Robin Wall Kimmerer – Kutsal Otu Örmek (2025)

Robin Wall Kimmerer’ın bu kitabı, botanik bilimiyle yerli bilgeliğini aynı potada eriten, doğayla ilişkimizi hem zihinsel hem de duygusal düzeyde yeniden kuran etkileyici bir ekoloji anlatısı sunuyor. İlk kez 2013’te yayımlanan bu eser, modern çevre yazınının en güçlü başvuru kaynaklarından biri hâline geldi.

Potawatomi halkının bir üyesi olan Kimmerer, bitkileri yalnızca biyolojik organizmalar olarak değil, öğretmenler, yol göstericiler ve ilişki kurduğumuz varlıklar olarak görüyor. Bilimsel eğitiminden gelen analitik bakışı, yerli kozmolojisinin dünyayı armağanlar ağı olarak gören perspektifiyle birleştirerek okura hem kanıta dayalı hem de ruhu besleyen bir düşünme biçimi sunuyor. Bu yaklaşım, çevreyi “kaynak” olarak gören modern anlayışla keskin bir karşıtlık oluşturuyor ve ekolojik krizin derin nedenlerinin ilişkisizlik, kopuş ve karşılıklılık eksikliği olduğunu hatırlatıyor.

‘Kutsal Otu Örmek: Kadim Bilgelik, Bilimsel Bilgi ve Bitkilerin Öğretileri’ (‘Braiding Sweetgrass: Indigenous Wisdom, Scientific Knowledge and the Teachings of Plants’); Kaplumbağa Adası’nın (Kuzey Amerika kıtasının yerli yaratılış anlatısı) mitlerinden Kimmerer’ın kendi anneliğine, bitkilerle kurduğu kişisel bağlardan günümüz ekolojik tehditlerine kadar uzanan çok katmanlı bir hikâye anlatıyor. Burada temel bir fikir öne çıkıyor: Yaşayan dünyanın diğer sakinleriyle karşılıklı bir ilişki kurmadan gerçek bir ekolojik farkındalık geliştiremeyiz. Bitkilerin ve hayvanların “dilini duymayı” öğrenmek, toprağın cömertliğini anlamanın ve ona karşı sorumluluk geliştirebilmenin ön koşulu.

‘Kutsal Otu Örmek’, bilimle maneviyatı, kişisel deneyimle toplumsal eleştiriyi, ekolojik kaygıyla şükranı bir araya getiren son derece özgün bir çalışma. Hem çevre felsefesi hem de yerli ekobilgisi açısından önemli bir başvuru kaynağı olarak kabul ediliyor; doğaya dair bilgiyi yalnızca akılla değil, ilişki ve karşılıklılıkla kurmayı hatırlattığı için modern ekoloji tartışmalarında benzersiz bir yer tutuyor.

  • Künye: Robin Wall Kimmerer – Kutsal Otu Örmek: Kadim Bilgelik, Bilimsel Bilgi ve Bitkilerin Öğretileri, çeviren: Ayşe Başcı, Kolektif Kitap, ekoloji, 528 sayfa, 2025

Kerem Cankoçak – Maddenin Kısa Tarihi (2025)

Evrenin hikâyesi, akıl almaz bir sıkışıklığın içindeki kozmik bir kıvılcımla başlıyor; 13,8 milyar yıl önceki bu başlangıç, ışınımın maddeye dönüşmesiyle atomaltı parçacıkların, atomların, yıldızların ve galaksilerin sahneye çıktığı uzun soluklu bir dönüşüme kapı açıyor. Kerem Cankoçak, bu büyük serüveni yalnızca fizik yasalarının soğuk diliyle değil, maddenin kendi macerasını felsefi bir derinlikle kavrayan bir anlatımla iz sürerek aktarıyor. Evrenin sürekli değişen yapısından yola çıkarak Dünya’nın oluşumuna, canlılığın ortaya çıkışına ve sonunda Homo sapiens’in evreni gözleyen bir varlık hâline gelişine uzanan çizgiyi berrak bir dille yeniden kuruyor.

Cankoçak’ın çalışması, yalnızca kozmolojinin ve parçacık fiziğinin temel taşlarını sadeleştiren bir popüler bilim kitabı değil; aynı zamanda Türkiye’de bilim yazınının gelişmesine büyük katkı sunan bir yaklaşımın ürünü. CERN’deki deneysel fiziğin karmaşık ayrıntılarını herkesin anlayabileceği bir açıklıkla aktarması, onu Türkiye’de bilimsel düşüncenin kamusallaşmasında öne çıkan isimlerden biri hâline getiriyor. ‘Maddenin Kısa Tarihi’, evrenin başlangıcından bugünkü toplumsal tartışmalara uzanan çizgide bilimin nasıl düşünsel bir pusula olabileceğini gösteriyor.

Her bölüm sonunda yer alan ileri okuma önerileriyle kitabı yalnızca bir anlatı değil, aynı zamanda bir rehber hâline getiren Cankoçak, maddenin yolculuğunu hem bilimsel hem de kültürel bağlamlarda kavramamıza yardımcı oluyor. Bu kısa tarih, evrenin kendini bizler aracılığıyla anlamaya başlayan bir hikâye olduğunu hatırlatan, Türkiye’de bilime ilginin gelişimini de besleyen önemli bir çalışma.

  • Künye: Kerem Cankoçak – Maddenin Kısa Tarihi: Büyük Patlamadan CERN Deneylerine Maddenin Yolculuğu, Alfa Yayınları, bilim, 304 sayfa, 2025

Carole Hooven – Testosteron (2025)

Testosteronun insan davranışındaki rolünü açıklığa kavuşturan bir kitap… Çalışma, biyolojiyi kültürden ayırmadan okuyan bütüncül bir çerçeve sunuyor. Carole Hooven, hormonun etkisini basit bir “erkeklik belirleyicisi” olarak değil, genetik özellikler, sosyal çevre ve öğrenme süreçleriyle etkileşim içinde çalışan dinamik bir unsur olarak değerlendiriyor. Bu yaklaşım hem bilimsel indirgemeciliği hem de kültürel dogmaları aşan bir düşünme biçimi geliştiriyor ve testosteron tartışmalarını ideolojik kutuplaşmadan çıkararak araştırmaya dayalı bir zemine taşıyor.

Hooven, tarih boyunca gözlenen davranış örüntülerinden modern biyolojik deneylere uzanan geniş bir kaynak kullanarak rekabet, saldırganlık, statü arayışı ve cinsellik gibi davranışların evrimsel kökenlerini inceliyor. Hayvan türlerinde yapılan araştırmaların insan davranışlarıyla nasıl kıyaslanabileceğini gösteriyor ve hormonal farklılıkların tek başına kader belirlemediğini, çevresel koşullar tarafından sürekli yeniden şekillendiğini vurguluyor. Böylece okuyucu, testosteronun hem güçlü hem sınırlı bir etkiye sahip olduğunu, biyolojik süreçlerle kültürel normların birbirini tamamladığını kavrıyor.

‘Testosteron: Bir Hormonun Anatomisi’ (‘T: The Story of Testosterone, the Hormone that Dominates and Divides Us’), toplumsal cinsiyet tartışmalarındaki sert karşıtlıkları yumuşatan bir perspektif sunuyor. Testosteronun varlığı ya da düzeyi, eşitsizliği meşrulaştırmak için bir gerekçe oluşturmuyor; aksine davranış çeşitliliğini anlamaya yardımcı oluyor ve daha kapsayıcı bir toplumsal düzen üzerine düşünmeyi mümkün kılıyor. Bu yönüyle çalışma, evrimsel biyoloji ile toplumsal cinsiyet araştırmaları arasında köprü kuruyor ve bilimsel tartışmalara açıklık kazandıran temel bir başvuru eseri olarak önem taşıyor.

  • Künye: Carole Hooven – Testosteron: Bir Hormonun Anatomisi, çeviren: Banu Tatari, Diplomat Yayınları, bilim, 432 sayfa, 2025

Lesley Newson, Peter J. Richerson – Bizim Hikâyemiz (2025)

Lesley Newson ve Peter J. Richerson bu çalışmalarında, insan evrimini biyolojik determinizmin ötesine taşıyor ve kültürel evrimin belirleyici rolünü merkeze alıyor. Yazarlar, insan topluluklarının salt genetik mirasla değil, öğrenilen davranışlar ve paylaşılan normlarla şekillendiğini vurguluyor ve kültürün seçilim süreçlerini dönüştürdüğünü savunuyor.

‘Bizim Hikâyemiz: İnsan Evrimine Yeni Bir Bakış’ (‘A Story of Us: A New Look at Human Evolution’), biyolojik ve kültürel evrim arasındaki karşılıklı etkileşimi ayrıntılandırıyor ve bu sürecin insanı işbirliğine yönelttiğini ileri sürüyor. Dil, ahlak, paylaşım ve cezalandırma gibi pratiklerin grup içi uyumu güçlendirdiğini açıklıyor. Newson ile Richerson, kültürel normların bireysel çıkarı sınırlandırırken kolektif sürekliliği sağladığını söylüyor ve bu mekanizmanın toplumsal düzeni kurduğunu gösteriyor.

Yazarlar, modern dünyada hızlanan değişim karşısında insan topluluklarının uyum kapasitesini tartışıyor ve kültürel mirasın bu uyumu beslediğini ileri sürüyor. Geleneklerin, eğitim pratiklerinin ve ortak anlatıların bireyleri birbirine bağladığını ifade ediyor. Aynı zamanda rekabetçi çevre koşullarının yeni davranış kalıpları ürettiğini, bu kalıpların da yeni değerler doğurduğunu belirtiyor.

Çalışma, insanlık tarihini çizgisel bir ilerleme miti olarak değil, sürekli müzakere edilen bir ortaklık süreci olarak okuyor. Kültürel çeşitlilik, yazarların gözünde bir zayıflık değil, evrimin temel itkisi olarak anlam kazanıyor. Bireyin kararları ile kolektif hafıza arasındaki ilişkinin toplumsal davranışı yönlendirdiğini anlatıyor ve insan türünün esnekliğini görünür kılıyor. Böylece eser, kimlik, aidiyet ve dayanışma üzerine yeniden düşünmeye çağırıyor ve insan olmanın müşterek bir öğrenme deneyimi olduğunu duyumsatıyor.

  • Künye: Lesley Newson, Peter J. Richerson – Bizim Hikâyemiz: İnsan Evrimine Yeni Bir Bakış, çeviren: Dilara Erdem, Minotor Kitap, bilim, 440 sayfa, 2025

Lena Zuchowski – Rastgelelik ve Entropiden Zaman Okuna (2025)

Lena Zuchowski’nin bu çalışması, fiziksel dünyanın nasıl düzen kazandığını rastlantısallık, entropi ve zamanın oku üzerinden inceleyen kapsamlı bir tartışma sunuyor. Yazar, rastlantı fikrinin yalnızca belirsizlik yaratmadığını, aynı zamanda fiziksel süreçlerin işleyişinde açıklayıcı bir rol üstlendiğini vurguluyor. Bu yaklaşım, düzensizlik ile düzen arasındaki karmaşık ilişkiyi görünür kılıyor ve okuru fiziksel yasaların ardındaki istatistiksel yapıyı düşünmeye davet ediyor. Entropi, hem termodinamik bir kavram hem de bilginin düzenlenişini anlamada temel bir araç olarak ele alınarak evrenin işleyişindeki yerini ortaya koyuyor.

‘Rastgelelik ve Entropiden Zaman Okuna’ (‘From Randomness and Entropy to the Arrow of Time’), zamanın neden tek bir yönde aktığı sorusuna da odaklanıyor. Zuchowski, zamanın okunun evrensel bir zorunluluk değil, entropinin artışıyla bağlantılı istatistiksel bir eğilim olduğunu savunuyor. Kozmosun başlangıcından kuantum süreçlerine uzanan geniş bir alan içinde zamanın tek yönlü görünmesinin nedenlerini açıklarken, bu yönlülüğün hem fiziksel düzenin hem de bilgi akışının temelini oluşturduğunu gösteriyor. Böylece okur, makroskobik düzen ile mikroskobik rastlantının birbirini nasıl tamamladığını kavrıyor.

Eser, fizik felsefesi ile modern fizik arasında köprü kurarak teknik kavramları anlaşılır bir biçimde tartışıyor. Zuchowski’nin disiplinler arası yaklaşımı, fiziksel dünyanın yapısını anlamanın yalnızca formülleri bilmekten değil, kavramların ardındaki düşünsel bağları çözmekten geçtiğini hatırlatıyor. Kitap, zaman, düzen ve rastlantı üzerine düşünen okurlar için hem açıklayıcı hem de ufuk açıcı bir rehber niteliği taşıyor.

  • Künye: Lena Zuchowski – Rastgelelik ve Entropiden Zaman Okuna, çeviren: Mustafa Bayrak, Vakıfbank Kültür Yayınları, fizik, 144 sayfa, 2025

Tristram D. Wyatt – Hayvan Davranışı (2025)

Tristram D. Wyatt’ın bu kitabı, hayvan davranışlarını açıklarken biyolojik, evrimsel ve çevresel etkenlerin nasıl iç içe geçtiğini gösteriyor. Wyatt, davranış bilimini yalnızca gözleme dayalı bir alan olarak değil, aynı zamanda hayvanların hayatta kalma stratejilerini, iletişim biçimlerini ve sosyal yapılarının evrimini inceleyen bütüncül bir disiplin olarak ele alıyor. Bu çerçeve, hem genetik mirasın hem de çevresel uyaranların davranış üzerindeki etkilerini anlamaya imkân tanıyor. ‘Hayvan Davranışı: Kısa Bir Giriş’ (‘Animal Behaviour: A Very Short Introduction’), farklı türlerde öğrenmenin nasıl gerçekleştiğini, içgüdü ile deneyimin hangi noktalarda birleştiğini ve hayvanların değişen koşullara göre davranışlarını nasıl dönüştürdüğünü tartışarak davranışın dinamik niteliğini ön plana çıkarıyor.

Wyatt, iletişim kavramını merkeze alarak hayvanların sesler, kimyasal sinyaller, jestler ve görsel işaretler yoluyla bilgi aktardığını açıklıyor. İletişimin yalnızca eş bulma ya da alan savunma gibi işlevlerle sınırlı olmadığını; aynı zamanda işbirliği, çatışma çözümü ve topluluk içi düzenin sağlanması için de kritik olduğunu vurguluyor. Bu yaklaşım, hayvan davranışının karmaşık sosyal örgütlenmelerle nasıl bağlantılı olduğunu gösteriyor. Bazı türlerde ebeveyn bakımının, grup hâlinde avlanmanın ya da hiyerarşik yapılanmaların evrimsel açıdan nasıl avantaj sağladığı örneklerle ele alınıyor. Böylece kitap, hayvan topluluklarının yaşam stratejilerini geniş bir ekolojik ve evrimsel bağlama yerleştiriyor.

Eserde ayrıca insan etkisinin hayvan davranışlarını nasıl dönüştürdüğü de tartışılıyor. Kentleşme, habitat kaybı, ışık ve ses kirliliği gibi modern çevresel değişimler, birçok türün alışkanlıklarını yeniden şekillendiriyor. Wyatt, bilimsel araştırmaların bu dönüşümleri anlamak ve türlerin uyum kapasitesini değerlendirmek için neden kritik olduğunu gösteriyor. Kitap genel olarak, hayvan davranışlarının neden ve nasıl sorularına yanıt ararken okuyucuyu hem biyolojik ilkeleri keşfetmeye hem de diğer canlılarla paylaşılan dünyanın karmaşıklığını düşünmeye davet ediyor.

  • Künye: Tristram D. Wyatt – Hayvan Davranışı: Kısa Bir Giriş, çeviren: Nıvart Taşçı, Koç Üniversitesi Yayınları, zooloji, 176 sayfa, 2025

Kostas Kampourakis – Soyu Yeniden Düşünmek (2025)

Kostas Kampourakis’in bu kitabı, genetik köken testleriyle birlikte yaygınlaşan “biyolojik kimlik” anlayışını sorguluyor. Yazar, genetik bilginin tarih, kültür ve kimlik algısı üzerindeki etkilerini ele alarak, “etnik kökenin DNA’da saklı olduğu” fikrinin bilimsel bir yanılsama olduğunu savunuyor. Kampourakis, genetik verilerin yalnızca bireylerin soy ilişkilerini kısmen açıklayabildiğini, ancak bu bilgilerin sosyal anlamlar kazandığında kimlik politikalarına ve ırkçı söylemlere malzeme haline geldiğini gösteriyor.

‘Soyu Yeniden Düşünmek’ (‘Ancestry Reimagined: Dismantling the Myth of Genetic Ethnicities’), biyolojinin yanlış yorumlanmasının nasıl ideolojik bir araç haline geldiğini ayrıntılı biçimde inceliyor. Genetik çeşitliliğin, insan gruplarını keskin sınırlarla ayırmadığını, aksine türümüzün tarih boyunca süren karışım ve göç hareketleriyle şekillendiğini vurguluyor. Kampourakis, DNA testlerinin pazarlanma biçimlerinin insanlarda “genetik aidiyet” yanılsaması yarattığını; oysa atalık kavramının biyolojik olduğu kadar kültürel, tarihsel ve hatta politik bir inşa olduğunu belirtiyor.

Eser, genetik determinizmin toplumsal yansımalarını eleştirirken, bilimin popülerleştirilme süreçlerinin etik boyutlarına da değiniyor. Kampourakis, kimliği genetik bir özle tanımlamanın hem bilime hem insan deneyimine zarar verdiğini savunuyor. Ona göre, “atalık” bir biyolojik yazgı değil, çok katmanlı bir hikâyedir. ‘Soyu Yeniden Düşünmek’, genetik bilginin sınırlarını hatırlatarak kimliğin bilimle değil, anlamla kurulduğunu gösteriyor. Yazar, bizi DNA’dan ibaret bir benlik tasarımını terk etmeye ve insan olmanın kültürel, tarihsel karmaşıklığını yeniden düşünmeye davet ediyor.

  • Künye: Kostas Kampourakis – Soyu Yeniden Düşünmek: Genetik Etnisite Mitinin Çürütülmesi, çeviren: Gürol Koca, Metis Yayınları, biyoloji, 280 sayfa, 2025

Mark Walker – Hitler’in Atom Bombası (2025)

Mark Walker’ın bu çalışması, Nazi Almanyası’nın nükleer silah geliştirme çabasını tarihsel belgeler, efsaneler ve etik sorunlar ekseninde inceliyor. Kitap, “Hitler atom bombasına ne kadar yaklaştı?” sorusunu merkeze alırken, aynı zamanda bilimin savaşla, ideolojiyle ve ahlakla kurduğu karmaşık ilişkiyi de tartışıyor. Walker, Almanya’nın fizikçilerinin ve mühendislerinin 1930’ların sonunda başlattığı uranyum projesinin teknik imkânsızlıkların ötesinde politik baskılar, bilimsel bölünmeler ve etik ikilemler yüzünden başarısızlığa uğradığını savunuyor.

‘Hitler’in Atom Bombası: Tarih, Efsane ve Auschwitz ile Hiroşima’nın İkiz Mirası’ (‘Hitler’s Atomic Bomb: History, Legend, and the Twin Legacies of Auschwitz and Hiroshima’), bilimsel ilerlemenin ideolojik rejimlerin elinde nasıl yön değiştirdiğini gözler önüne seriyor.

Walker, Almanya’daki atom araştırmalarının Amerika’daki Manhattan Projesi’nden neden bu kadar geride kaldığını analiz ederken, Nazi rejiminin bilim anlayışını da mercek altına alıyor. Irkçı ideolojiyle biçimlenen akademik ortam, birçok yetenekli bilim insanının sürgün edilmesine yol açmış; bu da Almanya’nın bilimsel potansiyelini zayıflatmıştır. Yine de bazı Nazi araştırmacılarının nükleer enerji üzerine yaptığı deneyler, savaş sonrası dönemde Almanya’nın teknolojik mirasının tartışmalı bir parçası olarak kalmıştır.

Kitap, Auschwitz ve Hiroşima’yı “modernliğin ikiz mirası” olarak karşılaştırır. Auschwitz, insanlık dışı ideolojinin ürünü olan sistematik yıkımı temsil ederken; Hiroşima, bilimin sınır tanımaz gücünün ahlaki sonuçlarını hatırlatır. Walker, bu iki olay arasında doğrudan bir bağlantı kurmasa da her ikisinin de bilimin etik sınırlarını sorgulattığını vurgular. ‘Hitler’in Atom Bombası’, tarihin karanlık sayfalarıyla bilimin aydınlık yüzü arasındaki ince çizgide, bilgi, iktidar ve vicdan arasındaki gerilimi anlamaya çağıran bir tarihsel sorgulamadır.

  • Künye: Mark Walker – Hitler’in Atom Bombası: Tarih, Efsane ve Auschwitz ile Hiroşima’nın İkiz Mirası, çeviren: Cemal Can Tarımcıoğlu, Antre Kitap, tarih, 560 sayfa, 2025

Thomas S. Kuhn – Bilimde Ortak Ölçüsüzlük (2025)

Thomas S. Kuhn’un bu kitabı, yazarın ölümünden önce kaleme aldığı son metinleri ve yayımlanmamış derslerini bir araya getiriyor. ‘Bilimsel Devrimlerin Yapısı’ ile bilim tarihine yeni bir yön kazandıran Kuhn, bu eserinde o kitabın ötesine geçerek bilimin dilsel, kavramsal ve tarihsel temellerini sorguluyor.

Merkezde yer alan “ortak ölçüsüzlük” kavramı, farklı bilimsel paradigmaların neden birbirine tam olarak çevrilemediğini açıklıyor. Kuhn’a göre her paradigma, kendi dünyasını tanımlayan özel bir kavram sistemi ve değerler dizisiyle var olur; bu yüzden bilimsel değişim, doğrusal bir ilerleme değil, farklı anlam evrenleri arasında yaşanan bir dönüşümdür.

‘Bilimde Ortak Ölçüsüzlük’ (‘The Last Writings of Thomas S. Kuhn: Incommensurability in Science’), bilginin yalnızca deneysel birikimle değil, dilin ve anlamın içsel yapısıyla da şekillendiğini vurguluyor. Kuhn, bilimsel düşüncenin rasyonelliğini inkâr etmeden, onun rasyonelliğinin çok biçimli doğasına dikkat çekiyor. Bu yönüyle ‘Bilimde Ortak Ölçüsüzlük’, bilimi kültürel, tarihsel ve bilişsel bağlamlarda yeniden konumlandırıyor. Tamamlanmamış olsa da kitap, Kuhn’un zihinsel evreninde açılan yeni ufukları ve bilimin doğasına dair bitmeyen soruları yansıtıyor.

‘Bilimde Ortak Ölçüsüzlük’, yalnızca bir felsefi çalışma değil, aynı zamanda bir düşünürün kendi mirasını yeniden yorumlama çabasıdır. Bilimsel devrimleri anlamanın ötesine geçerek, insanın bilgiyle, dille ve dünyayla kurduğu ilişkinin sınırlarını sorgulayan bir düşünsel vasiyet niteliği taşıyor.

  • Künye: Thomas S. Kuhn – Bilimde Ortak Ölçüsüzlük, çeviren: Turgay Sivrikaya, Islık Yayınları, bilim, 408 sayfa, 2025

Joseph Jebelli – İnsan Beyninin Gelişimi (2025)

Joseph Jebelli bu kitabında, insan beyninin evrimsel hikâyesini biyoloji, tarih ve kültür arasındaki etkileşim içinde ele alıyor. ‘İnsan Beyninin Gelişimi: Zihnimizin Evrimsel Yolculuğu’ (‘How the Mind Changed: A Human History of Our Evolving Brain’), zihnin yalnızca bir organ değil, insanlık tarihinin en yaratıcı eseri olduğunu söylüyor. Jebelli, beynin evrimini anlatırken bilincin, duyguların, hafızanın ve toplumsal yaşamın nasıl geliştiğini nörobilimsel bir dille ama insani bir duyarlılıkla açıklıyor. Ona göre insan beyni, çevreyle etkileşim içinde şekillenen dinamik bir yapıya sahip; dolayısıyla beyin tarihini anlamak, insanın kendini anlamasıyla eşdeğer bir çaba haline geliyor.

Eser üç ana temaya ayrılıyor. İlk bölümde en eski insanların beyinleri inceleniyor; duyguların doğuşu, hafızanın evrimi ve toplumsal bağların sinirsel temelleri araştırılıyor. İkinci bölüm, dilin, zekânın ve bilincin kökenlerine odaklanıyor; kültürel dönüşümlerin beynin bilişsel kapasitesini nasıl dönüştürdüğü anlatılıyor. Üçüncü bölümde ise, geleceğe yönelen sorular yer alıyor: Otizm ve nöroçeşitliliğin anlamı, yapay zekânın ve dijital bilinç fikirlerinin beyinle kurduğu yeni ilişki tartışılıyor. Jebelli, zihnin biyolojik sınırlarını zorlayan teknolojik gelişmeleri hem umut hem de etik sorumluluk bağlamında değerlendiriyor.

Yazarın girişte vurguladığı gibi, bu kitap nörobilimin umut verici bir mesajını taşıyor: İnsan beyni değişebilir, gelişebilir ve yeniden şekillenebilir. Zihnin biçimlendirdiği toplumlar kadar, toplumların da zihinleri biçimlendirdiğini hatırlatıyor. ‘İnsan Beyninin Gelişimi’, bilimin soğuk yüzünü değil, insanın düşünme ve anlam arayışını ısıtan canlı bir hikâyeyi anlatıyor.

  • Künye: Joseph Jebelli – İnsan Beyninin Gelişimi: Zihnimizin Evrimsel Yolculuğu, çeviren: Durmuş Bayram, Doğan Kitap, bilim, 320 sayfa, 2025