Cemal Bâli Akal – Görünmeyen Machiavelli (2025)

Cemal Bâli Akal’ın ‘Görünmeyen Machiavelli’ adlı çalışması, Machiavelli’yi yalnızca ‘Hükümdar’ üzerinden okuyan yerleşik alışkanlığı kökten sarsıyor. Akal, Machiavelli’nin düşüncesinin tek bir metne sıkıştırılmasının onu basitleştirdiğini, ‘Söylevlerin’ de çoğu kez aynı dar yorum havuzuna çekildiğini göstererek okuru çok daha geniş bir düşünsel evrene davet ediyor. Kitap, “kötülüğü meşrulaştıran otoriter Machiavelli” ile “cumhuriyetçi, halkçı Machiavelli” gibi iki uç ve yüzeysel imgenin nasıl üretildiğini, bu ikiliğin ardında yatan teorik tembelliği ve siyasal mirasın nasıl yanlış kodlandığını açığa çıkarıyor.

Akal’ın argümanı, Machiavelli’nin bütün eserlerine birlikte bakıldığında Epikurosçu-Lucretiusçu bir damar taşıdığı, teleolojik ve idealist düşünce geleneklerine karşı radikal bir gerçekçilik geliştirdiği şeklinde. Bu yaklaşım, onu beklenmedik biçimde İbn Rüşd’den Sade’a, Spinoza’dan Marx ve Nietzsche’ye uzanan yönetim-karşıtı düşünce hattıyla buluşturuyor. Böylece Machiavelli, kalıplaşmış “Makyavelizm” etiketinden sıyrılarak kuşku, belirlenimsizlik ve maddi koşullar üzerinden siyasal analize yönelen bambaşka bir figür olarak beliriyor.

Akal’ın kitabı, hem siyasî teorinin klişelerini hem de Machiavelli’ye atfedilen popüler mitleri sökerek “görünmeyen” bir düşünürü görünür kılan kapsamlı bir yeniden okuma öneriyor; okuru, alışıldık ezberlerin ötesinde çok katmanlı bir Machiavelli ile yüzleşmeye çağırıyor.

  • Künye: Cemal Bâli Akal – Görünmeyen Machiavelli, Zoe Kitap, hukuk, 224 sayfa, 2025

Kolektif – Somut Hukuk, Somut Tahlil (2025)

‘Somut Hukuk, Somut Tahlil’ son dönemde yapılan çeşitli hukuki düzenlemelere ilişkin değerlendirmeleri bir araya getiriyor. Sırasıyla madencilik, gıda ve beslenme, idare karşısında hak arama, iş uyuşmazlıkları ve arabuluculuk, toplu pazarlık ve toplu iş sözleşmesi, göçmen emek rejimi, konut hakkı ve barınma sorunu, planlı kalkınmanın dönüşümü ve son olarak kamu sağlığı ve şehir hastaneleri konularında yazılar içeren bu derlemenin temel amacı, hukuk iletişiminin sürdüğü her alanı bir sınıf sorunu olarak görmenin bir yolunu bulmak.

Derleme, bu yolu ararken hukuk sistemini, özerk değil, son tahlilde belirlenen bir sistem olarak ele alıyor. Ancak, hukukun üstyapı alanını bütünüyle kuşatan kalın bir kurumsal yapı ve ince bir ideolojik örtüye sahip olduğunu, bu nedenle de diğer sistemlerden farklı bir değerlendirmeyi gereksindiğini gösteriyor. Öte yandan, hukukçunun mesleki deformasyonunun bir ifadesi olan, hukuki sorunları birer hukuk sistemi sorunu olarak sınırlandırma, bir başka deyişle hukuku hukukla açıklama eğilimi, nihayetinde hukuk veya uygulamasının değişimiyle sorunların çözülebileceği yanılsamasını üretiyor.

Mücadele pratiğine, hukuktan hayata doğru bir katkı sunan derleme, sözü edilen eğilimin karşısına başka bir yaklaşım modeli koymayı da amaçlıyor.

Kitaba katkıda bulunan isimler ise şöyle: Gökçe Çataloluk, Ulaş Karadağ, A. Deniz Bilgehan, Duygu Hatıpoğlu Aydın, Evrim Durmaz, Furkan Yılmaz, Gönenç Hacaloğlu, Hande Heper, Irmak Kepenek, Tevfik Can Peker ve Zülfiye Yılmaz.

  • Künye: Kolektif – Somut Hukuk, Somut Tahlil: Güncel Hukuk Sorunlarına Eleştirel Bakışlar, editör: Ulaş Karabat, Gökçe Çataloluk, İmge Kitabevi ve Daimon Yayınları, hukuk, 290 sayfa, 2025

Kolektif – Hukukun Yapay Zekâyla İmtihanı (2025)

‘Hukukun Yapay Zekâyla İmtihanı’, yapay zekânın hukuku yalnızca teknik bir araç olarak değil, norm üretimini ve sorumluluk rejimini kökten dönüştüren yapısal bir güç olarak ele alıyor. Algoritmik karar süreçlerinin yaygınlaşması, öznelik, irade ve kusur kavramlarının yeniden tanımlanmasını zorunlu kılıyor. Hukuk düzeni, insan merkezli sorumluluk modelinin sınırlarını fark ediyor ve otonom sistemlerin doğurduğu zararların nasıl anlamlandırılacağını tartışıyor. Böylece yapay zekâ, hukuki düşüncenin ontolojik ve etik zeminini sarsan bir eşik olarak belirginleşiyor.

Metin, yapay zekânın hasım mı yoksa yeni bir aktör mü sayılacağı sorusunu merkezine alıyor ve cezai sorumluluk, illiyet bağı ile denetim mekanizmalarının dönüştüğünü gösteriyor. Şeffaflık, veri güvenliği, ayrımcılık riski ve otomatik karar verme pratikleri bağlamında hukuk, özgürlükleri koruyan eleştirel bir görev üstleniyor. Hukuk eğitimi ise dijital araçlarla zenginleşiyor, ancak yorumlama yetisinin korunması gerektiğini hatırlatıyor. Sonuçta eser, hukuk ile yapay zekâ arasındaki ilişkiyi uygulama değil, zihniyet düzeyinde yeniden kuruyor.

Derlemenin bir diğer önemli katkısı, yapay zekânın hukuk eğitimine etkisini ele almasıdır. Dijital araçlarla zenginleşen eğitim pratikleri, hukukçunun bilgiye erişimini hızlandırırken, eleştirel düşünme ve norm yorumlama yetisinin nasıl korunacağı sorusunu da gündeme getiriyor. Böylece eser, yapay zekâ ile hukukun karşılaşmasını sadece uygulama değil, zihniyet düzeyinde bir dönüşüm olarak kavrıyor ve geleceğin hukuk düzenine dair kapsamlı bir düşünme alanı açıyor.

  • Künye: Kolektif – Hukukun Yapay Zekâyla İmtihanı, derleyen: Ozan Erözden, Zoe Kitap, hukuk, 288 sayfa, 2025

Timur Kuran – Ertelenen Özgürlükler (2025)

Timur Kuran bu çalışmasında, İslam hukukunun tarihsel mirasının Orta Doğu toplumlarında siyasal özgürlüklerin kurumsallaşmasını nasıl geciktirdiğini ele alıyor. Yazar, sorunu kültürel bir özcülük üzerinden değil, kurumsal yapılanmalar üzerinden değerlendiriyor ve şeriat temelli düzenin ekonomi, hukuk ve siyaset alanlarında baskıları yeniden ürettiğini savunuyor. Bu yapı, bireysel hakların yerleşmesini sınırlandırıyor ve anayasal gelişmenin önünde kalıcı engeller oluşturuyor.

‘Ertelenen Özgürlükler: Ortadoğu’da İslam Hukukunun Politik Mirası’ (‘Freedoms Deyaled: The Political Legacies of Islamic Law’), İslam hukukunun ticaret, miras, sözleşme ve vakıf sistemleri üzerinden toplumsal yaşamı düzenlediğini, ancak bu düzenin uzun vadede girişimciliği ve kurumsal yenilenmeyi zayıflattığını gösteriyor. Modern hukuki çerçevelerle bütünleşemeyen bu miras, siyasal çoğulculuğun gelişmesini de yavaşlatıyor ve devlet-toplum ilişkisini hiyerarşik bir zeminde tutuyor.

Yazar, Osmanlı ve diğer İslam toplumlarında görülen gecikmenin kader olmadığını, Batı’da yaşanan kurumsal dönüşümlerin sonucunda özgürlüklerin daha erken kökleştiğini belirtiyor. Eğitim, mülkiyet ve temsil mekanizmalarının farklı evrim izlemesi, iki dünya arasındaki siyasal açı farkını derinleştiriyor. Bu durum, modernleşme süreçlerinde eşitsiz bir ilerleme yaratıyor.

Eser, özgürlük fikrinin yalnızca ideolojik değil, kurumsal altyapıya bağlı olduğunu vurguluyor ve hukuki geleneklerin siyasal kültürü nasıl biçimlendirdiğini ortaya koyuyor. Kuran, gecikmiş özgürlüklerin tarihsel nedenlerini çözümleyerek günümüz reform tartışmalarına eleştirel bir zemin sunuyor ve İslam dünyasında demokratikleşmenin önkoşullarını daha berrak biçimde okumayı sağlıyor.

  • Künye: Timur Kuran – Ertelenen Özgürlükler: Ortadoğu’da İslam Hukukunun Politik Mirası, çeviren: Mustafa Batman, Yapı Kredi Yayınları, inceleme, 560 sayfa, 2025

Christopher Pierson – Latin Batı’da Mülkiyetin Tarihi (2025)

Christopher Pierson bu çalışmasında, Latin Batı düşüncesinde mülkiyet kavramının ahlaki, hukuki ve siyasal anlamlarını tarihsel bir süreklilik içinde inceliyor. Servet, erdem ve yasa arasındaki ilişkiyi merkeze alan yazar, mülkiyetin yalnızca bireysel bir hak değil, toplumsal düzeni meşrulaştıran normatif bir yapı olarak anlam kazandığını gösteriyor.

Pierson, Antik Roma’dan Ortaçağ skolastiğine, doğal hukuk öğretisinden erken modern siyasal teorilere uzanan geniş bir çerçevede mülkiyetin adaletle nasıl ilişkilendiriliyor olduğunu analiz ediyor. Hristiyan ahlakı, sivil hukuk ve felsefi tartışmalar arasındaki gerilim, sahipliğin meşruiyetini sürekli yeniden tanımlıyor ve mülkiyetin erdemle temellendiriliyor oluşu sorgulanıyor.

Yazar, zenginliğin ahlaki bir ödül olarak sunulduğunu eleştiriyor ve eşitsizlik üreten yapıların nasıl doğal ve kaçınılmaz gibi gösterildiğini açığa çıkarıyor. Mülkiyetin sadece ekonomik bir düzenleme değil, aynı zamanda siyasal iktidarı yeniden üreten bir mekanizma olarak işlediğini vurguluyor.

‘Latin Batı’da Mülkiyetin Tarihi’ (‘Just Property: A History in the Latin West’), mülkiyet anlayışının tarih boyunca sabit kalmadığını, aksine etik, hukuki ve politik tartışmalar içinde sürekli yeniden biçimlendiğini ortaya koyuyor. Böylece okur, modern mülkiyet rejiminin kökenlerini sorguluyor ve adaletle ilişkisini daha eleştirel bir gözle yeniden düşünmeye yöneliyor.

  • Künye: Christopher Pierson – Latin Batı’da Mülkiyetin Tarihi, Birinci Cilt: Refah, Erdem, Hukuk, çeviren: Kıvılcım Turanlı, Zoe Kitap, tarih, 352 sayfa, 2025

Doğukan Bingöl – Hukuk ve Şiddet (2025)

Doğukan Bingöl’ün ‘Hukuk ve Şiddet: Temeller, Eleştiri ve İmkânlar’ adlı kitabı, modern hukuk düşüncesinin merkezinde yer alan bir soruya odaklanıyor: Hukuk, şiddeti ortadan kaldırmak için mi vardır, yoksa onun rafine biçimi midir? Yirmi birinci yüzyılın otoriterleşme eğilimleri, sistematik insan hakları ihlalleri, iklim krizi ve savaşlar karşısında hukukun giderek güçsüzleşmesi, bu sorunun güncelliğini artırıyor.

Bingöl, hukukun yalnızca kurallar bütünü olmadığını; iktidarın şiddet tekeliyle iç içe geçmiş, onun biçim değiştirmiş hali olduğunu savunuyor. Walter Benjamin ve Hannah Arendt’in düşüncelerinden hareketle, hukukun doğasını sorgularken, iktidar ile meşruiyet arasındaki bağı çözümlemeye girişiyor.

Eser, hukuku düzenin aracı olarak değil, şiddetin sürekliliğini meşrulaştıran bir sistem olarak ele alıyor. Bingöl, hukukun sınırlarını çizen şiddetin yalnızca istisnai anlarda değil, her yasada, her yaptırımda yeniden üretildiğini gösteriyor. Hukukun krizi, yasaya uymama haliyle değil, yasayı kuran şiddetin sorgulanmamasıyla derinleşiyor. Bu nedenle kitap, hukukun etik temellerine dönerek, adalet fikrini yeniden düşünme çağrısı yapıyor.

‘Hukuk ve Şiddet’, hem bir eleştiri hem de mevcut düzenin ötesine geçebilecek bir hukuk tahayyülünün imkanlarını araştıran felsefi bir girişim niteliğinde.

Bingöl’ün sözleri kitabın özünü açıklar nitelikte:

“Devlet ve siyasi iktidarın hukuk kurallarına uymadığı, bunun kronik bir hal aldığı ve krizlere dönüştüğü durumlar aslında rastlantı değil, şiddeti bir yöntem olarak benimsemenin kaçınılmaz sonuçlarıdır. Eğer hukuk, yapısı gereği iktidarın şiddet tekeli ile uygulanıyorsa şiddet tekelini elinde bulunduran iktidar ona uymak istemediğinde hukukun hükümsüz kalması da doğal, hatta kaçınılmazdır.”

  • Künye: Doğukan Bingöl – Hukuk ve Şiddet: Temeller, Eleştiri ve İmkânlar, Dost Kitabevi, hukuk, 216 sayfa, 2025

Ferda Yıldırım – Hukuk Felsefesi (2025)

Ferda Yıldırım bu kitabında, hukuk felsefesini yalnızca bir kavramlar dizgesi olarak değil, çağdaş düşüncenin merkezindeki bir sorgulama alanı olarak ele alıyor. Yazar, “hukuk felsefesi bugün hâlâ neden önemlidir?” sorusunu temel eksen olarak belirliyor ve bu soruya birbirine bağlı üç düzlemde yanıt arıyor. İlk bölümde hukuk felsefesinin temel kavramları ve sorunları tanıtılırken, ikinci bölüm hukukun tarihsel, toplumsal, ahlaki ve politik bağlamlardaki konumunu açığa çıkarıyor. Son aşamada ise, çağdaş tartışmaların yoğunlaştığı alanlarda hukuk, ahlak ve toplumsal düzen arasındaki gerilimler eleştirel bir bakışla inceleniyor.

Kitap, hukuk felsefesine yalnızca bir “giriş” sunmuyor; aksine, onun felsefi zeminini sorgulayan, bilgi ve değer alanlarını kesiştiren bir düşünme biçimi öneriyor. Hukuku yalnızca normlar sistemi olarak değil, anlamı, meşruiyeti ve insani boyutlarıyla kavranması gereken dinamik bir yapı olarak değerlendiriyor. Bu yaklaşım, felsefeyi hukukun dışsal bir yorumu olmaktan çıkarıp, onun içsel gerilimlerini açığa çıkaran bir düşünsel araç haline getiriyor.

Yazarın kuşatıcı yöntemi, analitik titizliği normatif sorgulamayla ve eleştirel duyarlılıkla birleştiriyor. Hukukun mantıksal, epistemolojik ve etik temellerine yönelen bu inceleme, felsefi düşünmenin hukuk alanında neden vazgeçilmez olduğunu yeniden gösteriyor. ‘Hukuk Felsefesi’, modern toplumun adalet, özgürlük ve sorumluluk kavrayışlarını sorgulayan bir zemin kurarak, hukuk ile felsefe arasındaki diyalogu güncel bir bağlamda yeniden inşa ediyor.

  • Künye: Ferda Yıldırım – Hukuk Felsefesi: Çağdaş Bir Tartışma, Say Yayınları, hukuk, 200 sayfa, 2025

Jean-Louis Halpérin – Avrupa Hukuk Tarihi (2025)

Jean-Louis Halpérin’in bu çalışması, modern Avrupa’nın hukuk ve hak kavrayışının son iki buçuk yüzyılda geçirdiği dönüşümü izliyor. Halpérin, “hak” kavramının yalnızca yasal belgelerde değil, siyasi, toplumsal ve felsefi tartışmalarda da nasıl biçimlendiğini gösteriyor. 18. yüzyılın sonundaki Aydınlanma düşüncesiyle birlikte başlayan bu süreçte, bireysel hakların doğuşu, devletin meşruiyetini belirleyen en temel ölçüt haline geliyor.

‘Avrupa Hukuk Tarihi: 1750’den Günümüze’ (‘Histoire des droits en Europe: de 1750 à nos jours’), 1750’lerden itibaren insan haklarının düşünsel kökenlerini, Fransız Devrimi’nin hukuk düzeni üzerindeki etkilerini ve 19. yüzyılda sanayi toplumunun ortaya çıkardığı yeni hak mücadelelerini ele alıyor. Halpérin, “doğal hak” fikrinin zamanla “sosyal haklar”a evrildiğini, böylece özgürlük ve eşitlik ideallerinin toplumsal adalet talepleriyle birleştiğini açıklıyor. Bu dönüşüm, hem liberal hem de sosyalist hukuk anlayışlarının çatıştığı zeminleri de belirginleştiriyor.

Halpérin 20. yüzyıla gelindiğinde, iki dünya savaşının ve totaliter rejimlerin, hak kavramını nasıl yeniden tanımladığını inceliyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle birlikte, hakların ulusal hukuk sınırlarını aşarak uluslararası bir norm sistemine dönüştüğünü vurguluyor. Yazar, Avrupa Birliği’nin yükselişiyle birlikte hakların yalnızca yurttaşlıkla değil, insanlık fikriyle ilişkilendirilmeye başladığını belirtiyor.

‘Avrupa Hukuk Tarihi’, hukuku yalnızca bir kurum değil, bir medeniyet projesi olarak okuyor. Halpérin’in çalışması, hakların soyut ilkelerden toplumsal yaşama nasıl nüfuz ettiğini gösteriyor; Avrupa tarihini, adalet arayışının sürekli değişen biçimleri üzerinden yeniden düşünmeye davet ediyor.

  • Künye: Jean-Louis Halpérin – Avrupa Hukuk Tarihi: 1750’den Günümüze, çeviren: Hakan Meral, Doğu Batı Yayınları, hukuk, 540 sayfa, 2025

Frédéric Bastiat – Hukuk (2025)

Frédéric Bastiat’nın 1850’de yayımlanan ‘Hukuk’ (‘La Loi’) adlı kitabı, klasik liberal düşüncenin temel metinlerinden biri. Bastiat, bu kısa ama yoğun eserinde devletin ve hukukun ne olması gerektiği sorusuna odaklanıyor.

Ona göre hukuk, bireylerin doğuştan sahip olduğu yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakkını korumak için vardır. Fakat hukuk, bu asli işlevinden saptığında, yani adalet yerine yağmayı ve belli çıkar gruplarını korumayı meşrulaştırmaya başladığında yozlaşıyor. Bastiat bu noktada “yasal yağma” (spoliation légale) kavramını öne çıkarıyor: Devlet, vergi, sübvansiyon, gümrük duvarı ya da ayrıcalıklı imtiyazlarla bazılarını kayırırken diğerlerini mağdur ediyor.

Eserde, sosyalist projelerden merkantilist ekonomiye kadar pek çok düzenleme, bireysel özgürlükleri kısıtladığı için eleştiriliyor. Bastiat, devletin ekonomiye müdahalesinin üretkenliği azaltacağını ve toplumsal eşitsizlikleri artıracağını savunuyor. Ona göre yasa, bir grubun çıkarını diğerinin zararına dayatmaya kalktığında, toplumun temeli zayıflıyor.

‘Hukuk’, özgürlüğün ancak devletin sınırlandırılmasıyla korunabileceğini vurguluyor. Bastiat’nın yaklaşımı, sonraki liberal ve libertaryen düşünce için önemli bir referans noktası oldu. Kitap, 19. yüzyıldan bugüne devlet, hukuk ve ekonomi tartışmalarında sık sık atıf yapılan bir eser olarak önemini koruyor.

  • Künye: Frédéric Bastiat – Hukuk, çeviren: Tülin Ural, Can Yayınları, hukuk, 72 sayfa, 2025

Boaventura de Sousa Santos – Ya Tanrı İnsan Hakları Aktivisti Olsaydı? (2025)

Version 1.0.0

Boaventura de Sousa Santos’un bu eseri, insan haklarını Batı merkezli bir yapıdan çıkararak çoğulcu, kültürel ve epistemolojik olarak daha kapsayıcı bir zemine oturtmayı hedefliyor. ‘Ya Tanrı İnsan Hakları Aktivisti Olsaydı?’ (‘If God Were a Human Rights Activist’), insan haklarının yalnızca birey merkezli değil, toplulukların onuru, kolektif hafıza ve adalet arayışıyla da ilgili olduğunu savunuyor. Kitap, bu hakların küresel eşitsizlikler karşısında nasıl yeniden düşünülmesi gerektiğini ele alıyor.

Santos’a göre günümüz insan hakları söylemi, sömürgecilik sonrası ilişkiler ve neoliberal ekonomi ile şekillenmiştir. Bu yüzden hak mücadelesi yalnızca hukuki değil, aynı zamanda bilgi üretimi ve kültürel tanınma düzeyinde verilmelidir. “Epistemolojik çoğulculuk” kavramını öne çıkararak yalnızca Batılı değil, yerli, feminist ve marjinal bilgi biçimlerinin de meşrulaştırılması gerektiğini savunuyor.

Kitapta yerli halklardan sosyal hareketlere kadar birçok direniş pratiği, insan haklarına dair yeni imkânlar sunar. Santos, Tanrı bir insan hakları savunucusu olsaydı, yalnızca güçlülerin değil, dışlanmışların da haklarını savunacak bir etik sistem yaratacağını söyler. Bu yönüyle eser, insan haklarını sadece normatif değil, aynı zamanda ahlaki ve politik bir mücadele alanı olarak yeniden tanımlar.

  • Künye: Boaventura de Sousa Santos – Ya Tanrı İnsan Hakları Aktivisti Olsaydı?, çeviren: Yusuf Enes Karataş, Islık Yayınları, siyaset, 160 sayfa, 2025