Kazimir Maleviç – Süprematizm (2025)

Kazimir Maleviç’in bu çalışması, sanatçının süprematist düşüncesini yalnızca resim alanında değil, mekân, mimarlık ve kozmik bir estetik tasavvur içinde temellendirdiğini gösteren kurucu bir metin olarak öne çıkıyor. Özel tasarımıyla dikkat çeken kitap, Maleviç’in süprematizmi evrensel bir biçim dili haline getirme çabasını hem kuramsal hem de görsel düzlemde görünür kılıyor. Çalışma, kısa ama yoğun bir giriş metninin ardından yer alan otuz dört çizimle, sanatçının soyut form anlayışının mekânsal bir dünya kurma idealine yöneldiğini açık biçimde ortaya koyuyor.

Maleviç, süprematizmi siyah, renkli ve beyaz olarak üç gelişim evresi içinde ele alıyor ve bu evrelerin düzlem üzerinde gerçekleşen inşa sürecinden doğduğunu vurguluyor. Siyah Kare sonrasında biçim, nesneyi temsil eden bir araç olmaktan çıkıyor ve saf hareketin, enerjinin ve dinamizmin göstergesine dönüşüyor. Kare, daire, haç ve çizgi gibi temel biçimler, kompozisyon içinde yalnızca görsel öğe değil, yeni bir mekân deneyiminin yapı taşları olarak karşımıza çıkıyor.

Bu anlayışta süprematik form, faydacı yetkinliğin değil, eylemin ayrışan gücünün ifadesi haline geliyor. Biçim, bir organizma olmaktan ziyade hareketin izini süren bir yön gösterici gibi işliyor ve mekân içinde bir uçağın izlemesi gereken rota metaforuyla düşünülüyor. Böylece perspektif geleneğinin sona erdiği bir eşikte, algının ve mekânın köklü bir dönüşüm geçirdiği sezdiriliyor.

Kitap, Maleviç’in süprematizmi yalnızca bir sanat akımı değil, yeni bir dünya kurma girişimi olarak konumlandırdığını açıkça kanıtlıyor. Kuram ile biçim arasındaki kopmaz bağ burada somutlaşıyor ve modern sanatın nesne temsiline değil, saf duyumsama ve düşünceye dayanan yeni bir estetik düzlemde inşa edildiği güçlü biçimde ortaya çıkıyor.

  • Künye: Kazimir Maleviç – Süprematizm: Otuz Dört Çizim, çeviren: Aykut Köksal, Arketon Yayıncılık, mimari, 80 sayfa, 2025

Nigel Rodgers – Manet (2025)

Nigel Rodgers, bu kapsamlı çalışmasında Édouard Manet’nin yaşamını ve sanatsal dönüşümünü görsel bir anlatıyla sunuyor. ‘Manet: 500 Görsel Eşliğinde Yaşamı ve Eserleri’ (‘Manet: His Life and Works in 500 Images’), yalnızca bir biyografi değil; aynı zamanda sanat tarihine görsel bir yolculuk sunan, zengin illüstrasyonlarla desteklenmiş bir inceleme olarak öne çıkıyor. Manet’nin erken dönem çalışmalarından başyapıtlarına kadar uzanan süreç, hem estetik hem tarihsel bağlam içinde analiz ediliyor. Sanatçının yaşadığı çağın toplumsal ve kültürel atmosferi, eserlerine nasıl yansıdığıyla birlikte ele alınıyor.

Manet’nin klasik geleneğe duyduğu ilgiyle başlayan sanat yolculuğu, zamanla modernleşen ve kurallara karşı çıkan bir üsluba evriliyor. Akademik resim anlayışıyla hesaplaşırken kullandığı figürler, konular ve teknikler dönemin izleyicilerini şaşırtıyor. Olympia, Le Déjeuner sur l’herbe ve Bar at the Folies-Bergère gibi eserler, sadece estetik değil, aynı zamanda ahlaki ve politik tartışmalar da yaratıyor. Rodgers, bu yapıtları hem sanat teorisi hem sosyal eleştiri bağlamında yorumluyor.

Kitapta Manet’nin kişisel yaşamına, arkadaş çevresine ve özellikle izlenimcilerle olan ilişkisine de geniş yer veriliyor. Monet, Degas ve Zola gibi figürlerle kurduğu entelektüel bağlar, onun yalnızca bir ressam değil, aynı zamanda düşünsel bir figür haline gelişini ortaya koyuyor. Rodgers’ın anlatımı, Manet’yi yalnızca bir sanatçı olarak değil, modern sanatın öncüsü olarak anlamaya imkân tanıyor. Görsellerle desteklenen bu anlatı, okuyucuyu hem gözle hem zihinle iz bırakacak bir yolculuğa çıkarıyor.

  • Künye: Nigel Rodgers – Manet: 500 Görsel Eşliğinde Yaşamı ve Eserleri, çeviren: Menekşe Arık, İş Kültür Yayınları, resim, 256 sayfa, 2025

Susie Hodge – Sanat Hırsızlığı (2025)

Susie Hodge’un ‘Sanat Hırsızlığı: Hiç Göremeyeceğiniz 50 Sanat Eseri’ (‘Art Theft and Forgery: The Story of the World’s Most Notorious Robberies and Scandals’) adlı kitabı, çalınan ve asla kurtarılamayan 50’den fazla sanat eserine dair ilgi çekici bir araştırma. Bunlar artık hiç kimsenin asla göremeyeceği sanat eserleri. Kaybolmalarının ardındaki enteresan hikâyeleri anlatan Hodge’un koleksiyonunda yer alan resimlerin bazıları şöyle:

  • Michelangelo’nun “Faun Maskesi”
  • Caravaggio’nun “Doğuş”u
  • Rembrandt’ın “Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi”
  • Cézanne’ın “Auvers-sur-Oise’a Bakış”ı
  • Van Gogh’un “Baharda Nuenen’deki Papaz Evi Bahçesi”.

Bu kitap titiz bir araştırma ve ilgi çekici bir hikâye anlatımıyla, bu değerli sanat eserlerinin ve daha fazlasının çalınmasıyla ilgili gizemleri ortaya çıkarıyor.

Sanat, suç ve tarihin kesiştiği noktayı merak eden herkes için mutlaka okunması gereken bir kitap.

  • Künye: Susie Hodge – Sanat Hırsızlığı: Hiç Göremeyeceğiniz 50 Sanat Eseri, çeviren: Talha Lafçı, Hayalperest Kitap, resim, 176 sayfa, 2025

Penny Howell Jolly –Jan van Eyck’in İtalyan Hac Yolculuğu (2025)

Penny Howell Jolly’nin bu eseri, Jan van Eyck’in sanatının ve özellikle de Gent Sunak Resminin (Ghent Altarpiece) kökenlerini ve bağlamını derinlemesine inceleyen bir çalışmadır. ‘Jan van Eyck’in İtalyan Hac Yolculuğu: Mucizevi Bir Floransa Müjdesi ve Gent Sunak Resmi’ (‘Jan van Eyck’s Italian Pilgrimage: A Miraculous Florentine Annunciation and the Ghent Altarpiece’), Van Eyck’in İtalya’ya yaptığı varsayılan bir yolculuğun, sanatçının eserleri üzerindeki etkilerini araştırır. Kitap, özellikle Floransa’daki bir Müjde sahnesinin (Annunciation) ve Gent Sunak Resminin bu yolculukla nasıl bağlantılı olabileceğini ele alır.

Jolly, Van Eyck’in İtalya’daki sanatsal etkileşimlerinin, sanatçının teknik ve tematik yaklaşımlarını nasıl şekillendirdiğini tartışır. Kitap, Van Eyck’in İtalyan Rönesansı’ndan hangi unsurları benimsediğini ve bu unsurları kendi özgün tarzıyla nasıl harmanladığını inceler. Özellikle, Floransa’daki Müjde sahnesinin, Van Eyck’in perspektif kullanımı, ışıklandırma ve detaylara verdiği önem gibi karakteristik özelliklerini nasıl yansıttığına odaklanır.

Gent Sunak Resmi, Van Eyck’in başyapıtlarından biri olarak kabul edilir ve Jolly, bu eserin İtalyan etkileriyle nasıl zenginleştiğini detaylı bir şekilde analiz eder. Sunak resminin karmaşık sembolizmi, detaylı figürleri ve yenilikçi kompozisyonu, yazar tarafından İtalyan sanatının olası etkileriyle birlikte ele alınır. Kitap, Van Eyck’in İtalyan yolculuğunun, sanatçının eserlerinin sadece teknik yönlerini değil, aynı zamanda ikonografik ve teolojik anlamlarını da nasıl derinleştirdiğini gösterir.

Jolly’nin çalışması, Van Eyck’in sanatının sadece Kuzey Avrupa geleneği içinde değil, aynı zamanda İtalyan Rönesansı’nın geniş bağlamında da değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor. Kitap, Van Eyck’in sanatının, farklı kültürel etkileşimlerin bir ürünü olduğunu ve bu etkileşimlerin, sanatçının eserlerinin evrensel önemini artırdığını vurguluyor.

Sonuç olarak bu kitap, Van Eyck’in sanatının derinliklerine inmek ve onun İtalyan Rönesansı ile olan karmaşık ilişkisini anlamak isteyenler için önemli bir kaynak niteliğindedir.

  • Künye: Penny Howell Jolly –Jan van Eyck’in İtalyan Hac Yolculuğu: Mucizevi Bir Floransa Müjdesi ve Gent Sunak Resmi, çeviren: Neslihan Uçar Kartoğlu, Fol Kitap, sanat tarihi, 36 sayfa, 2025

Cemal Bâli Akal – Sonsuzluğun Portresi (2024)

 

Bu kitap ne yalnızca Spinoza ne de yalnızca resim sanatı hakkındadır.

Ama ikisinin ortasında bir yerlerde bir gezgin-ozan uçarılığıyla dolaşarak, felsefenin resmini konuşturur ve resmin felsefesini çizer.

Spinoza bize fikirlerin dilsiz suretler değil, sonsuz bütünün tüketilemez gücünün ve bilgisinin aktif ifadeleri olduğunu söylemişti.

  • Peki ya resim sanatı nedir?
  • Onun sonsuzla bağı nereden yakalanabilir, öznesiz bir içkinlik düşüncesiyle yakınlığı nasıl kavranabilir?

Spinoza’nın soluduğu havanın renklerine, yani 17. yüzyıl Hollanda resmine odaklanarak Akal’ın peşine düştüğü sorular bunlardır.

Burada artık Yüce’nin, Güzel’in, Aşkın’ın bir hükmü kalmaz.

Dönemin Hollanda resminin vazgeçilmez teması olan gündelik yaşamın sıradanlığı türlü görünümleriyle, çocukların kafalarından ayıklanan bitlerle, ortalıkta dolaşan kedi ve köpeklerle, dikiş dikenlerle, uyuklayan nöbetçilerle, deşilen kadavralarla, sırıtan ayyaşlarla, diş ağrısından kıvrananlarla, üzüm satanlarla arzı endam eder.

Yazar, geçit törenlerinin tek sırasından bihaber bu tekillikler cümbüşüne yalnızca Rembrandt ve Vermeer’ı değil 17. yüzyıl Hollanda resminin kadın ressamlarını da, Spinoza portrelerinin Calvino ve Borges öykülerini hatırlatan serüvenini de, De Stijl okulundan romantiklere ve gerçeküstücülere uzanan türlü Spinozacı sanatçıyı da katarak anlatılmaya değer tek şeyi, yani yaşamı anlatır.

Akal’ın sözcükleriyle: Bu metin felsefe ve resim sanatı üzerine değil, bir şimşek anı kadar kısa bir süre içinde kalırken içimize çektiğimiz ve ne olduğunu sezmeye çalıştığımız hayata ve çoğunlukla onun hasmı olan Yasa’ya ilişkindir.

  • Künye: Cemal Bâli Akal – Sonsuzluğun Portresi: Spinoza ve 17. Yüzyıl Hollanda Resmi, Zoe Kitap, resim, 144 sayfa, 2024

Nilüfer Öndin, Ali Kayaalp – Kuzey Rönesansı (2024)

Batı sanatı tarihinde Rönesans’tan bahsedildiğinde çoğunlukla akla İtalyan Rönesansı gelir; oysa on beşinci yüzyılda kıta Avrupası’nın kuzeyinde yaşanan dinamik dönüşümler yaşamın her alanında köklü değişimlere neden oluyor, Kuzey Rönesansı’nı şekillendiriyordu.

Köken itibarıyla aynı entelektüel tohumdan yetişse de Kuzey Rönesansı, yirminci yüzyıl kapitalizminin siyasi, ticari, sanatsal hatta dini öncüllerini oluşturan dalları filizlendiriyordu.

İtalyan çağdaşının aksine mistisizme daha çok yönelen ve örtük bir sembolizm geliştiren Kuzey Rönesansı, meslek örgütlenmesinden sanatçı mesenliğine, yaşamın gerçekliğini kavrayıştan bunu fikri ve sanatsal olarak ifade edişe dek pek çok alanda ciddi farklılıklar gösteren bir kültür dünyası inşa ediyordu.

Sanat tarihçisi ve akademisyen Nilüfer Öndin ile Ali Kayaalp’in yazdıkları, Van Eyck Kardeşler, Rogier van der Weyden, Hans Memling, Hieronymus Bosch, Yaşlı Pieter Bruegel, Albrecht Dürer, Matthias Grünewald, Genç Hans Holbein gibi pek çok sanatçının üretimini kapsayan Kuzey Rönesansı, okura bu özgün kültür dünyasının altyapısını sunuyor.

Sanatla ifade bulan bütünlüklü bir dünya görüşünü eserler üzerinden derinlemesine inceliyor. On sekizinci yüzyıl Aydınlanma Çağı’nın temellerinin dayandığı Kuzey Rönesansı’nı ele alan bu kitap, okuru yalnızca sanat tarihsel değil, felsefi, dini hatta ekonomik bakış açısı da sunan uzun soluklu bir yolculuğa çıkarıyor.

  • Künye: Nilüfer Öndin, Ali Kayaalp – Kuzey Rönesansı, Hayalperest Kitap, sanat tarihi, 300 sayfa, 2024

Sue Roe – İzlenimcilerin Özel Hayatları (2024)

Manet, Monet, Pissarro, Cézanne, Renoir, Degas, Sisley, Berthe Morisot ve Mary Cassatt.

Çağdaşları tarafından alay konusu edilip göz ardı edilseler de günümüzde tablolarına paha biçilemiyor.

Eserleri dünya çapında tanınan bu grubun özel hayatları pek bilinmiyor.

İşte, canlı ve akıcı anlatısıyla Sue Roe Paris’teki stüdyolarından çalkantılı aşk hayatlarına, geçim sıkıntılarından sergilerine değinerek izlenimcilerin özel hayatını aktarıyor.

İzlenimciler yirmi yılı aşkın birlikte yaşayıp çalışıyor, Fransa-Prusya savaşının ardından hayatlarını yeniden kurma mücadelesi veriyor, alışılmışın dışındaki tablolarına halkın ve eleştirmenlerin acımasız yorumlarına karşı birlikte ayakta duruyor.

Sue Roe’nun ‘İzlenimcilerin Özel Hayatı’nda okur güneşi, suyu, baharı, dansçıları ve çamaşırcıları ressamlarla birlikte gözlemleme fırsatı elde edip hayata onların gözünden bakıyor…

  • Künye: Sue Roe – İzlenimcilerin Özel Hayatları: Tarihin En Ünlü Ressamlarının Evlerine, Odalarına, Stüdyolarına ve Hayatlarına Büyüleyici Bir Bakış, çeviren: Gülnur Aktuğ, Alfa Yayınları, resim, 480 sayfa, 2024

Rozsika Parker, Griselda Pollock – Eski Gözdeler (2024)

Sanatın cinsiyetçi tarihine yönelik yazılmış kült metinlerden biri olan ‘Eski Gözdeler: Kadınlar, Sanat ve İdeoloji’, ilk kez yayımlandığı 1981 yılından bu yana güncelliğini korumaya devam ediyor.

Rozsika Parker ve Griselda Pollock’un sanat tarihinin cinsiyetçi ve ideolojik boyutuna dair farkındalık ortaya koydukları bu metin, Linda Nochlin’in ünlü makalesi “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?’ ile 1971 yılında sanat gündemine taşıdığı meseleyi farklı ve halen geçerli başlıklar altında genişletip boyut kazandırıyor.

Feminist sanat eleştirisinin geçmişte üretimleriyle çağlarında bilinirlik kazanmış kadınları sanat tarihinin isimler listesine eklemekten ibaret olmadığına işaret ederek başlayan ‘Eski Gözdeler: Kadınlar, Sanat ve İdeoloji’, ‘Tarih’ gibi ‘Sanat Tarihi’nin de toplumsal cinsiyet düzenini hem yansıtan hem de üreten bir yapı olduğunun görülmesini sağlıyor.

Metnin halen güncelliğini koruması, kadınların sanat tarihinden sistematik olarak dışlanmaları konusundaki köklü tutumun yirmi birinci yüzyılda aldığı yeni formu değerlendirmek gerektiğini apaçık gösteriyor.

  • Künye: Rozsika Parker, Griselda Pollock – Eski Gözdeler: Kadınlar, Sanat ve İdeoloji, çeviren: Ebru Berrin Alpay, Hayalperest Kitap, sanat tarihi, 312 sayfa, 2024

Celil Sadık – Batı Resim Sanatında Korku (2024)

Yaptığımız kötülüklerin bir sebebi olabileceğine dair inancımızdı Şeytan…

En güçlü kavramlardan biri olan vicdanın panzehriydi.

Ve insanların birbirilerinin yüzüne bakabilmesi için ona ihtiyacı vardı.

Bu kitabın ilk bölümü, sizi Şeytan’la yüz yüze getirerek insanlığın içindeki grotesk dışavurumları görmenizde rehber oluyor.

Bu anlatının nesilden nesle, mitolojiden dine nasıl evrildiğini, içimize attığımız bütün çirkin arzuların Rönesans, Barok ve daha nice dönemle akıma nasıl yansıdığını anlatabilmek için.

İkinci bölümdeyse dini kaygılarla yaratılmış bir başka savaşa, cadılığa yakından bakılıyor; doğayla bir bütün hâlinde yaşayan insanların, kötüler ve sapkınlar tarafından nasıl avlandığının hikâyesine.

Özellikle Barok ve Rönesans resminde sanatçıların bu tip konuları nasıl ele aldığı veya nasıl hicvettikleri birlikte araştırılıyor, insanlık tarihinin en karanlık uygulamalarından biri olan Engizisyon Mahkemeleri de yine bu bağlamda inceleniyor.

  • Künye: Celil Sadık – Batı Resim Sanatında Korku: Şeytanlar ve Cadılar, Epsilon Yayıncılık, sanat tarihi, 220 sayfa, 2024

Edvard Munch – Mahrem Günlükler (2024)

Çığlık adlı tablosuyla küresel bir kültür ikonuna dönüşen Norveçli ressam Edvard Munch (1863-1944) eserlerinde melankoli, endişe, bunalım, korku ve iç sıkıntısı temalarını ustalıkla işledi.

İlk çizimlerinden itibaren benzersiz bir üslup geliştiren Munch, insan ruhunun derinliklerine nüfuz eden bakışı ve dışavurumcu tarzıyla âdeta huzursuzluğun resmini yapmayı başardı.

Munch ressam olduğu kadar yazar olarak da yeteneklerini ortaya koydu.

Nitekim gençliğinden itibaren anı, kurgu, portre yazıları, şiir ve felsefi deneme tarzında metinler kaleme aldı.

İnsanlık durumunun hem coşkusunu hem de karanlık dehlizlerini şiirsel bir dille günlüklerine yansıtan Munch, yazılarında resimlerini bütünlüyor gibidir.

Munch günlüklerinde sadece sanat anlayışını ya da eserlerini var eden unsurları değil, kişiliğinin gizli yanlarını da bazen ironik, komik, sevecen, bazen gotik, romantik sözlerle ve hikâyelerle ortaya koyuyor.

Yer yer Nietzsche’nin üslubuna yaklaşan, kimi zaman ise kendi uçurumundan kaçmaya çalışan Munch’un günlüklerini okuyanlar, ressamın yaşam öyküsünü takip ederek dostluk, aile ve aşk hakkındaki düşüncelerini öğreneceği gibi, onun kronik depresyonunu ve içindeki Çığlık’ı da hissedecektir…

Munch, “Benim gözümde hayat bir hücrenin penceresinden dışarıya bakmak gibidir. Vaat edilmiş topraklara asla ulaşamayacağım” diyor.

  • Künye: Edvard Munch – Mahrem Günlükler: “Bizler Dünyadan Püsküren Alevleriz”, çeviren: Orhan Düz, Beyoğlu Kitabevi, günlük, 224 sayfa, 2024