Emel Akal – Kızıl Feministler (2011)

  • KIZIL FEMİNİSTLER, Emel Akal, İletişim Yayınları, inceleme, 315 sayfa

 

Emel Akal, nitelikli çalışması ‘Kızıl Feministler’de, 1975’te kurulan İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) kadın hareketindeki yerini inceliyor. İKD, Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü ilk kez yığınsal olarak kutlayan, ilk kadın yürüyüşlerini düzenleyen bir dernek olmasıyla, Türkiye kadın hareketi tarihinde önemli bir yere sahip. Akal çalışmasına, sosyalist hareketin gelişimini ve 1970’li yıllara kadar Türkiyeli kadınların sosyalist harekette nasıl varolduklarını irdeleyerek başlıyor. Yazar devamında da, İKD’nin nasıl kurulduğunu, sosyalist solda kadın sorunuyla ilgili yapılan değerlendirmeleri ve derneğin faaliyetlerini ele alıyor.

Süheyla Kırca Schroeder – Popüler Feminizm (2007)

  • POPÜLER FEMİNİZM, Süheyla Kırca Schroeder, Bağlam Yayınları, feminizm, 304 sayfa

Süheyla Kırca Schroeder’in ‘Popüler Feminizm’i, Türkiye ve İngiltere’deki kadın dergilerine odaklanan bir çalışma. Dolayısıyla kitap, feminizm konusunda teorik bir çerçeve sunuyor ve kadınların medyada ve genel olarak kültürel atmosferde nasıl temsil edildiklerini araştırmayı amaçlıyor. Medyadaki egemen kadınlık imgelerinin ve kalıplarının ne olduğu, özellikle son yirmi-otuz yıldır, feminist araştırmaların önemli çalışma alanlarından. Schroeder’in çalışması, bunlara Türkiye’den yapılmış önemli bir katkı. Kitap, İngiltere ve Türkiye’deki kadın dergilerini incelerken, iki ülkenin feminizmi arasındaki benzerlik ve farklılıkları da ortaya koyuyor.

Cordelia Fine – Toplumsal Cinsiyet Yanılsaması (2011)

  • TOPLUMSAL CİNSİYET YANILSAMASI, Cordelia Fine, çeviren: Kıvanç Tanrıyar, Sel, Yayıncılık, psikoloji, 336 sayfa

Toplumsal hayatta, kadın ve erkeklerden, kendilerine dair belirlenmiş kalıplara uymaları beklenir. Bu kemikleşmiş kalıpların hiç sorgulanmaması ise, asıl olarak, bunun en büyük mağduru olan kadınları olumsuz etkilemeye devam ediyor. İşte, psikoloji ve felsefe alanlarında çalışmalar yapmış olan Cordelia Fine bu kitapta, iki cinsiyet arasında “özsel farklılıklar” olduğunu iddia eden toplumsal cinsiyet yargılarını sorguluyor. Cinsiyetler arası doğuştan farklılıklar bulunmadığını belirten Fine, erkek ve kadın beyinlerinin ayrışmış olmadığını, daha ziyade onları çevreleyen kültür tarafından şekillendirilmiş psikolojik süreçlerin bulunduğunu ortaya koyuyor.

Roy Boyne – Foucault ve Derrida’da Feminizm ve Ayırım (2011)

  • FOUCAULT VE DERRIDA’DA FEMİNİZM VE AYIRIM, Roy Boyne, çeviren: Ayşe Banu Karadağ, Sel Yayıncılık, inceleme, 91 sayfa

Roy Boyne, elimizdeki nitelikli makalesinde, Fransız düşünürler Michel Foucault ve Jacques Derrida’nın “cinsiyet”, “ayırım”, “kadın-erkek ilişkileri” ve “erk” konulu çalışmalarını inceleyerek, bu metinlerin feminizme ilişkin mesajlarının olup olmadığını araştırıyor. Yaptığı çalışmayı “metin kazısı” olarak  tanımlayan Boyne’un, iki düşünürün metinlerini ayrıntılı bir şekilde okuduğu görülüyor. Bir dönemin iki ünlü düşünürü Foucault ve Derrida’nın kadın özgürlüğü, kadının özne oluşu ve feminist mücadele konusundaki düşüncelerinin izini süren yazarın, aynı zamanda postmodern dönemin feminist harekete bakışını da ortaya koyduğu söylenebilir.

Mary Wollstonecraft – Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi (2007)

  • KADIN HAKLARININ GEREKÇELENDİRİLMESİ, Mary Wollstonecraft, çeviren: Deniz Hakyemez, İş Kültür Yayınları, felsefe, 284 sayfa

Mary Wollstonecraft, ‘Frankenstein’ın yazarı Mary Shelley’nin annesi. 18. yüzyılın önemli düşünürlerinden olan Wollstonecraft, felsefe alanında yazdıklarıyla erkek egemenliğindeki düşün dünyasından, kadın kimliğiyle sıyrılmış ve kendinden sonraki yüzyılları kadın hakları anlamında etkilemiş önemli bir isim. 1792 yılında yayımlanan ‘Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi’ ise, düşünürün kadın haklarını temel alan ve 215 yıl önce yayımlandığı halde hâlâ etkisini önemli ölçüde koruyan başlıca eseri. Wollstonecraft’ın çalışması, kuru bir kadın hakları savunuculuğundan öte, ahlak anlayışına eleştirel bakışıyla de ilgiye değer.

Fatma Aliye ve Mahmud Esad – Çok Eşlilik (2007)

  • ÇOK EŞLİLİK, Fatma Aliye ve Mahmud Esad, Hece Yayınları, kadın, 119 sayfa

Osmanlıca ismi ‘Taadüd-i Zevcat’ olan elimizdeki kitap, çok eşlilik konusunda Fatma Aliye ve Mahmud Esad Efendi arasında yapılan ilk önemli tartışma. Bu iki isim arasındaki tartışma, Türkiye modernleşme tarihi ve kadın başlıklı çalışmaların en çok değindikleri kaynak olma özelliğine de sahip. Mahmud Esad, çalışmaları Cevdet Paşa tarafından da takdirle karşılanan hukuki, sosyal ve dini konularda eserler vermiş bir düşünür. Fatma Aliye ise, bilindiği gibi, romancı ve yazar kimliklerinin dışında, babası ile Mecelle üzerine çalışmış, kadın hukuku konularında da uzman olan bir isimdi. Bu kitap, kendi alanlarında öncü olan iki ismin bu önemli tartışmasını okuyucuyla buluşturuyor.

Charlotte Perkins Gilman – Kadınlar Ülkesi (2007)

Charlotte Perkins Gilman’ın ‘Kadınlar Ülkesi’, kadın bir yazar tarafından kaleme alınmış ve kadınsı bir ütopik dünyayı tasavvur eden bir kitap.

Burada, önemli bir tarih ve toplum eleştirmeni, feminist kuramın önemli bir isminin imzasını taşıyan ve ‘Feminist Ütopya’ olarak adlandırılacak bir tarz hakim.

1915 yılında yayımlanan ‘Kadınlar Ülkesi’, yazarın kaleme aldığı üç ütopik-romanın en yetkinlerinden kabul ediliyor.

Romanda, sadece kız çocuklarının doğmasını sağlayan “partenojen” doğumlar yoluyla, tamamıyla erkeksiz bir dünya tasavvur edilir ve erkek bakışı erkeğin gözünden verilir.

Hikâye ise, üç Amerikalı erkeğin, bütünüyle kadınlardan oluşan bir topluma ayak basınca ortaya çıkan çarpıcı durumda yaşadıkları üzerine kurulu.

  • Künye: Charlotte Perkins Gilman – Kadınlar Ülkesi, çeviren: Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, ütopya, 236 sayfa

Evelyn Fox Keller – Toplumsal Cinsiyet ve Bilim Üzerine Düşünceler (2007)

  • TOPLUMSAL CİNSİYET VE BİLİM ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, Evelyn Fox Keller, çeviren: Ferit Burak Aydar, Metis Yayınları, inceleme, 227 sayfa

Bilim kadını Evelyn Fox Keller, aynı zamanda tanınan bir feminist de. Keller’in bu kitabı, “bilimin temel direği sayılan nesnellik ve akıl neden erkeklere mal edilir de, kadınlara öznellik ve duygusallık yakıştırılır?” sorusuyla başlıyor. Keller bundan hareketle, asıl meselenin, cinsiyetlendirilmiş bilim anlayışı olduğunu vurguluyor. Bilime hakim olan ideolojinin dışarıdan değil, içeriden, bu tartışmaları yürüten insanlarca değiştirileceğini vurgulayan yazar, bilimin erkek işi olarak görülmesine karşı çıkarak, genetik alanında yaptığı çalışmalarla tarihe geçmiş biyolog Barbara McClintock’un hayat hikâyesini anlatıyor.