Naomi Klein – Doppelganger (2024)

2024 Women’s Nonfiction Ödülü’nü kazanan ‘Doppelganger’, internetin aynalar dünyasındaki abartılı yansımaları, kaybolan gerçeklik hissinin yol açtığı baş dönmesini anlatıyor.

Sosyal medyanın kör kuyularında saatler kaybeden, siyasetin günbegün kirlenmesini dert edinen kafa karışıklığı ve yılgınlık içindeki insanları bir an önce silkinmeye, birlik olmaya ve olumlu şeyler adına mücadeleye davet ediyor.

‘Şok Doktrini’, ‘Bu Her Şeyi Değiştirir’ ve ‘No Logo’ gibi, belli dönemlere tanım getiren çoksatarların yazarı Naomi Klein tuhaf bir sorunla yüz yüze gelir: Kendisiyle aynı adı taşıyan ve fiziksel olarak ona benzeyen ancak büsbütün farklı düşüncelere sahip bir kadınla sürekli karıştırılmaktadır.

Gittikçe büyüyen bu sorun karşısında yolunu kaybetme tehlikesi yaşayan yazar bir taraftan da şüpheli ikizinin takipçilerinin tehditleri ve aşağılamalarına maruz kalır.

Kendini adeta tekinsiz bir “doppelganger” hikâyesinin içinde bularak insanların kolayca aşırı uçlara gitmesi, kimliklerin giderek tutarsızlaşması ve bölünmesi üzerine düşünmeye başlar.

Böylece komplo teorilerinin havada uçuştuğu, sosyal medya fenomenlerinin nefret kusan aşırı sağ propagandacılarla birlikte saf tuttuğu, aşı-karşıtları ve demagogların ayna dünyalarında bulur kendini.

Kanıksayıp bir parçası olduğumuz günümüz kültürünün üzerindeki örtüyü yavaş yavaş kaldıran Klein tarihin gerçeküstü bir anına tanıklık ettiğini fark eder.

Bir yanda birer sanal marka haline gelmek için çırpınan, rekabetçiliğin, ayrımcılığın, iptal kültürünün katı bir bencilliğe sevk ettiği insanlar vardır.

Bir yanda da yalanların daha da hızlı yayıldığı, her bir köşesinde demokrasinin ağır darbeler aldığı, iklim krizinin, savaşların hükmündeki bir dünya…

Dijital çağın kimlik, gerçeklik ve toplum üzerindeki etkilerini derinlemesine inceleyen düşündürücü bir eser.

  • Künye: Naomi Klein – Doppelganger: Ayna Dünyaya Yolculuk, çeviren: Ebru Kılıç, Yapı Kredi Yayınları, inceleme, 416 sayfa, 2024

Maxwell Colanna-Dashwood – Kahve Sözlüğü (2024)

Kahve tutkunuzun derinlerine inmek ister misiniz?

Üç kez İngiltere barista şampiyonu olmuş ve dünya genelinde sayısız kez final görmüş Maxwell Colonna-Dashwood, sizi kahve dünyasında eşsiz bir keşfe davet ediyor.

Bu rehber, kahvenin ötesine geçip her fincanda hissettiğiniz zengin lezzetlerin ardındaki gizemi çözüyor.

Menşe ülkelerinden çekirdek çeşitlerine, yetiştirme ve hasat yöntemlerinden kavurma tekniklerine kadar her aşamayı adım adım açıklıyor.

Öğütme, demleme ve tadım notlarından farklı kahve bazlı içeceklerin yapımına kadar tüm detaylar, kahve meraklılarının anlayabileceği sade ve akıcı bir dille ele alınıyor.

Çizim ve fotoğraflarla desteklenen bu kitap, karmaşık kahve terimlerine ve ekipmanlarına hâkim olmanızı sağlayarak evde profesyonel bir barista gibi kahve hazırlamanıza yardımcı olacak.

Bir kahve tiryakisinin vazgeçilmez başucu kitabı olan ‘Kahve Sözlüğü’, kahveyle ilgili son sözünüz olacak!

  • Künye: Maxwell Colanna-Dashwood – Kahve Sözlüğü: A’dan Z’ye Kahve ( Yetiştirme ve Kavurmadan Demleme ve Tadıma), çeviren: Şafak Tahmaz, The Kitap Yayınları, sözlük, 248 sayfa, 2024

Fik Meijer – Gladyatörler (2024)

2000 yıl önce Kolezyum’da telaşlı bir gün…

İmparator başköşede maiyetiyle oturuyor.

Tezahürat yapan 50.000 seyirci…

Kulakları sağır eden bir tezahürat dalgası…

Ortadaki kum zeminde ölesiye bir dövüşe tutuşmuş iki gladyatör…

Bu iki dövüşçüden biri mağlup olacak, büyük ihtimalle ölecek.

Gladyatörlerin tutuştuğu bu kavganın sebebi belli: Güzel ve heyecanlı bir mücadeleyle seyircileri memnun etmek ve mensup oldukları okula şan, kendilerine şöhret kazandırmak.

Gladyatör oyunları Roma devletinin en önemli sosyal ve kültürel kurumlarındandı.

Bununla birlikte zinde, çevik, kaslı ve maço gladyatörler ölümüne savaşırken gösterdikleri yetenek ve cesaret nedeniyle birer kahraman olarak algılansalar da toplumdaki statüleri nedeniyle hor görülüyorlardı.

Bu oyunların ortaya çıkmasından sona erene kadar geçen altı asır boyunca on binlerce kişi Roma ve kolonilerinin kana boyanmış arenalarında şiddet naraları atan büyülenmiş kalabalıklar onları izlerken hayatlarını kaybettiler. Çoğu zaman bir mezarları bile olmadı.

Eski Çağ Profesörü Fik Meijer gladyatörlerin kökenlerini, günlük yaşamlarını, eğitimlerini ve hayranlarının kan ve gösteri tutkusuna karşı hayatta kalma arzularını anlatarak, onların gerçek hikâyelerini çağdaş kanıtları kullanarak ustalıkla bir araya getiriyor ve tarihin bu ilk kurumsal eğlence yıldızlarının itibarlarını iade ediyor.

Kitap, gladyatörlerin sadece kölelerden oluşmadığını, aynı zamanda suçlular, savaş esirleri ve hatta özgür vatandaşlardan da seçildiğini vurguluyor, gladyatörlerin sadece eğlence için değil, siyasi propaganda, sosyal kontrol ve dini ritüellerde de kullanıldığını gösteriyor.

‘Gladyatörler: Tarihin En Ölümcül Sporu’, binlerce belgeyi, kalıntıyı, görgü tanıklarının ifadesini bir araya getirerek Antik Roma’daki gladyatörlere yeniden hayat veriyor.

Fik Meijer’in bu kitabı her tarihseverin okuması gereken bir eser.

  • Künye: Fik Meijer – Gladyatörler: Tarihin En Ölümcül Sporu, çeviren: Uzay Can Ardal, Kronik Kitap, tarih, 240 sayfa, 2024

Hakim Zeyrek – Botan Mitolojisi ve Halk İnançları (2024)

Mitler, halk inançları ve uygulamaları, insanlık tarihine kadim zamanlardan beri eşlik eden fenomenlerdir.

İnanç ve mitoloji birbirini beslemekte, birbirine veya dine dönüşebilmektedir.

Mit, çağdaş insanın da gelişim skalasında önemli bir yer işgal edip harekete geçirme özelliği ile günlük hayatı etkilemeye devam etmekte ve modern insan, tarih yolculuğunda hayal gücünün matrislerini kıramayıp arkaik tepkiler vermeyi sürdürmektedir.

Bu kitap, halk inanışlarının yerel ve evrensel dokusunu, günümüz insanının bilinçaltına nasıl işlediğini ve günümüze yansımalarını Botan bölgesi üzerinden gözler önüne seriyor.

Bu kapsamlı çalışma halkbilim, antropoloji, teoloji ve tarih gibi farklı disiplinler ışığında bölge insanının kültür ve inanç dünyasına dair zengin bir perspektif sunup bu rit ve inanışların arkaik izlerine ışık tutuyor.

Mitlerin zamansız dokusu sizi de saracak.

Bu gizemli hikâye, hepimizin hikâyesi!

  • Künye: Hakim Zeyrek – Botan Mitolojisi ve Halk İnançları, Avesta Yayınları, mitoloji, 360 sayfa, 2024

Banu Bargu – Beden Bir Silah Olunca (2024)

  • İnsan yaşamı diğer her şeyin üzerinde midir?
  • Yaşamın kendisi bir direniş biçimi alabilir mi?
  • Yaşamı ortaya koyarak direnmek hem diğer direniş biçimleri arasında hem de genel politik çerçevede nerede ve nasıl konumlandırılabilir?

Banu Bargu, 2015’te Amerikan Siyaset Bilimi Derneği’nin (APSA) en iyi ilk kitap ödülünü alan bu eserinde “zor” ve “çetin” soruların peşinden gidiyor, Türkiye’de ölüm orucu mücadelelerinin kazısını yapıyor; bu mücadelenin içindekilerle de konuşarak yaşamını politik bir adanmışlıkla sınayan aktörleri devleti, toplumsal ve politik bağlamı hesaba katıp incelerken, bedeni ölüme yatırmanın politik ve felsefi veçhelerini değerlendiriyor.

Kitap, Türkiye’deki sol görüşlü siyasi tutukluların yüksek güvenlikli hapishanelerin getirilmesine karşı ölüm oruçları düzenleyerek kendi bedenlerini birer silah haline getirme mücadelesini derinlemesine inceliyor.

Bargu, ölüm oruçlarını sadece bireysel bir intihar girişimi olarak değil, aynı zamanda siyasi bir direniş ve devlete karşı bir güç gösterisi olarak ele alıyor.

Michel Foucault’nun biyopolitika kavramından yola çıkarak, devletin hayat üzerindeki gücünü ve bu güce karşı bedenin nasıl bir araç olarak kullanıldığını analiz ediyor.

Kitaptan bir alıntı:

“Bu kitaptaki iddialardan biri ve kitabın üzerine oturduğu mantık, kıyıda köşede kalıp isyan edenlerin bakış açısıyla merkezdekilerin nasıl göründüğünü ve devletin bakış açısıyla iktidarın kıyıda köşede kalmışları nasıl etkilediğini teşhir etmek suretiyle, iktidarı ve direnişi hem iki uçlu bir zıtlık hem de aynı hikâyenin birbirini tamamlayan parçaları halinde sunabilmek. Çok sayıda aktörün ağzından aktarılan hikâyeler vasıtasıyla yerinde tespit edilen bu bakış açılarının her biri, diğerinin belirli bir ‘hakikatini’ ortaya çıkarma işlevi görüyor ve diğerinin gizli gerçekliğine göz atma imkânı sağlıyor.”

  • Künye: Banu Bargu – Beden Bir Silah Olunca: Ölüm Oruçları, çeviren: İsmail Ferhat Çekem, İletişim Yayınları, inceleme, 419 sayfa, 2024

Andrew Baruch Wachtel, Ilya Vinitsky – Rus Edebiyatı (2024)

Andrew Baruch Wachtel ve Ilya Vinitsky’nin imzasını taşıyan bu etkileyici eser, okurlara Rus kültürü ve edebiyatının tarihsel gelişimini disiplinlerarası bir bakış açısıyla sunuyor.

Korkunç İvan’dan Büyük Petro’nun reformlarına, 19. yüzyılın altın çağından Sovyet dönemine kadar uzanan bir panoramayla, edebiyatın toplumsal ve siyasi bağlamlarını derinlemesine inceliyor.

Ayrıca modernizm, avangard hareketler ve sembolizm üzerine yaptığı özgün analizlerle, edebiyatın bireysel ve ulusal kimlik inşasındaki rolünü de gözler önüne seriyor.

Dostoyevski, Tolstoy, Çehov gibi kanonik isimlerin yanında Vasili Jukovski, Andrey Bely ve Andrey Platonov gibi daha az bilinen, ancak edebiyat dünyasında büyük öneme sahip yazarları da kadrajına alarak Rus edebiyatının dönüşüm evrelerini bütüncül bir perspektifle inceleyen eser, araştırmacılar ve edebiyat tutkunları için vazgeçilmez bir başvuru kaynağı.

Orta çağlardan günümüze kadar Rus edebiyatının tüm önemli dönemlerini ve yazarlarını kapsayan kitap, sadece edebi metinleri değil, aynı zamanda bu metinlerin ortaya çıktığı tarihsel, kültürel ve sosyal bağlamları da inceliyor.

  • Künye: Andrew Baruch Wachtel, Ilya Vinitsky – Rus Edebiyatı, çeviren: Ali Karakaya, Vakıfbank Kültür Yayınları, inceleme, 464 sayfa, 2024

Mehmet Süreyya Karakurt – Türkiye’de Sağ ve Solun Oluşumu ve 1975-80 “Sivil” İç Savaşı (2024)

Türkiye’de sağ ve sol belirgin olarak 1950’ler sonrasında oluştu.

Bu oluşum süreci aynı zamanda “Soğuk Savaş”ın en etkili sürdüğü yıllara denk geldi.

1980’e kadar sonraki 30 yıl boyunca da ülke siyaseti soğuk savaşın izlerini çok derinden hissetti.

Bu kitap Osmanlı’daki modernleşme ataklarından başlayarak ve esas olarak 1950’ler sonrası sağın ve solun oluşum süreçlerini incelikle ele alıyor.

Aktörlerin ideolojik politik gelişim evrelerini, ayrışmaları, yeniden biçimlenişleri analiz ediyor.

Bu ilk oluşumların zirve noktası 1975-80 dönemidir.

Bu dönem bugüne kadarki gelişmeleri çok derinden etkilemesine rağmen daima gölgede bırakılan bir dönem oldu.

1975-1980 arası, toplumun her kesimini, coğrafyanın her köşesini kapsayan yaygın çatışma ortamı ile Türkiye için özel bir dönemdir.

Bu çatışmalar son derece etkili sonuçlar da yaratmış, sağ cenahın muharip aktörünü dünyanın en güçlü, en kitlesel faşist hareketlerinden biri haline getirirken, sol cenahta da son derece kitlesel bir radikal silahlı sol hareket ortaya çıkarmıştır.

Bu çatışma ortamının sonu ise, Türkiye’nin siyasi hayatını kökten değiştiren, etkisi bugün bile derin şekilde hissedilen bir askeri darbe ile geldi.

Askeri darbenin etkileri öyle etkili oldu ki bütün dikkatler oraya odaklandı, onu ortaya çıkaran ortamın kendisi ikinci plana düştü.

Bugün bile bu olayların ne olduğu, neyin ürünü olarak ortaya çıktığı, nasıl bir gelişim seyri izlediği vb. konusunda bir iki istisna dışında bir anlatım bulunmuyor.

Olayların değerlendirmesi konusunda da fikirler birbirinden radikal şekilde ayrışıyor.

Kimileri bu olayları anarşi ve terör olarak görmeye meyilli iken, kimilerine göre bunlar sağ-sol çatışmasıydı.

Kimilerine göre ise o dönemde Türkiye’de bir iç savaş yaşandı.

Bu kitap bu yıllarda Türkiye’de bir iç savaş yaşandığı tezini gerekçelendirmeye, aktörleri, nedenleri ve dinamikleri ile sürecin genel bir resmini çizmeye çalışıyor.

Fakat bu iç savaşın, alışılmış örneklerin dışında “sivil” bir karakter taşıdığını ileri sürüyor ve bütün bunların gerisinde de iç politikanın soğuk savaşlaştırılmasının yattığını göstermeye çalışıyor.

  • Künye: Mehmet Süreyya Karakurt – Türkiye’de Sağ ve Solun Oluşumu ve 1975-80 “Sivil” İç Savaşı, Nota Bene Yayınları, siyaset, 486 sayfa, 2024

Henri Pirenne – Muhammed ve Charlemagne (2024)

Uzun vadede derin sosyal, ekonomik, kültürel ve dini hareketlerin eşit derecede derin temel nedenlerden kaynaklandığını savunan Pirenne Tezi günümüzde Orta Çağ tarihçilerinin başvurduğu kaynaklardan biri olmayı hâlâ sürdürüyor.

Bu teze dayanarak Henri Pirenne ‘Muhammed ve Charlemagne’da İslam ve Batı uygarlığı arasındaki birbirini tamamlayıcı ilişkiyi inceliyor.

Antik geleneğin neden ve nasıl çöktüğünü, Akdeniz birliğinin neden ve nasıl bozulduğunu ayrıntılarıyla açıklıyor.

Kilise tarafından desteklenen Karolenjlerin güçlenmesinin Orta Çağ üzerindeki etkilerini herkesin anlayabileceği bir dille tartışıyor.

Pirenne’nin ünlü deyişinin arka planına ışık tutuyor: Muhammed olmadan Charlemagne’ın kavranamayacağını söylemek kesinlikle doğrudur.

‘Muhammed ve Charlemagne’ kitabında ortaya attığı, İslam’ın Avrupa’nın şekillenmesindeki belirleyici rolü hakkındaki görüşüdür.

Pirenne’ye göre, İslam’ın yükselişi ve Arap fetihleri, Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Avrupa’nın birleşik bir kültürel ve ekonomik bütünlük olarak varlığını sürdürmesini engellemiştir.

Eğer İslam fetihleri olmasaydı, Batı Roma İmparatorluğu’nun mirası daha uzun süre canlı kalabilir ve Charlemagne gibi bir figür, bütün bir Avrupa’yı yeniden birleştirebilirdi.

Pirenne’nin bu tezi, Avrupa tarihçiliğinde büyük bir tartışma yarattı.

  • Künye: Henri Pirenne – Muhammed ve Charlemagne, çeviren: Servet Ugan, Alfa Yayınları, tarih, 280 sayfa, 2024

Max Stirner – Parerga (2024)

Max Stirner’in ‘Parerga’sı, filozofun daha önceki çalışması olan ‘Biricik ve Mülkiyeti’ne yapılan eleştirilere verdiği cevapları içeren bir metindir.

Stirner, bu çalışmasında eleştirenlerin fikirlerini tek tek ele alır, kendi düşüncelerini daha da netleştirir ve bazı noktalarda yeni açıklamalar yapar.

“Biricik” kavramını yani bireyin kendi çıkarlarını ve isteklerini merkeze alan felsefesini daha da derinlemesine inceler ve eleştirilere karşı savunur.

Stirner, özellikle “Biricik” kavramının ahlaksızlığa ve egoizme yol açtığı gibi eleştirilere karşı detaylı cevaplar verir.

Stirner, Hegel, Feuerbach gibi filozofların fikirlerini eleştirir ve kendi felsefesinin bu fikirlerden nasıl farklılaştığını gösterir.

Kitaptan bir alıntı:

“Yalnızca filozoflar ölebilir ve ölümde gerçek benliklerini bulabilirler; onlarla birlikte Reform dönemi, bilgi çağı da ölür. Evet, bilginin, ölümün ardından irade olarak yeniden yeşermesi için, bizzat ölmesi gerekir; düşünce, inanç ve vicdan özgürlüğü, üç asırlık bu muhteşem çiçekler, yeryüzünün rahmine geri döneceklerdir ki yeni bir özgürlük, irade özgürlüğü onun en soylu özsularından beslenebilsin.  Bilgi ve özgürlüğü, sonuna felsefenin zirvesinde ulaşan o zamanın idealiydi: Bu zirvede kahraman kendi ölüsünün yakılması için odun yığını toplayacak ve Olympos’taki ebedi yanını kurtaracaktır. Geçmişimiz felsefeyle kapanır ve filozoflar, eski ilkenin ihtişamlı parıltıları içinde tamamlandığı ve gençleştirme yoluyla geçici olmaktan ebedi olmaya dönüştüğü düşünce döneminin Raphaelleridir.  Bundan böyle kim bilgiyi korumak isterse onu kaybeder; ama kim vazgeçerse kazanacaktır.”

  • Künye: Max Stirner – Parerga, çeviren: H. İbrahim Türkdoğan, Livera Yayınevi, felsefe, 80 sayfa, 2024

Antony Wynn – İzmir Yolunda Üç Deve (2024)

İmparatorluklar ve şirketler yükselir ve düşer.

Halılar hepsinden daha uzun ömürlü olabilir.

Şark Halı Kumpanyası sayesinde, Türkiye ve İran’ın en iyi halılarından bazıları artık Avrupa ve Amerika’da.

Bugün, büyük ölçüde Türkiye ve İran’da artan işçilik maliyetleri nedeniyle, dünya pazarının büyük ölçekli ticari halı üretimi doğuya, Hindistan, Pakistan, Çin ve hatta Vietnam’a kaymış durumda.

Ev tüketimi için çalışan göçebeler ve köylüler ile her iki ülkede de en iyi kalitede parçaların daha kısıtlı üretimi bunun istisnaları arasında yer alıyor.

Bu muhteşem kitap, İzmir’i ‛Levant’ın incisi’ haline getiren ve Cezayir’den Tibet’e, Çin’den dünyanın geri kalanına kendi ürettikleri halıları satarak kumpanyayı küresel bir şirkete dönüştüren tüccarların hareketliliğini hatırlatıyor.

Antony Wynn, halıları bir bağlantı ipi gibi kullanarak, ‛küreselleşme’ sözü icat edilmeden çok önce, Amerika ve Avrupa’daki görünüşte alakasız siyasi ve ekonomik olayların, Asya’nın halı üretim dünyasındakilerin hayatlarını nasıl anında etkilediğini ve en ücra köylerdeki en alt düzey dokumacılardan, onları dolaylı yoldan destekleyen şehirli tüccarlara ve finansörlere kadar aynı etkinin tam tersi yönde de yaşanabildiğini gösteriyor.

Kitap, halı ticaretinin tüm inceliklerini, göçebe halıcılardan Avrupa tüccarlarına kadar geniş bir yelpazede inceliyor.

Farklı halı türlerini, üretim tekniklerini ve kalitelerini etkileyen faktörleri vurguluyor.

Wynn, halı tüccarlarının haydutlar, zorlu hava koşulları ve bürokratik engeller gibi çeşitli zorluklarla karşılaştıkları uzun ve tehlikeli yolculuklarını anlatıyor.

Kitap, Doğu ve Batı arasındaki kültürel alışverişi gözler önüne seriyor.

Avrupa tüccarlarının farklı kültürler, gelenekler ve göreneklerle karşılaşmalarını anlatıyor.

Halı ticareti, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa’daki daha geniş ekonomik ve siyasi gelişmeler bağlamında analiz ediliyor.

  • Künye: Antony Wynn – İzmir Yolunda Üç Deve: Şark Halı Kumpanyası Tarihi, çeviri: Ayşen Sarı, İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları, tarih, 368 sayfa, 2024