Sylvain Tesson – Homeros’la Bir Yaz (2025)

Bu kitap, Homeros’un dünyasını modern çağın karmaşıklıklarıyla bir araya getiren özgün bir düşünme alanı açıyor. Sylvain Tesson, ‘İlyada’ ve ‘Odysseia’yı yalnızca antik destanlar olarak değil, hâlâ insan ruhunun temel sorularını aydınlatan canlı metinler olarak okuyor. Savaşın anlamsızlığı, öfkenin yıkıcılığı, yolculuğun dönüştürücü niteliği ve kaderin belirsizliği gibi temaları bugünün krizleriyle ilişkilendirerek Homeros’un sesinin neden hâlâ güçlü olduğunu gösteriyor. Ona göre destanlar, modern dünyanın hızına karşı bir durup düşünme fırsatı sunuyor; insanı hem kendi geçmişiyle hem de ortak evrensel deneyimlerle buluşturuyor.

Tesson, kendi seyahatlerinden ve doğa karşısındaki gözlemlerinden yararlanarak Homeros’un metinlerine fiziksel bir canlılık katıyor. Rüzgârın yön değiştirmesi, denizin kabarması, güneşin batışı gibi imgeler, hem destanların ritmini hem de insanın doğayla ilişkisini yeniden düşünmemize yardımcı oluyor. Kahramanların tutkuları, zaafları, sadakatleri ve yalnızlıkları günümüz insanının duygusal çıkmazlarına ayna tutuyor; böylece antik karakterler yalnızca tarihsel figürler olmaktan çıkıp çağdaş birer muhatap hâline geliyor. Tesson’a göre Homeros, insan davranışlarının sürekliliğini anlamanın kapısını aralıyor ve destanları bir edebi miras olarak değil, bir yaşayış biçimi olarak okumayı mümkün kılıyor.

‘Homeros’la Bir Yaz’ (‘Un été avec Homère’), klasiklerin neden hâlâ vazgeçilmez olduğunu hatırlatan bir çalışma olarak öne çıkıyor. Tesson, Homeros’un kalıcılığını modern duyarlılıklarla ilişkilendirerek hem edebiyat hem felsefe açısından zengin bir yorum sunuyor. Böylece kitap, antik dünyanın mirasını bugünün düşünsel ihtiyaçlarıyla buluşturan önemli bir katkı hâline geliyor.

  • Künye: Sylvain Tesson – Homeros’la Bir Yaz, çeviren: İsmail Yerguz, Alfa Yayınları, deneme, 224 sayfa, 2025

Alain de Botton – Statü Endişesi (2025)

Alain de Botton’un bu kitabı, modern toplumda insanların neden sürekli olarak başkalarıyla kendilerini kıyasladıklarını ve başarı ölçütlerinin bu kadar baskın hale geldiğini sorguluyor. De Botton’a göre “statü endişesi”, yalnızca zenginlik ya da şöhret arzusu değil; sevilme, değerli görülme ve onaylanma ihtiyacının toplumsal bir tezahürüdür. Bu endişe, insanların kendilerini başkalarının gözünden değerlendirmesine ve yaşamlarını görünmez bir rekabet duygusunun belirlemesine yol açar.

Yazar, tarih boyunca bu endişenin nasıl değiştiğini anlatıyor. Feodal çağda statü, doğuştan belirlenirken modern dünyada bireyin çabasıyla elde edilir hale gelmiştir. Bu özgürlük görünüşte cazip olsa da, başarısızlık artık kişisel kusur sayıldığı için bireyi sürekli bir yetersizlik korkusuna mahkûm eder. De Botton, kapitalist sistemin “herkesin yükselebileceği” vaadiyle bu kaygıyı daha da büyüttüğünü, reklamlardan eğitim sistemine kadar her yapının insanlara sürekli “daha fazlasını hak ettiğini” fısıldadığını söyler.

‘Statü Endişesi’ (‘Status Anxiety’), felsefe, edebiyat, sanat ve din tarihinden örneklerle bu kaygıya karşı geliştirilebilecek düşünsel panzehirleri tartışır. Stoacı bilgelik, Hristiyan tevazusu, bohem yaşam tarzı ve sanatın özgürleştirici bakışı bu panzehirler arasındadır. De Botton’a göre gerçek huzur, statüyü değil, anlamı merkeze alan bir yaşam anlayışıyla mümkündür.

‘Statü Endişesi’, incelikli bir toplumsal eleştiri olmasının yanında, modern insanın görünmez baskılarına karşı felsefi bir rehber. De Botton, statü arzusunun insanı tutsak ettiğini, ama farkındalıkla dönüştürülebileceğini hatırlatıyor: başkalarının gözünde değil, kendi gözümüzde değerli olmanın yollarını aramamız gerektiğini söylüyor.

  • Künye: Alain de Botton – Statü Endişesi, çeviren: Ahu Sıla Bayer, Everest Yayınları, deneme, 360 sayfa, 2025

Virginia Woolf – Yazınsal Ustalık (2024)

Dünya edebiyatının seçkin yazarlarından Virginia Woolf, roman ve öykülerinin yanında yazdığı edebiyat eleştirileri, denemeler ve anı yazılarıyla da okurlarının dikkatini her zaman çekti.

Çekmeye de devam ediyor.

Woolf, bu seçkideki yazılarında, geçtiğimiz yüzyılın başında bir kadın olarak yazarlık yapmaya çalışmanın zorluklarına değiniyor; kendi edebi hazzına, çağdaşı yazarların eserleri ve kişilikleri üzerine düşüncelerine ışık tutuyor.

Yetenekli bir kalem, aydın bir zihin ve çok yönlü bir entelektüel olarak entelektüel kimliğinin savunmasını yapmış; Henry James’ten E. M. Forster’a bir dizi önemli yazara ilişkin görüşleri ve aktardığı dedikodularla, öğretici, yer yer eğlenceli ama son derece yalın denemeler kaleme almış Woolf.

Edebi zevki, yazma özgürlüğünü ve dönemin en büyük entelektüel sorunlarından biri olan temsilde cinsiyet eşitsizliğini konu edinen denemeleri, bugün bile tazeliğini, geçerliliğini koruyor…

  • Künye: Virginia Woolf – Yazınsal Ustalık: Yazmak, Yazma Özgürlüğü ve Edebi Cinsiyetçilik Üzerine Düşünceler, çeviren: Zuhal İnal Baycılı, Kanon Kitap, deneme, 176 sayfa, 2024

Rebecca Solnit – Orwell’in Gülleri (2024)

Rebecca Solnit, Orwell’in 1936’da diktiği güllerin hikâyesinden yola çıkarak onun hayatının gözden kaçan yönlerini irdeliyor.

Orwell’in yeryüzünden, havadan, nergislerden, kirpilerden, güllerden ve bahçıvanlıktan büyük keyif alabildiğini ve bu keyfin onun siyasi vizyonuna içkin olduğunu gösteriyor.

Solnit şaşırtıcı ve ezber bozan bağlantılar kurma konusundaki becerisiyle Orwell’i anlatırken, İngiltere’nin kömür madenlerinden İspanya İç Savaşı’na, Kolombiya’nın gül fabrikalarından yalanlar ve otoriteryanizm arasındaki ilişkileri analiz etmeye uzanan bir yolculuğa çıkarıyor bizleri.

Kitaptan bir alıntı:

“Yazarın biri 1936 baharında gül dikmişti … Bu güllerle ilgili yazıyı okuyalı otuz yıldan fazla olmuştu ama üzerine pek düşünmemiştim. Hepsi birer güldü, o kadar. Halbuki şimdi, uzun süre önce kabullendiğim, o bilinen Orwell ile ilgili yargılarımı ortadan kaldırıyor, daha derine ineyim diye aklımı çeliyorlardı. Orwell kimdi, biz kimdik, ölçülebilir somut bir sonucu olmayan keyif, güzellik ve zaman kavramları; adalet, hakikat, insan hakları ve dünyayı değiştirmek gibi meseleleri önemseyen birinin veya belki de herkesin hayatında nasıl da aynı şekilde yer ediyordu, bunları sorgulatıyorlardı.”

  • Künye: Rebecca Solnit – Orwell’in Gülleri, çeviren: S. Melis Baysal, Minotor Kitap, deneme, 320 sayfa, 2024

Andrey Platonov – Edebiyat Fabrikası (2024)

Andrey Platonov’un yetkin kalemi yalnızca kurmaca eserlerde değil, denemeleri ve eleştiri yazılarında da hayat buluyor.

‘Edebiyat Fabrikası’nda Platonov’un bu kurmacadışı metinleri, edebiyatın ve sanatın toplumsal dönüşümlerden nasıl etkilendiğini, yazarların bu değişimlere nasıl yanıt verdiğini ve edebiyatın insanların ve dönemin ruhunu nasıl şekillendirdiğini tartışıyor.

Bu kitap, yazarın felsefi, siyasi ve edebi görüşlerini, toplumsal meselelere bakış açısını ve sanat anlayışını keşfetmek isteyen okurlara tatminkâr bir okuma sunuyor.

Kitaptan bir alıntı:

“İnsanın içine yerleşen ve orada ölen hisler vardır. İnsanın zayıflığının bir emaresidir bu. Sebebi itibarıyla küçük ama insanda yanıp, tükenip, dağılıp, kendine bir yer edinemeyip de hayatın ateşiyle savrulup giden, görünmez olduklarından insanın içinde nasıl barındıkları kestirilemeyen hisler vardır.

Şöyle olur: İnsan çalışır, başka da bir şey yapmaz. Yüzlerce insan geçip gitti, onlarla birlikte çalışan insan görüntüsünün yarattığı izlenim de içlerinde parlayıp söndü. Sonra bir kişi daha gelip geçerken bu olağan durumda başka bir şey gördü. Gördükleri içinde sönmeyen, o küçücük şey koskocaman oldu, ona ıstırap verip dışarıya çıkmak için kıvrandırıp durdu. İşte o kişi hislerini kâğıda döktü, böylelikle rahatladı.”

  • Künye: Andrey Platonov – Edebiyat Fabrikası, çeviren: Erdem Erinç, Kolektif Kitap, deneme, 232 sayfa, 2024

Muhsin Ertuğrul – Moskova Notları (2023)

“Modern Türk tiyatrosunun kurucusu” Muhsin Ertuğrul, dönemin “tiyatro mabetleri” olarak gördüğü Almanya, Fransa, İsveç, ABD gibi birçok ülkeye araştırma gezileri yapmış, buralarda gördüklerini de gazete ve dergilere yazmıştır.

Ama “tiyatro sanatının en yüksek mertebesi”nde olduğunu düşündüğü Sovyet Rusya’ya 1925 ve 1934’te yaptığı ziyaretlerin ve oradan yazdıklarının yeri ayrıdır.

Zira bu metinlerde Sovyet sanatçılarının tiyatro ve sinema alanına getirdikleri yenilikleri anlatmakla kalmaz, oradaki büyük inkılabın müzikten gündelik hayata, tarımdan eğitime hayatın her alanındaki yansımalarını, sıradan “amele”lerin radikal dönüşümünü de coşkuyla kayda geçirir.

Moskova’nın bütün sinema ve tiyatrolarına, kütüphane, müze, konser ve opera salonlarına kolayca girer.

“Tamir ve badana hastalığı”na yakalanmış Moskova’da en çok amele sınıfının şimdiye kadar her yerde dışlandığı yüksek sanatla buluşmasının örneklerine hayranlık beyan eder: Tiyatro fuayelerinde şık aktrislerle beraber çay içen işçi kızları, sergi salonlarını gezen “tabur tabur” köylü ve işçiyi, temiz ve şık sade kıyafetleriyle tiyatro salonlarını dolduran ameleleri, tıklım tıklım dolu kütüphaneleri, işçi üniversitelerini ballandırarak ve gıptayla anlatır.

“Buraya geldiğim günden beri nereye gittim ve ne gördümse hepsinin karşısında aczimizi ve cehlimizi hatırlayarak göğüs geçirmekten zevk-yab olmaya vakit bulamadım. Ah ne geriyiz, ne geriyiz…” diye yakınarak Türkiye’nin “medeniyet” arayışında “kör değneğini beller gibi” yalnız Batı’yı değil Sovyetler Birliği’ni de model alması gerektiğine işaret eder.

Nergis Ertürk kitaba yazdığı güzel sunuşta özellikle hem Muhsin Ertuğrul’un dinin yerine geçecek yeni bir ahlak ve maneviyat arayışını ve bu arayışın kilit önemdeki parçası olarak sanat ve tiyatro anlayışını ayrıntılı olarak anlatıyor hem de Ertuğrul’un bu ilginç metinlerini “SSCB’den Dönüş” adı verilen seyahatname alt türünün örnekleriyle, özellikle Benjamin’in Moskova Günlüğü’yle birlikte okuyor.

  • Künye: Muhsin Ertuğrul – Moskova Notları, hazırlayan: Tuncay Birkan, Can Yayınları, deneme, 200 sayfa, 2023

Yankı Yazgan – Romantik Bilim (2023)

Bilimin romantiği olur mu, demeyin.

“Bilimsel bakış değişmezlik içeren bir dogma değildir. Örneğin, tıp ve hekimlikte bilimin güncel verileriyle ele alınan her sorun kişinin yaşantısına ve kişiliğine bağlı etkenlere göre yaşanır. Bir yandan sosyal ve ekonomik belirleyicilerin gölgesi bu yaşantının üzerine düşer. Hekimler, klinisyenler ne olup bittiğini moleküler düzeyden kişinin yaşantısına kadar taşıyıp hastanın ve çevresinin dünyası içinde yer aldıklarında, romantik bilim ilkeleri işlemeye başlar.”

Yankı Yazgan ‘Romantik Bilim’deki yazılarının bazılarında 1980’lerin başında henüz oturduğu hekim koltuğundan, bazılarında gazete köşelerinden okuruyla adeta karşılıklı sohbet ediyor.

Son 40 yıllık dönemin geçen yüzyıldaki kısmında yazdığı yazılarda, beyin ve davranış bilimleri ile gündelik yaşantılar arasındaki bağlantıları anlamaya çalışırken öğrendiklerini paylaşıyor.

Yetişkin hayata yaşanabilir bir yeryüzü, barışçı ve eşitlikçi bir toplum ve mutluluk ve sağlık arayışları ile başlamış bir genç hekim/araştırmacının bilim, ruh sağlığı ve gündelik hayat hakkında yazdıklarında hayatlarımızda yıllar içinde aynı kalanları ve değişenleri de izliyoruz.

  • Künye: Yankı Yazgan – Romantik Bilim: Bilim, Ruh Sağlığı ve Hayata Dair, İnkılap Kitabevi, deneme, 264 sayfa, 2023

Dietrich Bonhoeffer – Ahmaklık Teorisi (2023)

“Ahmaklık, entelektüel bir kusurdan ziyade ahlaki bir kusurdur.”

Alman teolog ve aktivist Dietrich Bonhoeffer, 5 Nisan 1943’te Gestapo tarafından tutuklanarak hapse atıldı ve 9 Nisan 1945’te idam edildi.

Bu kitap onun hapisteyken yazdığı mektup, deneme ve şiirlerin bir derlemesidir.

Ailesine ve bir arkadaşına yazdığı bu metinler, inancı ve hizmetine adanmışlığı asla sarsılmayan, ruhani derinliği sayesinde en zorlu koşulların üstesinden gelebilen hassas bir adama dair olağanüstü bir resim çizmektedir.

Modern dünyanın sorunlarını gayet iyi anlayan, büyük bir inanca, zekâya ve merhamete sahip bir adamdı.

Kolaycılığa ve taviz vermeye direnerek diğer mahkûmlara yardım etmeye, yanlış olduğunu bildiği şeylere karşı kararlılıkla direnmeye ve teoloji ve etik alanındaki harikulade çalışmalarına ölene kadar devam etti.

Bonhoeffer asla pes etmedi.

Yazıları herkese ilham vermeye devam edecektir.

Onun teolojik tartışmaları akademisyenler için yeni düşünce dünyalarının kapılarını açacaktır.

Yaşamı, gerçekten de herkesin faydalanabileceği örnek bir yaşamdı.

  • Künye: Dietrich Bonhoeffer – Ahmaklık Teorisi: Direniş ve Teslimiyet (Hapishaneden Mektuplar ve Belgeler), çeviren: Reyyan Denizci, Lejand Yayınları, deneme, 250 sayfa, 2023

Emil Michel Cioran – Hiçliğe Açılan Pencere (2023)

Kendini “ihtimal fanatiği” olarak tanımlayan Emil Michel Cioran, sürgün yaşamının doğurduğu azaba çare işlevi gören kalemini saplantılarını yatıştırmak ve hıncını dindirmek için oynatır.

Politik görüşlerini aşındıran savaş sonlanmışken, yenilgiden ibaret gördüğü kaderinin yarattığı buhranın ana motifleri Cioran külliyatında yeni yeni belirmeye başlar.

30’lu yaşlarının keskin virajında yeni bir yol tutmaya, köksüzlük yoluna girmeye kendini mecbur gördüğü, felsefi “kabiliyetinin” sinik ve kuşkucu bir pus içinde buhar olup uçtuğu dönemde, Paris sokaklarının isimsizleri arasında dolaşır ve küçük otel odalarında ‘Hiçliğe Açılan Pencere’nin iskeletini oluşturacak yüzlerce okunaksız sayfa karalar.

Kitaptan birkaç alıntı:

“Zira hayat çıkmaz bir yoldan ibarettir, giderek de daralmaktadır.”

“Hayal kırıklıklarına vaktim oldu sadece. Hayal kırıklıklarından kaynaklanmayan ne varsa fanilerin alınterine hakaret eden bir soluklanma gibi gelmiştir bana.”

“Ölümü ciddiye aldım. Onu geride bıraktım.”

“Ulumayı beceremediğimizden potansiyel katil oluruz.”

“Yücelik söze döküldüğünde her şeyi yitirir. Üslupsuzdur yücelik.”

  • Künye: Emil Michel Cioran – Hiçliğe Açılan Pencere, çeviren: Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, deneme, 174 sayfa, 2023

Adam Zagajewski – İki Kent (2023)

‘İki Kent’, modern Polonya edebiyatının önde gelen temsilcilerinden ve aynı zamanda Polonya’da “68 Kuşağı” ve “Yeni Dalga” yazarları arasında önemli bir yere sahip olan Adam Zagajewski’nin hayal gücü ve tarih, şiir ve akıp giden zaman arasındaki boşlukları doldurduğu denemelerini içeriyor.

Zagajewski kaybediş ve özlem arasında savrulup duran bir çocuğun hayreti ve satırlar arasında kendine yeni dünyalar inşa eden bir şairin ustalığıyla, şimdiki zamana tutunmak yerine geçmişe takılıp kalan insanların ve henüz dört aylıkken ailesinin efsanevi Lwów’dan sanayi şehri Gliwice’ye sürülmesiyle birlikte başlayıp, yitirilmiş Lwów’un özlemiyle geçen çocukluğunun izlerini sürüyor.

İnsan ruhunun doğasındaki ikilikler, masumiyet ve deneyim, tarihin çıkmazları, varlığın doğası, kişisel ve toplumsal suçluluk duygusu ve sanatın işlevi gibi farklı konular arasında gidip gelen bu denemeleriyle Zagajewski, modern Avrupa edebiyatının en ilgi çekici seslerinden biri olduğunu ortaya koyuyor.

Susan Sontag, bu kitap için şöyle diyor:

“‘İki Kent’ müthiş bir zihnin derinliklerine doğru çıkılan bir yolculuk. Adam Zagajewski düzyazıda da şiirlerinde olduğu kadar bilge, ışıl ışıl ve vazgeçilmez bir yazar.”

  • Künye: Adam Zagajewski – İki Kent, çeviren: Osman Fırat Baş, Livera Yayınevi, deneme, 304 sayfa, 2023