Lev Tolstoy, Sophia Tolstaya – Tolstoy ve Tolstaya (2025)

Andrew Donskov’un derlediği bu çalışma, Lev Tolstoy ile eşi Sophia Tolstaya arasındaki yoğun mektuplaşmayı merkezine alıyor ve bu yazışmalar üzerinden hem bir evliliğin hem de bir edebi dehanın iç dünyasını görünür kılıyor. Mektuplar, sevgi, hayranlık, kırılganlık ve gerilim arasında salınan bir ilişkinin duygusal haritasını çiziyor ve Tolstoy’un ahlaki arayışları ile Tolstaya’nın pratik gerçekliği nasıl uzlaştırmaya çalışıyor olduğunu gösteriyor.

Dosya, yalnızca romantik bir anlatı sunmuyor, aynı zamanda yazarın yaratı süreci, vicdan muhasebesi, mülkiyet karşıtlığı ve dini dönüşümü üzerine düşünsel izlerini de açığa çıkarıyor. Tolstaya’nın sabrı, emeği ve eleştirel sesi, Tolstoy’un manevi radikalizmiyle çatışıyor, bu çatışma aile içi rollerin, fedakarlığın ve üretim ilişkilerinin sorgulanıyor olduğunu ortaya koyuyor.

Mektuplar boyunca iki karakterin psikolojik derinliği, gündelik hayatın yükleriyle ve tarihsel bağlamın baskısıyla iç içe geçiyor, böylece özel olan ile düşünsel olan arasındaki geçirgenlik belirginleşiyor. Kitap, edebiyat ile yaşam arasındaki sınırların sürekli yeniden tanımlanıyor olduğunu hissettiriyor ve okuru, büyük bir yazarın arkasındaki görünmeyen emeği, duygusal emeği ve süreklilik talebini fark etmeye çağırıyor.

‘Tolstoy ve Tolstaya: Mektuplarla Bir Hayatın Portresi’ (‘Tolstoy and Tolstaya: A Portrait of a Life in Letters’), özel hayatın mahremiyeti ile kamusal üretimin gerilimini birlikte ele alıyor ve edebi metnin, ev içi emek ve duygusal dayanıklılık olmadan var olamıyor olduğunu sezdiriyor. Tolstoy’un idealleri ile Tolstaya’nın somut yaşam gerçekliği arasında kuruluyor olan bu ilişki, modern yazarlık mitinin arka planındaki insanî kırılganlığı açığa seriyor ve biyografinin, düşünce tarihine kişisel tanıklıklar üzerinden yeni bir derinlik kazandırıyor. Bu yaklaşım, mektubun hem tarihsel belge hem de etik bir yüzleşme alanı olarak işlev görüyor olduğunu bile düşündürüyor.

  • Künye: Lev  Tolstoy, Sofia Tolstaya – Tolstoy ve Tolstaya: Mektuplarla Bir Hayatın Portresi, derleyen: Andrew Donskov, çeviren: Özge Özdemir, İletişim Yayınları, mektup, 595 sayfa, 2025

Albert Camus, Réne Char – Yazışmalar, 1946-1959 (2025)

“Sevgili René,

İşte plaklar. Onlara ve size canım sevinçler borçluyuz. Size borçlu olduğum daha çok şey var; yüreğimin derinliklerinde hissettiğim bir arkadaşlığı, bir ortaklığı hiç doğru dürüst anlatamadım size. Ama siz anlıyorsunuz.

Yorgunluğunuzu anlıyorum. Ben de şu sıralar yorgun hissediyorum kendimi. Ya dünya delirmiş ya da biz. Hangisine daha kolay katlanır insan?”

İki büyük yazar, Albert Camus ile Réne Char’ın, 1946 ile 1959 yılları arasındaki mektuplaşmaları bu kitapta bir araya getirilmiş. Kitap, savaş sonrası Fransa’sının entelektüel ve edebi ortamını yansıtırken, iki yazarın dostluklarını, sanata, edebiyata ve hayata dair düşüncelerini, kişisel ve toplumsal meselelere bakış açılarını gözler önüne serer.

Mektuplar, Camus ve Char’ın edebi ve felsefi tartışmalarını, ortak projelerini ve birbirlerine duydukları hayranlığı ve saygıyı ortaya koyar. İki yazarın savaşın yarattığı travma, özgürlük, adalet ve varoluş gibi temalara dair düşünceleri, mektupların satır aralarında belirginleşir. Camus’nün varoluşçu felsefesi ve Char’ın şiirsel dili, mektuplara derinlik ve anlam katar.

Kitap, sadece iki yazarın mektuplaşmalarından ibaret değildir; aynı zamanda savaş sonrası Fransa’sının kültürel ve siyasi atmosferine de ışık tutar. Mektuplar, dönemin entelektüel tartışmalarını, edebi akımlarını ve toplumsal sorunlarını yansıtır. Camus ve Char’ın mektupları, okuyucuya savaşın yarattığı yıkımın ardından yeniden inşa edilen bir dünyanın portresini sunar.

Kitap, iki yazarın edebi ve felsefi mirasını anlamak için önemli bir kaynaktır. Mektuplar, Camus ve Char’ın eserlerine ve düşüncelerine dair yeni bakış açıları sunar. İki yazarın dostluğu ve mektupları, okuyucuya edebiyatın ve düşüncenin gücünü hatırlatır.

  • Künye: Albert Camus, Réne Char – Yazışmalar, 1946-1959, çeviren: Orçun Türkay, Can Yayınları, mektup, 172 sayfa, 2025

Walter Benjamin, Theodor W. Adorno – Pasajlaşmalar (2025)

Bu kitap, Walter Benjamin ve Theodor W. Adorno arasındaki yoğun ve karmaşık entelektüel ilişkiyi belgeleyen bir mektup derlemesidir. Bu mektuplaşmalar, ilk kez Türkçede.

Kitap, Adorno ve Benjamin’in felsefe, edebiyat, sanat, kültür ve siyaset gibi geniş bir yelpazedeki konulara dair görüşlerini ve tartışmalarını ortaya koyuyor. Mektuplar, iki düşünürün birbirlerinin çalışmalarına yaptıkları eleştirileri, yorumları ve önerileri içeriyor. Bu yazışmalar, onların düşünce süreçlerini, entelektüel gelişimlerini ve birbirlerine olan etkilerini anlamak için benzersiz bir kaynak sunuyor.

Kitap, Adorno ve Benjamin’in özellikle önemli yapıtı “Pasajlar Projesi” eserinin minyatür bir modeli olarak tasarlayıp yazdığı “Baudelaire” yazıları oluşturmakta. Mektuplar, bu eserin kavramsal çerçevesinin nasıl şekillendiğini, hangi düşünsel etkileşimlerden beslendiğini ve hangi zorluklarla karşılaşıldığını gösteriyor. Adorno ve Benjamin’in mektupları, sadece entelektüel bir diyalog değil, aynı zamanda kişisel bir ilişkiyi de yansıtıyor. Onların birbirlerine duydukları saygı, hayranlık, eleştiri ve zaman zaman da hayal kırıklığı, mektupların satır aralarında hissediliyor. Kitap, iki düşünürün sürgün yılları, maddi sıkıntıları ve siyasi baskılar altında yaşadıkları zorlukları da gözler önüne seriyor.

Özetle bu kitap, Adorno ve Benjamin’in düşüncelerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini anlamak için temel bir kaynak olarak kabul ediliyor. Kitap, 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden ikisinin entelektüel mirasına dair değerli bir bakış açısı sunuyor.

  • Künye: Walter Benjamin, Theodor W. Adorno – Pasajlaşmalar, çeviren: Suat Kemal Angı, Cem Yayınevi, mektup, 153 sayfa, 2025

Roland Barthes – Albüm (2024)

Roland Barthes’ın yüzüncü doğum yılını kutlama vesilesiyle hazırlanan ‘Albüm’, genel hatlarıyla kronolojik sıraya göre düzenlenmiş mektuplaşmalardan bir seçkiyle birlikte, Barthes’ın daha önce yayınlanmamış bir dizi metnini barındırıyor.

‘Albüm’de Raymond Queneau, Maurice Blanchot, Jean Genet, Michel Foucault, Claude Lévi-Strauss, Georges Perec, Michel Butor, Julia Kristeva ve Jean Starobinski gibi isimlerden oluşan bir dayanışma ve mektup  arkadaşlığı ağının yarım yüzyıllık düşün tarihine, Barthes’ın dünyayla temasına ışık tuttuğu da görülebilir.

  • Künye: Roland Barthes – Albüm: Yayınlanmamış Yazışmalar ve Metinler, çeviren: Yunus Çetin, İş Kültür Yayınları, mektup, 468 sayfa, 2024

Niccolò Machiavelli – Veba Mektubu (2023)

Veba, Antik Çağlardan beri yazarlar tarafından ele alınan bir konu olsa da, Erken Rönesans döneminde trajedinin simgesi hâline geldiğini görüyoruz.

Bunda Avrasya ve Kuzey Afrika’yı kasıp kavuran ‘Kara Ölüm’ün payı elbette büyük.

İlk zamanlar çok can alıp büyük sıkıntılara yol açmasına rağmen ilerleyen süreçte Avrupa’nın birçok noktasına daha iyi yaşam koşulları ve refah getirdi.

Bu argüman biraz daha ileri taşınacak olursa, Kara Ölüm’ün Rönesans’ın ve Reform’un yapı taşlarını oluşturduğu bile söylenebilir.

Boccaccio ve Machiavelli gibi yazarların veba üzerine kaleme aldıkları çalışmalar bu konuya olağanüstü bir edebî ilgi çekti.

Ne var ki Boccaccio, dikkatleri vebadan kaçırmak için komedik unsurlar kullanırken, Machiavelli ise tam tersine vebanın yıkımını bir espriye dönüştürür.

O, vebanın kol gezdiği Floransa’nın komik-grotesk bir temsilini öyle orijinal sonuçlarla ortaya koyar ki, bu mektubu kendi türünde küçük bir başyapıt hâline gelir.

Tarih boyunca kimileri tarafından Machiavelli’ye kimileri tarafından da Strozzi’ye atfedilen bu eser, son zamanlarda araştırmacılar tarafından öne sürülen kanıt ve argümanlarla Machiavelli’nin başyapıtlarından biri olarak kabul görmüştür.

Hakan Sönmez’in Floransa’da yaptığı arşiv çalışmalarından sonra ilk defa Türkçeye çevirdiği ‘Veba Mektubu’ (Epistola della peste), hem vebanın hikâyesini hem de Machiavelli’nin Kara Ölüm karşısında takındığı tavrı okuyucuyla buluşturuyor.

Kitaptan bir alıntı:

“Ah zararlı çağ! Ah acıklı mevsim! Bir zamanlar vatandaşların sık sık bir araya geldikleri meydanlar ve pazarlar şimdi toplu mezarlıklar ve aşağılık hırsızlıkların yeri hâline geldi. İnsanlar tek başına dolaşmaya çıktıklarında, onlara arkadaşları yerine bu vebaya yakalanmış insanlar musallat oluyor. Akrabalardan biri diğeriyle karşılaştığında, ağabey kardeşiyle, hatta karı kocasıyla karşılaştığında güvenli bir mesafede duruyor. Daha ne olsun? Anne babalar kendi çocuklarından iğrenip onları terk ediyorlar. Kiminin çiçekleri, kiminin güzel kokulu otları, kiminin süngerleri, kiminin baharatlıkları, kiminin elinde ya da daha doğrusu burnunda tuttuğu çeşitli baharat topakları var; üstelik önlemler sadece bunlardan ibaret.”

  • Künye: Niccolò Machiavelli – Veba Mektubu (Epistola Della Peste), çeviren: Hakan Sönmez, Selenge Yayınları, mektup, 72 sayfa, 2023

J. M. Coetzee – İyi Hikâye (2023)

‘İyi Hikâye’, Nobel Ödüllü yazar J. M. Coetzee ile klinik psikolog Arabella Kurtz arasında geçen, psikoterapi ve hikâye anlatma sanatı üzerine büyüleyici bir diyalog.

Coetzee ve Kurtz, psikanalitik kuramları ve terapi yöntemlerini edebiyat eserleriyle yan yana getirerek psikoterapiyi, psikoterapideki gelişim idealini, toplumsal bağlamı ve kurmacayı farklı açılardan ele alıyor.

Cervantes ile Dostoyevski gibi büyük yazarlardan ve Freud ile Melanie Klein gibi psikanalistlerin fikirlerinden yararlanan Coetzee ve Kurtz, psikanalitik psikoterapinin çok daha geniş toplumsal biçimlerinde yeni bir perspektif açılabileceği umuduyla kişinin kendini inceleme kapasitesi, kendi yaşam hikâyesinin yazarı olması, kurduğu kişisel anlatılarda hakikatin payı, belleğin işlenebilirliği, bastırma mekanizmasının çıkmazları, grup psikolojisi ve milliyetçilik ilişkisi gibi meseleleri yalın bir dille keşfe çıkıyor.

‘İyi Hikâye’, psikoterapinin her geçen gün daha çok ön plana çıktığı çağımızda terapiye ilgi duyan edebiyatseverlere keyifli bir okuma vaat ederken aynı zamanda kendi hayat hikâyeleri üzerine düşünme fırsatı sunuyor.

  • Künye: J. M. Coetzee – İyi Hikâye: Hakikat, Kurmaca ve Psikoterapi Üzerine Yazışmalar, çeviren: Elif Ersavcı, Can Yayınları, mektup, 184 sayfa, 2023

Max Weber – Mektuplar (2023)

Max Weber’in hayat, siyaset ve bilime dair mektupları, onun entelektüel evrenine yeni bir bakış sunuyor.

Sosyoloji, ekonomi ve siyaset bilimi alanlarına yaptığı derin katkılarla tanınan Weber’in akademik yazışmaları, onun entelektüel gücüne ve akademik yolculuğuna dair bir kanıt oluşturuyor.

Bu eşsiz yazışma koleksiyonu, Weber’in ailesi, dostları, meslektaşları, öğrencileri ve çağdaşlarıyla olan derin etkileşimlerini ortaya çıkararak sosyal bilimler tarihinin en dönüştürücü dönemlerinden birinin zengin dokusunu gösteriyor.

Weber’in öğrencilerine ve meslektaşlarına yazdığı mektuplar sadece onun olağanüstü zekâsını ve anlatım kabiliyetini değil, aynı zamanda etrafındaki zihinleri besleyen ve onlara meydan okuyan cömert ruhunu da ortaya koyuyor.

Her sosyal bilim öğrencisi için bir hazine olan bu mektuplar Weber’in bilimsel yolculuğunun inceliklerine dair derin bir kavrayış sağlıyor.

  • Künye: Max Weber – Mektuplar: Hayat, Siyaset ve Bilim, çeviren: Lütfi Sunar ve Ahmed Faruk Ergün, Albaraka Yayınları, mektup, 356 sayfa, 2023

John Cheever – John Cheever’ın Mektupları (2023)

Pulitzer Ödülü sahibi roman ve öykü yazarı John Cheever’ın, oğlu Benjamin Cheever tarafından derlenen mektupları, bizi bu büyük yazarın ruhsal ve yazınsal dünyasına davet ediyor.

Aralarında Philip Roth, John Updike ve Saul Bellow’un da yer aldığı arkadaşlarına ve çevresine haftada otuz mektup yazan Cheever, “Bir mektubu saklamak, bir öpücüğü saklamaya benzer” düşüncesiyle yazıştığı insanlardan mektupları yok etmelerini isterdi.

Buna rağmen günümüze ulaşabilen ve özenle derlenen mektupları, “Amerika’nın Çehov’u” John Cheever’ın karmaşık karakterini; bastırılmış cinselliğinin, alkolikliğinin ve hırslarının yanı sıra kendine has mizahını da yansıtıyor.

Benjamin Cheever’ın sözleriyle, “Sevdiğimiz insanların hatıralarında ölümsüzlüğün yakalanması mümkünse, o zaman babam bugün de 27 Mayıs 1912’de ciyak ciyak ağlayarak dünyaya geldiği günkü kadar canlı.”

  • Künye: John Cheever – John Cheever’ın Mektupları, derleyen: Benjamin Cheever, çeviren: Can Sezer, Everest Yayınları, mektup, 504 sayfa, 2023

Simone de Beauvoir – Sartre’a Mektuplar 1 (2022)

Simone de Beauvoir, 1983’te Jean-Paul Sartre’ın ona göndermiş olduğu mektupları yayımlatmış, fakat kendisinin ona yazdıklarını gün ışığına çıkarmaya niyeti olmadığını belli etmişti.

Soran dostlarına, bunların ancak ölümünden sonra, bulunursa belki basılabileceğini söylemişti.

Söz konusu mektupları kızı Sylvie Le Bon de Beauvoir, onun vefatının hemen ardından, Kasım 1986’da bir dolabın dibinde buldu.

Bu kitapta, “Mösyö Sartre”a hitaben yazılmış, çoğu zarfların içinde katlanmış halde bekleyen mektuplardan 1930-1939 yıllarına ait yüz kırkı bir araya geliyor.

Simone de Beauvoir, en eski hayallerinden birinin, tüm varlığının devasa bir kayıt cihazıyla kaydedilip bir yerlerde saklanması olduğunu sık sık söylerdi.

Onun sesini, en kırılgan ve en güçlü tonlamalarıyla duymamızı sağlayan ‘Sartre’a Mektuplar’, Simone de Beauvoir’ın iç dünyasını tüm çıplaklığıyla ortaya koyarken, hiçbir konuda konuşmaktan çekinmeyen büyük bir 20. yüzyıl entelektüelinin sesini ve düşünsel evrenini de bugüne taşıyor.

  • Künye: Simone de Beauvoir – Sartre’a Mektuplar 1: 1930-1939, çeviren: Damla Kellecioğlu, Everest Yayınları, mektup, 452 sayfa, 2022

 

Edip Cansever ve Alev Ebüzziya Siesbye – İki Satır, İki Satırdır (2021)

“Seni sevmeyi dünyanın en güzel şiiri yapacağım.”

Modern şiirimizin büyük ustası Edip Cansever’in iç dünyasına girmek açısından hazine değerinde bir kitap.

‘İki Satır, İki Satır’dır’, Cansever’in Alev Ebüzziya’ya, 1962-76 yıllarında yazdığı 123 mektuptan oluşuyor.

Burada ne yazık ki, sadece Ebüzziya arşivindeki Cansever mektupları yer alıyor, Ebüzziya’nın Cansever’e karşılık verdiği mektuplarsa saklanmadığı için bulunmuyor.

Cansever’in en üretken döneminde, ‘Tragedyalar’ (1964), ‘Çağrılmayan Yakup’ (1966), ‘Kirli Ağustos’ (1970), ‘Sonrası Kalır’ (1974), ‘Ben Ruhi Bey Nasılım’ (1976) gibi başyapıtlarının oluştuğu yıllarda yazılmış mektuplar bize çok şey söylüyor.

Burada Cansever’in gönlünden geçenleri, sıkıntıları, düşleri, amaçları dile getirişinde; günlerini kimlerle, nasıl geçirdiğini anlatışında; kısacası sözü kâğıda her döküşünde şiirle yaşadığı, özgün buluş ve söyleyişler geliştirdiği görülüyor.

Kitaptan birkaç alıntı:

“İki satır, iki satırdır, Alev reis! Biz ki, çoğu zaman iki satır için yaşıyoruz. Kimi zaman da kelime kelime, harf harf bakarız bu iki satırlara.”

“İster seramik yap, ister kendini koy dünyaya. İkisi arasında büyük bir fark mı var sanıyorsun? Ben seni, acıyı sevgiye dönüştüren; korkuyu cesarete, çirkini güzele çeviren usta bir simyacı olarak görüyorum.”

“Ne sıkıntıyı düşünüyorum bugün, ne ölümü. Dünya beyaz, ben beyazım. Ve insanlar koro halinde şiirlerimi okuyorlar bana. Bense serserinin biriyim. Kafamın içi yanmış yemek kokuyor. Allahtan yanımda değilsin bugün; dudaklarına bakar da, bir hafta sokağa çıkamazdım sonra.”

“Neden her sabah sabah olur. Ben ellerime bakarım, gözlerime. Yazılı kâğıtsız bir dünyada yaşamayı düşlerim hep. Dünyanın en güzel dilekçeleri yıldızlardır, en güzel makbuzlar yeni kesilmiş yaşlı ağaçlardır, en güzel senetler o gün sevdiğim biriyle buluşacağım saattir. Ben mektubum, kitabım, boşluğa içinden giydirilmiş kahverengi bir eldivenim.”

“Dün gece bir transatlantik geçti, İstanbul bir başka yere göç ediyor sanırdın.”

  • Künye: Edip Cansever ve Alev Ebüzziya Siesbye – İki Satır, İki Satırdır: Alev Ebüzziya’ya Mektuplar 1962-1976, yayına hazırlayan: Habil Sağlam, Yapı Kredi Yayınları, mektup, 304 sayfa, 2021