Miguel de Beistegui – Hakikat ve Oluşum (2025)

Miguel de Beistegui’nin bu çalışması, klasik ontolojiyi yeniden düşünmeye çağıran ve felsefeyi sabit varlık anlayışından koparıp oluşa, fark’a ve hareket’e odaklayan güçlü bir müdahale. ‘Hakikat ve Oluşum: Diferansiyel Ontoloji Olarak Felsefe’ (‘Truth and Genesis: Philosophy as Differential Ontology’), Heidegger ve Deleuze başta olmak üzere çağdaş kıta felsefesinin temel figürlerinden esinle, hakikati durağan bir öz değil, ortaya çıkış (genesis) ve fark (differance) süreçleriyle kavranması gereken dinamik bir yapı olarak yorumluyor.

Beistegui, felsefenin görevinin “doğruyu söylemek” değil, hakikatin nasıl oluştuğunu, yani bir şeyin nasıl “hakikat hâline geldiğini” anlamak olduğunu savunuyor. Bu bağlamda hakikat, varlığın bir temsili değil, onun görünür hâle geliş sürecidir. Klasik metafizik anlayışın aksine, felsefenin amacı sabitlik değil, değişim, köken değil, oluş, öz değil, farktır. Bu noktada Beistegui’nin “fark ontolojisi” dediği yaklaşım devreye girer: varlığı sabit kategorilerle değil, birbirinden farklılaşan ilişkiler ve geçişlerle düşünmek.

Kitap boyunca Deleuze’ün “farkın önceliği” düşüncesiyle Heidegger’in “Varlığın tarihi” yaklaşımı bir araya getirilir. Bu sentez, felsefeyi yalnızca anlam üretimiyle değil, aynı zamanda bu anlamın nasıl üretildiğiyle, ortaya çıktığı koşullarla ilgilenen yaratıcı bir etkinlik olarak tanımlar. Böylece düşünce, temsilden çok edimsel bir güç, sabit doğrulardan çok hareket halindeki bir yaratım süreci hâline gelir.

‘Hakikat ve Oluşum’, okuyucusunu felsefeye bir sistem değil, bir açılım; bir tanım değil, bir soru olarak yaklaşmaya çağırıyor. Ontolojiyi yeniden şekillendiren bu yaklaşım, yalnızca akademik felsefeye değil, dünyayı kavrayış biçimimize de kökten bir alternatif sunuyor: Hakikat, kökeni sabitlenmiş bir “şey” değil, sürekli oluşan, farklılaşan ve anlam kazanan bir süreçtir.

  • Künye: Miguel de Beistegui – Hakikat ve Oluşum: Diferansiyel Ontoloji Olarak Felsefe, çeviren: Sinem Özer, Ece Durmuş, Otonom Yayıncılık, felsefe, 464 sayfa, 2025

Laurent Bove – Conatus’un Stratejisi (2024)

Laurent Bove’un ‘Conatus’un Stratejisi: Spinoza’da Olumlama ve Direniş’ adlı eseri, Spinoza’nın felsefesindeki “conatus” kavramını derinlemesine inceleyerek, filozofun etik ve politik düşüncesine yeni bir bakış açısı sunuyor.

Spinoza’ya göre, her varlık kendi varlığını sürdürme ve güçlendirme eğilimindedir.

Bu içsel dürtüye “conatus” adı verilir.

Conatus, sadece biyolojik bir hayatta kalma içgüdüsü değil, aynı zamanda varlığın özünü oluşturan bir kuvvettir.

Bu kavram, Spinoza’nın felsefesinde merkezi bir yer tutar ve hem bireysel hem de evrensel düzeyde geçerliliğini korur.

Bove, Spinoza’nın felsefesini, varlığın sürekli olarak onaylanması ve dış güçlere karşı direnmesi üzerine kurulu bir mücadele olarak görür.

Conatus, bu mücadelede temel bir güçtür.

Kitap, Spinoza’nın etik sistemini politik bir boyutta ele alır.

Bove’a göre, Spinoza’nın felsefesi, sadece bireysel kurtuluş için değil, aynı zamanda daha adil ve özgür bir toplum inşa etmek için de bir rehberdir.

Bove, Spinoza’nın düşüncelerini günümüz sorunlarına ve mücadelelerine taşıyarak, felsefenin güncelliğini vurgular.

Bove, Spinoza’nın felsefesini sadece tarihsel bir metin olarak değil, aynı zamanda günümüzün politik ve sosyal sorunlarına cevaplar sunan bir düşünce sistemi olarak sunar.

Conatus’un Çok Yönlülüğü: Conatus kavramını hem bireysel düzeyde (mutluluk arayışı) hem de toplumsal düzeyde (özgürlük mücadelesi) ele alarak, kavramın geniş kapsamlılığını gösterir.

Direniş ve Özgürlük: Kitap, Spinoza’nın felsefesini, baskıya ve otoriteye karşı direnmenin ve özgürlüğün felsefesi olarak yorumlar.

  • Künye: Laurent Bove – Conatus’un Stratejisi: Spinoza’da Olumlama ve Direniş, çeviren: Ece Durmuş, Otonom Yayıncılık, felsefe, 328 sayfa, 2024

Paolo Virno – Güçsüzlük (2024)

İster bir aşk ilişkisinde ister güvencesiz çalışmaya karşı verilen bir mücadelede olsun, bırakalım gerekeni ve arzu ettiklerimizi yapmayı, maruz kaldığımız şokları karşılamayı bile beceremiyoruz.

Eylemin ve söylemin felce uğramasından doğan bir güçsüzlük, kapitalizmde yaşam biçimlerimizin temel özelliği haline geliyor.

İşin garibi, bu güçsüzlük kullanılmayan, yani edime dönüşmeyen yetiler ve becerilerin görülmemiş bir birikimiyle el ele gidiyor.

Güçlerimizi idare ediyoruz, ama kullanamıyoruz.

Ses çıkarma yeteneğimiz sapasağlam duruyor, ama istediğimiz sözü bulup da söyleyemiyoruz.

Yaşam boyu eğitim adeta görevimiz haline geldi, ama yetilerimizi edimselleştirmeyi nefesimizi tutmuş beklemekten başka bir şey yapamıyoruz.

Kim bilir ne yapmak için önümüze çıkacak fırsatı, hiç öngöremeden, gönülsüzce bekliyoruz.

Paolo Virno, kederli tutkularımızdan kurtulmak istiyorsak, gücün gerçekleştirilmek yerine istiflenmesinden, eksikliği değil de fazlalığından kaynaklanan bu güçsüzlüğü anlamak zorunda olduğumuzu söylüyor.

Gücün farazi kıtlığına çare bulmaya çalışmak yerine, sahip olduğumuz güçleri gerçekten engelleyen bu bollukla nasıl başa çıkabileceğimizi soruyor.

Gerçeği dönüştürmeye muktedir bir praksisin koşullarını, bu kronik güçsüzlükten kaçmayı sağlayacak kolektif alışkanlıklarda ve ortak kullanımlarda arıyor.

  • Künye: Paolo Virno – Güçsüzlük: Hezeyan ve Felç Çağında Yaşam, çeviren: Ece Durmuş, Otonom Yayıncılık, siyaset, 128 sayfa, 2024

Alexandre Matheron – Spinoza’da Birey ve Topluluk (2023)

Günümüzün en büyük Spinoza yorumcularından biri olan Alexandre Matheron, conatus teorisini merkeze alır ve politikayı bir güç ontolojisi olarak düşünmenin önünü açar.

Bu kitabında da Spinoza’nın ‘Ethica’sı ile politik yapıtlarını bireylik ve ortaklık, birey ve topluluk kavramları yoluyla sistematik bir biçimde iç içe geçiriyor, tekil bireyler gibi politik toplumu da bir beden, doğrudan cismani bir varlık olarak ele alıyor.

Nasıl ki Spinoza’da her birey kuvvetlerin iletişiminin bir sonucu, hareket ve durağanlığın belirli bir oranı ise, ona göre, politik toplum da duyguların ve onların iletişimlerinin bir sonucudur.

Başka bir deyişle, ister tekil birey, ister politik toplum olsun, beden daima bir karşılaşma, etkileşim ve ortaklık pratiğidir.

Matheron’un bu Spinoza okuması, burjuva egemenlik teorisinin önvarsaydığı, birey ile topluluk, özgürlük ile ortaklık arasındaki sözde aşılamaz boşluğu bir duygular fiziğiyle doldurur ve böylece bizi politik batıl inançlarımızın belki de en kötüsünden kurtulmaya çağırır: Ortaklık yalnızca zorunluluk değil, aynı zamanda özgürlüktür.

Daha önemlisi, ortaklık ne kadar sınırsızsa, bireysel özgürlük o kadar eksiksiz ve yetkindir.

  • Künye: Alexandre Matheron – Spinoza’da Birey ve Topluluk, çeviren: Ece Durmuş, Otonom Yayıncılık, 608 sayfa, 2023

Rebecca Tamás – Ucubeler (2021)

‘Ucubeler’, dünyayla ilişkimizde çoğunlukla görmezden geldiğimiz yaban yakınlıklar üzerine derinlemesine bir tefekkür.

Rebecca Tamás, insan ile insan olmayan arasındaki geçirgen, bulanık, hassas, gözenekli sınırları irdeliyor.

insanmerkezci bakışı reddeden ‘Ucubeler’, insan ve insan olmayan üzerine düşünürken, aynı zamanda birbirine bağlı pek çok duygu ve düşünceyi çözüp çözüp tekrar örüyor.

Ucube ama ne olduğu da belli.

Yazar, bugün burada ve hatta ölmekte olan bir dünyayla ilişkilerimizin yaban yakınlıklarını incelemiş.

Tamás bunu da, çevreci olduğu kadar tarihsel, tarihsel olduğu kadar da politik bir bakışla yapıyor.

Yazar, karşımıza düşünen kayalardan gizemli panayırlara, iklim kederinden dönüştürücü hamamböceklerine kadar pek çok ilgi çekici konuyu irdelerken bizi yeni bir ekolojik vizyon tahayyülü üzerine düşünmeye de davet ediyor.

  • Künye: Rebecca Tamás – Ucubeler: İnsan ve İnsan Olmayan Üzerine Denemeler, çeviren: Bilge Tanrısever, Ece Durmuş ve Melis İnan, Otonom Yayıncılık, felsefe, 96 sayfa, 2021

Robert Misrahi – Spinoza Sözlüğü (2020)

Spinoza felsefesinin önemli başlıklarını açıklayan usta işi bir sözlük arayanlara, bu çalışmayı öneriyoruz.

Robert Misrahi, yalnızca Spinoza’nın kavramlarını değil, onun felsefe tarihi içindeki yerini ortaya koyan sağlam bir haritalandırma da sunuyor.

Misrahi, Spinoza’nın kelimelerinin ne anlama geldiğini anlatıyor, bu kelimeler arasındaki farklı güzergâhları aydınlatıyor ve buradan da bütün bu kavramların bağlandığı problemleri ortaya koyuyor.

Spinoza’nın felsefi sistemini daha iyi kavramamıza olanak sağlayacak türden bir çalışma olarak şiddetle tavsiye ediyoruz.

  • Künye: Robert Misrahi – Spinoza Sözlüğü, çeviren: Ece Durmuş, Otonom Yayıncılık, sözlük, 296 sayfa, 2019

Rosi Braidotti – Kadın-Oluş (2019)

Postyapısalcı felsefeyi feminist teoriyle ilişkilendirdiği özgün çalışmalarıyla da bildiğimiz Rosi Braidotti, şimdi de feminizmi fark felsefesi çerçevesinde tartışıyor.

Braidotti kitabına, ’68 hareketinin kuramsal dünyasında kadın olmanın hallerini irdeleyerek başlıyor.

Düşünür, kitaba adını veren ikinci bölümde ise, kadınlığa dair kuramsal çerçeveyi genişletiyor.

Yazar burada, cinsel fark kuramı, bedenleşme ve içkinlik konularını yeniden yorumluyor.

Bu bağlamda Deleuze ve Irigaray’ın fikirlerini karşılaştırıp yorumlayan Braidotti, kayıp, başarısızlık, melankoli ve ontolojik eksiklik gibi kavramların politik ve kuramsal düzlemdeki egemenliğine karşı oluş, fark, tamlık, neşe, yaratıcılık gibi daha olumlu kavramları öne çıkarıyor.

Braidotti kitabının üçüncü bölümünde ise, farkların kapitalizm tarafından nasıl kuşatıldığını ve etkisizleştirildiğini tartışıyor.

Kapitalizmin, çoğulcu farkları tüketimcilik adına piyasalaştırıp “ötekilerin” yani farklılıkların varoluş, kültür ve söylemlerinin metalaştırılmasını teşvik ettiğini belirten Braidotti, buna karşı nasıl bir mücadele hattı ortaya koyabileceğimizi de tartışıyor.

  • Künye: Rosi Braidotti – Kadın-Oluş: Cinsel Farkı Yeniden Düşünmek, çeviren: Ece Durmuş ve Münevver Çelik, Otonom Yayıncılık, feminizm, 192 sayfa, 2019