Ludovic Slimak – Çıplak Neandertal (2025)

Ludovic Slimak’ın bu çalışması, Neandertalleri modern zihnin hazır kalıplarından arındırarak yeniden düşünmeye çağıran radikal bir çalışma sunuyor. Slimak’a göre elimizde Neandertallere dair resimler, süs eşyaları, tören kalıntıları ya da sembolik anlatımlar yok; yalnızca kemikler, taşlar ve belirsiz ipuçları var. Bu eksiklik yüzünden Neandertali anlamak yerine ona kendi bakış açılarımızı giydiriyor, onu “insan” ile “yaratık” arasında sıkışmış bir karikatüre dönüştürüyoruz. Oysa sorun materyal eksikliğinden çok, kendi önyargılarımızdan sıyrılmayı beceremeyişimiz.

Slimak, Neandertallerin bizden başka türlü düşünen, üreten ve yaşayan bir insanlık olabileceği ihtimalinin modern zihin için rahatsız edici olduğuna dikkat çekiyor. Dahası, bu başka insanlığın ortadan kaybolmasında Homo sapiens’in doğrudan veya dolaylı payı olabileceğini kabul etmek de kolay değil. ‘Çıplak Neandertal: İnsan Denen Yaratığı Anlamak’ (‘Neanderthal nu: Comprendre la créature humaine’), bu nedenle Neandertali “medenileştirmeye” ya da bize benzetmeye çalışan yaklaşımları sorguluyor; onları şapkalardan, elbiselerden, insan-merkezci hikâyelerden sıyırarak kendi varoluş koşulları içinde anlama çabasına giriyor.

Otuz yılı aşan saha deneyimine sahip bir arkeolog ve kültürel antropolog olan Slimak, kitabında Türkiye’den Etiyopya’ya, Cibuti’den Rusya’nın kutup bölgelerine ve Akdeniz coğrafyasına uzanan 54 arkeolojik kazıdan elde ettiği bulguları harmanlıyor. Neandertallerle erken Homo sapiens toplulukları arasındaki teması, çatışmayı ve ayrışmayı yeni bir perspektifle okuyor.

Neandertalleri romantikleştirmeden ya da şeyleştirmeden, onu kendi sessiz tarihinin içinden görmeyi hedefleyen bir çalışma. Bu yönüyle hem insanlığın evrimine dair yerleşik kabulleri sarsıyor hem de bizi kendi türümüzün nasıl bir varlık olduğunu yeniden düşünmeye davet ediyor.

  • Künye: Ludovic Slimak – Çıplak Neandertal: İnsan Denen Yaratığı Anlamak, çeviren: Sarp Kaya, Monografi Yayınları, arkeoloji, 160 sayfa, 2025

Oğuz Tekin – Roma ve Bizans Dünyasında Para (2025)

Oğuz Tekin’in ‘Roma ve Bizans Dünyasında Para: Tarihi Sikkelerden Okumak’ adlı çalışması, sikkeleri yalnızca birer ekonomik nesne olarak değil, Roma ve Bizans dünyasının siyasetini, kültürünü, inançlarını ve toplumsal yapısını anlamamıza yardımcı olan birer tarihsel belge olarak ele alıyor. Yazar, MÖ 4. yüzyıl sonlarında Roma’da sikke basımının başlamasından, XI. Konstantinos döneminin son Bizans sikkelerine kadar uzanan yaklaşık 1800 yıllık geniş bir zaman dilimini kapsayan bir panorama sunuyor.

Kitap, Roma devletine ait sikkelerden Roma kolonilerinin bastığı örneklere, imparatorluk egemenliği altındaki kentlerin yerel sikkelerinden Bizans döneminin karakteristik tiplerine uzanan dört ana başlık etrafında şekilleniyor. Bu çeşitlilik, Akdeniz dünyasını yönlendiren devletlerin ekonomik tercihlerinden dinsel sembollerine, mitolojik anlatılarından siyasi propaganda yöntemlerine kadar birçok dinamiği gözler önüne seriyor. Zengin görsel malzeme eşliğinde sunulan bu içerik, hem meraklı okuyuculara hem de konuya akademik ilgi duyanlara dönemin atmosferini canlı biçimde hissettiriyor.

Tekin’in çalışması yalnızca sikkeleri tanıtmakla kalmıyor; üzerlerindeki tasvirlerin, lejantların, sembollerin ve mitolojik göndermelerin nasıl okunabileceğini de adım adım açıklıyor. Böylece numismatik alanında temel metodolojiye ihtiyaç duyan tarih ve arkeoloji öğrencilerine pratik bir rehber sunuyor. Tasvir tiplerini yorumlama, sembolleri teşhis etme ve kronolojik bağlam kurma gibi araştırmacılar için kritik beceriler, kitabın önemli katkılarından biri olarak öne çıkıyor.

Sonuç olarak eser, Roma ve Bizans dünyasını paranın dili üzerinden anlamaya davet eden; siyaset, ekonomi, kültür ve dinin kesiştiği noktaları somut buluntularla aydınlatan kapsamlı bir başvuru kaynağı ortaya koyuyor.

  • Künye: Oğuz Tekin – Roma ve Bizans Dünyasında Para: Tarihi Sikkelerden Okumak, Koç Üniversitesi Yayınları, arkeoloji, 724 sayfa, 2025

Cătălin Pavel – Bizi İnsan Yapan Hayvanlar (2025)

Cătălin Pavel’in bu kitabı, insanın doğayla ve özellikle hayvanlarla kurduğu ilişkiyi arkeolojik bulgular üzerinden yeniden düşündürüyor. Yazar, hayvanları yalnızca ekonomik ya da biyolojik birer unsur olarak değil, insanın kimlik ve anlam üretme süreçlerinin asli ortakları olarak görüyor. Kürk, kuyruk ve tüy imgeleri kitabın eksenini oluşturuyor; bunlar hem maddi kültürün izlerini hem de insan zihninin sembolik yaratıcılığını temsil ediyor. Arkeozoolojik kalıntılar, kemikler, süs eşyaları ve sanat nesneleri aracılığıyla, insanın hayvanlarla kurduğu çok katmanlı ilişkinin tarih boyunca nasıl evrildiği gösteriliyor.

Pavel’e göre hayvanlar, insanın düşünme biçimini, duygusal deneyimini ve toplumsal örgütlenmesini biçimlendiriyor. İnsan kültürünün tarihi, aslında insan-hayvan ortaklığının tarihiyle iç içe geçiyor. Köpeklerin sadakati, kedilerin gizemi, kuşların özgürlük imgesi ya da atların güç sembolü oluşu hem biyolojik hem kültürel bir miras taşıyor. Bu ilişkilerde hayvanlar insanın yalnızca yansıması değil; aynı zamanda onun dünyayı anlamlandırma aracına dönüşüyor.

‘Bizi İnsan Yapan Hayvanlar: Arkeolojide Kürk, Kuyruklar ve Tüyler’ (‘Animalele care ne fac oameni. Blană, cozi și pene în arheologie’), doğa ile kültür arasındaki sınırın geçirgen olduğunu savunuyor. Arkeolojik izler, insanın hayvanlarla birlikte ürettiği anlam dünyasının kalıntılarını barındırıyor. Pavel, bu bulgular üzerinden insanı tanımlamanın yeni yollarını arıyor. Hayvanların insan tarihindeki yerini yeniden yorumlarken, insanın kendi doğallığını unutmuş modern benliğine de bir ayna tutuyor. Bu nedenle eser hem bilimsel hem felsefi bir sorgulama niteliği taşıyor.

  • Künye: Cătălin Pavel – Bizi İnsan Yapan Hayvanlar: Arkeolojide Kürk, Kuyruklar ve Tüyler, çeviren: Metin Ömer, Gordium Yayıncılık, tarih, 363 sayfa, 2025

Damla Selin Tomru – Göbeklitepe ve Neolitik Gizemleri (2025)

Göbeklitepe… İnsanlık tarihinin başlangıç çizgisini yerinden oynatan gizemli bir yapı. Sıradan bir arkeolojik keşif değil; aksine, binlerce yıl öncesinden gelen bir meydan okuma. Tarımın, yazının ya da şehirlerin değil, inancın medeniyeti başlattığını öne süren bu yer, yerleşik hayata dair ezberleri bozar. Göbeklitepe’de ortaya çıkan her taş, insanlık tarihine yeniden bakmamızı sağlayan birer şifre gibidir.

Damla Selin Tomru bu kadim yapının izini süren bir anlatıcı olarak karşımıza çıkar. Arkeolojik verileri yalnızca bilgi kırıntısı olarak değil, bir sezgi haritasının parçaları gibi ele alır. Kitapta yer alan uzman görüşleri, bilimsel bulgularla spiritüel düşünce arasında köprü kurar. Bu yaklaşım, Göbeklitepe’yi yalnızca geçmişe ait bir yapı değil, bugüne dair derin soruların da kaynağı haline getirir.

Yazar, 12.000 yıl öncesinde temellenmiş bir soruyu ortaya koyar: İnsan hangi duyguyla, hangi ihtiyaçla kutsalı inşa etti? İnanç, korkudan mı doğdu, yoksa birliği arzulayan bir sezgiden mi?

‘Göbeklitepe ve Neolitik Gizemleri’, yalnızca taşlarla örülü bir geçmişe değil, anlamla dokunmuş bir geleceğe de kapı aralıyor. Mezopotamya’nın bereketli topraklarında başlayan bu yolculuk, medeniyetin kökenine olduğu kadar insan ruhunun derinliklerine de uzanıyor. Bir keşiften fazlası: belki de insanlığın kendini yeniden hatırlayış biçimi.

  • Künye: Damla Selin Tomru – Göbeklitepe ve Neolitik Gizemleri, Kanon Kitap, tarih, 164 sayfa, 2025

Michael Maass – Antik Delphi (2025)

Michael Maass’ın ‘Antik Delphi’ adlı eseri, Antik Yunan’ın en önemli kutsal merkezlerinden biri olan Delphi’ye kapsamlı bir bakış sunuyor. Yazar, bu eserinde Delphi’nin sadece bir tapınak kompleksi değil, aynı zamanda siyasi, ekonomik ve kültürel bir merkez olduğunu vurguluyor.

Delphi’nin tarihsel sürecini, Apollon Tapınağı’nın mimari yapısını, orakl geleneğini, şehir devletleri ile ilişkilerini, kültürel etkisini ve arkeolojik kazılardan elde edilen bulguları detaylı bir şekilde inceleyen Maass, okuyucuyu antik dünyanın bu gizemli merkezine eşsiz bir yolculuğa çıkarıyor.

Kitap, Delphi’yi sadece bir Yunan mabedi olarak değil, aynı zamanda uluslararası öneme sahip bir merkez olarak ele alıyor. Şehir devletlerinin, krallıkların ve hatta uzak diyarlardan gelen ziyaretçilerin bu kutsal alana bıraktığı izler, Delphi’yi sadece bir Yunan mabet kompleksi olmaktan çıkarıp, uluslararası öneme sahip bir merkez hâline getiriyor.

Maass, Delphi’nin kutsal yapısını oluşturan Apollon Tapınağı, Omphalos Taşı ve Tholos gibi anıtsal eserlerin mimari ayrıntılarını etkileyici bir anlatımla okuyucuyla buluşturuyor. Geçirdiği dönüşümlere, uğradığı yıkımlara rağmen günümüzde bile büyüsünü koruyan Delphi yüzyıllardır verdiği mesajı, Maass’ın satırlarıyla bir kez daha bize ulaştırıyor: Kendini Bil!

Kısacası, ‘Antik Delphi’ sadece bir arkeolojik çalışma değil, aynı zamanda Antik Yunan dünyasının siyasi, kültürel ve dini yapısı hakkında derinlemesine bir inceleme. Michael Maass, bu eseriyle okuyuculara Delphi’nin sadece bir yer değil, aynı zamanda bir fikir, bir inanç sistemi ve antik dünyanın kalbi olduğunu gösteriyor.

  • Künye: Michael Maass – Antik Delphi: Antik Dünyanın Gizemli Merkezine Kısa Bir Yolculuk, çeviren: Tuna Akçay, Runik Kitap, tarih, 142 sayfa, 2025

Robert J. Sharer – Maya Uygarlığında Günlük Hayat (2025)

Robert Sharer’ın ‘Maya Uygarlığında Günlük Hayat’ adlı eseri, Amerika’nın gizemli uygarlıklarından biri olan Mayaların günlük hayatlarına dair kapsamlı bir inceleme sunuyor.

Sharer, kitabında Maya toplumunun sosyal, ekonomik ve kültürel yapısını, günlük ritüellerini, inanç sistemlerini ve sanatsal ifade biçimlerini detaylı bir şekilde ele alıyor. Yazar, arkeolojik bulgular, tarihi metinler ve günümüz Maya toplulukları hakkındaki araştırmalar ışığında, Maya yaşamının zengin ve karmaşık bir yapıya sahip olduğunu ortaya koyuyor.

Kitapta, Maya şehirlerinin planlanması, mimarisi ve şehir yaşamı; tarım teknikleri, ticaret yolları ve ekonomik sistem; dinî inançlar, tanrılar ve ritüeller; yazım sistemi ve astronomi bilgileri gibi konulara yer veriliyor. Ayrıca, Maya sanatının farklı ifade biçimleri, giyim kuşam, yemek kültürleri ve sosyal hiyerarşi gibi konular da inceleniyor.

Sharer, Maya toplumunun sadece piramitleri ve takvimleriyle değil, aynı zamanda gelişmiş bir tarım sistemi, karmaşık bir sosyal yapı ve zengin bir kültürel mirasa sahip olduğunu vurguluyor. Yazar, Maya uygarlığının çöküşünün nedenleri üzerine de çeşitli teorileri değerlendirerek, bu medeniyetin bıraktığı etkilerin günümüz dünyası için hala önemli olduğunu gösteriyor.

‘Maya Uygarlığında Günlük Hayat’, hem akademik bir çalışma hem de popüler bir kitap olarak kabul edilebilir. Kitap, Maya uygarlığına ilgi duyan herkes için anlaşılır bir dilde yazılmış ve zengin görsel materyallerle desteklenmiş.

  • Künye: Robert J. Sharer – Maya Uygarlığında Günlük Hayat, çeviren: Tufan Göbekçin, Alfa Yayınları, tarih, 416 sayfa, 2025

Serdal Akyurt – Mimari Şehir Arkeolojisi (2024)

Roma İmparatorluğu’nun Anadolu’daki kent kurma deneyimleri, özellikle Bithynia bölgesindeki Nikaia şehri üzerinden incelendiğinde, antik çağ şehir planlamasının incelikleri ortaya çıkar.

Bu çalışma, Roma’nın planlama anlayışının kökenlerini, amacını, hukuki boyutunu ve teknik altyapısını mercek altına alıyor.

Nikaia örneğiyle, Roma’nın planlama sürecindeki tüm aşamalar, karşılaşılan sorunlar ve çözümler detaylı bir şekilde inceleniyor.

Özellikle, decumanus maximus ve kardo maximus gibi ana aksların kent ve bölge planlamasındaki rolü üzerinde duruluyor. Bu çalışma, Roma şehir planlamasının sadece teknik bir uygulama değil, aynı zamanda siyasi, sosyal ve kültürel bir süreç olduğunu gösteriyor.

Başka bir deyişle bu araştırma, Roma İmparatorluğu’nun Anadolu’da kurduğu şehirlerden biri olan Nikaia’yı örnek alarak, antik çağın en gelişmiş şehir planlama anlayışlarından birini mercek altına alıyor. Roma’nın planlama ilkeleri, teknikleri ve şehirlerin fiziksel yapısına etkileri, Nikaia örneği üzerinden detaylı bir şekilde inceleniyor.

Çalışma, Roma’nın şehir planlamasında kullandığı yol ağları, su sistemleri, kamu binaları gibi altyapı unsurlarının yanı sıra, bu planların sosyal ve kültürel hayat üzerindeki etkilerini de ele alıyor. Böylece, Roma’nın şehir planlama anlayışının, modern şehir planlamasına olan etkileri de tartışılıyor.

  • Künye: Serdal Akyurt – Mimari Şehir Arkeolojisi: Anadolu’da Roma Dönemi Kent Planlama Uygulamaları ve Teknikleri -Nikaia Örneği-, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, arkeoloji, 151 sayfa, 2024

Çağatay Yücel, Bahar Çerioğlu – Zagros Bölgesi Tarih Öncesi Dönem Piedmont Yerleşimleri (2024)

Mezopotamya’nın Kuzeydoğusunda yer alan Zagros Dağları’ndaki tarih öncesi yaşamı derinlemesine inceleyen kapsamlı bir çalışma.

Bu kitap, Paleolitik Dönem’den Neolitik Dönem’e kadar uzanan geniş bir zaman diliminde Zagros coğrafyasının, ikliminin ve bölgedeki insan topluluklarının evrimini ele alır.

İlk bölümler, Zagros bölgesinin araştırma tarihçesine ve bu bölgedeki çeşitli Paleolitik kültürlere odaklanırken, sonraki bölümlerde Neolitik Dönem perleşimlerinin yapısı, tarımın ve hayvancılığın gelişimi detaylandırılıyor.

Kitap, aynı zamanda tarih öncesi sanat ve inanç sistemlerine dair önemli bulgulara ışık tutuyor.

Arkeolojiye ve tarih öncesi kültürlere ilgi duyan herkes için eşsiz bir başvuru kaynağı olan bu eser, Zagros’un benzersiz kültürel mirasını kapsamlı bir şekilde sunmaktadır.

  • Künye: Çağatay Yücel, Bahar Çerioğlu – Zagros Bölgesi Tarih Öncesi Dönem Piedmont Yerleşimleri, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, arkeoloji, 228 sayfa, 2024

Ali Umut Türkcan – Tanrıları Taştandı (2023)

Şanlıurfa Harran bölgesi Tek Tek Dağları’nda keşfedilen ve 1995’te kazılmaya başlanan sıra dışı tapınak yapıları ile Göbekli Tepe, Önasya’da Neolitik Çağ’ın başlangıcındaki basit avcı-toplayıcı toplulukların çok ötesinde, gelişkin soyutlaştırmalara ve standart bir simgecilik anlayışına dayanan dinî kurumlara sahip ve gelişkin yerleşim modelleri sunan bir toplum yapısı ile karşı karşıya olunduğunu göstermiştir.

Bu tapınaklar ve görülen standartlaşan zengin, eşine az rastlanır bir ikonografi anlayışının Mezopotamya’da yaklaşık 5000 sene sonra daha çok Uruk Dönemi’nin (Güney Mezopotamya’da) sonunda erken devlet biçimlerinin çıkışına kadar görülmeyişi de ilginçtir.

Bu olguların, dönemin anlayışı içinde kavranması ağır ilerlerken, tarihsel tartışma içinde konu ancak Göbekli Tepe’de ortaya çıkan sıra dışı ve anıtsal yapı grubu ile tartışmayı ivmelendirmiş ve 1990’ların ikinci yarısından sonra “söylemin” Göbekli Tepe’de rastlanan anıtsal işgücü ve kolektif organizasyonu gösteren bu anıtsal tapınak yapılarında görülen emek yoğunluğun, uzmanlaşma ve toplumsal örgütlenme örüntülerini açıklamakta yeterli olamadığı anlaşılmıştır.

Bugüne kadar hâlâ bu yapıların Schmidt ve Özdoğan tarafından tapınak olarak adlandırılmalarına rağmen, geçmişten gelen şüpheci ve kafa karışıklığının etkisiyle hâlâ Göbekli Tepe ve Nevalı Çori yapılarının “komünal yapı”, “kamu yapısı” ve bunun gibi sınıflandırmalar konunun anlaşılmasını zorlaştırmakta ve bir dikotomi oluşturmaktadır.

Ali Umut Türkcan bu 60 yıl içinde ortaya çıkan bulguları, artık tartışmasız olarak kabullenilmiş sonuçları, anıtsal yapıları, heykelleri, kabartmaları ve dikilitaşları bu kitapta bütüncül bir bakış açısıyla ele alarak tanıtmaktadır.

Kitap, sıra dışı nesneleri yapma isteği ve zamanı olmadığını düşündüğümüz, inanç, büyü ve tılsımı kilden basit küçük heykelcikler ya da kayaları çiziktirdikleriyle gerçekleştirdiklerini düşündüğümüz “Neolitik topluluk” tanımının birkaç on yıl içinde nasıl olup da bu kadar değiştiğini yansıtmasıyla, çok önemli.

  • Künye: Ali Umut Türkcan – Tanrıları Taştandı: Yukarı Mezopotamya Neolitik Dönem Anıtsal Kült Yapıları ve Gelişimi, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, arkeoloji, 312 sayfa, 2023

Mustafa Armağan – Göçebeliğin Etnoarkeolojisi (2024)

Göçebeliğin tarihsel serüvenini arkeolojik perspektifle ele alan bu kitap, göçebeliğin dünyasına farklı pencereler açmayı hedeflemiş arkeoloji biliminin süzgecinden bir göçebe dünyası resmetmiştir.

İnsanlık tarihini şekillendiren yaşam biçimlerinden biri olan göçebeliğin; nasıl ortaya çıktığı, nasıl değişim ve dönüşüm gösterdiği, coğrafi ve kültürel farklılaşmaya nelerin etken olduğu, kültürel farklılıkların maddi ve manevi kültüre olan yansımalarının neler olabileceği gibi sorulara verilecek cevaplar insanlık tarihine, doğrudan insana ışık tutacak nitelikte.

Bu bağlamda yapılan çalışmalar pek çok bilimsel disiplinin farklı penceresinden yürütülse de arkeoloji biliminin bu doğrultuda söyleyecekleri ayrıca önemlidir.

Kitapta göçebe yaşamın; göçerlik stratejisinin maddi kültüre yansımasının neler olduğu, arkeolojik perspektiften nasıl yorumlanabileceği ve göçebeliğin araştırılmasında arkeolojik metodolojinin yaşadığı sorunlara yönelik genel bir çalışma yürütülmüş, etnoarkeolojik yöntemler kullanılarak saha araştırmaları yapılmış.

Bu saha araştırmaları kapsamında; Konya-Karaman-Mersin illerinin kırsalında göçebe yaşamı kadim geleneklerle sürdüren Sarıkeçili göçebeleri incelenmiş.

Yapılan bu araştırmayla göçebe arkeolojisi kavramına farklı pencereler açılarak göçebeliğin bilimsel çerçevede daha iyi anlaşılması ve yorumlanmasına katkı sunulmuş.

Kitap Sarıkeçili göçerlerinin tanıtımının ötesinde, göçebe yaşamın kavramsal kurgusu ile etnoarkeolojisini de öne çıkartmış, farklı tanım ve yaklaşımları da tanıtmış.

Kitapta göçebe arkeolojisi ile etnoarkeoloji gibi çoğu kez göz ardı edilen konuların gündeme taşınmış olması sevindirici.

  • Künye: Mustafa Armağan – Göçebeliğin Etnoarkeolojisi (Sarıkeçililer), Arkeoloji ve Sanat Yayınları, arkeoloji, 168 sayfa, 20224