesişiminde duran yazar, kişisel deneyimlerinden ve teorik birikiminden yola çıkarak çoklu benlik yapılarının nasıl şekillendiğini sorguluyor. Kimliğin durağan değil, sürekli evrilen bir süreç olduğunu ileri sürüyor ve bu dönüşümün hem içsel hem toplumsal çatışmalarla yoğrulduğunu vurguluyor.

Anzaldúa, “nepantla” adını verdiği arada kalma halini merkezine alıyor. Bu kavram, bireyin ait olduğu hiçbir yere tam anlamıyla sığamadığı, ama her yerden parçalar taşıdığı geçiş alanını tanımlıyor. Nepantla, hem sancılı hem yaratıcı bir bölgeyi temsil ediyor. Bu alanda kimlik yeniden kuruluyor, parçalanıyor ve tekrar inşa ediliyor. Yazar, bu içsel geçişleri ve kimlik kırılmalarını yalnızca teorik bir dille değil, şiirsel ve otoetnografik anlatımlarla örüyor.

Kitap boyunca ruhsallık, sezgi ve bilinç halleri politik bir direnç biçimi olarak öne çıkıyor. Anzaldúa, Batılı rasyonalist düşüncenin sınırlarını sorguluyor ve yerli epistemolojileriyle queer düşünceyi bir araya getiriyor. Gerçekliğin tekil değil, çoklu ve katmanlı olduğunu savunuyor. Bu yaklaşımıyla, hem akademik hem spiritüel bir alan yaratıyor.

‘Karanlıktaki Aydınlık: Kimliğin, Spiritüelliğin, Gerçekliğin Yeniden Yazımı’ (Light in the Dark/Luz en lo Oscuro: Rewriting Identity, Spirituality, Reality’), yalnızca teorik bir metin değil; aynı zamanda bir iyileşme, dönüşüm ve yeniden doğuş sürecini anlatıyor. Anzaldúa’nın dili, okuyucuyu içsel bir yolculuğa davet ediyor. Bu kitap, sınırların ötesinde yeni bir benliğin nasıl doğduğunu anlatıyor.

  • Künye: Gloria E. Anzaldúa – Karanlıktaki Aydınlık: Kimliğin, Spiritüelliğin, Gerçekliğin Yeniden Yazımı, çeviren: Burcu Şahinli, Livera Yayınevi, feminizm, 376 sayfa, 2025

Flora Tristán – İşçi Birliği (2025)

Flora Tristán imzalı bu kitap, 19. yüzyılın işçi sınıfı mücadelesine hem teorik hem de duygusal bir perspektifle yaklaşan öncü bir metin. ‘İşçi Birliği’ (‘Union ouvrière, suivi de lettres’), kadın hakları ve işçi sınıfı hareketlerini birleştirme çağrısıyla sosyalizmin erken döneminde dikkat çeken nadir seslerden biri.

Kitabın temelinde, işçilerin dayanışma içinde birleşerek kendi kaderlerini değiştirebileceği fikri yatar. Tristán, işçilerin sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal düzeyde de örgütlenmesi gerektiğini savunuyor. Ona göre, sömürüye karşı verilecek mücadele, kadınları dışlayan bir yapıyla eksik kalacaktır.

Kadınların da işçi sınıfının bir parçası olduğunu vurgulayan yazar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle sınıf sömürüsünü birlikte ele alıyor. Bu yaklaşımı, onu döneminin diğer sosyalistlerinden ayırıyor. Kadınların eğitimi, evlilikteki hakları ve kamusal alana katılımları gibi konular Tristán için toplumsal dönüşümün ön koşuludur.

Kitaba eşlik eden mektuplar ise Tristán’ın düşünsel yolculuğuna, karşılaştığı direnişlere ve kişisel kararlılığına ışık tutuyor. Bu metinler, onun bir teorisyen olduğu kadar bir eylem insanı olduğunu da gösteriyor.

‘İşçi Birliği’, sınıf mücadelesini feminizmle harmanlayan erken ve güçlü bir manifestodur. Tristán, işçilerin birliği kadar kadınların özgürlüğünü de insanlığın kurtuluşu için vazgeçilmez görür.

  • Künye: Flora Tristán – İşçi Birliği, çeviren: İsmail Kılınç, Epos Yayınları, siyaset, 160 sayfa, 2025

Chiara Bottici – Feminist Bir Mitoloji (2025)

Chiara Bottici’nin ‘Feminist Bir Mitoloji’ (‘A Feminist Mythology’) adlı kitabı, feminist düşünceyi mit kavramı üzerinden yeniden ele alıyor. Bottici, mitlerin yalnızca geçmişe ait masallar olmadığını, bugün de toplumsal cinsiyet rollerini şekillendiren güçlü anlatılar olduğunu savunur. Feminist mitoloji anlayışıyla hem tarihsel hem de kültürel kodlara karşı alternatif anlatılar üretmenin mümkün olduğunu ifade ediyor.

Kitapta mit, baskıcı bir araç olmaktan çıkarılıp özgürleştirici bir potansiyele kavuşturuluyor. Bottici’ye göre mitler, kadınları pasif figürlere indirgemek için değil, onları özneleştirmek ve çok sesli anlatılarla görünür kılmak için de kullanılabilir. Bu bağlamda, feminist mitoloji yalnızca eski mitlerin eleştirisi değil, aynı zamanda yeni mitlerin yaratılmasıdır.

Bottici, ataerkil düşüncenin inşa ettiği kadın imgelerinin nasıl doğallaştırıldığını analiz eder. Kadının “öteki” olarak konumlandırılması, mitolojik düzeyde bir süreklilik kazanmıştır. Feminist mitoloji ise bu sürekliliği kırmayı hedefler.

‘Feminist Bir Mitoloji’, feminizmi kuramsal bir zemine yerleştirirken, yaratıcı ve dönüşümcü bir politik dil sunuyor. Bottici, feminist tahayyülün yalnızca eleştirel değil, aynı zamanda kurucu bir güç olduğunu gösteriyor. Bu kitap, hem düşünsel derinliği hem de hayal gücünü birlikte kullanan özgün bir manifestodur.

  • Künye: Chiara Bottici – Feminist Bir Mitoloji, çeviren: Bilge Demirtaş, Livera Yayınevi, feminizm, 288 sayfa, 2025

Sara Ahmed – Şikâyet! (2025)

Sara Ahmed’in bu kitabı, üniversite ortamlarında cinsel taciz, ayrımcılık ve mobbing şikayetlerinin karmaşık dinamiklerini feminist bir bakış açısıyla inceliyor. Ahmed, şikâyet etmenin sadece bireysel bir eylem olmadığını, aynı zamanda kurumsal yapılar, iktidar ilişkileri ve toplumsal normlarla derinden bağlantılı bir pratik olduğunu vurguluyor. Şikâyet edenlerin sıklıkla karşılaştığı zorlukları, engelleri ve ikincil travmaları analiz ediyor. Kitap, şikâyet sürecinin kendisinin mağdurları daha fazla zarar görmeye, izole edilmeye ve susturulmaya itebileceğini savunuyor. Ahmed, şikayetlerin genellikle “yük” olarak görüldüğünü, şikayetçilerin “sorunlu” olarak etiketlendiğini ve bunun şikayetlerin ciddiye alınmasını engellediğini belirtiyor.

Kitap, şikayetlerin kurumsal direnişle nasıl karşılaştığını ve üniversitelerin kendi itibarlarını korumak adına şikayetleri nasıl görmezden gelebildiğini veya manipüle edebildiğini ortaya koyuyor. Bürokratik süreçlerin ve “hassas denge” argümanlarının, aslında sistemi korumak ve değişimi engellemek için nasıl kullanıldığını eleştiriyor. Ahmed, şikâyet etmenin bir duygu ve performans meselesi olduğunu da vurguluyor. Şikâyet edenlerin hissettiği öfke, hayal kırıklığı ve umutsuzluk ile kurumların bu duyguları nasıl yönettiği arasındaki gerilimi inceliyor. Ahmed, şikâyet etmenin aslında bir tür “feminist hayatta kalma pratiği” olduğunu, adaletsizliğe karşı bir duruş sergileme ve değişimi talep etme biçimi olduğunu öne sürüyor.

‘Şikâyet!”, sadece sorunları tespit etmekle kalmıyor, aynı zamanda şikâyet süreçlerinin nasıl daha adil, şeffaf ve destekleyici hale getirilebileceği konusunda da düşünsel zemin hazırlıyor. Ahmed, üniversitelerin ve diğer kurumların, şikayetleri bir fırsat olarak görmesi, öğrenme ve dönüşüm aracı olarak kullanması gerektiğini savunuyor. Kitap, şikâyet etme eyleminin politik bir potansiyeli olduğunu ve bu eylemin, mevcut iktidar yapılarını sorgulamak ve daha kapsayıcı, adil ortamlar yaratmak için nasıl kullanılabileceğini araştırıyor.

  • Künye: Sara Ahmed – Şikâyet!, çeviren: Sinem Sancaktaroğlu Bozkurt, Sel Yayıncılık, feminizm, 416 sayfa, 2025

Susan Arndt – Seksizm (2025)

Susan Arndt’ın ‘Seksizm’ kitabı, seksizmin sadece bireysel önyargılar değil, aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve politik sistemlerin derinlemesine yerleşmiş bir yapı olduğunu vurguluyor. Kitap, seksizmin tarihsel kökenlerini, günümüzdeki yansımalarını ve bu durumu değiştirmek için neler yapılabileceğini derinlemesine inceliyor.

Arndt, seksizmin sadece kadınları değil, erkekleri de etkilediğini ve toplumdaki cinsiyet rollerini sınırladığını belirtiyor. Kitapta, seksizmin neden bu kadar güçlü olduğu ve günümüzde ne gibi şekillerde ortaya çıktığı gibi sorulara yanıtlar aranıyor.

Yazar, seksizmin üstesinden gelmek için bireysel ve toplumsal düzeyde atılabilecek adımları ve uygulanabilecek stratejileri sunuyor. Farkındalık yaratmanın, eğitim verme ve politik değişimlerin önemini vurguluyor.

  • Künye: Susan Arndt – Seksizm: Eski Zamanlardan Beri Süregelen Baskı, çeviren: Beyza Akkurt, Yeni İnsan Yayınevi, siyaset, 368 sayfa, 2025