John Smith – 21. Yüzyılda Emperyalizm (2025)

John Smith’in bu çalışması, çağdaş kapitalizmin işleyişini küresel emek sömürüsü ve emperyalist ilişkiler üzerinden inceliyor. Yazar, günümüz emperyalizmini yalnızca askeri ya da siyasi güçle değil, aynı zamanda üretimin küresel ölçekte örgütlenmesi ve ucuz emeğin sömürülmesi üzerinden tanımlıyor.

Smith, özellikle küresel Güney’deki işçilerin düşük ücretlerle üretim sürecine dahil edilmesinin, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki sermaye birikiminin temel dayanaklarından biri olduğunu ileri sürüyor. Bu bağlamda Bangladeş’teki tekstil işçilerinden, Çin’deki fabrikalardan ve Meksika’daki montaj hatlarından örnekler veriyor. Ona göre, bu işçiler yalnızca ucuz işgücü sağlamıyor; aynı zamanda çok uluslu şirketlerin kâr oranlarını yükselten “süper sömürü”nün merkezinde bulunuyor.

‘21. Yüzyılda Emperyalizm: Küreselleşme, Aşırı Sömürü ve Kapitalizmin Nihai Krizi’ (‘Imperialism in the Twenty-First Century: Globalization, Super-Exploitation, and Capitalism’s Final Crisis’), neoliberal küreselleşmenin serbest ticaret ve yatırım politikalarıyla bu sömürü mekanizmalarını nasıl kurumsallaştırdığını ortaya koyuyor. Smith, gelişmiş ülkelerde işçi sınıfının yaşam standartlarının korunmasının bile büyük ölçüde küresel Güney’deki emek sömürüsüne bağlı olduğunu savunuyor. Böylece kapitalizmin merkez ülkelerde refah yaratırken çevre ülkelerde eşitsizlikleri derinleştirdiğini gösteriyor.

Smith ayrıca Marx’ın emek-değer teorisine dayanarak bugünün emperyalizmini teorik bir çerçeveye oturtuyor. Kapitalizmin yapısal krizlerini, aşırı üretim sorunlarını ve sermayenin sürekli kâr arayışını ele alarak sistemin sürdürülemezliğine dikkat çekiyor. Kitap, emperyalizmi yalnızca bir dış politika meselesi değil, küresel kapitalizmin ayrılmaz bir parçası olarak kavramsallaştırıyor.

  • Künye: John Smith – 21. Yüzyılda Emperyalizm: Küreselleşme, Aşırı Sömürü ve Kapitalizmin Nihai Krizi, çeviren: Banu Yılmaz, Yordam Kitap, siyaset, 480 sayfa, 2025

Sungur Savran – Ekonomi Politik ve Marksist Eleştirisi (2025)

Sungur Savran’ın ‘Ekonomi Politik ve Marksist Eleştirisi’ adlı eseri, yalnızca akademik bir doktora tezi değil; Marksist iktisadın temel kavramlarını, klasik ekonomi politikle olan hesaplaşmasını ve 20. yüzyılda yaşanan büyük teorik tartışmaları bütünlüklü bir şekilde sunan kapsamlı bir inceleme. Kitap, üç temel eksen etrafında yapılandırılmıştır ve her bir eksen, farklı okuma yolları öneriyor.

İlk olarak, kitap Marx’ın Kapital’ine derinlemesine bir giriş niteliğinde. Marx’ın kapitalist üretim tarzını analiz etme yöntemine dair kavramsal açıklık ve teorik tutarlılık, eserin temel direklerinden biri. Savran, Marx’ın emek-değer teorisinden artı-değer analizine kadar pek çok başlığı detaylı biçimde işliyor. Bu yönüyle eser, hem öğrenciler hem de Marksist iktisada ilgi duyanlar için bir referans kaynağı.

İkinci olarak, klasik ekonomi politiğin iki kurucu ismi olan Adam Smith ve David Ricardo ile Marx’ın ayrıştığı noktalar dikkatle ele alınıyor. Marx’ın, Smith ve Ricardo’dan devraldığı kuramsal temelleri nasıl radikal biçimde dönüştürdüğü ve onları kapitalizmin eleştirisine yönlendirdiği gösteriliyor. Bu çerçevede kitap, Marksist yöntemin tarihsel gelişimini anlamak isteyenler için güçlü bir karşılaştırmalı analiz sunuyor.

Üçüncü eksen, 20. yüzyılda Sraffacı yaklaşımın Marksist değere dayalı kurama yönelttiği eleştiriler çerçevesinde gelişen tartışmalara odaklanıyor. Piero Sraffa’nın ‘Malların Mallarla Üretimi’ adlı eseriyle başlayan bu teorik kırılma, değer teorisinin geçerliliği, emek kavramının önemi ve iktisadın yapısal çerçevesi üzerine yoğunlaşan bir polemik yaratmıştı. Savran, bu çetin teorik mücadeleyi yalnızca aktarmakla kalmıyor; eleştirel bir tutumla değerlendiyor ve tartışmanın merkezine Marksist ekonomi politiğin sürekliliğini yerleştiriyor.

‘Ekonomi Politik ve Marksist Eleştirisi’, sadece bir tarihsel arka plan sunmakla kalmıyor, aynı zamanda okuyucuyu bugünün dünyasında kapitalist sistemin çözümlemelerine dair yeni sorular sormaya teşvik ediyor.

  • Künye: Sungur Savran – Ekonomi Politik ve Marksist Eleştirisi: Smith, Ricardo, Marx, Sraffa, Yordam Kitap, inceleme, 384 sayfa, 2025

Aleksandr Meşçeryakov – Yaşama Uyanmak (2025)

Alexander Meşçeryakov’un bu kitabı, iletişim ve bilinç gelişiminin sınırlarını zorlayan etkileyici bir eğitim deneyimini anlatıyor. Meşçeryakov, Sovyetler Birliği’nde sağır ve kör çocuklarla yürütülen pedagojik çalışmaları hem insani hem de felsefi bir yaklaşımla ele alıyor. ‘Yaşama Uyanmak: Sovyetler Birliği’nde Kör-Sağır Çocukların Eğitimi Üzerine’ (‘Awakening To Life: on the education of deaf-blind children in the Soviet Union’), duyusal yoksunluk içinde dünyaya gelen çocukların, uygun yöntemlerle eğitildiklerinde toplumsal ve bireysel yaşama nasıl katılabildiklerini ortaya koyuyor.

Kitabın merkezinde, Zagorsk’taki ünlü eğitim kurumunda geliştirilen özel pedagojik yaklaşım yer alıyor. Meşçeryakov, çocukların eller aracılığıyla dünyayı tanımalarını sağlayan “dokunsal iletişim” yöntemini ayrıntılı biçimde açıklıyor. Bu yaklaşım, sadece akademik beceriler kazandırmayı değil, çocukların duygu, kimlik ve toplumsal aidiyet hissi geliştirmesini de hedefler. Yazar, duyusal engellerin zihinsel gelişim önünde mutlak bir engel olmadığını; uygun sosyal çevre ve pedagojik destekle bu engellerin aşılabileceğini vurguluyor.

Kitap, Sovyet pedagoji geleneğinin kolektivist ve insan merkezli yönünü de sergiliyor. Eğitimin amacı yalnızca bireyi bilgiyle donatmak değil, onun toplumla kurduğu ilişkiyi dönüştürmektir. Meşçeryakov’un yaklaşımı, Vygotsky’nin sosyal-kültürel kuramından etkilenmiş; bireyin zihinsel gelişimi, sosyal etkileşim ve ortak deneyim aracılığıyla gerçekleşir. Sağır-kör çocukların eğitimi bu açıdan bir istisna değil, pedagojik potansiyelin uç bir örneği olarak değerlendirilir.

‘Yaşama Uyanmak’, yalnızca özel eğitim alanına değil, insan doğasına, dilin ve ilişkilerin kurucu rolüne dair temel sorulara da ışık tutuyor. Meşçeryakov’un çalışması, eğitimin gücüne dair evrensel ve umut dolu bir tanıklık.

  • Künye: Aleksandr Meşçeryakov – Yaşama Uyanmak: Sovyetler Birliği’nde Kör-Sağır Çocukların Eğitimi Üzerine, çeviren: Ümit Şenesen, Yordam Kitap, eğitim, 304 sayfa, 2025

Sungur Savran – Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri 2 (2024)

Büyük kentlerimizin, ekonomik durumu iyi, eğitimi yüksek nüfusu nezdinde bir araştırma yapılsa ülkenin son çeyrek yüzyıl boyunca içinden geçmekte olduğu döneme ilişkin şu yargıya ulaşacak insan oranı çok yüksek çıkacaktır: “Türkiye hiç böylesine kötü bir dönemden geçmemişti.”

Sungur Savran tersini söylüyor: En az bugünkü kadar kötü bir dönemden geçmişti.

Üstelik bugün yaşanan bütün gericiliklerin kökleri de o dönemde yatıyor.

O dönem 12 Eylül’dür, yazarın kullandığı terimle “12 Eylül karşıdevrimi”dir.

Bu kitabın birinci cildi ilk kez 1992’de basılmıştı.

Bugüne kadar beş baskı yapan birinci cilt, 1908-1980 arası Türkiye’sini sınıf mücadelelerini merkeze alarak inceliyordu.

Uzun bir bekleyişten sonra yayınlanmakta olan ikinci cilt, hikâyeyi 1980’den yirminci yüzyılın sonuna getiriyor.

Kitabın üçüncü ve son cildi ise 2025 yılı içinde yayınlanacak.

Erdoğan ve AKP hâkimiyetinde geçen son çeyrek yüzyılı, cumhuriyet döneminin bütünü ile ilişkisi çerçevesinde ve dünyanın bugün yaşadığı gerici ortamla bütünlüğü içinde değerlendirecek.

Kitabın elinizdeki ikinci cildi, 12 Eylül karşıdevriminin Türkiye tarihinde esas dönüm noktası olduğunu ortaya koymayı hedefliyor.

Yazara göre Erdoğan dönemini anlamak için önce Kenan Evren-Turgut Özal dönemini anlamak gerekiyor.

Kitabın bu cildi de aynen birinci cilt gibi hem Türk hem Kürt solu üzerinde çok büyük etki yapmış olan sol liberal ideolojinin ve onun kendine hasım olarak bellemiş olduğu sol Kemalizmin, bunların her ikisini de karşısına alan bir üçüncü pozisyondan, Marksist sınıf mücadeleleri perspektifinden eleştirisini anlatımın merkezine yerleştiriyor.

  • Künye: Sungur Savran – Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri 2: 12 Eylül Karşıdevriminden 28 Şubat’a, Yordam Kitap, siyaset, 512 sayfa, 2024

Fatih Yaşlı – Antikomünist Şebeke (2024)

Türkiye’de milliyetçiliğin, sağın ve antikomünizmin tarihine ilişkin kitapları ve biyografi çalışmalarıyla tanıdığımız Fatih Yaşlı, bu kez, Türkiye’de yönetici sınıfın hegemonya krizleriyle dinselleşme arasındaki tarihsel ilişkiye ışık tutuyor.

“1923 paradigması nasıl çöktü, Cumhuriyet neden yıkıldı?” sorusundan yola çıkan Yaşlı, Türkiye’de düzenin üç farklı dönemeçte yaşadığı hegemonya krizlerini aşabilmek için devletle Türk sağı arasında bir mutabakat kurulduğunu ve bu mutabakatın da temelini antikomünizmin oluşturduğunu ileri sürüyor.

Bu mutabakatın bir ürünü olarak 1946-1980 yılları arasında Türkiye’de kişileriyle, yayınlarıyla ve örgütleriyle antikomünist bir şebekenin ortaya çıktığını savunan Yaşlı, 2000’li yıllardan başlayarak yaşanan tedrici rejim değişikliğini anlamak için bu antikomünist şebekeyi merkeze alan bir tarih okumasına ihtiyacımız olduğuna dikkat çekiyor.

Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden İlim Yayma Cemiyeti’ne, Büyük Doğu dergisinden Milliyetçiler Derneği’ne, Milli Türk Talebe Birliği’nden Aydınlar Ocağı’na bir şebekenin adım adım inşa edilişini gözler önüne seren çalışma, bu geleneğin AKP’nin kurmaya çalıştığı yeni rejim üzerindeki siyasi ve ideolojik etkisini çarpıcı ve berrak bir şekilde ortaya koyuyor.

‘Antikomünist Şebeke’, Türk sağının şeceresini çıkarmaya yönelik kapsamlı bir çalışma olmanın ötesinde, Türkiye tarihini tarihsel maddeci/sınıfsal bir perspektiften okuma çabalarına ufuk açıcı bir katkıda bulunarak, deneyimlemeye devam ettiğimiz şiddetli hegemonya bunalımını anlamaya ve açıklamaya yönelik yeni bir pencere açıyor.

  • Künye: Fatih Yaşlı – Antikomünist Şebeke: Örgütler, Kişiler, Yayınlar (1946-1980), Yordam Kitap, siyaset, 384 sayfa, 2024

Anna S. Tveritinova – Osmanlı Feodalizmi ve Sınıf Savaşımları (2024)

Sovyetler Birliği’nin en önemli Osmanlı tarihçisi, Doğubilimci ve Türkolog Anna S. Tveritinova, resmî tarihin tezleriyle hesaplaşarak, Osmanlı tarihine yeni bir ışık tutacak sorular soruyor:

  • Osmanlı devleti, sınıf mücadelelerini tanımayan, imtiyazsız, ahenkli bir sosyal düzene mi sahipti?
  • Osmanlı’nın sosyoekonomik yapısı nasıldı?
  • Osmanlı’nın Bizans ve Balkan fetihleri, bu halkları “feodalizmden özgürleştirdi” mi?
  • Şeyh Bedrettin ve Börklüce Mustafa isyanı, hangi tarihsel ve toplumsal şartların ürünüydü?
  • Halifeliğin Abbasilerden Osmanlılara devredildiği bir gerçek midir, yoksa sonradan uydurulmuş bir rivayet midir?
  • Osmanlı’nın gerilemesinin sebebi başa Türk olmayan yöneticilerin geçmesi midir?

Tveritinova, bunlar gibi pek çok soruya tarihsel materyalist yöntemle yanıt aradığı makalelerinde, Osmanlı tarihine dair Marksist ve bilimsel bir yaklaşım geliştirmeye çalışıyor.

Bu derlemede, ayrıca, Tveritinova’nın yaşamına ve eserlerine dair bir sunuş ile yayımlanmış eserlerine dair bir kaynakça da yer alıyor.

  • Künye: Anna S. Tveritinova – Osmanlı Feodalizmi ve Sınıf Savaşımları, derleyen ve çeviren: Alp Altınörs, Yordam Kitap, tarih, 160 sayfa, 2024

Michael Quante – Uzlaşmaz Marx (2024)

Dinî çatışmalar, doğal kaynaklar için verilen mücadeleler, savaşlar, Avrupa kapılarına dayanan mülteci akınları, iklim değişikliklerinin neden olduğu doğal afetler ve bunlara eşlik eden kıtlıklar…

‘Uzlaşmaz Marx’, günümüz kapitalizminin yarattığı bu yıkıcı kargaşa karşısında, onun uzlaşmaz muarızı Marx’ın analitik ve eleştirel gücünün güncelliğini vurguluyor.

Marx’ın düşünce sisteminin fikirler tarihi kanonunun tozlu raflarına kaldırılamayacak kadar canlı olduğunu hatırlatırken, bu güncelliğin sanılandan çok daha kapsamlı olduğuna işaret ediyor: Marx, son on yılda liberal ya da muhafazakâr iktisatçıların dahi sıklıkla hakkını verdiği üzere, basitçe ve sadece kapitalist ekonomik krizlerin bir teorisyeni değildir.

Marx’ın ekonomi politik eleştirisinin temel kavramları insan varoluşuna ilişkin bir dizi etik, felsefi, antropolojik tartışmanın kapısını aralar.

Michael Quante’ye göre Marx’ın “modern kapitalist toplum düzenine ilişkin analizi, içinde bulunduğumuz durumda sorun çözme potansiyeline ve eleştirel güce sahip olmaya devam eden felsefi kavramlarla desteklenmektedir” ve Marksist düşünce, güncelliğini öncelikle bu tartışma izleklerine borçludur.

Yazar, ‘Uzlaşmaz Marx: Kargaşa İçindeki Dünya’yı tam da Marx’ın düşüncesindeki bu kalıcı potansiyeli ve gücü akademik tartışmaların ötesine taşımak, günümüz okurlarına “kendi yaşam gerçekleri üzerine düşünmelerini ve böylece eleştirel bir mesafe koymalarını sağlayabilecek düşünce motiflerini ve içgörüleri” sunmak için kaleme almış.

Zira dünya halklarının “krizlere ve küreselleşmeyle beraber her yerde hüküm süren zorluklara karşı tepkisini, milliyetçilikle, dışlamayla ve çözüm yerine sadece yeni baskılar vadeden siyaseten gerici stratejilerle” verdiğini kaygıyla not düşer.

  • Künye: Michael Quante – Uzlaşmaz Marx: Kargaşa İçindeki Dünya, çeviren: Sezer Karagöz, Yordam Kitap, siyaset, 128 sayfa, 2024

Neil Faulkner – Tırmanan Faşizmin Kitle Psikolojisi (2024)

Dünyanın farklı coğrafyalarında otoriter sağın ve faşist hareketlerin güçlenmesine tanıklık ediyoruz.

Günümüz dünyası faşist bir irrasyonalizm kasırgasının etkisi altında.

Dinmek bilmeyen bu kasırga otoriterlik, milliyetçilik, ırkçılık, kadın düşmanlığı, homofobi, narsisizm, komplo teorileri ve hakikatin önemini yitirmesi türünden belirtilerle dışavuruyor kendini.

Ünlü Marksist tarihçi Neil Faulkner bu kısa ve özlü kitabında, Marksist-Freudyen teoriden yararlanarak faşizmin kitle psikolojisinin güncel bir analizini sunuyor.

Faulkner, Marksizmi psikanalizle yoğururken ikisinin de sınırlarını genişleten; ancak bunu teorik bir cambazlık arzusuyla değil, günümüzün yaygın narsisistik-otoriter kişiliğini geçer akçe kılan özgürlük korkusu ve psikotik öfkenin sebeplerini kavrama maksadıyla yapıyor.

Faşizm ile otoriterliğin insanların zihinleri ve ruhlarına zoraki istikamet iddiasıyla çıkardığı bu celbin, esasen demokrasinin başını ezmeye çalışan neoliberal sömürü ve baskı sistemine hizmet ettiğini gözler önüne seriyor.

Kitaptan bir alıntı:

“Umut sınıf mücadelesindedir. Kapitalizm evreninde yaşanan zihinsel ıstırabı sona erdirmek, yani narsisizme, otoriterliğe ve faşizmin kitle psikolojisine yol açan toplumsal koşulları ortadan kaldırmak için müşterekleri yeniden halka vererek, iktisadi ve toplumsal yaşam üzerinde demokratik bir denetim kurarak, doğa ile toplum arasındaki metabolik kopuşu tedavi ederek yabancılaşmanın üstesinden gelmek zorundayız. Sevgi ile emeğin -işbirliği, dayanışma ve özgürlüğe dayanan- yeni topluluklarda çiçek açabileceği bir dünya yaratmak zorundayız.”

  • Künye: Neil Faulkner – Tırmanan Faşizmin Kitle Psikolojisi: Marksist-Freudyen Bir Analiz, çeviren: Utku Özmakas, Yordam Kitap, siyaset, 96 sayfa, 2024

Kristen R. Ghodsee – Kızıl Savaşçı Kadınlar (2023)

‘Kızıl Savaşçı Kadınlar’, sosyalist kadın hakları aktivizminin tarihini bu tarihin önde gelen beş figürü üzerinden anlatıyor: Sovyetler’in kadınlara yönelik politikalarına şekil veren teorisyen, siyasetçi ve diplomat Aleksandra Kollontay; kendini halk eğitimine adamış Nadejda Krupskaya; Komünist Parti Kadın Birimi Jenotdel’in kurucularından İnessa Armand; efsanevi keskin nişancı Lüdmila Pavliçenko ve Bulgar Kadın Hareketi Komitesi’nin yirmi iki yıl boyunca başkanı olan Elena Lagadinova.

Bu beş kadının yaşam öykülerinden yola çıkan Kristen Ghodsee, sosyalist kadınların mücadelelerini, başarılarını ve önlerine çıkan engelleri anlatırken geçtiğimiz yüzyılın kadın hakları mücadelesini yaşadığımız çağa bağlıyor.

İç çatışmalarla, çelişkilerle, birlikte çıkılan veya ayrılan yollarla ama aynı zamanda da büyük bir azimle, yaratıcılıkla ve başarılarla dolu beş yaşam öyküsü.

Hayatları boyunca ince bir çizginin üzerinde yürümek zorunda kalan kızıl savaşçı kadınlar kadın mücadelesine büyük bir sadakatle bağlı kaldılar; yeni çözümler ürettiler, siyasi projeler geliştirdiler ve bizlere bugüne dair yeni sözler ederken mutlaka dikkate alınması gereken bir deneyim bıraktılar.

Yirminci yüzyıl kadın hareketine Doğu Avrupa’nın ve Sovyetler’in devrimci politikalarından yola çıkarak bakan ‘Kızıl Savaşçı Kadınlar’, kadın hareketinin, Batı tarihçiliğinin ilgisiz kaldığı sosyalist yönüne ışık tutuyor ve bu hareketin radikal geçmişiyle yeniden bağlantı kuruyor.

Toplumu ve değişmez sanılan kuralları değiştirmek ve daha adil bir dünya kurabilmek için erkek yoldaşlarıyla omuz omuza çarpışan bu kadınların hem uluslararası etkileri hem de başarıları belki gözden kaçırıldı, ama kesinlikle unutulmadı.

Kadın hareketi üzerinde öyle bir etki bıraktılar ki aslında yaşadıkları başarısızlıklar bile ne kadar devrimci olduklarının bir kanıtı sayılmalı.

‘Kızıl Savaşçı Kadınlar’, sadece yirminci yüzyıl kadın hareketine dair yazılan hikâyenin değil, aynı zamanda Sovyetler ve Doğu Avrupa tarihinin de eksik kalan sayfalarını tamamlıyor.

  • Künye: Kristen R. Ghodsee – Kızıl Savaşçı Kadınlar: Beş Devrimci Kadından Dersler, çeviren: Senem Erdoğan, Yordam Kitap, siyaset, 224 sayfa, 2023

Aleksandra Kollontay – Sovyet Kadını (2023)

Aleksandra Kollontay (1872-1952), Rus devrimci hareketinin etkili önderlerinden, sınıflar üstü bir kadın mücadelesine kararlılıkla karşı çıkan Marksist bir düşünür, Ekim Devrimi’nin ardından Bolşevik hükümette yer alan ilk kadın komiser (bakan), barış için gösterdiği çabalarla dünyanın saygısını kazanmış bir kadın diplomat…

Kollontay’ın fikirleri, Sovyet Rusya tarihi içinde de Marksist feminizmin düşünsel mirası içinde de yeterince tartışılmadı.

Oysa Kollontay’ın boyun eğmeyen, dolaysız bir üslupla kaleme aldığı yazıları, radikal bir düşünürün ve Sovyet Rusya’da geliştirilmeye çalışılan sosyalist pratiğe sorumluluk hissiyle bağlı bir yöneticinin derinlikli ve önemli düşünceleriyle doludur.

Kollontay’ın yaşamı sırasında görece gölgede kalmasına getirilmiş açıklamalardan biri, aşk, cinsellik ve evlilik meselelerindeki görüşleri fazlasıyla serbest olduğu için sosyalist düzen tarafından bir kenara itildiğidir.

‘Sovyet Kadını’, Kollontay’ın siyasi yaşamının farklı evrelerinde zihnini meşgul eden çeşitli meseleler üzerine yazdığı yazılardan ve yaptığı konuşmalardan derlenmiş on iki makaleden oluşuyor.

Yeni bir toplumun yaratılmasına dair güçlü umutlarla ortaya konduğu açıkça hissedilen bu makaleler, sosyalist kadın hareketinin talepleri, çağdaş burjuva toplumunun yarattığı “cinsel kriz”in nasıl aşılacağı, kadınların özgürleşmesi için sosyalist devletin sorumlulukları gibi pek çok konuda bugün de tartışmalar açabilecek parlak gözlemler içeriyor.

Son bölümde yer verilen Kollontay’ın anıları ise siyaset ve mücadeleyle geçmiş bu ömrün, yeni bir dünya yaratma ülküsünden hiç vazgeçmediğini gösteriyor:

“Benim hayatım, bir örnek olarak eskimiş çifte standart garabetini diğer kadınların hayatından da defetmeye hizmet edebilir. Bu, şahsi varoluşumun en önemli anlamıdır.”

  • Künye: Aleksandra Kollontay – Sovyet Kadını (Seçme Yazılar), çeviren: Deniz Tuna, Yordam Kitap, kadın, 160 sayfa, 2023