Michel Foucault – Rezil İnsanların Yaşamı (2021)

Michel Foucault’nun iktidar olgusuna çok farklı bir pencereden baktığı, kısa ama yoğun metni ‘Rezil İnsanların Yaşamı’, Türkçede.

Foucault’ya göre iktidar, zorunlu olarak tepeden inip bireylere boyun eğdiren bir kuvvet değil, bireylerin farklı şekillerde davet ettiği bir etkileşim olarak işler.

Foucault’nun tamamlamaya fırsat bulamayacağı yeni bir araştırma projesini takdim etmek için yazdığı 1977 tarihli bu metin bir yandan Foucault’nun henüz formüle ettiği iktidar kavrayışının sıklıkla gözden kaçan bu yönünü vurguluyor.

Öte yandan, Foucault’nun bu çalışmasında mercek tutmayı amaçladığı silik yaşamlar, daha sonraki eserlerinde bilgi-iktidar düzeneklerine asimile edilemeyecek ayrı bir boyut olarak üzerinde duracağı özneleşme süreçlerinin nasıl işlediğinin ipuçlarını veriyor.

Gilles Deleuze bu metni, müstakil olarak ele alınması gereken bir başyapıt olarak tanımlamıştı.

  • Künye: Michel Foucault – Rezil İnsanların Yaşamı, çeviren: Emre Koyuncu, Norgunk Yayıncılık, felsefe, 39 sayfa, 2021

Gilles Deleuze – Sinema 2: Zaman-İmge (2021)

“Öyle olur ki, daima günün öyle bir saati gelir ki, gece yarısında veya gün ortasında artık ‘sinema nedir?’ diye değil, ‘felsefe nedir?’ diye sormak gerekir.”

Daha önce ilk cildine burada da yer verdiğimiz Gilles Deleuze’ün sinema üzerine yazıları, ‘Zaman-İmge’ başlıklı ikinci cildiyle karşımızda.

Deleuze, sinemanın zamanı dolaysız bir şekilde sunma kapasitesine kavuşmuş yeni bir imge türüne sahip olduğunu belirtiyor ve bu yeni kavramsal pratikleri zaman-imge kavramıyla karşılıyor.

Düşünür bunu yaparken Rosselini, De Sica, Godard, Rivette, Antonioni, Visconti, Fellini ve Orson Welles gibi pek çok yönetmenin yapıtlarını kat ediyor ve bu bağlamda,

  • Sinemada yeni gerçekçilik,
  • Sinema, semiyoloji ve dil,
  • Zaman-imgenin hareket-imgeye tabiiyeti,
  • Zamanın dolaylı temsili olarak montaj,
  • Orson Welles’te hakikat meselesi,
  • Bedenin sineması ve bedenlerin sinematografik yaratımı,
  • Sinema ve politika,
  • Görsel imgenin boyutu olarak sesli film,
  • Ve bunun gibi pek çok konuyu tartışıyor.

Deleuze’ün buradaki yazıları, yönetmenlerin nasıl birer filozof ve kuramcı olduklarını ortaya koymasıyla dikkat çekiyor.

  • Künye: Gilles Deleuze – Sinema 2: Zaman-İmge, çeviren: Burcu Yalım ve Emre Koyuncu, Norgunk Yayıncılık, felsefe, 343 sayfa, 2021

Brian Massumi – Hayvanların Politika Hakkında Bize Öğrettikleri (2020)

İnsan kendisini dünyadaki en üstün varlık olarak görse de, doğal yetilerimize yabancılaştığımız için hayvanlardan öğreneceğimiz çok şey var.

Brian Massumi de, hayvanlardan ve bitkilerden politika hakkında neler öğrenebileceğimizi tartışıyor.

Yazar, insanın akıl yürütme, yaratıcılık ve özellikle hayal gücü gibi gelişmiş yetilerini dünyaya hükmetme araçlarına dönüştürerek körelttiğini, bunun sonucu olarak da dünyadaki doğal yerini yitirdiğini söylüyor.

Massumi’ye göre, o artık etkin değil tepkiseldir ve karşıtlıklar üretmeden kendi gücünü (aslında güçsüzlüğünü) hissedemez.

Yine yazara göre, bu durum yalnızca doğanın ahengini bozmakla sonuçlanmamış, aynı zamanda bireysel özgürlüklerin hiçe sayılmasını, toplumsal bölüşümün sakatlanmasını da beraberinde getirmiştir.

Massumi, kendimizi nasıl geri kazanacağımızı ve bunun için de hayvanlardan neler öğrenebileceğimizi tartışıyor.

  • Künye: Brian Massumi – Hayvanların Politika Hakkında Bize Öğrettikleri, çeviren: Emre Sünter, Norgunk Yayıncılık, siyaset, 190 sayfa, 2020

Gilles Deleuze – Anlamın Mantığı (2020)

‘Anlamın Mantığı’, bundan tam 51 yıl önce yayımlandığında büyük etki yaratmış, psikanaliz tartışmalarına çok özgün boyutlar getirmişti.

Gilles Deleuze, bizde yeni baskısı yapılan bu klasikleşmiş yapıtında, ağırlık merkezini yüzey mi derinlik mi tartışmasından yana koyuyor ve bunu da Lewis Carrol ve Antonin Artaud bağlamında yapıyor.

Düşünür burada,

  • Ölçülü şeylerle deli-oluş arasındaki Platoncu ayrım,
  • Cisimler ya da şey durumlarıyla cisimsiz sonuçlar ya da olaylar arasındaki Stoacı ayrım,
  • Nedensel ilişkinin ikiye bölünmesi,
  • Yalıtık olarak tekrar ortaya çıkma,
  • Dizisel biçim ve heterojen diziler,
  • Tekillikler ve olaylar,
  • Sıradan oyunların kuralları,
  • Paradoksal öğenin özellikleri,
  • Sağduyunun doğası ve paradoks,
  • Yemek-konuşmak ve şizofrenik dil,
  • Şizofreni ve yüzeyin çöküşü,
  • Dilin ilksel düzeni ve ikincil örgütlenmesi arasındaki ayrım,
  • Hakiki bir oluşumun koşulları,
  • Ben’in ve bireyleşme merkezinin olmadığı bir aşkınsal alan,
  • Anlam ve önerme,
  • Stoacılık ve Zen,
  • Dilin örgütlenmesi,
  • Yüzeyin kuruluşuyla ilişkisi içinde Oidipusçu girişim,
  • Fantazm ve olay,
  • Cinsellik ve dil,
  • Nevrotik aile romanı bağlamında psikanaliz ve edebiyat,
  • Ve bunun gibi pek çok ilgi çekici konuyu tartışıyor.

O zamanlar Lacan’ın öğrencisi olan Félix Guattari’yi de derinden etkilemiş bu yapıt, Deleuze’un özgün düşünce dünyasına yakından bakmak için çok iyi fırsat.

  • Künye: Gilles Deleuze – Anlamın Mantığı, çeviren: Hakan Yücefer, Norgunk Yayıncılık, felsefe, 371 sayfa, 2020

Gabriel de Tarde – Toplumsal Yasalar (2019)

Bu kitap, sosyolojinin gelişimine önemli katkıda bulunmuş Gabriel Tarde’ın sosyolojiyle ilgili fikirlerini ilk elden kavramak açısından çok iyi bir kılavuz.

Tarde’ın sosyolojiye yaklaşımı Durkheim’ın yaklaşımından tümüyle farklıdır.

Durkheim, her toplumsal konuyu genel olanla açıklamaya çalışırken Tarde, buna şiddetle karşı çıkmış ve toplumsal değişimleri küçük, sıradan insanların toplum içindeki davranışlarını merkeze olarak anlamaya çalışmıştı.

Tarde’ın bu şekilde özetleyebileceğimiz yaklaşımı, daha sonra Chicago Okulu üyelerini de etkileyecekti.

Zira Okul, ileride “interactionism” yönünde gelişecek çalışmalarını Tarde’dan önemli ölçüde yararlanarak ortaya koyacaktı.

“Ben bütündeki kolektif benzerlikleri, en temel küçük eylemler yığınıyla, büyük olanı küçükle, genel olanı ayrıntıda olanla açıklıyorum. Böyle bir bakış açısı matematikte en küçükler hesabının ortaya çıkmasıyla gerçekleşen dönüşüme benzer bir dönüşümü sosyolojide gerçekleştirir,” diyen Tarde, toplumsal alanda suç ve taklit gibi mefhumlar üzerine derinlemesine düşünüyor.

  • Künye: Gabriel de Tarde – Toplumsal Yasalar: Bir Sosyoloji Taslağı, çeviren: Emre Sünter, Norgunk Yayıncılık, sosyoloji, 119 sayfa, 2019

Efe Baştürk – İçkinlik Demokrasisi (2018)

Gilles Deleuze’ün politik felsefesinin kaynakları, gelişimi ve etkileri hakkında sağlam bir inceleme.

“Deleuze’e başvurmadan politik felsefe mümkün müdür?” sorusunun yanıtını arayan Efe Baştürk, öncelikle Deleuze’ün Platon ve Hegel’e yaklaşımını analiz ederek kitabına başlıyor ve yine burada, Deleuze’ün “molar-felsefe” ve “diyalektik aklın olumsuzlayıcı işlevi” kavramlarını tartışıyor.

Baştürk, kitabının ikinci bölümünde ise, Louis Althusser, Jacques Rancière ve Jean-Luc Nancy gibi Deleuze’ün çağdaşı filozoflar ile Deleuze arasındaki etkileşimi irdeliyor.

  • Künye: Efe Baştürk – İçkinlik Demokrasisi: Deleuze ve Politik Felsefe, Norgunk Yayıncılık, felsefe, 174 sayfa, 2018

Anita Sezgener – Pusu Bilici (2008)

‘Pusu Bilici’, aynı zamanda sinemayla ilgili çalışmaları da bulunan Anita Sezgener’in ilk kitabı.

Kendisini kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz.

Kitapta yer alan ‘Ölü Şehir’ isimli şiirden bir alıntı:

“ağıtından çekilmeyenin / öfkeyi göğsüne bastıranın / acısı nardır dedi, / nehrin kıyısındaydık. / ellerimizi yakıyordu kış. / gözün seğirdiği bir uzakta / yanımıza karıncalar ayırıyorduk. // kımıltılı bir kalkışımız vardı / huzursuz bir çağdaydık. / nabızlarımız yüksekti / çoğalıyordu nilüferler suda. // bir tavşanla göz göze geldik, nemli. / nehrin suları bir öyle, bir dalgın. / kuzeye vardık da kaydı avuçlarımızdan / külleri / düşürecek olduk mevsimlerden birini. (…)”

  • Künye: Anita Sezgener – Pusu Bilici, Norgunk Yayıncılık, şiir, 51 sayfa

Max Stirner – Biricik ve Mülkiyeti (2017)

Asıl adıyla Johann Kaspar Schmidt olan Max Stirner, aralarında Marx, Engels ve Nietzsche’nin de bulunduğu birçok filozofun etkilendiği, fakat eserlerinde kendisinden neredeyse hiç bahsetmedikleri filozoflardan.

Kimilerinin faşist kimilerinin nihilist dediği Stirner, “felsefenin günah keçisi” olarak tanımlanır.

Rahatsız edici ‘Biricik ve Mülkiyeti’ ise, Stirner’in düşünce sistematiğinin en karakteristik hale geldiği, aynı zamanda kendisinin en ünlü eseri.

Nihilizm vurgusuyla öne çıkan kitabında Stirner, hakikati bir insan icadı olarak tanımlayıp onunla ve genel olarak verili din, devlet, toplum ve felsefeyle bir hesaplaşmaya girişiyor.

“Benden yüce her varlık, ister Tanrı olsun ister insan, Biriciklik duygumu zayıflatır ve ancak bu bilincin rüzgârı karşısında sönüp gider.” diyen Stirner, okuruna radikal ve rahatsız edici sorular soruyor.

  • Künye: Max Stirner – Biricik ve Mülkiyeti, çeviren: H. İbrahim Türkdoğan, Norgunk Yayıncılık, felsefe, 240 sayfa

Gilles Deleuze – Sinema 1: Hareket-İmge (2014)

Gilles Deleuze ‘Sinema’ çalışmasının elimizdeki ilk cildinde, bir sinema tarihi vermekten ziyade, imgelerin ve göstergelerin taksonomisine, sınıflandırılmasına yönelik kapsamlı bir analiz sunmakta.

İkinci cildin konusu da, sinemada zaman-imge.

Düşünürün, bilhassa hareket-imgenin ve daha derininde de zaman-imgenin Bergsoncu keşiflerini serimlemesiyle öne çıkan çalışması, hareket-imge ile sinematografik imge arasındaki kesişmeyi aydınlatıyor.

Büyük yönetmenlerin kavramlar yerine hareket-imgeler ve zaman-imgelerle düşündüğünü vurgulayan Deleuze, yönetmenlerin icat ettiği özerk biçimleri tartışıyor.

  • Künye: Gilles Deleuze – Sinema 1: Hareket-İmge, çeviren: Soner Özdemir, Norgunk Yayıncılık, sinema, 290 sayfa

Bruno Latour – Biz Hiç Modern Olmadık (2008)

  • BİZ HİÇ MODERN OLMADIK, Bruno Latour, çeviren: İnci Uysal, Norgunk Yayıncılık, felsefe, 181 sayfa

Modern hayat, beraberinde getirdiği sıkıntılar ve hayal kırıklıkları nedeniyle, vaat ettiği “altın çağ”ı getiremedi. Hatta Fransız antropolog Bruno Latour daha da iddialı bir şekilde, modernlik sürecinin hiç başlamadığını düşünüyor. Latour, modern anayasanın hep asimetrik kaldığını, şeyleri temsil etmekle yükümlü bilimsel iktidar ile özneleri temsil etmekle yükümlü siyasal iktidar arasında hep bir ayrım icat ettiğini ve bu ikisi arasında kurulan ağların gücünü görmezden geldiğini savunuyor. Latour, “Modernler hem gerçekliği, hem dili, hem toplumu, hem de varlığı istemekte pekâlâ haklıdırlar. Haksız oldukları nokta onların sonsuza dek çelişkili olduklarını sanmaktır,” diyerek modern, antimodern ve postmodern süreçleri masaya yatırıyor.