Alia Trabucco Zerán – Katil Kadınlar (2025)

 

Alia Trabucco Zerán’ın bu kitabı, Şili’de dört kadının işlediği cinayetleri merkeze alarak toplumsal cinsiyetin, adaletin ve medyanın kadınlara bakışını sorguluyor. Corina Rojas, Rosa Faúndez, María Carolina Geel ve María Teresa Alfaro’nun hikâyeleri, yalnızca bireysel suç öyküleri değil, aynı zamanda bir toplumun kadınlara biçtiği rollerin aynası haline geliyor. Yazar, bu kadınların neden öldürdüğünü değil, toplumun onların neden öldürmemesi gerektiğine nasıl inandığını araştırıyor. Cinayet burada bir isyanın, bastırılmış öfkenin ve kimliğini savunma çabasının sembolüne dönüşüyor.

‘Katil Kadınlar’ (‘Las homicidas’), medyanın ve hukuk sisteminin kadın faillere yaklaşımını mercek altına alıyor. Bu kadınların gazetelerde nasıl “canavar”, “delirmiş”, “aşık” gibi etiketlerle anıldığını gösteriyor. Her bir hikâyede dilin nasıl bir yargı aracına dönüştüğünü, erkek egemen toplumun adalet anlayışını nasıl yeniden ürettiğini anlatıyor. Cinayetleri romantikleştirmiyor; tersine, onların etrafında örülen sessizlik ve korkunun kökenine inmeye çalışıyor.

Yazarın dili keskin ama duygusal derinlik taşıyor. Belgeler, gazete kupürleri ve mahkeme kayıtlarıyla örülü anlatım, edebiyat ile araştırma arasındaki sınırları siliyor. ‘Katil Kadınlar’, kadınların şiddet karşısındaki edilgen konumunu tersine çeviriyor. Kadın faili bir cani değil, toplumsal bir yankının sesi olarak gösteriyor. Bu yönüyle kitap, sessiz kalmış kadınların tarihine güçlü bir müdahale sunuyor.

  • Künye: Alia Trabucco Zerán – Katil Kadınlar, çeviren: Dilara Anıl Özgen, Sel Yayıncılık, toplumsal cinsiyet çalışmaları, 200 sayfa, 2025

Charlotte Perkins Gilman – Kadın ve Ekonomi (2025)

Charlotte Perkins Gilman’ın bu eseri, kadınların toplumsal konumunun ekonomik bağımsızlıkla nasıl şekillendiğini ve bu bağımsızlığın toplumsal evrimdeki yerini inceliyor. Gilman, kadınların yüzyıllar boyunca ev içi rollerle sınırlandırıldığını, üretim süreçlerinden dışlanarak ekonomik açıdan erkeğe bağımlı hale getirildiğini vurguluyor. Ona göre bu durum, yalnızca kadınların bireysel potansiyelini değil, toplumun genel gelişimini de sınırlıyor. Kadının ekonomik özgürlüğü, yalnızca adaletin bir gereği değil, aynı zamanda ilerlemenin zorunlu şartı olarak sunuluyor.

Gilman, toplumsal cinsiyet rollerinin doğal değil, tarihsel ve kültürel koşulların ürünü olduğunu savunuyor. Kadınların yetenekleri, yaratıcı güçleri ve topluma katkı potansiyelleri, ekonomik üretimden dışlandıklarında köreliyor. Eser, ev işlerinin kolektif hale getirilmesi, bakım hizmetlerinin toplumsal sorumluluk olarak paylaşılması ve kadınların üretken işlerde yer alması gerektiğini öne çıkarıyor. Böylece kadınlar yalnızca aile içinde değil, toplumsal yaşamda da eşit birer aktör haline gelebiliyor.

‘Kadın ve Ekonomi: Erkekler ve Kadınlar Arasındaki Ekonomik İlişkinin Sosyal Evrimdeki Rolü Üzerine Bir Araştırma’ (‘Women and Economics: A Study of the Economic Relation Between Men and Women as a Factor in Social Evolution’), bireysel mutluluk ile toplumsal refah arasındaki bağı netleştiriyor. Gilman, kadınların bağımsız gelir elde edebildiği ve ekonomik karar süreçlerinde söz sahibi olduğu bir düzenin, hem cinsiyet eşitliğini hem de toplumsal ilerlemeyi hızlandıracağını savunuyor. Ona göre ekonomik özgürlük, kadının zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimini besleyen en temel güçtür. Bu nedenle, toplumsal evrim için kadınların üretim süreçlerine tam katılımı bir tercih değil, zorunluluktur.

  • Künye: Charlotte Perkins Gilman – Kadın ve Ekonomi: Erkekler ve Kadınlar Arasındaki Ekonomik İlişkinin Sosyal Evrimdeki Rolü Üzerine Bir Araştırma, çeviren: Türkü Ekin Nizamoğlu, Akademim Yayıncılık, feminizm, 216 sayfa, 2025

Didier Eribon – Halktan Bir Kadının Yaşamı, Yaşlılığı ve Ölümü (2025)

Didier Eribon’un bu kitabı, yazarın annesinin hayatı üzerinden Fransa’nın işçi sınıfına, yaşlılığa, toplumsal cinsiyete ve sınıfsal eşitsizliklere dair kişisel ve politik bir sorgulama yapıyor. Eribon, annesinin ölümüyle birlikte onu sadece bir anne figürü olarak değil, aynı zamanda toplumun en alt katmanlarında yaşamış bir kadın olarak anlamaya çalışıyor. Bu çaba, kişisel bir yas sürecinden ziyade sosyolojik ve politik bir yüzleşmeye dönüşüyor.

Kitap boyunca Eribon, annesinin hayatını işçilik, yoksulluk, cinsiyetçilik ve sessizlik içinde geçen bir ömür olarak betimliyor. Onun hikâyesi, sadece bireysel bir kader değil, aynı zamanda bir sınıfın kolektif deneyimi olarak karşımıza çıkıyor. Kadınların toplumda üstlendikleri görünmeyen emek, bakıcılık ve itaat rollerinin nasıl nesilden nesle aktarıldığını sorguluyor. Annesinin yaşlılığında maruz kaldığı yalnızlık ve sağlık sistemiyle olan sorunlar, sosyal devletin gerilemesinin etkilerini açıkça ortaya koyuyor.

Eribon, annesinin yaşamını anlatırken kendi geçmişiyle, sınıf atlamasıyla ve entelektüel kimliğiyle hesaplaşıyor. Annesiyle olan mesafesini, zamanla oluşan duygusal kopuşu ve bunun yarattığı suçluluğu açık yüreklilikle paylaşıyor. Bu kişisel anlatı, aynı zamanda Fransa’daki neoliberal politikaların, sağlık ve bakım sistemindeki dönüşümlerin alt sınıfları nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

‘Halktan Bir Kadının Yaşamı, Yaşlılığı ve Ölümü’ (‘Vie, vieillesse et mort d’une femme du peuple’), sadece bir hayat hikâyesi anlatmıyor; unutulmuş, görünmeyen ve susturulmuş hayatların bir toplumu nasıl şekillendirdiğini gösteriyor. Eribon, annesinin sessizliğinde, tüm bir sınıfın susturulmuş tarihini duyulabilir kılmaya çalışıyor.

  • Künye: Didier Eribon – Halktan Bir Kadının Yaşamı, Yaşlılığı ve Ölümü, çeviren: İmre Özkoray, İletişim Yayınları, anlatı, 231 sayfa, 2025

Adem Yavuz Elveren – Militarizm ve Toplumsal Cinsiyet (2025)

Militarizm yalnızca askerî kurumlar ve ideolojilerle sınırlı kalmayan, toplumsal yapının her katmanına sirayet eden bir tahakküm biçimidir. Adem Yavuz Elveren’in çalışması, militarizmi ataerkil düzenin ayrılmaz bir parçası olarak ele alarak, iktidar ilişkilerinin cinsiyetçi boyutunu gözler önüne seriyor. Bu bağlamda, militarist ideolojilerle beslenen erkeklik kurgusunun yalnızca orduya itaat eden değil, aynı zamanda tahakküm kuran bir “erkek” figürü yarattığı vurgulanıyor. Askerliğin bireyi “oğlan”lıktan “erkekliğe” geçirdiği yönündeki toplumsal kabuller, bu yeni erkeklik halinin içinde iktidara sadakati ve şiddeti meşru gören bir zihniyet dünyasını barındırıyor.

Kitap, militarizmin erkekliği nasıl kahramanlık, dayanıklılık ve şiddet kapasitesi üzerinden tanımladığını irdeleyerek, bu yapının kadınları nasıl sistematik biçimde ötekileştirdiğini gösteriyor. Kadınlar ve kadınsı kodlarla ilişkilendirilen tüm unsurlar, militarist kültürde aşağılanmaya ve bastırılmaya mahkûm edilmiştir. Bu nedenle, militarizmin etkilerini anlamak için yalnızca politik ya da ideolojik çözümlemeler değil, toplumsal cinsiyet perspektifi de şarttır. Aksi halde, militarizmin meşruiyetini sağlayan ataerkil tahakküm biçimleri eksik anlaşılır.

Elveren’in çalışması, bu karmaşık yapıları çözümleyerek feminist ve barış odaklı düşünsel mücadeleye değerli bir katkı sunuyor. Yazarın kendi deneyimlerini analiz sürecine dâhil etmesi ise, metni sadece akademik değil, aynı zamanda içten ve sahici kılıyor. Bu yönüyle eser, şiddetsiz ve eşitlikçi bir dünya inşa etmeye çalışan tüm toplumsal hareketler için güçlü bir yol haritası niteliği taşıyor.

Künye: Adem Yavuz Elveren – Militarizm ve Toplumsal Cinsiyet: İktisadi Bir İnceleme, İmge Kitabevi, inceleme, 239 sayfa, 2025

Rita Laura Segato – Savaşın Yeni Biçimleri ve Kadınların Bedeni (2025)

Rita Laura Segato’nun bu eseri, adlı eseri, günümüz dünyasındaki çatışma biçimlerinin evrimini ve bu yeni savaş türlerinin kadınların bedenleri üzerindeki özel etkilerini derinlemesine inceliyor. ‘Savaşın Yeni Biçimleri ve Kadınların Bedeni’ (‘Las nuevas formas de la guerra y el cuerpo de las mujeres’), geleneksel devletlerarası savaşların yerini giderek artan, devlet dışı aktörlerin ve organize suç örgütlerinin dahil olduğu, yaygın şiddet ve terör eylemlerinin aldığı bu yeni savaş biçimlerinin, kadınların bedenlerini birer savaş alanı ve mesaj verme aracı olarak kullandığını savunur. Kitap, bu yeni savaşlarda cinsel şiddetin sistematik bir silah olarak kullanıldığını, kadınların sadece çatışmaların mağdurları değil, aynı zamanda bu şiddetin özel hedefleri haline geldiğini örnek vakalar ve teorik analizler üzerinden gösteriyor.

Segato, bu yeni savaş biçimlerinin sadece fiziksel değil, aynı zamanda sembolik ve kültürel boyutlarının da olduğunu vurgular. Kadınların bedenleri üzerinden yürütülen şiddetin, toplumsal cinsiyet rolleri, ataerkil yapılar ve kültürel normlarla derinlemesine bağlantılı olduğunu ileri sürer. Kitap, bu şiddetin faillerinin, kadınların bedenlerini kontrol ederek topluluklar üzerinde güç ve tahakküm kurmayı amaçladıklarını analiz eder. Segato, bu bağlamda, yerel çatışmalardan küresel terörizme kadar farklı bağlamlardaki kadınlara yönelik şiddet örneklerini inceleyerek, bu olgunun evrensel ve yerel dinamiklerini ortaya koyuyor. Ayrıca, bu yeni savaş biçimlerine karşı feminist direniş biçimlerini ve kadınların barış süreçlerindeki potansiyel rollerini de değerlendirir.

Kitap, günümüz dünyasındaki şiddet olgusunu toplumsal cinsiyet perspektifinden ele alan önemli bir çalışma. Segato, savaş, şiddet ve kadınların bedenleri arasındaki karmaşık ilişkiyi derinlemesine analiz ederek, bu konularda yeni düşünme biçimleri ve çözüm önerileri sunuyor. Kitap, toplumsal cinsiyet çalışmaları, savaş ve barış çalışmaları, insan hakları ve Latin Amerika çalışmaları gibi farklı disiplinlere ilgi duyan okuyucular için değerli bir kaynak niteliğinde.

  • Künye: Rita Laura Segato – Savaşın Yeni Biçimleri ve Kadınların Bedeni, çeviren: Bilge Tanrısever, Otonom Yayıncılık, siyaset, 88 sayfa, 2025

Rozsika Parker, Griselda Pollock – Eski Gözdeler (2024)

Sanatın cinsiyetçi tarihine yönelik yazılmış kült metinlerden biri olan ‘Eski Gözdeler: Kadınlar, Sanat ve İdeoloji’, ilk kez yayımlandığı 1981 yılından bu yana güncelliğini korumaya devam ediyor.

Rozsika Parker ve Griselda Pollock’un sanat tarihinin cinsiyetçi ve ideolojik boyutuna dair farkındalık ortaya koydukları bu metin, Linda Nochlin’in ünlü makalesi “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?’ ile 1971 yılında sanat gündemine taşıdığı meseleyi farklı ve halen geçerli başlıklar altında genişletip boyut kazandırıyor.

Feminist sanat eleştirisinin geçmişte üretimleriyle çağlarında bilinirlik kazanmış kadınları sanat tarihinin isimler listesine eklemekten ibaret olmadığına işaret ederek başlayan ‘Eski Gözdeler: Kadınlar, Sanat ve İdeoloji’, ‘Tarih’ gibi ‘Sanat Tarihi’nin de toplumsal cinsiyet düzenini hem yansıtan hem de üreten bir yapı olduğunun görülmesini sağlıyor.

Metnin halen güncelliğini koruması, kadınların sanat tarihinden sistematik olarak dışlanmaları konusundaki köklü tutumun yirmi birinci yüzyılda aldığı yeni formu değerlendirmek gerektiğini apaçık gösteriyor.

  • Künye: Rozsika Parker, Griselda Pollock – Eski Gözdeler: Kadınlar, Sanat ve İdeoloji, çeviren: Ebru Berrin Alpay, Hayalperest Kitap, sanat tarihi, 312 sayfa, 2024

César Rendueles – Fırsat Eşitliğine Karşı (2024)

‘Fırsat Eşitliğine Karşı’, adının açıkça ifade ettiği gibi, “fırsat eşitliği” yaklaşımını reddederek, gerçek (veya derin) bir eşitliğin gereğini ve ahlâkını savunuyor.

Fırsat eşitliği kavramının, sadece biçimsel ve meritokratik (liyakatçi), dolayısıyla sınırlı bir ufku olduğunu anlatıyor.

Alt başlığının (Eşitlikçi Bir Bildiri) açıkça ifade ettiği gibi, genel olarak eşitlik fikrinin siyasal, toplumsal ve insani önemini anlatmaya çalışan bir kitap bu.

İspanya’daki muhalif sol Podemos (“Yapabiliriz”) partisinin düşünce insanlarından olan César Rendueles, siyaset teorisiyle de alışverişini kesmeksizin, eşitliği gündelik hayat deneyimleri ışığında, “kanlı canlı” bir mesele olarak ele alıyor.

Eğitimde derinleşen eşitsizlik de odaklandığı konulardan biri.

“Eşitlikçi bir ethos” ve “eşitlik kültürü”nün, dünyayı paylaşmanın icabı olduğu kabulüne adanmış bir kitap.

Kitaptan bir alıntı:

“Doğal eşitlik tezinin sorunu basit ve rahatlatıcı bir hakkaniyet hissi uyandırması. Sanki eşitlikçilik sadece toplumun yozlaştırdığı doğal bir durumu korumaya yönelik basit stratejilere gereksinim duyuyormuş gibi bir hava oluşturuyor. (…) Fakat tarihsel deneyimler sonuç veren eşitlikçi dinamiklerin sürekli ve sofistike bir müdahaleye ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Gerçek eşitlik sadece politik müdahaleyle mümkün olabilir ve bir vatandaşlık bilinci oluşturmanın yanı sıra sistematik bir biçimde geliştirilmiş bir demokrasinin ürünüdür.”

  • Künye: César Rendueles – Fırsat Eşitliğine Karşı: Eşitlikçi Bir Bildiri, çeviren: Süleyman Doğru, İletişim Yayınları, siyaset, 231 sayfa, 2024

Gülhan Erkaya Balsoy – Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı (2024)

On dokuzuncu yüzyıl tarihçiliği nitelik ve nicelik açısından son derece gelişmiş olmakla birlikte bu dönemin, kadınlar ve toplumsal cinsiyet açısından hâlâ araştırılıp tartışılacak pek çok yönü var.

Geç on dokuzuncu yüzyıl, politik bir alan olarak kadın bedeni söz konusu olduğunda nasıl bir bakış açısıyla okunabilir?

‘Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı’, dönemin, toplumsal cinsiyet hiyerarşileri açısından yeniden okuyor.

Gülhan Erkaya Balsoy, bu çalışmada feminizm ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının kavram dağarcığından ve analitik yaklaşımından hareketle, Osmanlı doğum politikalarını üç ana damar üzerinden inceliyor: doğumun tıbbileştirilerek ebeliğin profesyonelleşmesi; kürtajın yasaklanması ve hamileliğin tıbbileştirilip kadın bedeninin disipline edilmesi.

Bu doğrultuda yazar, ebelik mesleğinin dönüşümü, kürtajın yasaklanması, doğum pratiklerindeki değişim, hamilelik ve kısırlık konularını ele alırken Osmanlı doğum politikalarının tıbbi, yasal ve söylemsel düzeylerde ne şekilde kurgulandığını inceliyor.

Bu bakımdan eser, tıp tarihi ile nüfus politikaları tarihinin kesiştiği bir alana denk düşerken daha geniş anlamda geç Osmanlı toplumsal cinsiyet tarihine ışık tutuyor.

‘Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı’, özel alanın politik olduğunu geç on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı toplumu üzerinden bir kez daha gözler önüne seriyor.

  • Künye: Gülhan Erkaya Balsoy – Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı: Geç Osmanlı Doğum Politikaları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, tarih, 208 sayfa, 2024

Kolektif – Yaşını Gösteren Kadınlar (2024)

Mektuplardan oluşan bu kitapta, feminist hareketten gelen kadınlar yaşlılık konusu üzerine söz alıyorlar.

Kadınlar, kendi yaşlılıklarını ve yaşlanma deneyimlerini, yaşlılıkla ilgili korkularını, yaşlılıkla ilgili çarpıtılmış düşünceleri irdeleyip yaşlılığın feminist bir mesele olduğunu görünür kılıyorlar.

Kitap, açtığı bu tartışma başlığı bağlamında ufuk açıcı bir eser niteliğinde.

Kitaptan bir alıntı:

“Tartışacak, konuşacak çok şey var çünkü patriyarka, gençliğimizdekilere ek olarak, farklı ezme, sömürü biçimleriyle yaşlandığımızda da peşimizde. Kapitalizm ise yıkıcılığını daha derinden hissettiriyor, ayrımcılığı had safhada yaşatıyor bize. Tahakküm farklı biçimleriyle geliyor, şiddetin başka yüzlerini de görüyoruz ‘yaşlanan’ kadınlar olarak.

Yaşadıklarımızı, gözlemlerimizi değerlendirirken sorularımız çeşitlendi. Feminist bakışımız bizi, olumsuz anlamlar yüklenen yaşlılık düşüncesinden uzak tutmaya yetiyor mu? Farklı kuşaktan feministler bir aradayken yaşlı ayrımcılığı hissediyor muyuz? Genç kadınların olumlu, güçlü bir yaşlılık fikriyle yaşlanması için yaşçılık, yaş ilişkileri konusunda farkındalık yaratmak için neler yapabiliriz?”

Kitaba katkıda bulunan isimler şöyle: Zeynep Esmeray, Zekiye Karaca Boz, Zehra Çınar, Yasemin Özgün, Ülkü Özakın, Şöhret Baltaş, Şener, Sebahat Tuncel, Özgür Can Sunata, Nilüfer Yılmaz, Necla Akgökçe, Nazlı Azapçı, Mehtap Doğan, Latife Demirci Kahya, İmge Meral Yaman, İdil Soyseçkin, Hülya Üstün, Hatice Erbay, Handan Koç, Gülseren Pusatlıoğlu, Gülsen Ülker, Fatma Nevin Vargün, Fatma Bayram, Evun Sevgi Okumuş, Evren Paydak, Esra Koç, Dilek Alıcıoğlu Cömert, Cevahir Özgüler, Bilgen Tümen, Beril Eyüboğlu, Aysel Kılıç, Aynur Demirdirek, Aksu Bora.

  • Künye: Kolektif – Yaşını Gösteren Kadınlar: Yaşlanmanın Feminist Deneyimi, hazırlayan: Hülya Üstün, Hatice Erbay, Gülsen Ülker, Dilek Alıcıoğlu Cömert, Bilgen Tümen, Aynur Demirdirek, Dipnot Yayınları, feminizm, 200 sayfa, 2024

Baha Batıkan – Eril, Dişil ve Ötekiler (2024)

  • İnsan bedeni tarih boyunca kimin hizmetinde olmuştur?

İnsanlık tarihi boyunca bedenler, günahkâr ve kutsal olarak farklı muameleler gördü.

Öyle ki bunun izleri mitolojiden sanata, dinlerden tarihe dek her alana sızdı.

Cinsellik adı altında toplanan bu izler, içinde erilin gücünü, yüceltilmesini, dişilin dışlanmasını, baskılanmasını, metalaştırılmasını ve nihayetinde şeytanlaştırılmasını, ötekilerin yok sayılmasını ve lanetlenmesini taşır ve aslında bunlar tümüyle iktidarın tutumunu yansıtır.

  • Tarihin üstü örtülen, konuşulmayan ama bu sessizliğiyle dahi çığlık çığlığa bağıran karanlık kuytusunda neler gizlenmiştir?
  • Bastırılmaya ve yok sayılmaya çalışılan aslında nedir?

Arkeolog ve eskiçağ tarihçisi Baha Batıkan mağaraların karanlığından sarayların has odalarına dek örtülüp saklanan bedenin, cinselliğin, günah ilan edilenin tarihinde derin ve meydan okuyucu bir kazıya götürüyor bizleri. Günah, kutsal ve tabu olanın içinde çıktığı bu “tehlikeli” yolculukta, bugün içine hapsolduğumuz…

  • Künye: Baha Batıkan – Eril, Dişil ve Ötekiler: Arkeolojide Eril İktidarın Toplumsal Cinsiyet Rolleri Üzerine Etkisi, Beyaz Baykuş Yayınları, arkeoloji, 304 sayfa, 2024