Thomas Robert Malthus – Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme (2025)

Thomas Robert Malthus’un bu eseri, insanlık tarihine damga vurmuş en tartışmalı tezlerden birini ortaya koyuyor. Malthus, nüfusun doğal olarak geometrik, gıda üretiminin ise aritmetik oranda arttığını ileri sürüyor ve bu farkın kaçınılmaz biçimde yoksulluk, açlık ve savaş gibi “doğal dengeleyicilerle” sonuçlandığını iddia ediyor. Ancak bu düşünce, insanı yalnızca biyolojik bir varlık olarak gören, toplumsal eşitsizlikleri doğanın kaçınılmaz sonucuymuş gibi sunan soğuk bir bakış açısı taşıyor. ‘Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme’ (‘An Essay on the Principle of Population’), toplumsal düzeni sorgulamak yerine onu doğallaştırıyor, böylece yoksulluğun sorumluluğunu sistemden çok bireylere yüklüyor.

Malthus, dönemin Aydınlanmacı düşünürleri William Godwin ve Marquis de Condorcet’in insan doğasına ve aklın ilerleme gücüne dair umutlarını “ütopik” buluyor. Oysa kendi yaklaşımı da farklı bir dogmaya dönüşüyor: değişimin mümkün olmadığı, insanın sürekli sınırlarına çarpacağı bir dünya tasarımı. Fakirlere yapılan yardımları nüfusu artıran bir tehlike olarak görmesi, etik açıdan rahatsız edici bir toplumsal darwinizmi andırıyor. Bu düşünce, yoksulların yaşam hakkını bir istatistik problemine indirgerken, mevcut güç ilişkilerini koruyan muhafazakâr bir ideolojiye hizmet ediyor.

Yoksulluğun Tanrı’nın koyduğu bir doğa yasasıyla belirlendiğini, doğal olduğunu iddia eden Malthus’un tezini Karl Marx, “proletaryaya karşı en acımasız savaş ilanı” olarak nitelendirmiş, Charles Darwin ise bu kitabı evrim teorisinin ilham kaynağı olarak göstermiştir. Fakat bugün, Malthus’un öne sürdüğü kaçınılmazlık fikrinin, eşitsizlikleri doğa yasası gibi sunarak eleştiriden kaçan bir ideolojik kılıf olduğu daha açık görülüyor.

  • Künye: Thomas Robert Malthus – Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme: Toplumun Gelecekteki İlerlemesine Etkileri ve Bay Godwin, Marki Condorcet ve Diğer Yazarların Düşünceleri Üzerine Gözlemler, çeviren: Barış Özkul, İletişim Yayınları, siyaset, 176 sayfa, 2025

F. R. Leavis – Büyük Gelenek (2025)

Bu muazzam çalışma, İngiliz edebiyatının “büyük roman geleneği”ni tartışan ve 20. yüzyıl edebiyat eleştirisinin en etkili metinlerinden biri kabul ediliyor. F. R. Leavis, roman sanatını yalnızca estetik bir tür olarak değil, aynı zamanda ahlaki ve entelektüel bir gelenek olarak ele alıyor. Ona göre roman, toplumsal yaşamı, bireyin iç dünyasını ve ahlaki sorumluluğunu en yoğun biçimde yansıtan edebi türdür.

Leavis, “büyük gelenek”i kuran üç temel yazar olarak George Eliot, Henry James ve Joseph Conrad’ı seçiyor. Eliot’un eserlerinde insan doğasının karmaşıklığını, toplumsal değerlerin dönüşümünü ve ahlaki seçimlerin yükünü derinlikli biçimde işlediğini öne çıkarıyor. Henry James’i, bireysel bilinç ile toplumsal ilişkiler arasındaki gerilimi modern romanın en rafine biçimde ele alan yazarı olarak tanımlıyor. Conrad’da ise insanın karanlık yönlerini, iktidar ilişkilerini ve sömürgecilik bağlamında ahlaki açmazları evrensel bir dile taşıyan anlatım gücünü vurguluyor.

‘Büyük Gelenek: George Eliot, Henry James, Joseph Conrad’ (‘The Great Tradition: George Eliot, Henry James, Joseph Conrad’), yalnızca bu üç yazarı değil, Dickens, Lawrence ve diğer romancılara da değiniyor; ancak Leavis’in temel argümanı, edebi miras içinde gerçekten kalıcı ve derinlikli olanın, “ahlaki ciddiyet” ve “yaşamın karmaşıklığını kavrama” kapasitesiyle ölçüldüğüdür. Bu nedenle Eliot, James ve Conrad, “büyük gelenek”in omurgasını oluşturuyor.

‘Büyük Gelenek’, hem İngiliz roman tarihine dair bir eleştirel seçki hem de edebiyatın ahlaki işlevine dair güçlü bir manifesto niteliği taşıyor. Leavis’in yaklaşımı, edebiyat eleştirisinde seçiciliği, “yüksek kültür” vurgusunu ve romanın toplumsal sorumluluğunu öne çıkararak uzun yıllar tartışma yaratmış bir çerçeve sunuyor.

  • Künye: F. R. Leavis – Büyük Gelenek: George Eliot, Henry James, Joseph Conrad, çeviren: Barış Özkul, İletişim Yayınları, inceleme, 326 sayfa, 2025

Virginia H. Aksan – Osmanlılar (2025)

Virginia Aksan’ın bu kitabı, Osmanlı İmparatorluğu’nun 18. yüzyıldan yıkılışına kadar olan dönemini, özellikle modern savaşların imparatorluk üzerindeki etkisini mercek altına alıyor. ‘Osmanlılar: Kuşatılmış Bir İmparatorluk (1700-1923)’ (‘The Ottomans 1700-1923: An Empire Besieged [Modern Wars In Perspective]’), bu dönemi Osmanlı Devleti’nin sürekli bir askeri baskı altında olduğu ve bu durumun imparatorluğun siyasi, sosyal ve ekonomik yapısını derinden etkilediği bir “kuşatma” metaforuyla açıklıyor.

Kitap, Osmanlıların bu dönemdeki askeri yenilgilerini sadece toprak kaybı olarak değil, aynı zamanda devletin modernleşme çabalarını, idari reformlarını ve toplumsal dönüşümlerini şekillendiren temel bir faktör olarak ele alıyor. Aksan, Rusya, Avusturya ve diğer Avrupa güçleriyle yapılan uzun süreli savaşların, Osmanlı maliyesini çökerttiğini, merkezi otoriteyi zayıflattığını ve çeşitli etnik gruplar arasındaki gerilimleri artırdığını vurguluyor.

Aynı zamanda, Osmanlı elitlerinin bu askeri başarısızlıklar karşısında geliştirdiği modernleşme projelerini, ordu reformlarını ve Batı’dan yapılan teknolojik transferleri de detaylı bir şekilde inceliyor. Ancak yazar, bu reform çabalarının imparatorluğun çöküşünü engellemede yetersiz kaldığını, zira dış baskıların ve iç sorunların birleşimiyle Osmanlı Devleti’nin varlığını sürdürmesinin giderek zorlaştığını belirtiyor.

Sonuç olarak, Aksan’ın çalışması, Osmanlı İmparatorluğu’nun son iki yüzyılını modern savaşların gölgesinde, sürekli bir adaptasyon ve direnme mücadelesi olarak yeniden yorumluyor.

  • Künye: Virginia H. Aksan – Osmanlılar: Kuşatılmış Bir İmparatorluk (1700-1923), çeviren: Barış Özkul, Alfa Yayınları, tarih, 588 sayfa, 2025

Barış Özkul – Düşüncenin Uğursuz Kaderi (2024)

‘Düşüncenin Uğursuz Kaderi’nde, Barış Özkul’un edebiyat ve sanat eserlerine toplumsal ideolojiler, kültürel ve siyasal zihniyetler penceresinden bakan yazıları bir araya geliyor.

Dostoyevski’den George Orwell’a, Yahya Kemal’den Nurullah Ataç ve Kemal Tahir’e, Nuri Bilge Ceylan’dan Emin Alper’e birçok ismin eserleri üzerinden yola çıkan bu yazılar, sanatçıların dönemlerinin ruhu ve ideolojileriyle kurdukları ilişkileri, o ilişkilerin eserlerine ne derece yansıdığını, kültürel ve siyasal zihniyetlerin yaratıcı süreçleri ne derece beslediği ya da sekteye uğrattığını gösterirken, eser-sanatçı denklemi içerisinde eserin özerk konumunun önemini vurguluyor.

Kitaptan bir alıntı:

“Edebiyatta 19. yüzyılın ‘hacimli’ romanlarının veya 20. yüzyıl başlarının modernist anlatılarının yerini bugün yüz küsur sayfalık ‘novella’ların almış olması yeni bir sanatsal üretim çağının habercisi değilse nedir?”

  • Künye: Barış Özkul – Düşüncenin Uğursuz Kaderi: Toplumsal İdeolojilerin Aynasında Edebiyat ve Sanat, İletişim Yayınları, inceleme, 206 sayfa, 2024

Terry Eagleton – İngiliz Romanı (2023)

Çağımızın önde gelen edebiyat teorisyenlerinden Terry Eagleton, İngiliz Romanı’nda İngiliz edebiyatında romanın ortaya çıkışı, gelişimi, temaları ve problemlerini titiz bir inceleme ve özgün bir yaklaşımla ortaya koyuyor.

Daniel Defoe’dan Jonathan Swift’e, Laurence Sterne’den Charles Dickens’a, George Eliot’tan Henry James’e, James Joyce’dan Virginia Woolf’a belli başlı İngiliz romancılarını gerek roman sanatına yaptıkları nadide katkılar gerek kendi devirlerine özgü düşünüş, davranış biçimleri ve egemen ideolojilerle olan bağlantıları ışığında ele alan Eagleton, İngiliz edebiyatının oldukça uzun bir dönemine dair son derece yetkin bir inceleme sunuyor.

Eagleton’ın kendine has leziz anlatımıyla geniş bir edebiyat coğrafyasını keşfe çıkan ‘İngiliz Romanı’, hem İngiliz edebiyatı öğrencileri ve araştırmacıları hem de genel edebiyat okuru için eşsiz bir başvuru kaynağı.

Kitap, gözden geçirilmiş, yeni çevirisiyle raflarda.

  • Künye: Terry Eagleton – İngiliz Romanı, çeviren: Barış Özkul, İletişim Yayınları, inceleme, 432 sayfa, 2023

Laurence Louër – Sünniler ve Şiiler (2022)

Sünni-Şii ilişkilerine yön vermiş siyasi, sosyolojik ve tarihi dinamikler üzerine çok önemli bir çalışma.

Ortadoğu üzerine çalışmalarıyla tanınan siyaset bilimci Laurence Louër, kitabının ilk kısmında halifelik tartışmasının başlangıcından günümüze Sünniler ve Şiilerin küresel bir siyasi tarihini sunuyor.

Bunu yaparken çağdaş çatışmaların tarihî kökenlerini açıklıyor, tarihî süreklilikler ve kopuşları vurguluyor, düşmanlık ve örtüşme noktalarının altında yatan dinamiklere ışık tutuyor.

İkinci kısımda, siyasal alanın Sünni-Şii ayrımıyla yapılandırıldığı birçok ulusal konfigürasyona ilişkin tarihsel ve sosyolojik bir araştırma yürütülüyor.

Böylece Sünni ve Şii kimliklerinin diğer toplumsal, etnik, dilsel, bölgesel, iktisadi ve statüsel kimliklerle nasıl eklemlendiği ortaya konuluyor.

Yazara göre, birçok Ortadoğu ülkesinde var olmakla birlikte, Sünni-Şii ayrımının ulusal ve bölgesel siyasi bağlamlara bağlı olarak şiddetli çatışmalara yol açıp açmamasının gerisinde, –her toplumun kendi koşullarına özgü– bu eklemlenme yatıyor.

Sünni-Şii ilişkilerinin tarihi, nereden bakılırsa bakılsın bin yılı aşkın süredir devam eden kesintisiz bir çatışmanın hikâyesidir.

Bu bitimsiz mücadele, Hz. Muhammed’in halefi etrafındaki anlaşmazlıklardan doğan kadim nefrete bağlansa da, aradan geçen yüzyıllar, mevcut ihtilafın siyasi bağlama göre kâh canlanıp kâh sönümlendiğine işaret eder.

Bu iniş çıkışlar çoğu zaman hükmeden ile hükmedilen grupların ihtiyaçlarına göre şekillenirken, bazen siyasi elitlerin meşruiyet kazanmasına yaramış, bazen de isyancıların başkaldırısının veya din adamlarının nüfuz kazanma çabasının aracı olmuştur.

‘Sünniler ve Şiiler: Bir İhtilafın Siyasi Tarihi’ bugün hâlâ devam eden bu gerilimin tarihteki izini sürerken, İslâm’ın iki büyük mezhebi arasındaki süreklilik ve kopuşları da araştırıyor.

Louër, uluslararası camiada başvuru kaynağı olarak kabul gören kitabında Irak, Pakistan, Suudi Arabistan, İran, Yemen ve Lübnan gibi farklı ülkelerin kendilerine has siyasi koşullarını ve toplumsal yapılarını göz ardı etmeden, serinkanlı bir Ortadoğu panoraması ortaya koyuyor.

  • Künye: Laurence Louër – Sünniler ve Şiiler: Bir İhtilafın Siyasi Tarihi, çeviren: Barış Özkul, İletişim Yayınları, siyaset, 253 sayfa, 2022

Kolektif – Kemalizm (2022)

Türkiye’nin kurucu ideolojisi Kemalizmin ancak ulusaşırı bir olgu olarak analiz edildiğinde anlaşılabileceğini savunan özgün bir çalışma.

Derleme, Kemalizmin iki savaş arası dönemde Türkiye, Arnavutluk, Bulgaristan, Kıbrıs, Mısır ve Yugoslavya’daki çok yönlü̈ etkileşim ve alışverişlerle inşa edildiğini ortaya koyuyor.

‘Kemalizm: Osmanlı Sonrası Dünyada Ulusaşırı Siyaset’, bir parti mensubiyetinden bir dizi kültürel sembole, bir siyasi doktrinden belirli bir yönetim tarzına birçok farklı anlamda kullanabilen ve Türkiye toplumunun kolektif bilincini etkilemeye devam eden Kemalizm teriminin alternatif bir tarihsel tanımını yapıyor.

Bu kavramın eski Osmanlı coğrafyasına ait farklı ülkelerdeki çeşitli kültürel ve siyasal pratiklerin analizi için ortak bir platform teşkil ettiğini gösteriyor.

Kemalizmin doğuşu ve evrimini kapsamlı bir ulusaşırı perspektife yerleştirmesi ve geniş bir coğrafyayı taramasıyla alanında bir ilk olma özelliği taşıyor.

Kitapta,

  • Kemalizm ve Arnavutluk’ta Medeni Kanun’un kabul edilmesi,
  • Bulgaristan’da yeni Türk alfabesiyle ilgili tartışmalar,
  • “Kemalist Reform”un kolonyal bir arka planı olarak Kıbrıs’ta Osmanlı alfabesinden Türk alfabesine geçiş,
  • İki savaş arası dönemde Mısır ve Kemalizm,
  • Yugoslavya’da iki savaş arası dönemde Müslüman kültür girişimcileri ve Kemalist Türkiye,
  • Erken Cumhuriyet Türkiyesi’nin maddi kültüründe oryantalist bakış,
  • Ve Kemalist bilimin ulusaşırı tarihi gibi önemli konular tartışılıyor.

Kitaba katkıda bulunan isimler ise şöyle: Nathalie Clayer, Fabio Giomi, Emmanuel Szurek, Anna M. Mirkova, Beatrice Hendrich, Wilson Chacko Jacob ve Ece Zerman.

  • Künye: Kolektif – Kemalizm: Osmanlı Sonrası Dünyada Ulusaşırı Siyaset, derleyen: Nathalie Clayer, Fabio Giomi ve Emmanuel Szurek, çeviren: Barış Özkul, İletişim Yayınları, siyaset, 382 sayfa, 2022

Kolektif – Huzursuz Bir Ruhun Panoraması (2022)

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, geç dönem Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan düşünce ve siyaset tarihimizin, edebiyat dünyası içerisindeki en önemli simalarındandır.

Bu usta işi derleme de, Yakup Kadri’yi ve edebiyatını zengin bir pencereden izliyor.

‘Huzursuz Bir Ruhun Panoraması’, Cumhuriyet döneminin kanonik yazarlarından Karaosmanoğlu’nun o verimli huzursuzluğuna aynalar tutuyor.

Onun aşka, inkılâba, Batı’ya, kadınlara, mekâna, millete, siyasete, Atatürk’e, dine, Bektaşiliğe ve daha birçok şeye -mesela can sıkıntısına- bakışına tutulan aynalar, bunlar.

Bu geniş bakış, cumhuriyet tarihinin zihniyet dünyasında kapsamlı bir keşif turu anlamına geliyor.

Kitapta,

  • Yakup Kadri’nin Batı görüşü,
  • Yakup Kadri’nin Fransız edebiyatıyla ilişkisi,
  • Yakup Kadri’nin toplum tasavvuru,
  • Yakup Kadri edebiyatında kadınlık,
  • Yakup Kadri romanlarında Birinci Dünya Savaşı,
  • Yakup Kadri’nin hikâyelerinde azınlıklar,
  • Yakup Kadri’de Atatürk ve İnönü ayrımı,
  • Bektaşi aynasında Yakup Kadri Karaosmanoğlu,
  • Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanlarında mekânın politiği,
  • Yakup Kadri’nin ‘Hüküm Gecesi’nde İttihatçılar ve İttihatçılık,
  • Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanlarında modernleşmenin ataerkil dili,
  • Yakup Kadri’nin romanlarında pozitivist söylem,
  • Ve Yakup Kadri’nin romanlarında nesil çatışmasının mekân üzerinden okunması gibi ilgi çekici konular tartışılıyor.

Kitaba katkıda bulunan isimler ise şöyle: Yalçın Çakmak, Özge Dikmen, Başak Acınan, Demo Ahmet Aslan, Esra Dicle Başbuğ, Emre Bayın, Murat Belge, Tanıl Bora, Murat Cankara, Funda Şenol Cantek, Hasan Cuşa, Yavuz Çobanoğlu, Deniz Depe, Hakan Kaynar, Erol Köroğlu, Haluk Öner, Mehmet Özden, Barış Özkul, Can Şahin, Burcu Şahin, İbrahim Şahin, Zeynep Uysal, Gaye Belkız Yeter Şahin, Sabanur Yılmaz ve Gül Mete Yuva.

  • Künye: Kolektif – Huzursuz Bir Ruhun Panoraması: Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Edebiyat ve Düşünce Dünyası, derleyen: Yalçın Çakmak ve Özge Dikmen, İletişim Yayınları, inceleme, 495 sayfa, 2022

Kolektif – Dünyanın Ters Köşesi (2020)

Latin Amerika, hem küresel siyasetin dinamiklerini anlayabilmek hem de kendi siyasi coğrafyamızı karşılaştırmalı bir bakış açısıyla inceleyebilmek için önemli imkânlar sunan bir çalışma alanı.

İşte usta işi derleme de, Latin Amerika ile ilgilenen herkesin yararlanabileceği temel bir başvuru kaynağı niteliğinde.

Üç kısım ve toplamda 26 bölümden oluşan kitabın ilk kısmında, sömürgecilik geçmişinden ABD etkisine, bağımlılıktan neoliberalizme kadar dış çevreyi belirleyen temel unsurlar inceleniyor.

İkinci kısım, Latin Amerika’nın türdeş olan dış çevresini incelemeye, siyasal rejimlerin ve siyasal çatışmaların dinamikleri ekseninde devam ediyor.

Üçüncü kısım, türdeş dış çevrenin ardından, her toplumun kendine özgü yapısal özelliklerinin daha iyi anlaşılması için ülke ve bölge dinamikleri üzerine odaklanıyor.

Dördüncü ve son kısım ise, her biri Latin Amerika’yı anlamak için başlı başına önemli alanlar sunan edebiyat, sinema, müzik, futbol ve dinin, toplumsal ve siyasal dönüşüm süreçleriyle ilişkisini inceleyen makalelerden oluşuyor.

Kitaba katkıda bulunan isimler ise şöyle: Esra Akgemci, Kâzım Ateş, Karabekir Akkoyunlu, Kavel Alpaslan, Mert Arslanalp, Serdal Bahçe, Dilan Bozgan, Güneş Daşlı, Elif Tuğba Doğan, Fırat Duruşen, Ertan Erol, Esra Çeviker Gürakar, Tolga Gürakar, Özge Kemahlıoğlu, Celal Oral Özdemir, İlhan Özgen, Barış Özkul, Gözde Somel, Aylin Topal, Nejat Ulusay, Maria L. Urbina, Sibel Utar, Oya Yeğen ve Metin Yeğin.

  • Künye: Kolektif – Dünyanın Ters Köşesi: Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür, derleyen: Esra Akgemci ve Kâzım Ateş, İletişim Yayınları, inceleme, 448 sayfa, 2020

Ala El-Asvani – Diktatörlük Sendromu (2020)

“Diktatörlük insanlığa tehdit oluşturan ve kesinlikle mücadele edilmesi gereken bir hastalıktır.”

Son yıllarda bütün dünyada, en hafif tabirle otoriter, gerçek adıyla faşist rejimlerin yükselişine tanık oluyoruz.

‘Yakupyan Apartmanı’, ‘Şikago’ ve ‘Mısır Otomobil Kulübü’ gibi çok satan romanlarıyla bildiğimiz Mısırlı yazar Ala El-Asvani de, diktatörlük olgusunu derinlemesine tartıştığı bir metinle karşımızda.

El-Asvani burada, diktatörlük sendromunun semptomlarının neler olduğunu, “makbul vatandaşta” nasıl karşılık bulduğunu, faşist zihniyetin nasıl yayıldığını, bu süreçte entelektüelin nasıl itibarsızlaştırıldığını, terörizme zemin hazırlayan faktörler ile faşizm arasındaki ilişkiyi ve diktatörlük sendromunun nasıl önlenebileceğini irdeliyor.

Kitap, insanlığın genel olarak sergilediği diktatörlük alametleri üzerine ufuk açıcı sorularla yol almasıyla dikkat çekiyor.

Örneğin, Çin ya da Mısır’da büyüyen bir genç ile onunla aynı eğitim seviyesinde olan bir

Britanyalı ya da ABD’li genç arasındaki fark neydi?

El-Asvani, diktatöryel tavırların izlerinin gündelik hayatta insan davranışına nasıl yansıdığını izleyerek bu soruya dikkat çekici yanıtlar veriyor.

  • Künye: Ala El-Asvani – Diktatörlük Sendromu, çeviren: Barış Özkul, İletişim Yayınları, siyaset, 148 sayfa, 2020