Georg Dehio, Aloïs Riegl – Restore Etmeyelim, Koruyalım! (2025)

‘Restore Etmeyelim, Koruyalım!’ başlığını taşıyan bu kitap, Georg Dehio ve Aloïs Riegl’ın, eski eserleri tamamlamaya, hatta yeniden inşaya odaklı restorasyon anlayışını eleştiren ve somut örnekler üzerinden tartışan metinlerini içeriyor.

Kitap, anıt koruma bilimi ve felsefesinin temellerini atan iki önemli metindir. Her iki yazar da, on dokuzuncu yüzyılda hızla gelişen restorasyon pratiklerine eleştirel bir yaklaşım getirerek, dönemin koruma anlayışını ve tarihsel mirasın geleceğe aktarılma biçimlerini derinden etkilemiştir. Dehio ve Riegl, anıtların sadece estetik değerlere sahip nesneler olmadığını, aynı zamanda tarihsel ve kültürel bir hafıza taşıdıklarını vurgularlar.

Dehio’nun eseri, on dokuzuncu yüzyıldaki anıt koruma çabalarının tarihsel gelişimini ve bu süreçteki kurumsal yapılanmaları inceler. O dönemde yaygın olan “stil birliği” ilkesine dayalı, çoğu zaman özgünlükten uzak restorasyon pratiklerine karşı çıkar. Dehio, anıtın yaşını ve geçirdiği değişikleri gösteren izlerin korunması gerektiğini, aşırı müdahalelerin eserin tarihsel değerini yok ettiğini savunur. Ona göre, bir anıtı restore etmek yerine, mevcut haliyle korumak ve yaşlılık izlerini de birer değer olarak kabul etmek esastır. Bu yaklaşım, koruma bilimine “özgünlük” ve “belgeleme” gibi kavramları kazandırmıştır.

Aloïs Riegl ise, anıt değerlerini felsefi bir zemine oturtur. Riegl, anıtların sahip olduğu farklı değer türlerini (tarihsel değer, yaş değeri, sanatsal değer vb.) detaylıca analiz eder. Özellikle “yaş değeri” kavramını öne çıkarır; yani, bir anıtın zamanla yıpranmışlığının, aşınmalarının ve bozulmalarının da kendi başına bir estetik ve tarihsel değer taşıdığını savunur. Bu yaklaşım, anıtın geçirdiği süreci ve ona dokunan zamanın izlerini koruma fikrinin temelini oluşturur. Riegl, restorasyonun, anıtın “yaş değerini” yok etme riski taşıdığına dikkat çeker.

Her iki yazar da, anıtların geçmişle gelecek arasında bir köprü olduğunu ve bu köprünün tahrip edilmemesi gerektiğini savunur. Onlar için koruma, yok olanı yeniden inşa etmekten ziyade, var olanı anlamak ve gelecek nesillere aktarmaktır. Dehio’nun pratik koruma anlayışı ve Riegl’in felsefi derinliği, anıt koruma prensiplerinin bugünkü halini almasında kilit rol oynamıştır.

Bu iki düşünürün eserleri, “Restore etmeyelim, koruyalım!” sloganıyla özetlenen bir felsefeyi temsil eder. Anıtların, sadece güzel yapılar veya sanat eserleri değil, aynı zamanda tarihi birer belge ve kültürel kimliğin taşıyıcıları olduğu fikrini pekiştirmişlerdir. Bu eserler, modern koruma etiğinin temel taşlarını oluşturarak, dünya miras alanlarının korunmasında uluslararası standartların geliştirilmesine de zemin hazırlamıştır.

  • Künye: Georg Dehio, Aloïs Riegl – Restore Etmeyelim, Koruyalım!, çeviren: Hüseyin Tüzün, Erdem Ceylan, Arketon Yayıncılık, mimari, 124 sayfa, 2025

Yağmur Çetgin – Sonsuz Mekân – Formsuz Mimarlık (2025)

Yağmur Çetgin’in bu özgün çalışması, yirminci yüzyılın iki sıra dışı figürünü, sürrealizmin sınırlarını zorlayan Georges Bataille ile mimarinin geleneksel kalıplarına meydan okuyan Frederick Kiesler’i odağına alarak, sürrealizmin eleştirel mimarlık anlayışına yeni bir ışık tutuyor. Yağmur Çetgin, bu incelemesinde, Bataille’ın çığır açan “formsuz mimarlık” kavramı ile Kiesler’in devrim niteliğindeki “sonsuz mekân” düşüncesini derinlemesine ele alarak, sürrealizmin mimarlık disiplinine getirdiği özgün eleştirel perspektifi aydınlatmayı amaçlıyor.

Çetgin’in de belirttiği gibi, sürrealist hareketin önde gelen isimleri, rasyonalizmin ve onun yaşam üzerindeki tartışmasız egemenliğinin bir yansıması olarak gördükleri egemen mimarlık anlayışına yazıları aracılığıyla güçlü bir şekilde karşı çıkmışlardır. Ancak, bu eleştirel duruşlarına rağmen, sürrealistler genel olarak alternatif bir mimarlık arayışına doğrudan girişmemişlerdir.

Tam da bu noktada, Frederick Kiesler, Çetgin’in çalışmasında vurguladığı üzere, önemli bir istisna teşkil etmektedir. Kiesler’in geliştirdiği “sonsuz mekân” kavramı, yerleşik ve kabul görmüş mimarlık anlayışının temelden sökülmesinde ve yeniden düşünülmesinde hayati bir rol oynamıştır. Çetgin’in analizine göre, Georges Bataille’ın radikal “formsuzluk” düşüncesi, Kiesler’in “sonsuzluk” arayışını tamamlayıcı bir nitelik taşımaktadır. Bu iki vizyoner isim, özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yeniden canlanan avangard sanat ve düşünce akımları içerisinde, başta etkili Sitüasyonist Enternasyonal olmak üzere, mimarlığı ve şehircilik pratiklerini mevcut kalıplarından çıkarma ve dönüştürme çabalarında öncü bir rol üstlenmişlerdi. Çetgin’in bu çalışması, Bataille ve Kiesler’in bu öncü katkılarını detaylı bir şekilde inceleyerek, sürrealizmin mimarlık ve şehircilik alanındaki kalıcı etkisini anlamamıza olanak tanıyor.

  • Künye: Yağmur Çetgin – Sonsuz Mekân – Formsuz Mimarlık, İletişim Yayınları, mimari, 98 sayfa, 2025

Christina Riggs – Antik Mısır Sanatı ve Mimarisi (2025)

Christina Riggs, Antik Mısır’ın binlerce yıllık tarihini kapsayan zengin sanatsal ve mimari mirasını kısa ve öz bir şekilde sunuyor. ‘Antik Mısır Sanatı ve Mimarisi’ (‘Ancient Egyptian Art and Architecture: A Very Short Introduction’), okuyucuları Antik Mısır’ın tapınaklarından mezarlarına, heykellerinden resimlerine kadar çeşitli mimari eserleriyle tanıştırırken, bu eserlerin kültürel ve dini bağlamlarını da açıklıyor.

Kitapta, Antik Mısır sanatının ve mimarisinin zaman içinde nasıl değiştiği, farklı dönemlerde hangi stillerin öne çıktığı ve bu değişimlerin nedenleri ele alınıyor. Riggs, Antik Mısır sanatının sadece estetik bir ifade biçimi olmadığını, aynı zamanda firavunların gücünü ve tanrılarla olan ilişkilerini simgelediğini vurguluyor. Tapınaklar ve mezarlar gibi mimari yapılar, sadece dini törenler için değil, aynı zamanda firavunların ve rahiplerin otoritesini göstermek için de kullanılıyordu.

Riggs, Antik Mısır sanatının ve mimarisinin sadece Mısır’da değil, aynı zamanda diğer kültürlerde de büyük bir etki yarattığını belirtiyor. Antik Mısır eserleri, günümüzde dünyanın dört bir yanındaki müzelerde sergileniyor ve milyonlarca insan tarafından hayranlıkla izleniyor. Kitap, Antik Mısır sanatının ve mimarisinin günümüzdeki önemini ve etkisini de ele alıyor.

  • Künye: Christina Riggs – Antik Mısır Sanatı ve Mimarisi, çeviren: Özlem Özlen Şimşek, Say Yayınları, sanat, 160 sayfa, 2025

Deniz Esemenli – İstanbul’da Osmanlı Mimarisi ve Hayatına Dair Düşünceler (2025)

Bu eser, Osmanlı âdabının İstanbul mimarisi, kültürü ve saray yaşantısına olan katkısını tarihsel bir perspektifle inceliyor. Kitap, Deniz Esemenli’nin düşünce ve yorumlarını yansıtan makalelerden oluşuyor. Osmanlı ideolojisinin İstanbul ve Boğaziçi mimarisine yansımasını ele alan makalelerle başlayan eser, Osmanlı sarayları üzerine ayrı bir kitapta toplanan makalelerle devam ediyor.

Yazarın “700. Kuruluş Yılında İstanbul’daki Osmanlı Mimari Eserleri” adlı kitaba yaptığı kapsamlı katkı, bu konudaki makalelerin temelini oluşturuyor. 16. yüzyılın önemli figürleri Mimar Sinan ve Barbaros Hayreddin Paşa’ya odaklanılıyor ve Osmanlı mimarisi ile Mimar Sinan hakkında bir yorum kitabı yazılıyor. Abdülaziz’in Avrupa seyahati ve Fransa İmparatoriçesi Eugenie’nin ziyareti inceleniyor.

“Mimari ve Üslup” başlığı altında, bazı külliyeler ve yapı tipleri ayrı metinler halinde ele alınıyor ve Osmanlı Barok üslubunun mimariye etkisi üzerinde duruluyor. Kronolojik olarak, Haliç iskeleleri ve Kadıköy hal binası makaleleriyle Cumhuriyet dönemine geçiliyor. “Keyif” başlığı altında ise Kapalıçarşı, Osmanlı sarayında ziyafet, tarihte yıkanma kültürü ve Osmanlı hamamının saraya yansıması gibi konulara yer veriliyor.

Eser, Osmanlı âdabının mimari ve kültürel mirasa etkilerini geniş bir yelpazede ele alarak, okuyucuya dönemin yaşam tarzı ve sanatsal anlayışı hakkında kapsamlı bir bakış açısı sunuyor.

  • Künye: Deniz Esemenli – İstanbul’da Osmanlı Mimarisi ve Hayatına Dair Düşünceler, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, mimari, 791 sayfa, 2025

Serdal Akyurt – Mimari Şehir Arkeolojisi (2024)

Roma İmparatorluğu’nun Anadolu’daki kent kurma deneyimleri, özellikle Bithynia bölgesindeki Nikaia şehri üzerinden incelendiğinde, antik çağ şehir planlamasının incelikleri ortaya çıkar.

Bu çalışma, Roma’nın planlama anlayışının kökenlerini, amacını, hukuki boyutunu ve teknik altyapısını mercek altına alıyor.

Nikaia örneğiyle, Roma’nın planlama sürecindeki tüm aşamalar, karşılaşılan sorunlar ve çözümler detaylı bir şekilde inceleniyor.

Özellikle, decumanus maximus ve kardo maximus gibi ana aksların kent ve bölge planlamasındaki rolü üzerinde duruluyor. Bu çalışma, Roma şehir planlamasının sadece teknik bir uygulama değil, aynı zamanda siyasi, sosyal ve kültürel bir süreç olduğunu gösteriyor.

Başka bir deyişle bu araştırma, Roma İmparatorluğu’nun Anadolu’da kurduğu şehirlerden biri olan Nikaia’yı örnek alarak, antik çağın en gelişmiş şehir planlama anlayışlarından birini mercek altına alıyor. Roma’nın planlama ilkeleri, teknikleri ve şehirlerin fiziksel yapısına etkileri, Nikaia örneği üzerinden detaylı bir şekilde inceleniyor.

Çalışma, Roma’nın şehir planlamasında kullandığı yol ağları, su sistemleri, kamu binaları gibi altyapı unsurlarının yanı sıra, bu planların sosyal ve kültürel hayat üzerindeki etkilerini de ele alıyor. Böylece, Roma’nın şehir planlama anlayışının, modern şehir planlamasına olan etkileri de tartışılıyor.

  • Künye: Serdal Akyurt – Mimari Şehir Arkeolojisi: Anadolu’da Roma Dönemi Kent Planlama Uygulamaları ve Teknikleri -Nikaia Örneği-, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, arkeoloji, 151 sayfa, 2024

Ünver Rüstem – Osmanlı Baroku (2025)

Ünver Rüstem’in ‘Osmanlı Baroku’ kitabı, 1740-1800 yılları arasını merkeze alarak 18. yüzyıl İstanbul’unda Batı’dan gelen Barok üslubunun Osmanlı mimarisine nasıl entegre edildiğini ve bu sürecin Osmanlı kimliğine etkilerini derinlemesine inceliyor.

Kitap, bu dönemde inşa edilen yapıların sadece bir taklit değil, aynı zamanda Osmanlı kültürünün özgün bir yorumu olduğunu ortaya koyuyor.

Rüstem, Osmanlı mimarisinin Batı etkilerine kapalı bir yapıya sahip olmadığını, aksine dış dünyadan gelen yenilikleri kendi kültürel kodlarıyla harmanlayarak özgün bir sentez oluşturduğunu savunuyor.

Barok üslubunun Osmanlı mimarisine entegrasyonu, sadece bir stil değişikliği değil, aynı zamanda siyasi ve kültürel bir dönüşümün de göstergesi olarak değerlendiriliyor.

Kitapta, 18. yüzyılda İstanbul’da inşa edilen birçok önemli yapının detaylı analizi yer alıyor. Bu analizler sayesinde, Osmanlı mimarlarının Batı’dan gelen biçimleri nasıl yorumladıkları, yerel malzemeleri ve işçiliği nasıl kullandıkları ve bu sayede özgün bir Osmanlı Baroku üslubu nasıl oluşturdukları anlaşılıyor.

Rüstem’e göre, Osmanlı Baroku, Batı’nın etkisi altında şekillenen bir stil olmasına rağmen, aynı zamanda Osmanlı kimliğinin bir yansımasıdır. Bu üslup, Osmanlı İmparatorluğu’nun 18. yüzyılda yaşadığı değişimleri ve dönüşümleri anlamak için önemli bir anahtar niteliğindedir.

Künye: Ünver Rüstem – Osmanlı Baroku: On Sekizinci Yüzyıl İstanbulu’nun Mimari Yenilenişi, çeviren: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, mimari, 368 sayfa, 2025

Kolektif – Wittgenstein ve Mimarlık (2024)

Céline Poisson’un editörlüğünü yaptığı ‘Wittgenstein ve Mimarlık’, filozof Ludwig Wittgenstein’ın hayatının ve düşüncelerinin, özellikle de mimariye olan ilgisinin kesiştiği bir noktaya odaklanıyor.

Kitap, Wittgenstein’ın Viyana’da kız kardeşi için tasarladığı ve inşa ettiği ev projesini (‘Wittgenstein Evi’ olarak bilinir) merkez alarak, filozoftan beklenmeyecek bir alandaki yaratıcılığını ve düşünsel derinliğini ortaya koyuyor.

Kitap, Wittgenstein’ın felsefi çalışmalarındaki mantıksal kesinlik arayışının, mimari tasarımındaki detaylara verdiği önemle nasıl bir paralellik gösterdiğini inceliyor. Filozofun, dilin sınırları ve dünyayla ilişkimiz üzerine yaptığı derinlemesine düşüncelerin, ev tasarımı sürecinde nasıl somutlaştığını gösteriyor.

Wittgenstein’ın Mimarisi: Filozofun tasarladığı evin mimari özellikleri, kullanılan malzemeler ve iç mekân düzenlemesi detaylı bir şekilde inceleniyor.

Felsefe ve Mimari Arasındaki Bağ: Wittgenstein’ın felsefi düşüncelerinin, ev tasarımına nasıl yansıdığı ve bu iki disiplin arasındaki ilişki üzerine yeni bir bakış açısı sunuluyor.

Wittgenstein’ın Yaşamı ve Çalışmaları: Filozofun hayatının farklı dönemlerinde mimariye olan ilgisinin nasıl geliştiği ve bu ilginin felsefi çalışmalarına etkileri araştırılıyor.

Ev Tasarımının Sembolik Anlamı: Wittgenstein’ın evi, sadece bir yaşam alanı değil, aynı zamanda filozoftan beklenmeyecek bir sanatsal ve felsefi ifade biçimi olarak değerlendiriliyor.

Bu kitap, Wittgenstein’ı sadece bir filozof olarak değil, aynı zamanda yaratıcı ve multidisipliner bir düşünür olarak tanımamızı sağlıyor. Filozofun, felsefe ve mimari gibi farklı alanlardaki çalışmalarının birbirini nasıl beslediğini göstererek, düşünce dünyamızı genişletiyor.

  • Künye: Kolektif – Wittgenstein ve Mimarlık, editör: Céline Poisson, çeviren: Burcu Bilgiç, Arketon Yayıncılık, mimari, 213 sayfa, 2024

Philippe Boudon – Geometri ile Mimarlık Arasında (2025)

Philippe Boudon’un bu kitabı, mimari ve geometrinin karmaşık ilişkisini derinlemesine inceliyor.

Kitap, matematik ve mimarlığın kesişim noktasında, iki disiplin arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları mercek altına alıyor.

Boudon, mimaride kullanılan geometrik şekillerin sadece estetik bir unsur olmadığını, aynı zamanda yapıların işlevselliği ve anlamlarıyla da yakından ilişkili olduğunu vurguluyor.

Kitap, tarih boyunca mimarların ve matematikçilerin birbirlerini nasıl etkilediğini, ortak bir dil geliştirmeye çalıştıklarını ve bu etkileşimin mimariye nasıl yansıdığını inceler.

Boudon, farklı geometrik şekillerin (küp, piramit, küre vb.) mimarideki sembolik anlamlarını ve çağrışımlarını derinlemesine analiz ediyor.

Kitap, modern mimaride geometrik şekillerin daha soyut ve karmaşık bir şekilde kullanıldığını, bu durumun mimariye yeni bir boyut kazandırdığını belirtiyor.

Mimarlık ve matematik gibi farklı disiplinleri bir araya getirerek, bu iki alan arasındaki köprüleri kuruyor.

Geçmişten günümüze mimarideki geometri kullanımını incelerken, bu konudaki tarihsel gelişimi ortaya koyuyor.

Geometrinin mimarideki rolünü farklı açılardan ele alarak, mevcut anlayışlara yeni bir boyut katıyor.

  • Mimarın “geometrisi” ile matematikçinin geometrisi arasında ne gibi farklılıklar var?
  • Geometrik şekiller mimariye nasıl anlamlar katıyor?
  • Modern mimaride geometrik şekillerin kullanımı nasıl değişti?
  • Tarih boyunca mimarlar ve matematikçiler nasıl bir etkileşim içinde olmuşlar?

‘Geometri ile Mimarlık Arasında’, mimari ve geometri arasındaki ilişkiyi anlamak isteyenler için kapsamlı bir kaynak.

Kitap, hem mimarlık öğrencileri hem de bu konuya ilgi duyan herkes için değerli bir referans noktası olacaktır.

Boudon, bu kitabı ile mimarlığın sadece bir sanat değil, aynı zamanda matematiksel bir disiplinle iç içe geçmiş bir alan olduğunu gösteriyor.

  • Künye: Philippe Boudon – Geometri ile Mimarlık Arasında, çeviren: Alp Tümertekin, Janus Yayınları, mimari, 256 sayfa, 2025

Camillo Sitte – Sanatsal İlkelere Göre Şehirlerin İnşası (2024)

Camillo Sitte, 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan endüstriyel şehirleşmenin yarattığı düzensiz ve estetikten yoksun kentsel dokuya karşı bir tepki olarak bu kitabı kaleme aldı.

Kitap, kent planlama tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir ve günümüzde hala kent tasarımcıları ve mimarlar tarafından başvuru kaynağı olmaya devam ediyor.

Sitte, tarihi kentlerin karmaşık ve organik dokusunun, modern kentlerin düzenli ve geometrik planlarına göre daha yaşanabilir ve estetik olduğunu savunur. Eski kentlerin sokak ağları, meydanları ve binalarının birbirleriyle olan ilişkileri, modern kentlerin aksine, zengin bir görsel ve deneyimsel çeşitlilik sunar.

Sitte, kent meydanlarının kent hayatının merkezinde yer aldığını ve sosyal etkileşimleri teşvik ettiğini vurgular. Meydanlar, sadece trafik akışını düzenleyen noktalar değil, aynı zamanda insanların bir araya gelerek sosyalleştiği, kültürel etkinliklerin gerçekleştiği ve kent kimliğinin belirlendiği önemli alanlardır.

Sitte, kent planlamasında doğal topografyanın önemini vurgular. Yer şekilleri, bitki örtüsü ve su kaynakları gibi doğal unsurlar, kentlere özgün bir karakter kazandırır ve kent dokusunu zenginleştirir.

Sitte, kentlerin görsel olarak zengin ve sürekli değişen bir deneyim sunması gerektiğini savunur. Sokakların dolambaçlı olması, binaların farklı yüksekliklerde ve ölçeklerde olması, kent manzaralarının sürekli değişmesini sağlar ve kent hayatını daha ilgi çekici hale getirir.

Sitte, tarihi binaların kent kimliğinin önemli bir parçası olduğunu ve korunması gerektiğini vurgular. Tarihi binalar, bir kentin hafızasını taşır ve yeni yapılaşmalarla uyumlu bir şekilde korunarak kentlerin karakteri güçlendirilebilir.

Sitte’nin fikirleri, özellikle 20. yüzyılın başlarında Avrupa ve Amerika’da kent planlama alanında büyük bir etki yarattı. “Güzel şehir” hareketinin öncülerinden biri olan Sitte, kentlerin sadece işlevsel değil, aynı zamanda estetik ve kültürel değerlere sahip olması gerektiğini savunmuştur. Onun fikirleri, modern kentlerin monoton ve cansız yapısına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış ve kent planlamacılarını tarihi dokuyu koruyarak daha yaşanabilir kentler oluşturmaya teşvik etmiştir.

  • Künye: Camillo Sitte – Sanatsal İlkelere Göre Şehirlerin İnşası, çeviren: Hüseyin Tüzün, Arketon Yayıncılık, mimari, 116 sayfa, 2024

Kolektif – Edebiyat ve Mimarlık (2024)

Edebiyat ve mimarlık…

Biri kelimelerle şekillenir, diğeri ise taş, tuğla ve betonla.

Fakat bu iki disiplinin arasındaki bağ, yüzeyde göründüğünden çok daha derindir.

Elinizdeki kitap, edebiyat ve mimarlığın tasarım süreçlerindeki kesişim noktalarını, birbirlerinden nasıl beslendiklerini ve yaratıcılığın iki farklı yansımasını gözler önüne seriyor.

Mimarlık ve edebiyatın kesişiminde kıymetli üretimlere imza atan yazarlar, edebiyat ve mimarlık arasındaki ilişkiyi kendi perspektiflerinden bu çalışmada ele alıyor.

Edebiyatın kurgu sürecinde kent mimarisinden ilham alışı, bir romanın sokaklarında dolaşan karakterlerin adımlarıyla şekillenen şehir tasvirleri…

Ya da mimarların kurgusal metinlerden esinlenerek hayal ettikleri ve inşa ettikleri kentler…

Bu karşılıklı etkileşim hem sanatın hem de yaşamın nasıl tasarlandığını yeniden düşünmeye davet ediyor.

Edebiyat ve mimarlık meraklıları için bir ilham kaynağı olan bu kitap, şehirlerin ve hikâyelerin nasıl örüldüğüne dair yeni bakış açıları sunuyor.

Tasarımın iki yüzünü keşfetmek ve sınırların nasıl bulanıklaştığını görmek isteyenler için vazgeçilmez bir başucu eseri.

Kitaba katkıdan bulunan isimler ise şöyle: Celal Abdi Güzer, Buket Uzuner, Jale Erzen, Türkan Nihan Hacımömeroğlu, Beyhan Bolak Hisarlıgil, Hakan Hisarlıgil, Seçil Özcan Geylani, Ahmet Turan Köksal, Ertuğ Uçar, Hakan Evkaya, Ayşe Pınar Serin Güner, Hikmet Sivri Gökmen, Özlem Yalım, Akça Yılmaz.

  • Künye: Kolektif – Edebiyat ve Mimarlık, derleyen: Celal Abdi Güzer, Fol Kitap, mimarlık, 280 sayfa, 2024